Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Kalem, kağıt ve ben.
Yine kalem, kağıt ve ben. Bu üçlemeyi çok sevdim, en az kendim kadar çok. * Hayatı yaşarken ona sahip olmak isteriz, ona hükmetmek, itaat etmesini sağlamayı isteriz. İnsanlar, yani biz, birbirinden farklı yüzler, farklı renkler, farklı düşüncelere sahip insanlar. Neden farklı olduğumuzu düşünüyoruz? Düşünmeyelim. Hepimiz bir nefese muhtaç değil miyiz? Hepimiz nefes sayesinde bulunmak zorunda olduğumuz bu hayatta değil miyiz? Öyleyiz, öyleyiz işte. Fark yok, fark insanların uydurması, fark sadece matematikte vardır. Aslında insan öyle alışmış ki birinden bahsederken aradaki farklara takılmaya. Boy farkı, kilo farkı, düşünce farkı, yaşayış farkı, sınıf farkı. İnkar edeyim mi farkları, edemem ki. Biz bunun içine hapsolmuşuz, çıkış yok. Ben de böyle bir şeyin içine hapsoldum, kim olduğunu bilmiyorum elbette ve ona hiç saygım yok, sevgiden söz bile edilemez. Ama ben birinin saçma sapan gözlerine hapsolmuş olabilirim. Belki herkes gibi sevemem, herkesin yaşadığı biçimde yaşayamam üç harfli şeyi, belki o kadar cici de olamam ama ben hapsolurum, ben sahiplenirim, ben iyi şeyler yapmasam bile iyi şeyler düşünebilirim. Aynaya bakınca gözlerimle karşı karşıya kalıyorum. İlk kez göz göze geldiğimde onlarla üzüldüm, onlar çok acıyor. Onlar yorgun, onlar aslında sevgi dolu ama kimse göremiyor. Çünkü sadece aynada görülebilir ve sadece ben bakınca görebilirim. 6. sınıftaydım, ilkokulumuz bitmiş, ortaokul olmuşuz, ergenlik hat safhada, yaklaşıyoruz stresli günlere ve başlar hikâye.. Dil ve Anlatım dersi öğretmeni sevgili Hatice Bıyıklı. Yeni tanışmıştık, dersimize yeni girmeye başlamıştı. Sevdiğim bir ders olmasına rağmen, derse katılım konusunda çekingendim, çok çekingen. Derse öyle bir odaklanmış dinliyordum ki, Cansu dedi. İrkildim, efendim öğretmenim dedim. ( Ortaokulda hocam demek yasaktı, o liselilerin hitap şeklidir beyler ) Neden öyle bakıyorsun dedi, öyle kötü bakıyorsun? Anlamamıştım o zaman sevgili öğretmenimi, şimdi anlıyorum. '' İçinde ne varsa söyle Cansu, çekingen olma '' dedi. Ve ben o gün bugündür, hiç çekinmiyorum, hiçbir şeyden çekinmiyorum. Her şeyi olduğu gibi söylemeyi seçtim, öğretmenimi dinledim. Güzel bak, güzel gözlerini iyi kullan, şefkatle bak demişti öğretmenim ve beni çok severdi. Bense ondan nefret ediyordum başlarda, ama sonra, sonra anladım ki hayatımda bulabileceğim, karşılaşabileceğim en iyi ve idealist öğretmendi kendisi. Yıllar sonra mağazada karşılaştık 1.35 boyundaki öğretmenimle. Aramızdaki 40 cm sorun bile olmadı sarıldığımızda.. Güzel kızım benim dedi, canım dedi ve benim gözlerim doldu. Yıllar sonra, o kadar değişmeme rağmen bile beni tanımıştı, sevinmiştim bir yandan da buna.. '' Oo gözlere makyajda yapılmış, o gözler gülüyor artık '' dedi. Nasıl fark edebildi bunu? Nasıl anladı güldüğünü, neye göre, neye dayanarak? Ama öğretmenim dediyse doğrudur. Hani üzerimde emeği geçen öğretmenlerime deriz ya hep, işte onlardan biridir kendileri. 24 Kasım'dı geçtiğimiz gün, onların günü.. Artık saçlarına kırlar düşmüştü, boyu biraz daha kısalmış, ama hiçbir şey kaybetmemiş o sert bakan gözlerinin altındaki sıcacık sevgisinden. Aradım onu, bir öğretmenin yaşamak istediği duyguyu yaşattım.. Yıllar geçse de unutulmadığını bilsin istedim, aradım ve kutladım. Sesi titredi, duygulandı, belki sonra ağlamıştır olsun, ben her gün ağlıyorum öğretmenim. Yaş akıtmadan her gün ağlıyorum. Her gün gülüyorum, gözlerim gülüyor dışarıdan bakılınca, yine dışardan bakılınca 32 dişimi de görebilir insanlar, gülüyorum. Siz beni anladınız öğretmenim, biliyorum.. ** Şimdi bunun farkla ne alakası var? Bilmem, insanın iki gözü birbirinden farklı olurmuş, ondan herhalde. Uykusuz bir gece.
__________________ If you can't measure it, it doesn't exist. |