Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28 Kasım 2011, 20:10   #1
Çevrimdışı
efLatun
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Kur'an'da Çocuk Eğitimi




Aile Ve Çocuk
Prof. Dr. İbrahim Canan, Kur’an’da Çocuk Eğitimi



Kur'ân-ı Kerîmde aile efradının birbirlerine karşı alâkalarına, iyi ve kötü duygu ve davranışlarına da yer verildiği görülür. Sözgelimi, ebeveynin çocukları karşısındaki şefkat ve hassasiyetleri, kardeşlerin birbirlerine karşı hissiyat ve tavırları, aile reisinin bütün aile ferdleri karşısındaki sorumlulukları vs. muhtelif âyetlerde, çeşitli vesilelerle dile getirilir. Bu fıtri ve mecburi durumların menfî tezahürlerine de dikkat çekilirken, bunların müsbet yönleri ve bu yönlere tevcih yollan gösterilir. Bunları da belirtmeye çalışalım:[60]


Aile Endişesi



Kur'ân'da, insanlarda fıtrî olan aile sevgisi ve ailenin meseleleri karşısında duyulan kaygıyı dile getiren bir kısım âyetler mevcuttur. Geçmiş peygamberlere "eşler ve çocuklar verildiği" bildirildiği gibi,[61] bu peygamberlerden bir kısmının[62] ailelerinin kurtuluş ve salâhları için Cenâb-ı Hakka yaptıkları duaları ve bu duaları Cenâb-ı Hakkın onları memnun edici müsbet cevaplan -inanmamış olanlar her seferinde istisna tutularak kaydedilir. Bunlardan biri Hz. Lût'tur. Cenâb-ı Hakk'a:

"Rabbim, beni ve ailemi bunların yapabildiği kötülükten kurtar" diye dua eder. Cenâb-ı Hak, bu duanın kabul edildiğini, geride, azgınların yanında kalan yaşlı bir kadın dışında onu ve ailesinin tamamını kurtaracağını bildirir.[63]

Bir diğer dua sahibi, Hz. Nûh'dur. O da ailesi için dua etmiş, Cenâb-ı Hak onun da duasını kabul ederek onu ye ailesini kurtarmıştır.[64]

Hz. İbrahim'in duasını ise burada aynen kaydediyoruz:

Meâlen: "Rabbim! Beni ve zürriyetimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur. Rabbimiz! Hesab görülecek günde, beni, annemi, babamı ve inananları bağışla."[65]

Kur'ân-ı Kerimde aile endişesinden başka, bu endişe ve alâkayı tamamlayan evlâd sevgisine de müstesna bir yer ayrılır. Biraz da ondan bahsedelim.[66]


Çocuk Sevgisi



Kur'ân-ı Kerîm, anne ve babaların evlâtlarına karşı fıtrî, derûnî bir sevgi ve şefkat beslediklerini ifâde eder. Bu durum bâzan, bir kısım âyetlerde "çocuk" kelimesi yerine "göz bebeği" mânâsına gelen "kurretu a'yun" kelimesi kullanılarak ifâde edilir.[67] Sûre-i Yûsufta, Hz. Ya'kûb'un oğlu Yûsufa karşı duyduğu asıl şefkat ve onun kaybolması karşısında gözlerinin kör olmasına müncer olan ağlama ve ızdırapları çok dokunaklı bir şekilde hikâye edilir.

Nü Nehri'ne atılan "bebek Musa" karşısında annesinin durumuyla alâkalı bahislerde de annenin, çocuğuna karşı duyduğu kalbi sevgi ve şefkatin Kur'ân'da te'yîdini görürüz.[68]

Hz. Musa'nın annesiyle alâkalı âyet şöyle: "Musa'nın annesi, yüreği bomboş olarak (evlâdından başka bir şey düşünmeksizin} sabahladı. Eğer Allah'ın va'dine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı. Musa'nın ablasına: 'Onu tâkibet' dedi"[69]

Çocuk sevgisinin bu fıtrîliği sebebiyle olacak ki, dünyada hoşa giden her çeşit güzelliklerin mecmâı olan âhiret ve cennet hayatında da mü'minler bundan mahrûm edilmeyecekler, "çocuk sevme" nimetiyle nimetlendirileceklerdir. Kur'ân-ı Kerîm, üç ayrı sûrede tekrarla, "saçılmış inciler"e teşbih edilen Cennet çocuklarından bahseder:

Meâlen: "(Cennetliklerin) etrafında dâima taze kalan çocuklar dolaşır ki, sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın."[70]

Kur'ân'da geçen vildân kelimesi velîd kelimesinin cem'idir ve yeni doğan çocuk mânâsına geldiği gibi köle mânâsına da gelir. Âyetin Türkçe tercümeleri bu sebeple farklılıklar arzedef: "Ölümsüz gençler"[71] "her dem taze çocuklar"[72]"muhalled evlâdlar."[73]

Bir kısım müfessirler, buradaki vildân'dan muradın, cennet ehline hizmet edecek çok sayıdaki hizmetçiler olduğunu[74], bunları da bulûğa ermeden ölen kâfir çocuklarının teşkil edeceğini söylemişler ise de Fahreddin Râzî bu görüşlere katılmak istemez, bundan Cennette hizmet ve güzellik yönleriyle hep aynı kalacak "küçük"lerin anlaşılması gerektiğini tebarüz ettirir.[75] Bediüzzaman da onlarla, "mü'minlerin kablel-bülûğ vefat eden evlâtlan"nın kastedildiğini ve "Cennete lâyık bir surette daimî çocuk kalacaklarım" ifâde eder.[76]


Çocuk Talebi



İslâm açısından nikâhtan maksad tenasüldür, yâni neslin devamını sağlamaktır. Gerçi bu her canlının tabiî bir insiyakıdır. Ancak, insan, duygularına bir had konmadığı için, çeşitli mülâhazalarla fıtrî meyline iradesiyle değişik istikametler kazandırabilecek durumdadır. İşte, evlenmenin bu aslî gayeden uzaklaştı-rılmaması için, İslâm dini, gerek Kur'ân'm ve gerekse hadîslerin diliyle mü'minleri uyarır. Bakara sûresi 223. âyette şöyle buyrulur:

Meâlen: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlaya istediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önden (iyi ameller) gönderin."

Bir kısım âlimler, âyetin bidayetini göz önüne alarak, önden gönderilmesi emredilen şeyden muradın "çocuk" olduğunu anlamışlardır.[77] Bu mevzuda Hz. Peygamber'in (a.s.m.) meşhur hadîsi şudur: "Evlenin, çoğalın, kıyamet günü, sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim."[78]

Çocuk ve nesil talebi esas olmakla beraber, sâlih ve hayırlı bir neslin taleb edilmesi gerekmektedir. Kur'ân-ı Kerimde çocuk talebiyle ilgili gelen âyetlerde bu noktaya her seferinde ayrı bir ehemmiyet verildiği görülür. Hemen belirtmek isteriz ki, daha hamilelik vâki olmadan başlayıp, hamilelik ve doğumu takip eden safhalarda çocukla alâkalı yapılan dualarda "sâlih çocuk" taleb etmek fikrinin zihinlerde canlı tutulmak istenmesinin pratik ve amelî neticeleri vardır.[79]

Çocuklar Hakkında Yapılan Duanın Ameli Ve Pratik Faydası



İslâmın kader anlayışı, taleb edilen şeyleri "kavli taleb" hâlinde bırakmayı emretmez. Kavlî talebleri, gücümüz dahilindeki fiilî tedbîrler tâkib etmelidir. Şu halde, talebterimiz, dualarımız, yapacağımız işi, işin istikamet ve mâhiyetini açık seçik ve belirgin bir hâle, tam bir şuur hâline getirmektedir. Bu şuurlu durumdan sonra amelî tedbîrlere baş vurma safhası gelecektir. Öyle ise Kur'ân'da gelen, nesil talebiyle ilgili duaların, zımni olarak böyle bir maksad taşıdığını bileceğiz. Dualarda dile getirilen "ideal nesF'in tahakkuku için her muhatap kendi imkânlarını devrin şartlan içinde seferber edecektir, etmelidir.

Şu halde gerek geçmiş peygamberlerin duası olarak kaydedilen dualarda ve gerekse diğer dualarda tasvir edilen ideal neslin ana vasıflarını tesbît etmeye çalınacağız. Kur'ân, bu ideal nesle ulaşabilmek için "temel eğitim"de neler öğretilmesi gereğini de haber verir, ancak bu müfredatı terbiye ile alâkalı bahiste belirtmeye çalışacağız.[80]
Göz Bebeği Gibi Bir Nesil



Furkân Sûresinde gerek çocuk talebine ve gerekse taleb edilen çocukta aranan vasfa örnek teşkil edecek bir âyet yer alır. Orada, ideal bir Müslümanın belli başh vasıflarını ard arda zikreden bir pasajda kaydedilen on beş kadar vasıfdan biri de çocuk talebiyle alâkalıdır:

Meâlen: "Onlar ki: 'Ey Rabbimiz! Bize, zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği olacak (sâlih insanlar) ihsan et, bizi takva sahiplerine rehber kıl' derler."[81]

Âyette geçen "göz bebeği gibi kıymetli" vasfı mutlak bir vasıftır. Arzularımıza uygun, ideallerimizi gerçekleştirecek bir nesil böyle değerli bir nesil olabilir. İstenmesi gereken neslin ana vasıfları başka âyetlerde kaydedilmiştir. Müteakiben kaydedeceğimiz dualarda bu vasıfları bulmak mümkündür.[82]


Temiz Bir Nesil



Kur'ân-ı Kerîmde verilen örneklerden, doğacak çocuğun öncelikle "temiz"olmasını taleb etmek gerektiği anlaşılmaktadır. Bu maksadla âyetlerde bir kısım peygamberlerin ve büyüklerin yaptıkları dualar kaydedildiği gibi, yapılması gereken dua örnekleri de verilir: Hz. Zekeriya'mn duası şöyle:

Meâlen: "Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet, doğrusu Sen duayı işitirsin."[83]


Müslüman Bir Nesil




Kur'ân'da kaydedilen Hz. İbrahim'in duası ideal nesil hakkında mühim bir vasıf beyan eder: "Müslüman olmak" yâni Allah'ın emirlerine teslim olan, Allah'ın istediği yol üzere giden bir nesil. Hz. İbrahim Allah'ın emri ile Kâ'be'nin temellerini Hz. İsmail ile birlikte yükseltince yaptıkları bu hayır amelden sonra, bir nevi bunun mükâfatını taleb makamında şu duayı yaparlar:

"Ey Rabbimiz! İkimizi de Sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan da (yalnız sana boyun eğen) Müslüman bir ümmet (yetiştir)."[84]


Sâlih Bir Nesil



Elde edilecek çocuk ve arkadan gelen nesille alâkalı olarak yapılması gereken duayı öğretici mâhiyette bir âyet neslin "sâlih" olmasına dikkat çeker. Ahkâf sûresinde gelen ve kırk yaşına basan kimsenin yapması gereken dualar meyâmnda şöyle demesi de emredilir. Meâlen: "Bana verdiğin gibi soyuma da salâh ver.'"[85]

Bu talebdeki salâh'dan iyi amel üzere olan hayırlı nesil anlaşılacağı gibi, yaratılış yönünden tam, yâni sakat olmayan mânâsı da anlaşılabilir. Nitekim A'raf sûresinde Hz. Âdem'le Havva'nın, hamilelik hissedildiği sırada yaptıkları duada taleb etmiş bulundukları salâhatten muradın öncelikle "yaratılış düzgünlüğü" olduğu kabul edilmiştir.[86] "(Âdem) eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşmca, karı koca Rableri olan Allah'a:

"Bize sâlih (bedence kusursuz) bir çocuk verirsen, and olsun ki, şükredenlerden oluruz" dediler."[87]

Hz. Âişe'ye, ailelerinden bir doğum haberi ulaşınca kız mı, erkek mi diye hiç sormayıp, "yaratılışı tam mı?" diye sorduğu, "evet" cevâbını alınca da: "Âlemlerin Rabbine hamdolsun" diye dua ettiği belirtilir.[88]


Çocuğun Allah'a Adanması



Yine daha hamilelik sırasında, çocuğun istikbaldeki terbiye ve tevcihine müessir olacak şuurlu fikri hazırlıklara verilen bir diğer örnek "İmrân'm karısı" ile alâkalı: O, çocuğunu Allah'a adamaktadır:

Meâlen: "Ya Rabbi! Karnımda olanı sadece sana hizmet etmek üzere adadım, benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak Sensin' demişti."[89]

Şeytana Karşı İstiâze (Korunma) Talebi



Bâzı âyetlerde, insanların mal ve evlâdına "iştirak" etmesi hususunda şeytana tanındığı haber verilen ruhsat[90] sebebiyle, insanlar, çocukları için şeytana karşı istiâzede bulunmak zorundadırlar. Hz. Peygamber (a.s.m.), daha cinsî temas sırasında böyle bîr istiâzede bulunulmasını emreder.[91] Bunun Kur'ânî örneği de vardır. Hz. Meryem doğduğu zaman annesinin (İmrân'ın karısı) yaptığı dua, hem doğum sırasında yapılması gereken dua, hem de çocuklar için yapılacak belli başlı duaların mahiyeti hakkında bir fikir vermektedir.

Meâlen: "Onu doğurduğu-Allah onun ne doğurduğunu bilirken- 'Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım' dedi."[92]

Bu âyette, ayrıca, daha doğar doğmaz çocuğa isim verilmesi, erkek ve kız çocuklarının terbiyesinde -doğduğu anda sarılacak kundak bezinden başlamak üzere- çeşitli terbiye safhalarında göz önüne alınacak tefrik ve husûsî dikkat ve ihtimamlara varıncaya kadar hadîslerde gelmiş bulunan[93] pek çok inceliklere dikkat çekildiğini görmektiyiz. Zira "Erkek, kız gibi değildir" buyurulmaktadır.[94]


Büyük Evlâtlar İçin Dua



Kur'ân-ı Kerîmde kaydedilen dualarda bir nevi faaliyet esaslarının, tebliğ ve irşad programının tesbît edildiği -yukarıda belirtildiği üzere- anlaşıldıktan sonra, terbiyevî sorumlulukları kalmamış bulunan bulûğ çağının ötesine aşmış evlâtlar için de irşad ve uyarıda bulunma vazife ve selâhiyetinin babalar üzerinde devam ettiğini ifâde eden duaların mevcudiyetine dikkat çekebiliriz:

Bunlardan biri Hz. İbrahim'in duasıdır: Meâlen: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut."[95]

Bir diğer örnek Hz, Lût'un duasıdır: "Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapageldiği kötülüklerden kurtar"[96]

Kısırlık Ve İleri Yaşta Çocuk Sahibi Olmak



Çocuk edinmede, Kur'ân-ı Kerîme göre, gerek erkek ve gerek kadın için kesin bir yaş haddi konamaz. Hattâ bâzı âyetlerde, örfen çocuktan kesilmiş olunduğu veya kısırlaşıldığı kabul edilen yaşlarda bile -istisnaî de ols- çocuk sahibi olunabileceği ifâde edilmektedir. Bu hususta iki misâl kaydedilmektedir:

1. Hz. Zekeriya örneği: Melekler Hz. Zekeriya'ya seslenerek Hz. Yahya'yı müjdeleyince, Zekeriya'nm cevabı şu olur: "Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?" Buna mukabil Cenâb-ı Hak: "Böyledir, Allah dilediğini yapar" cevabını verir.[97]

2. Hz. İbrahim örneği: Aynı şekilde, Hz. İbrahim'e uğrayan melek elçiler -ki Lût kavmini cezalandırmak üzere gönderilmişlerdi- Hz.İshâk ve Hz. Ya'kûb'u müjdeleyince, Hz. İbrahim'in zevcesi hayrete düşerek: "Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey" der. Ona da verilen cevap aynı: "Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken nasıl Allah'ın işine şaşarsın!"[98] .

Burada, ileri yaşa rağmen elde edilen çocuk örneklerinde geçen Hz. Yahya ve Hz. İsmail'in Kur'ân'da, mümtaz vasıflarla zikredilmiş olmaları dikkat çekicidir. Zira Hz. İsmail "gulâmun alîm" yâni bilgin bir oğul[99], Hz. Yahya da küçük yaşında büyük hikmete mazhariyetine telmîhan hikmet verilen çocuk[100] olarak tavsif edilmektedir. Bunlara, on iki kardeşi arasında on birinci sırada yer alan[101] Hz. Yûsuf da ilâve edilebilir. Çünkü kardeşlerine nazaran iki en küçükten biri olunca, o da, ailesinin yaşlılığına rastlamış olmaktadır. Yûsuf sûresinde Allah'ın husûsi "içtibâ"sma yâni seçmesine[102], rüyaların te'vîli dâhil muhtelif "ilim ve hükm"e[103] mazhariyeti haber verilen Hz. Yûsuf da Kur'ân'da ismi geçen peygamberler arasında mümtaz bir yer işgal etmektedir.[104]


Övünme Vesilesi Olarak Çocuk



Kur'ân-ı Kerîmde çocuk ve evlâd, birçok âyetlerde sahip olunan maddî servetlerle yanyana zikredilir. Aynen emval gibi evlâdın da güç ve kuvvet kaynağı olduğu, bu sebeple de övünme ve hattâ aldanma vesilesi yapıldığı ısrarla beyan edilir. Âyetlerin sarih olan beyanlarına göre bu durum sâdece kâfir veya fâsıklara, has bir vasıf olmayıp bütün insanlığın vasfıdır, müşterek zaafıdır:

"Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır."[105]

Şu âyet, dünya hayatını, bu zikredilen "nimetlerle bir oyalanma ve övünme olarak tavsif ve tarif eder:

Meâlen: "Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir..."[106]

Diğer bir kısım âyetler, küfür ehlinin mal ve evlâdla nasıl övündüklerine canlı misâller verir. Kehf Sûresinde fakirlere karşı mal ve evladıyla övünen kimsenin fecî akıbetini göstermek için karşılıklı konuşmaları kaydedilen iki kişiden zengin olanı öbürüne;

"Ben malca senden zengin, nüfusça da senden daha itibarlıyım"der.[107]

İnsanlardaki mal ve evlâda olan güven, onların hidâyetleri için mücâdele veren peygamberlerin davetlerine icabet etmemelerinde ve bir kısım felâketleri hak ettirecek kadar direnmelerinde mühim bir rol oynamıştır, işte âyet-i kerime ve meali:

"Doğrusu, uyarıcı gönderdiğimiz her kasabanın varlıklı kimseleri onlara: 'Biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz' diye gelmişlerdir. "Malları ve çocukları en çok olan bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz."[108]

Bu âyette tebarüz ettirilen mühim bir husus, "her peygambere" bu itirazın yapılmış olmasıdır. Nitekim Mekkeli zenginlerin de, Hz. Peygamber'e (a.s.m.), aynı şekilde itirazlarda bulunarak, âhiret hayatı olsa bile, mal ve evlâdları sayesinde ondan kurtulacakları iddiasını ileri sürdüklerine şahit olmaktayız.[109] Leheb Sûresi, bu iddiada bulunanlardan Ebû Leheb'i tekzîb için nazil olmuştur.[110]

Şunu da kaydedelim ki, başkasında görülen ne mal, ne de evlât çokluğu imrenme vesilesi olmamalıdır. Zira bunlar hiçbir zaman Allah'ın onlardan memnuniyeti ve rızasının delili değildir:

Meâlen: "Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller."[111]

Bizzat Hz. Peygamber'e (a.s.m.) hemen hemen aynı kelimelerle gelen iki ayrı hitapta şu uyarıda bulunulur: "Malları ve çocukları seni hayrete düşürmesin. Allah bunlarla onlara dünyada azâb etmek ve canlarının inkarcı olarak çıkmasını ister."[112]

Hz. Peygamber'e (a.s.m.) karşı gelen münafıkların mal ve evlâtça ne kadar zengin olsalar da sonlarının hüsran olduğu, zira daha önce gelip geçenler arasında malca ve evlâtça bunlardan daha zengin olanların da aynı kötü akıbete uğradıkları belirtilir.[113]

Öyle ise, mühim bir kısmını evlâdlarım teşkil ettiği çeşitli nimetleri veren Allah'a isyan etmemeli, O'na karşı muttaki olunmalıdır:

"Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının. Davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsulan, size O yermiştir."[114]
Evlât Fitnedir



Yukarıda, görüldüğü üzere, bir kısım âyetlerde mal ve evlâdın bir kuvvet ve övünme kaynağı, dünya hayatını tezyin edip süsleyen bir nimet olduğu ifâde edilirken, diğer bir kısım âyetlerde de mal ve evlâdın Allah'a yaklaşmada yardımcı olmadığı, aksine "bir fitne" ve-bâzan da daha açık bir ifâde ile- "düşman" olduğu belirtilir:

Meâlen: "Ey iman edenler! Sizi bana yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de çocuklarınızdır. Yalnız iman edip sâlih amelde bulunanların yaptıklarına karşılık mükâfatları kat kat artırılır."[115]

Bu mevzu şu âyette daha sarih olarak ifâde edilir:

Meâlen: "Ey iman edenler! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, size emânet edilen şeylere bile bile ihanet etmiş olursunuz. Mallarınızın ve çocuklarınızın aslında bir fitne olduğunu ve büyük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin."[116]

Fitne kelimesinin Kur'ân-ı Kerîmde umumiyetle "imtihan" mânâsına kullanıldığını göz önüne alacak olursak mal ve evlâdın dünya hayatındaki gerçek yeri daha iyi anlaşılmış olur. İslâmın hayat telâkkisine göre, gerek hayat, gerek ölüm, "kimin daha iyi amel edeceğini" denemek üzere yaratılmıştır. İnsana maldan, evlâddan, makamdan, sağlık vs.den verilen nimetler, imkânlar, bunların azaltılıp çoğaltılması veya tamamen geri alınması söz konusu imtihanın zarurî şartlarındandır."[117]

Daha önce kaydettiğimiz âyet nokta-i nazarından ise, bunlar, imtihan edilmesi için insana tevdi edilen emânetler durumundadır. Bunları dinin derpiş ettiği şekilde kullanmadığı takdirde insan, bir nevi ihanette bulunarak imtihanı kaybetme durumuna düşecektir. Ebedî hayatini kazanmak için yaratılan insanı, bu gayesinden alıkoyan her şey, gerçek mânâda onun düşmanıdır. Bir imtihan vâsıtası olan mal ve evlâd, kişiyi, şu veya bu şekilde, Allah'a karşı vazifelerini yapmaktan alıkoymak suretiyle hedefinden saptırmış ise ona düşmanlıktan başka ne yapmıştır?

Meâlen: "Ey iman edenler! Eşlerinizin, evlâdlarınızın içinde hakikaten size düşman (olanlar) da vardır. O halde onlardan sakının."[118]

Mal ve evlâdın düşmanlık durumu, İsrâ Sûresinde, Allah'ın emrine isyan eden şeytana tanınan imkânlar arasında kendisine uyan insanların "mallarına ve çocuklarına ortak olması"[119] şeklinde beyan edilir.

İster şeytanın ortaklığı, ister düşmanlık şeklinde ifâde edilsin mal ve evlâdın hangi durumda düşman rolü oynayacağını öğrenmek istersek yine bizzat Kur'ân-ı Kerîmin, bu mes'eleyi de aydınlattığını görürüz, meseleyi üç mühim açıdan açıklayacağız:

1. Gurur ve istiğna vermesi: Yukarıda kaydedilen âyetlerin bir kısmı insanın mal ve evlâd sebebiyle kendini güçlü hissederek boş bir gurur ve istiğnaya düştüğünü ifâde etmektedir. Yine Kur'ân'm ifadesiyle, insan kendini müstağni hissetti mi Allah'a karşı isyan ve azgınlığa düşmektedir.[120]

2. Zikirden alıkoyması: Bâzı âyetler, mal ve evlâdın kişiyi Allah'ı zikirden alıkoyduğunu ifâde eder. Bu, bâzan meşru görünüm taşır:çocukların rızkını te'mîn meşgalesi, onların meselelerini halletmek üzere boğulma derecesine varan meşguliyetler gibi. Bâzan da hiçbir meşru yönü olmaz. Çeşitli âyetler, Allah'ı zikirden alıkoyan bütün durumları reddeder ve gayr-i meşru ilân eder:

"Ey îman edenler! Sizi ne malınız, ne evlâdlarmız Allah'ı zikirden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir."[121]

3. İslâmî terbiyenin verilmemesi: Kur'ân-ı Kerîm, evlâdın İslâmî terbiye üzerine yetiştirilme sorumluluğunu, başta baba olmak üzere ebeveyne tevdi etmektedir. Onların bu vazifeyi ihmalleri, yine Kur'ân'ın ifadesiyle, dünyada da, âhirette de düşman olmalarına sebep olmaktadır. Bu mühim hususu, terbiye ile alâkalı bahiste inceleyeceğimiz için burada bu kadar işaretle yetiniyoruz.[122]


Ebeveynini Azdıran Ve Küfre Atan Çocuk




Evlâdın ebeveyn için, nasıl bir fitne olduğunu açıklayan bir başka Kur'ânî misâli ayrıca kaydedeceğiz: Hz. Musa - Hz. Hızır kıssasında, Hızır zahirde suçsuz olan bir çocuğu öldürür. Hz. Musa'nın suâli üzerine öldürüş sebebini açıklar: "Oğlana gelince, onun anne-babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk" der.[123]

Büyük müfessir Râzî, bir kısım kötü fiilleri ve zulmü irtikab eden evlâdın ebeveyninin, sevgi ve şefkat duygularının şevkiyle, onu himaye etmeye kalkıp, çocuğa isnad edilen suçları red ve inkâra yeltenerek gerçekten fısk'a ve hattâ küfre düşebileceklerini söyler.[124]

Âyete ne şekilde izah getirilmiş olursa olsun, gerçek şu kî, Kur'ân-ı Kerîm, kötü evlâdın mü'min ebeveyni tuğyana ve hattâ küfre atabileceğinden haber vermekte ve bu tehlikeye karşı uyarmaktadır.[125]


Evlâdlar Arası Eşitlik



Kur'ân-ı Kerîmde yer eden ve mevzûmuza giren meselelerden biri de ebeveynin çocuklara karşı eşit davranmasıyla ilgilidir. Yâni ebeveyn, Kur'ân'ın kendilerine yüklediği vecîbeleri çocuklarına karşı yerine getirirken, onlar arasında bir ayırım yapmadan, Allah'ın tâyin ettiği hudud çerçevesinde hareket etmelidir. Bu meselede iki ayrı eşitlik söz konusudur: Kızlarla erkeklerin eşitliği ve erkek-kız, büyük-küçük vs. bütün çocukların eşitliği:

1. Kız-erkek eşitliği: Burada, câhiliyye Araplarının, kız çocukları hakkında taşıdıkları yanlış bir düşünceyi reddetme gayreti vardır. Bu maksadla câhiliyye Araplarımn kız çocukları karşısında besledikleri istiskal edici telâkki ve davranışı tesbît eden ve bunları reddeden âyetlere fazla yer verilir:

"Beğendikleri erkek çocukları kendilerine, kızları da Allah'a mal ediyorlar. O bundan münezzehtir. Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendigi zaman öfkesinden yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü haber yüzünden halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Ne kötü hükmediyorlar!"[126]

Şu âyette, bu düşüncedeki tezad ve zavallılığa daha sarih olarak dikkat çekilir.

"Demek O, yarattıkları arasından kızları kendisine alıp da oğullan size verdi öyle mi? Ama Rahman olan Allah'a isnâd ettiği kız evlâd kendilerinden birine müjdelenince, o kimsenin içi gayzla dolarak yüzü simsiyah kesilir. Onlar süs içinde yetiştirilmekte olup da kendini mücâdelede hüccetini açıklayamayan kişiyi mi (Allah'a nisbet ediyorlar)?"[127]

Bir başka âyette istifhâm-ı inkârı suretinde "Allah kızları oğullara tercih mi etmiş? Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz, hiç düşünmez misiniz?" buyurulur.[128]

Bâzı âyetler, her şeyin, erkek ve dişi çiftler hâlinde Allah tarafından yaratıldığını tesbît ederken diğer bâzı âyetler de Allah'ın dilediğine kız, dilediğine de erkek yerdiğini beyân eder:

"İbret alasınız diye, her şeyi çift çift yaratmışızdır."[129]

"Sizi çift çift yarattık."[130]

"Doğrusu atıldığında meniden erkek ve dişiyi, iki çifti yaratan Odur."[131]

"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir. Yahut hem kız, hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır kılar. O, alimdir, her şeye kadirdir"[132]

2. Evlâtların eşitliği: Yukarıda belirtildiği üzere Kur'ân-ı Kerîm, alelıtlak kızla erkeğin cinsiyetlerinden gelen bir üstünlük veya mâdunluğa sahip olmadıklarını belirttikten başka, bir babanın evlâdları veya bir evlâdın da ebeveyni arasında hukuk açısından, Allah'ın tesbiti dışında bir tefrik yapmaması gerektiğine dikkat çeker:

Meâlen: "Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin menfaatçe size daha yakın olduğunu bilemezsiniz?"[133]

Bu Kur'ânî uyarının, erkek-kız evlâdların babadan, anne-babanm evlâddan tevarüs edecekleri miras paylarını tâdâd eden âyette gelmiş olması ayrıca dikkat çekicidir. Zira burada taleb edilen adalet ve adem-i tefrik miras haklarında, yâni maddî muamelâttadır. Nitekim yukarıda kaydettiğimiz ifâde:

Meâlen: "Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. (Siz kendinize göre değiştirerek zulme düşmeyin.-) Doğrusu Allah alimdir, hakimdir" diyerek sona erer.

Burada, muhataplardan hissi alâkalarda da eşitlik taleb edilmemiş olduğu açıktır. Zira bizzat Kur'ân: "Allah insanın içine iki kalb koymamıştır" buyurmaktadır.[134] Binâenaleyh, bir babanın daha muttaki,'daha saygılı, daha faziletli evlâdını, böyle olmayana nisbetle daha çok sevip takdir etmesi normaldir. Bu davranışı için herhangi bir sorumluluk mevzûbahs değildir. Ancak bu hissî tefriki, . meşru' ve mâkul bir sebep olmadıkça maddî vecîbelerin ifâsına aks ettirmiy e çektir, bu noktada Allah'ın ölçüsünü, hükmünü değiştirmeyecektir. Tefriki meşru kılan sebep, "fısk"dır. Masiyette yardımcı olmamak için, fâsık evlâda, babanın, zarurî gıdasından fazla vermesinin caiz olmayacağı söylenmiştir.[135]

Evlâdlar arasında eşit davranmaya daha fazla açıklık getirmiş bulunan hadîsleri de göz önüne alan İslâm âlimleri, uyulması kesinlikle farz olan miras meselelerinde değil, hediye, ihsan, ikram maddî ihtiyaçlarına harcama gibi ihtiyarî işlerde ve hattâ "tek öpücüğe varıncaya kadar zahire akseden her bir şeyde" bu eşitlik ve âdem-i tefrik prensibine uymanın şart olduğunu dile getirmişlerdir.[136]

Bâzı âlimler, yukarıda kaydedilen "Allah dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir" mealindeki âyette kızın önce zikredilmiş olmasına dayanarak, kız evlâdın daha hayırlı olduğu hükmünü çıkarmış, bir kısım günlük davranışlarda "hilkatten gelen hassasiyetlerine binâen" kızlara öncelik hakkı verilmesi gerektiğini söylemişler ve bunu te'yîd eden hadîsler de kaydetmişlerdir.[137]

Kardeşler



Aile ferdleri arasındaki münâsebetlerden bahsederken kardeşler arası münâsebetlerden de kısaca bahsetmek gerekmektedir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in bu mes'eleye de manidar bir şekilde yer verdiğini görmekteyiz. Manidar diyoruz, zira, burada münâsebetlere müessir olan hisler, her seferinde ebeveyn evlâd arasında mevcut olan ailevî şefkat ve hürmet hisleri değildir. Ailevî ulvi hislerin yanıbaşında, en ileri kötülükleri bile yaptıracak menfî hislere de dikkat çekilmektedir:

Hased: Şu âyette, Hz. Âdem'in evlâdları arasında başlayan ve yeryüzünde işlenen ilk cinayet ve akıtılan ilk kan'ın sebebi olarak gösterilen "hased"in kardeşler arası münâsebette ehemmiyetine dikkat çekilmiş olmaktadır:

"Ey Muhammedi Onlara, Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, 'And olsun seni öldüreceğim' deyince, kardeşi: "Allah ancak muttakîlerin takdîmesini kabul eder' demişti. 'Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."[138]

Kardeşler arasında bu hissin hâkimiyeti, Sûre-i Yûsufta tekrar ele alınarak te'yîd edilir. Buradaki te'yîd, meşhur kıssanın bidayetlerinde iki ayrı tema ile işlenir:

1. Hz. Yûsufun rü'yâsı üzerine, babası Hz. Ya'kûb'un duyduğu endişe: Yûsufun mazhar olacağı nimetler kardeşleri tarafından bilindiği takdirde onu kıskanıp aleyhinde tuzak kurma tehlikesi.

Meâlen: "Oğulcuğum, rü'yânı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar."[139]

2. Az. Ya'kûb'un, Hz. Yûsufu diğer oğullarına nazaran daha çok sevmesi sebebiyle kardeşlerinin duyduğu kıskançlık ve hased:

"Kardeşleri: 'Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yûsufu ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık bir yanılma içindedir. Yûsufu öldürün veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursunuz' dediler."[140]

Ahsenü'l-Kasas olarak bilinen, Hz. Yûsufla alâkalı bu Kur'ânî kıssada, bizzat Cenâb-ı Hakkın dikkatlerimize arzettiği üzere[141], araştırıp "soracaklar için nice ibretler vardır."

Bu ibretler meyânında, mevzûmuzu yakînen ilgilendirenlerden olmak üzere, Hz. Yusuf un kardeşlerini affetmesi ve hiçbir vak'a olmamış gibi aralarında gerçek sulhun teessüs etmesi; kardeşlerinin tevbe etmeleri, tövbelerinin kabulü, tevbeleri kabul edildikten sonra onların da peygamberlik gibi en yüksek mertebelere yükselmeleri vs. hatırlatilabilir.

Teferruata girmeden şu kadarını kaydedeceğiz ki, Hz. Peygamber (a.s.m.), daha önce belirttiğimiz evlâdlar arasında eşit davranma emrine uymamanın uzak neticelerini bir başka hadîslerinde, söz konusu âyet-i kerîmeyi de tefsir edercesine açıklamaktadır:

"Çocuğunun kendisine iyi davranmasında ona yardımcı olan babaya Allah rahmetini bol kılsın."[142] Yâni, baba evlâdlarına eşit muamelede bulunmak sûretiyle, onların da kendisine karşı iyi davranmalarını sağlayarak, en mühim vazifede -ki bu, babasına karşı iyi davranmaktır- ona yardım etmiş olacaktır.

Mevzûmuzu kısmen uzatma pahasına da olsa, evlâdlar arasında eşit davranmanın "vâcib" olduğu görüşüne zâhib olan âlimlerden iki kısa iktibasta bulunacağız: İbnu Hâcer'in kaydına göre, "Eşit muamele vacibin mukaddimesidir. Çünkü kardeşliğin kopması ve ebeveyn hukukuna riayetsizlik (kat'u'r-rahm vel-ukuk) dînen haram kılman iki husustur. Öyle ise bu iki harama müeddi olan vâsıtalar da haramdır. Çocuklardan birini öbürüne karşı kayırmak ise bu iki harama müeddi olur." Münâvî'nin açıklaması da şöyle: "Dünya ve âhiretin intizâmı adalete bağlıdır. Aralarında farklı muamele, (kardeşler arasında) karşılıklı kin, buğz ve adavete, ebeveyne ve kardeşlere karşı haksızlıklar neş’et eder."[143]

Güven: Firavun'a karşı tebliğ emrini aldığı zaman, bu vazifeyi ifada kendini çok zayıf hisseden Hz. Musa'nın, ihtiyacını duyduğu bir yardımcı olarak, öncelikle kardeşi Harun'u taleb etme örneği de kardeş arasında duyulacak güven hissine örnek olmaktadır:

Meâlen: "Musa: 'Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle. Onu görevimde ortak kıl ki, Sana daha çok tesbîh edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin' dedi."[144]

Gerçekten, müteakip gelişmeler, Hz. Harun'u talepte Hz. Musa'nın haklılığını gösterecek, Hz. Harun, Hz. Musa karşısında en kritik durumlarda bile edeb ve say-gısmı bozmama örneği verecektir: Tûr-i Sînâ'da Cenâb-ı Hakkın vahyine mazhar olduktan sonra, ellerinde Tevrat levhaları olduğu halde donen Hz. Musa kavmine geldiğinde, Yahudilerin, Sâmirî adında bir kuyumcu tarafından dökülen altın buzağı heykeline tapmakta olduklarını görünce, elindeki Tevrat levhalarını bile fırlatıp atacak kadar gazaba gelir ve hesaba çekmek üzere, Hz. Harun'un bu davranış karşısında ağabeyisinin merhametini tahrik edecek bir üslûbla "Ey annemoğlu" diyerek söze başlar ve durumu yalvarma ve rica havası içinde izah eder.

Kur'ân-ı Kerîmde iki ayrı yerde tafsilâtlı olarak anlatılan vak'ayı bizzat âyetten takip edelim:

"Musa milletine kızgın ve üzgün olarak dönünce: 'Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?' dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: 'Ey annemoğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zâlim milletle bir sayma' dedi."[145]


Valideyne Karşı Vazifeler




İslâm dini, çocuğun anne ve baba üzerindeki haklarını beyân ederken, anne-babanın evlâd üzerindeki haklarını da ihmal etmez. Evlât ve ebeveyn arasında karşılıklı hak ve vazifeler mevcuttur. Kur'ân ve hadîs, her ikisine de muvazeneli şekilde yer verirler.

Ebeveynin evlâd üzerindeki hakkı, Allah'ın kul üzerindeki hakkı gibi ehemmiyetlidir. Bu hususu Kur'ân-ı Kerim, bir kısım âyetlerde Allah'a karşı olan vazifelerin hemen ardından ebeveyne karşı olan vazifelerin hemen ardından ebeveyne karşı olan vazifeyi, keza affı kabil olmayan en büyük günah ilân edilen şirkin arkasından ebeveyne olan itaatsizliği zikrederek tesbît eder:

"Rabbin, 'Kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya iyi muamele edin' diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse, onlara 'öf bile deme. Onları azarlama. Onlara güzel (ve tatlı) söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını ger ve 'Yâ Rabbi! Onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, Sen de kendilerini öyle esirge' de."[146]

Bir başka âyette Benî İsrail'den alman mîsâkda (meşhur On Emir'de) yer eden şeyler arasında ebeveyn hukukunun da -yine ikinci sırada olmak üzere- yer aldığı belirtilir:

"Hani İsrâiloğullarından 'Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin, anaya-babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın..." diye emretmiş, te'minatlı söz almıştık."[147]

Şu âyette haramların mühimleri sayılırken, şirkten sonra-yâni ehemmiyetçe yine ikinci sırada olmak üzere- anne-baba hakkı (nın ihlâli)» kaydedilmektedir:

"De ki: Gelin, üzerinize Rabbinizin neleri haram ettiğini ben okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak yapmayın, anaya-babaya iyilik edin. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızkını biz vereceğiz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. (Kısas ve zina gibi şeylerden dolayı meşru) bir hak olmadıkça. Allah'ın haram ettiği cana kıymayın. İşte (Allah), size aklınızı başınıza alasınız diye bunları emretti..."[148]

Anne ve babaya yapılacak iyiliğin Allah'a ibâdet, mukabilinin de Allah'a şirk gibi olduğu ve keza -her ne olurlarsa olsunlar- onların diğer akraba, komşu ve arkadaşa takdim edilmesi gerektiği Nisa Sûresinde de tekrar edilmektedir.[149]

Anne-babaya dua: Kur'ân-ı Kerim, evlâdın ebeveynine karşı âdâb ve vazifelerini sayarken, bilhassa tebarüz ettirilmesi gereken, bir hususa daha yer verir: -evlâdın onlar için hayır duası. Bu mes'ele de Kur'ân'da birkaç kere ele alınır. Yanında ihtiyarlayan ebeveyn için "öf bile demeyi men eden âyette, evlâda ebeveyni için:

"Ey Rabbim, küçükken beni terbiye ettikleri gibi, sen de onlara merhamet et' de" diye emredilerek dua öğretildiğini kaydetmiştik.Ahkâf Sûresinde ise erginlik çağma erip kırk yaşına basan bir evlâdın şöyle demesi emredilmektedir:

Meâlen: "Rabbim! Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi ve benim, hoşnud olacağım sâlih bir ameli yapmamı sağla. Zürriyetim hakkında da benim için salah nasîb et!"[150]

Diğer bir kısım sûrelerde '"Anne-babaya iyilik" emri tekrar edilir[151] ve iki ayrı yerde de anneye iyilik borcunun sebeplerinden en mühimine temas edilir: "Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Zira annesi onu karnında zorluğa uğrayarak taşımış, onu güçlükle doğurmuştur."[152] Şu halde yarattığı için Allah'ın şükre olduğu gibi, "varlığımızın sebebi olan"[153] ve vücûda gelmemiz için binbir zahmete katlanan ebeveynin de teşekküre hakkı vardır.[154]

Anne-babaya karşı iyi davranma mes'elesinde Kur'ân geçmiş peygamberlerden de örnekler kaydeder: Hz. Yahya'nın, "annesine ve babasına iyi davranan" bir kimse olduğu, âsi bir zorba olmadığı[155] belirtilirken Hz. İsa'nın da kendisini Allah'ın "annesine ihsankâr kılıp azgın bir zorba kılmadığını" ifâde ettiğine şahit olmaktayız.[156]

Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Süleyman'ın bu mealdeki duasını Nemi Sûresinde kaydeder.[157]

Son olarak, Kur'ân-ı Kerimde Hz. İbrahim'in dualarından biri olarak zikredilen ve mü'minlere ebeveynleri hakkında yapacakları en cami ve en vecîz dua örneğini teşkil eden şu âyeti kaydedelim:

Meâlen: "Ey Rabbimiz, hesap görülecek günde, beni, anamı, babamı ve inananları bağışla!"[158]

Kaydedilen örneklerden, evlâdların ebeveynleri için daha ziyâde "rahmet" talep etmeye sevkedildikleri görülür. Halbuki, daha önce de belirttiğimiz gibi, ebeveyn evlâdları hakkında "sâlih, temiz..." olmalarını talep etmeye teşvik edilmektedirler.

Maddî sorumluluk: Kur'ân-ı Kerîm, evlâdı, anne ve babasının maddî ihtiyaçlarım tatminde sorumlu tutar. Evlâdın bu mes'ûliyeti, vâcib nevinden olsun, nafile nevinden olsun her çeşit harcamalarında öncelikle ebeveynini düşünmeyi gerektirmektedir. İşte âyet:

"Ey Muhammedi Sana ne sarfedeceklerini sorarlar, de ki: 'Sarfedeceğiniz mal, ana, baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir."[159]

Vasiyetle alâkalı âyette de vasiyet yapılacak ilk kalemi ebeveynin teşkil etmiş olması mevzûmuz açısından işaret etmeye değer:

"Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa ana-babaya, yakınlara, uygun bir tarzda vasiyet etmesi Allah'a karşı sakınanlar için size farz kılındı."[160]



 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet