Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28 Kasım 2011, 20:14   #2
Çevrimdışı
efLatun
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Kur'an'da Terbiye Meseleleri




1. Rızık Helâl Ve Temiz Olmalıdır:



Mümin bir kimse her şeyden önce helâl ve temiz olan şeyleri istihlâk etmek zorundadır. Yediği veya kullandığı şeylerde maddî veya manevî bir kir bulunduğu takdirde yaptığı ibâdetlerin kabul edilmiyeceğini Hz. Peygamber haber veriyor.[214] Esasen Kur'ân'ın ifâdesine göre,tâ Hz. Âdem'den beri bütün peygamberlere -ve dolayısıyla insanlara- helâl ve temiz şeylerin yenmesini emredilmiştir.

"Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, faydalı iş işleyin. Doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim."[215]

Bir diğer âyette de şöyle buyurulur:

"Ey imân edenler! Sizi rızıklandırdığımızın temizlerinden yiyin. Yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin"[216]


2- Helâl Rızık Emek Eseridir:



Kur'ân-ı Kerîm, yukarıda kaydettiğimiz misâllerde olduğu üzere, bir kısım âyetlerinde "Helâl" ve "Temiz" rızık yemeyi emrederken, diğer bâzı âyetlerinde helâl rızkın "ferdî emekle" elde edileceğini ifâde etmiştir.

Meâlen: "Insan için çalıştığından başkası yoktur."'[217]

Bütün peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ellerinin emekleriyle geçindiğini ifâde eden Hz. Peygamber de (a.s.m.) yukarıda kaydettiğimiz âyetleri açıklar mâhiyette olmak üzere şöyle buyurur:

"Kişi, elinin emeğinden daha hayırlı bir şey asla yememiştir."[218] Hz. Peygamber (a.s.m.) ayrıca, helâl rızık için çalışmayı, her Müslümanın "vâcib'lerinden biri olarak ifâde etmiştir:

Diğer taraftan, İslâm âlimleri, "İlim taleb etmek her Müslümana farzdır"[219] hadîsinde ifâde edilen "ilin”den muradın "haram-helâl ilmi" olduğunu söyleyerek helâl kazancın ve buna imkân veren meslek bilgisinin ehemmiyetini dile getirmişlerdir.[220]


3. İnsanlar Birbirlerine Muhtaçtırlar:



İnsanları diğer canlılardan ayıran hususiyetlerden biri de hemcinsine olan ihtiyâcıdır. Hayvanlar da şüphesiz hemcinslerine ihtiyaç duyarlar, ama bu, insanlarınki kadar çok yönlü ve zarurî değildir. Tabiatı icâbı medenî bir hayat yaşamak zorunda olan insanın ihtiyaçları çoktur ve bunların hepsini tek başına kendisi karşılayamaz.

Başkalarına olan ihtiyâç, iktisadî hayatta, rızıkların farklılığı şeklinde kendini ortaya koyar. Çalışmanın ve iktisâdi gelişmenin, binnetîce medenî ve teknik terakkinin de sebep ve zenbereği olan bu ekonomik farklılık ve ihtiyâç durumudur ki, cemiyette iş bölümünü ortaya çıkarmakta kimini terzi, kimini ayakkabıcı, dülger, bakkal, taksici, pilot, âmir, me'mûr, patron, işçi, asker, komutan vs. yapmaktadır. Bakkal dükkânını işleten bakkal, mesleğini icra için müşterilerine hizmet ederken kazandığı parayla ayakkabıcı,terzi, taksici gibi pek çok meslek sahibini çalıştırmakta, istihdam etmektedir. Hz. Peygamber'in, 'İnsanların efendisi insanlara hizmet sunandır"[221] sözünün ışığında değerlendirecek olursak herkesin fevkinde yer alan devlet reisliği bile "herkese hizmet" sunan bir vazife olarak değerlendirilebilir.

Medenî hayatın devamı bu iş bölümü olmaksızın düşünülemeyeceğinden, bâzı mütefekkirler, çok haklı olarak, insanlık için, en büyük felâketin, ferdler arasındaki her çeşit farklılığın kaldırılıp mutlak eşitliğin sağlanacağı günde geleceğini söylemişlerdir.[222]

Kur'ân-ı Kerim, mevzûmuz açısından son derece ehemmiyetli olan bir âyette bu karşılıklı ihtiyaç durumuna parmak basarak, rızıkların farklı kılınma-smdaki hikmeti belirtir: "İş bölümü ile birbirleri için calışmak." .

Meâlen: "Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık."[223]

Âyette geçen "iş gördürme" tâbiri, asıl mevzûmuz olan "meslekî formasyon" mes'elesi açısından büyük ehemmiyet taşır. Zira, gördürülen işler belli bir mesleği ilgilendirir. İnsanların, birbirlerinin işini görebilmesi için o işlerde yetişmesi gerekir. Her işi bilen veya hiçbir işi bilmeyen insanlardan müteşekkil bir cemiyet düşünülemez. Vasıflı mahareti en az isteyen "amelelik" ve "hamallık" bile belli bir tecrübe ve formasyon ister.

Şu halde, birbirlerine iş gördürme esâsına dayandırılan helâl rızık te'mini için, yeni yetişen nesillerin "iş görebilir" vasıfta olması şarttır. Bu da meslekî formasyonu gerektirir.[224]


4. Dünya İçin Taleb Emri:



İslâm dinini diğer pek çok din ve sistemlerden ayıran bir husus, dünya ve âhi-ret, madde ve mânâ, ruh ve beden muvâzenesidir. Bunlardan biri, diğeri için feda edilmez. Her ne kadar âhiret düşüncesini zihinlerde daima canlı tutmak isterse de dünyanın ihmal edilmesini taleb etmez. Bilâkis dünyanın da unutulmaması, ihmal edilmemesi tenbîh edilir. Kur'ân-ı Kerim bazı âyetlerinde gerçekten âhireti hiç düşünmeden sâdece dünyayı taleb edenleri kınarken, diğer bâzı âyetlerinde de hem dünya ve hem de âhireti taleb edenleri takdir eder ve ayrıca"dünyadaki nasibini unutma"[225] der.

Dünya ve âhireti beraberce taleb etmeyi emreden âyetlerden biri de şudur:

"İnsanlardan: 'Rabbimiz! Bize dünyada ver' diyenler vardır. Öylesine âhirette bir pay yoktur. “Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, âhirette de iyiyi ver, ateşin azabından koru' diyenler vardır. İşte onlara kazançlarından ötürü karşılık vardır..."[226] (Bunu tamamlayan) bir diğer âyet de meâlen şöyle:

"Dünyayı isteyene -istediğimiz kimseye dilediğimiz miktarda- hemen veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız, yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer. Âhireti isteyip, inanmış olarak onun için gerekli çalışmada bulunan kimselerin, işte onların çalışmaları meşkûr (makbul) olur. Her birine, onlara da, bunlara da Rabbinin vergisinden birbiri ardınca veririz. Rabbinin vergisi kimseden men edilmiş değildir."[227]

5. Çocuğun Maddî İstikbalini Düşünme Fikri:



Meslekî formasyon mes'elesini aydınlatan ve garantileyen bir husus da budur. Kur'ân bu mevzûyu, yarınlarını samimî olarak düşünüp tedbir alacak hamiden mahrum olan yetimlerin ihmal ve istismarını önlemek

maksadıyla, yetimlerle ilgili olarak teşri etmiştir. Biz de bu kadarcık bir işaretle yetinip, mes'eleyi yetimlerle alâkalı bahiste ele alacağız.[228]


Meslek Mevzuunda Yüksek İdeal:



Çocuğun maddî istikbali mes'elesinde dikkatimizi çeken Kur'ânî bir orjinalite, meslek hususunda yüksek idealler vermiş olmasıdır. Daha önce de söylediğimiz gibi, Kur'ân-ı Kerîm'de çocuğun meslekî formasyonuyla doğrudan alâkalı âyetlere, emirlere rastlanmaz iken, bu konuyla zımnen de olsa ilgi kurabileceğimiz bir kısım âyetlerde yüksek ideallerin söz konusu edildiğini görmekteyiz.

Bu âyetlerden biri, daha önce de temas ettiğimiz, ideal bir Müslümanın onbeş kadar vasfının zikredildiği bir pasajda geçer. İşte burada kaydedilen ve bir mü'minde bulunması gereken ideal vasıflardan biri, arkadan gelecek zürriyetinin istikbâli için Cenâb-ı Hak'tan talebte bulunmaktır:

"Onlar: 'Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et, bizi müttakilere önder yap' derler."[229] .

Yine bu mes'eleyle irtibat kurabileceğimiz, eski peygamberlerle alâkalı bir kısım dualarda da aynı mânâyı bulmaktayız. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Kabe'nin temellerini yükseltince şu duayı yaparlar:

Meâlen: "Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur, şüphesiz ki, sen, hem işitir, hem bilirsin. Rabbimiz! İkimizi sana teslîm olanlardan kıl, soyumuzdan da sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibâdet yollarımızı göster... Rabbimiz! içlerinden onlara senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hakîm olan ancak sensin."[230]

Yine Hz. İbrahim, Cenab-ı Hakkın; "Seni insanlara önder kılacağım" hitabına karşı: "Soyumdan da"[231] talebinde bulunur.

Hz. İbrahim'in çocukları için yaptığı dua ile, yeni nesillere verilecek formasyon mes'elesi arasında kurulan irtibatın oldukça zayıf olacağına dair yapılacak bir itiraza hak vermekle birlikte hemen kaydetmek isteriz ki, İslâm fakîhleri, çocukların meslekî tevcih ve formasyonu mes'elesinde, âyet-i kerîmelerde ifâde edilen espiriye uygun bir esas getirmişlerdir.

Yâni çocuğa öğretilecek meslek, çocuğun babasının icra etmekte olduğu -halkın telâkkisi açısından- meslekten şerefçe daha düşük olmamalıdır. Söz gelimi, mesleği sarraflık olan bir kimse çocuğunu, itibarca daha dûn olan terziliğe vermemelidir. Şafiî fakîhlerinden Mâverdî (v. 450/1058), mevkii yüksek bir babanın çocuğuna, şu veya bu nokta-i nazardan zarar ve aşağılanma getirecek bir mesleğe vermemesi gerektiğini söyler.[232] Hanefî fakîhlerinden Üsrûşenîde (v. 632/1230), çocuğu, babasının mesleğinden daha düşük bir mesleğe vermemek gerektiğini ifâde eder.[233]

Burada belirtilmek istenen husus, halkın örfünde ve efkâr-ı umûmiyede mevcut olan değerlendirmelerin nazar-ı itibara alınması gereğidir. Mücerred din açısından şu veya bu mesleğin diğer bir mesleğe nazaran daha şerefli olduğunu söylemek mümkün değildir. Üstelik şu mesleğin şerefli, öbürünün şerefçe dûn olması gibi değerlendirmeler zamana, zemîne, içtimaî muhite göre değişen izafî hükümlerdir.

Hanbelî âlimlerden olan İbnu Kayyim (v. 751/1350), daha değişik bir görüşle, çocuğun göstereceği istîdâda göre, meslek veya mektebe verilmesini teklif eder: "Eğer baba, çocukta iyi bir anlayış, sıhhatli bir idrak, kuvvetli bir hafıza ve yeterli bir kavrama keşfederse onu ilme teşvik etmelidir. Zira bu vasıflar, ilmi kolayca kabul için çocukta fıtrî bir kabiliyetin varlığına delildir... Bunun aksine, çocukta meslek-lerden birine müteveccih bir heves ve kaabiliyet görürse ve bu meslek de mubah ve insanlar için faydalı bir meslek ise, çocuğu o sahada yetiştirmesi gerekir."[234]

Hülâsa, bütün İslâm mezhepleri, bulûğ çağından önce, çocuklara meslek öğretilmesinin lüzumunda ittifak etmekle kalmayıp, bu mesleğin çocuğun kabiliyet ve ailesinin içtimaî mevkiine uygun olmasını ve insanlara faydalı bulunmasını da şart koşarlar. Bu hükümlere giderken âlimlerin, bir kısmını yukarıda kaydettiğimiz, Kur'âhî nâslardan istifade ettiği muhakkaktır. İslâm dini, ayrıca, çocuğa, bulûğdan önce meslek öğretme vecibesinin nazariyatta kalmayıp, fiilen gerçekleşmesini sağlamak için, başkaca prensipler koymuş, mümkün mertebe bu hususu te'minat altına almaya çalışmıştır. Ancak konunun teferruatına girmek bizi asıl maksadımızdan uzaklaştıracaktır.[235]

4. Cinslerin Terbiyesi:



Kur'ân-ı Kerîm'de çocukların cinslerine göre terbiyeleriyle ilgili teferruata rastlanmaz. Ancak yine de bu mevzûyla ilgisini kurabileceğimiz bir kısım âyetler vardır:

1. Tesettür âyeti: Kadınların tesettürü yâni süslerini (süs mahallerini) kimlere karşı açabilecekleri birer birer sayılırken, ilgili âyette, sonuncu kalem olarak:

Meâlen: "Kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklar"[236] denmektedir.

Âyette "bulûğ" kelimesi kullanılmadığı gibi, buna delâlet eden bir tâbire de yer verilmemektedir. Bu duruma göre, cinsî terbiye hususunda bir kısım fiilî tedbirler daha erken yaşlarda başlatılacak demektir. İbnu Kesîr'e göre, küçük çocuklar, kadınların sözlerindeki yumuşaklık, yürüyüş,' duruş ve diğer hareketlerindeki kadınlığa has incelikleri anlayamazlar. Bu durumdaki küçüklerin kadınların yanlarına girmelerinde bir beis yoktur. Ancak mürâhık olmuş ise, veya mürâhık olma yaşına yaklaşmış ise-ki bu da kaydedilen hususları anlaması, çirkinle güzelin arasını tefrik edebilmesiyle ortaya çıkar- kadınların yanına girmesi caiz değildir.[237]

Râzi'nin kaydettiği iki açıklamadan birine göre, bu âyette kastedilen, kadınların avretlerini, küçüklüğü sebebiyle tasavvur edemiyen ve ne olduğunu anlamayan çocuk, diğerine göre de, kadınlara temas etme gücüne henüz ulaşmamış bulunan çocuktur.[238]

2. İsti'zân âyeti: Günün üç vaktinde, büyüklerin yanma girerken, çocuklar için izin isteme (isti'zân) kaidesini getiren âyet bu mevzuda bir başka delîl olmaktadır:

"Ey iman edenler, ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz bulûğa ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar sizin açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, hakimdir."[239]

Burada Kur'ân-ı Kerim, doğrudan doğruya çocuklara hitab etmeksizin, çocuklarla ilgili bir emir vermektedir. Doğrudan çocuklara hitab edilmeyişi, onların henüz mükellef, teklife mahal olmayı şiarından dır. Her çeşit âdabı ve hattâ farzları onlara büyükleri öğretecektir. Dinî terbiyeleri ile alâkalı olarak daha önce kaydettiğimiz âyetlerde de çocuklar doğrudan muhatab değillerdir. Meselâ namaz vs. bir kısım umur Hz. Lokman'm çocuğuna yaptığı nasihatler meyânında kaydedilmiş veya, ehline namaz emreden bâzı peygamberlerden bahislerde bulunulmuştur.

Âyette dikkat çeken diğer bir husus şudur: Oradaki hitap anneye veya babaya değil "büyüklere"dir. Binâenaleyh çocuk sâdece ebeveynin değil, diğer büyüklerin de, bu üç vakitte, huzurlarına girerken izin isteyecektir. Müfessirler burada, "ey iman edenler" tabiriyle erkek ve kadın her iki cinsin de kastedildiğini belirtirler. Keza, çocuklar için de, kız ve erkek her ikisi maksûddur.

Âyetten anlaşılan sarih mânâlardan bir diğeri, Müslüman bir ailenin yaşayacağı meskenin plân ve tanzîmiyle ilgilidir. Müslüman "aile" tek odalı bir meskende yaşayamayacağı gibi, oda sayısı, evde yaşayanların sayısına uygun olarak farklı olacaktır. Bulûğa ermeyenler için, bulûğa ermiş olanlar için, ebeveyn için ve hattâ ayrı cinsten büyükler için -en azından yukarıda beyân edilen üç vakitte- kalacakları üç ve hattâ dört ayrı odaya ihtiyaç vardır. Aksi takdirde âyette emredilen "birbirlerine izinle girme" emri yerine gelmez.

Bu âyeti tamamlamak üzere, Hz. Peygamber'in (a.s.m.), on yaşma basan çocukların yataklarının ayrılmasına dâir emride[240] göz önüne alınacak olursa, gerek mesken plân ve tanzimi nokta-i nazarından ve gerekse çocukların cinsî terbiyeleri nokta-i nazarından "ayırım" mes'elesinin ehemmiyeti daha da ciddiyet kazanır.

Ama ne var ki, Müslümanlar, bu âyeti, tâ bidayetten beri tam olarak tatbik sahasına koymuş değillerdir. Rivayetler, Ashâb'ın büyüklerinden olan İbnu Abbâs'm bu âyeti, insanların tatbik dışı bıraktığı üç âyetten biri olarak görerek yakındığını kaydeder.[241]

Bu âyetten şu mânâ da çıkmaktadır: Çocuklar, bu üç vakit dışında, evin odalarını normal şartlarda dolaşmak hususunda serbest olmalıdır, bu hususta onlar kayıtlanmamalıdır. Bu üç vakitte izin şartı, "açık bulunabilme ve binâenaleyh avretlere ıttıla" sebebine bağlandığına göre, bu vakitler dışında da avretlere ıttıla ihtimali izni gerektireceği gibi, "bu vakitlerin dışında birbirinizin yanma girip çıkmakta size de, onlara da bir sorumluluk yoktur" ifâdesine göre, bu vakitler dışında, normalde, küçüklerin girip çıkmasına imkân verecek örtülü kıyafette bulunmak gerekmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm bu isti'zân âyetiyle, dolaylı olarak, hâne halkının, mesken dâhilinde taşımaları gereken kıyafet ve dahilî hayatın tanzimiyle ilgili esasları da latîf bir üslûbla vermiş olmaktadır.

3. Büyüklerin isti'zâni: Kur'ân-ı Kerîm, yukarıda kaydettiğimiz, çocuklarla ilgili âyetin hemen ardından, büyüklerle alâkalı kaideyi kaydeder:

"Çocuklarınız bulûğa erdiklerinde, büyüklerinin izin istediği gibi, onlar da her defasında izin istesinler. Allah size âyetlerini böylece açıklar. Allah alîmdir, hakimdir."[242]

Bu âyet doğrudan çocuklarla alâkadar görünmese de, mevzûmuzu tamamlayıcıdır. Zira, görüldüğü üzere, burada, büyük çocukların ebeveyn veya diğer büyüklerinin yanlarına girmede izin isteme gereği, küçüklerde olduğu gibi, üç vakitle kayıtlanmıyor, "her defasında" olmak üzere şümullendiriliyor. Yine Nür Sûresinde, daha önce mutlak bir şekilde beyân edildiği üzere, "büyük, küçük, mahrem, yabancı kim olursa olsun, hangi vakitte bulunursa bulunsun[243], bir başkasının evine girerken" izin istemek gerekmektedir:

"Ey iman edenler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu, sizin için daha iyidir."[244]

Râzî, isti'zân emrinin sebebi, avrete ıttıla değil de içeridekinin başkasının ıttılaını istemediği bir işle

meşguliyeti ise, kişinin zevce ve cariyesinin bile izinsiz giremiyeceğini beyân eder.[245]


Terbiyede Cinslerin Ayırımı:




Esas itibariyle Kur'ân-ı Kerîm'de, öğretim ve terbiye mes'eleleriyle ilgili olarak, kız ve erkek arasında herhangi bir ayırım emri sarîh olarak gelmiş değildir. Bu konuya giren âyetlerden çıkarılacak sarîh veya zımnî hükümler kız ve erkek her iki cinse de şâmildir. Ancak, hususan cinslerin terbiyesi ile alâkalı birkaç bahsin, kadın ve erkek her iki cinste de ayrı ayrı ele alınarak tebliğ edilmiş olması, âyetlerin sarîh olan ahkâmının yanıbaşmda, cinslerle alâkalı içerisinde verilmesi gereğini tefhim ettiği söylenebilir:

"Ey Muhammedi Mü'min erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerim korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısım müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları veya kayınpederleri veya oğullan veya kocalarının oğullan veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları vaya kızk ar d eşlerinin oğulları veya Müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey insanlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün."[246]

Münhasıran tesettürle alâkalı olması hasebiyle, sâdece kadınları ilgilendiren diğer bir âyetin, betahsis kadınlara hitaben gelmiş olması cinsî bilgilerin, cinslere ayrı ayrı verilmesi gereğini te'yîdden başka, bu çeşit bilgilerin cinslere verilmesinin ihmal edilmemesi gereğini de ifâde eder:

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarım söyle. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder."[247]

Terbiyede cinslerin ayırım mes'elesi hadîslerde daha sarih gelmiş, bunlara dayanan fakîhler, çocukların "temyiz yaşından itibaren" kızların ve erkeklerin cinsî terbiyelerinin daha şuurlu, daha sistemli olarak ayrı ayrı ele alınmalarını ifâde etmişlerdir. Onların terbiyelerini ayırma işi, verilecek husûsî bilgi ve kazandırılacak maharetlere şâmil olduğu gibi, onları yetiştirecek hocaya da şâmildir. Normalde, kızları kadın muallim, erkekleri de erkek muallim terbiye etmelidir.[248]



 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet