Nereden başlayacağımı bilmiyorum, açıkcası yazasım da yoktu.
Ama yazarsam nefes alacağımı hissediyorum.
Yazarsam içimi dökeceğim.
Çünkü, hiçbir şeyin, hiç kimsenin umrunda olmadığım dönemlerden biri.
Yâni, esasında öyle de değil. Ne bileyim.
O hissi anlatamıyorum ama sen anlarsın biliyorum.
Böyle
''nasıl görürsen öyle bakarsın.'' diyor çevremdekiler.
Niye diyorlar? Her şey çok kötüye gidiyor.
Böyle tam dedim, Ekim ayı güzel başlangıçlar yapacağım.
Dershanem açılıyor, romanlarıma konu olacak şehir Ankara dedim, geliyorum dedim.
Dememle kaldım, yüreğime incir ağacı dikildi resmen.
Dershane sorunu bir türlü sonuçlanmıyor, böyle sürekli kaos.
Yaklaşık 48 saat ders kaybettim. Ve sayı gitgide artıyor.
Sürekli hal edilecek olan bu mesele, bir türlü sonuç bulmuyor.
İnsanları kırmamak için, kendimi parçalamaktan
yoruldum.
Sürekli,
çabalamaktan usandım.
Bu kadar isyan etme diyorlar, yâhu nasıl bakarsam öyle olurmuş.
Ya en basit örneği ile bugün; çok güzel bir gün diye başladım güneşin ilk ışıkları ile.
Velhâsıl, dershaneye gittiğim büyük umutlar çöp oldu.
Bir türlü anlaşma fes edilmiyor, diğer tarafa gidemiyorum.
Gidemeyince geri kalıyorum.
Burada kalırsam, hiç gitmesem daha iyi.
Yazıyorum ama sinirden dişlerimi kırarcasına sıkıyorum.
Şükret, şükret, şükret diyorlar. Sen kötü düşündükçe kötü oluyor diyorlar.
İnsanlar sürekli konuşuyor, konuşuyor, konuşuyorlar.
Biri de kalkıp demiyor, bu kız niye bu kadar önemsiyor?
Yâzık.
Yarın da bu dershane sorunu halledilmezse, üniversite düşünmüyorum.
En azından bu sene çalışmayacağım.
Çünkü millet 2000 soru çözüyor günde, ben? ben napıyorum?
Sürekli dershane ile savaş veriyorum.
2,5 hafta nasıl telâfi edilir? Bir insanda vicdan olmalı, bunu başkasına anca vicdansız insan yapabilir.
Ve şunu fark ettim. Ben çok değişmişim, çok farklı düşünüyorum.
Çok farklı konuşuyorum, geçen gün dershanede bir konuşma yaptım.
Aralıksız 30 dakika konuştum sanırım, anlattım sorunları.
Ayrılmak istediğimi vs vs.
Herkes diyor ki,
psikoloji sana göre bir bölüm değil.
Merak ediyorum, kime göre ve neye göre değil?
Eğer ben sinirli biriysem, meslek ahlâkı denen bir şey var.
Siyaset ya da hukuk diyorlar. Ve benim inanmadığım bir şeyi savunmayacağımı unutuyorlar.
Vay, ne kadar dolmuşum böyle ya.
Sonra gelelim, dostluklara. Beste, 12 yıllık canım ciğerim.
Geçen gün, bir şey istedim ''aaa meliis valla evde değilim yaa..'' dedi.
Yani yapacağı olay, 10 dakikalık bir şeydi.
Bu tabi küçük bir konumuz sadece, Beste aksa, ben karayım.
Ama ona rağmen 12 yıl arkadaşlığımız sürdü.
Ama artık ben, midemin almayacağı şeyleri kabul edemeyeceğimi gördüm.
Zaten reel hayatımda bir sürü problemim var, bir çok şeyle boğuşuyorum.
Başka hiçbir şeye, kafamı değil düşüncelerimi ayıracak vaktim kalmıyor.
Zaten bu sanalın bana en güzel armağanları,
Fatma, Cansu, Songül ve Oğuz abim.
Onlar artık benim özüm gibi, içimden parçalar.
Reel hayatımdan gibiler.
Neyse, sevgiseline bağlamayayım.
Bir de şu var tabi. Kariyerim daha doğrusu eğitimim için bir şeylerden vazgeçmem gerek ama vazgeçemiyorum.
Sanki vazgeçmem demek, bana ve başkasına ihanet gibi geliyor.
Gözlerimin içinin gülüşü sönecek gibi geliyor.
Ama siyah ve beyaz ne ise, benim ve karar vereceğim şeyin durumları da o.
O zıtlıkta, o tezatlıkta.
Ne yapsam, bilemiyorum.
Ama artık karar verebiliyorum.
Prensiplerim, düşüncelerim benden bile önce gelir.
Yani tüm bunların özeti;
''Düşündük, umduk, bekledik, yanıldık;
sonra başa sardık.''