Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01 Temmuz 2013, 05:51   #8
Çevrimdışı
Ecrin
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gelişmekte olan Ülkelerde demografik geçiş ve yoksulluk ilişkisi tezi




II.Aşama
İkinci aşama ise, yaklaşık olarak 1986 tarihinde başlayan ve ekonomist Kelley’nin
“revizyonist” olarak isimlendirdiği aşamadır.
Allen C.Kelley (2001), 1980’lerin sonlarına doğru gelindiğinde, nüfus politikaları
ile ilgili araştırmaların çoğunun kötümser niteliklerini değiştirerek, nüfus artışının
ekonomi üzerindeki etkilerinin muhtemelen küçük olduğu şeklindeki revizyonist görüşe
doğru bir yönelme eğilimine girdiklerini belirtmektedir.(Kelley, 2001, Akt; Hirschman,
2004, s. 8). Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin (NAS) içerdiği, daha yavaş nüfus
artışının birçok gelişmekte olan ülke ekonomisi için yararlı olacağı şeklindeki zayıf ve
ihtiyatlı ifade, ekonomik büyümeyi hızlandırmak amacıyla, nüfus artış oranının
düşürülmesine yönelik politikaların önceliğinin azalmasına neden olmuştur ve bu ifade
revizyonist görüşü örneklendirir bir nitelik taşımaktadır ( Hirschman, 2004, s. 8).
1980’lerde, sözde nüfus revizyonistleri, nüfus artışının, üçüncü dünya ülkelerindeki
ekonomik büyüme üzerinde bir kısıt ya da bir kaynak olarak taşıdığı önemi daha alt
düzeye indirgemişlerdir. Bu şekilde ifade edilen nüfus revizyonizmi, yaygın olarak
kabul gören ve nüfus artışının kişi başına ekonomik büyüme ve kalkınma üzerinde
güçlü bir caydırıcı olduğu şeklindeki, 1960’lar ve 1970’lerin geleneksel ya da kimi 38
zaman kötümser olarak adlandırılan görüşten, önemli bir geri adımı temsil eder gibi
görünmektedir (Kelley, 2001, s. 1).
NAS 1986 yılı raporunda yer alan ve ”Konuyu tüm yönleri ile ele aldıktan sonra,
daha yavaş bir nüfus artış hızının, çoğu gelişmekte olan ülkenin ekonomik kalkınması
için yararlı olacağına dair nitel bir sonuca varmış bulunuyoruz”) şeklinde ifade edilen
bildirge, revizyonizmin birçok özelliğini de örneklendirmektedir. Bu özellikler.
i) Nüfus artışının hem pozitif, hem de negatif etkileri vardır.
ii) Nüfus artışının asıl etkisi (pozitif ya da negatif), mevcut gözlemsel ispatlar
olmaksızın belirlenemez.
iii) Sadece yüksek oranlı büyümeni etkisi algılanabilir (Yavaş ya da daha yavaş
değil).
iv) Net etki ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir (Çoğu durumlarda negatif,
bazen pozitif, bazen de çoğu gelişmekte olan ülkedeki gibi, her iki yönden
birinde,çok küçük bir etki). (Kelley, 2001, s. 3).
Ulusal Bilim Akademisi raporunun (1986) ulaştığı sonuç, raporun yazarlarından
biri olan Nancy Birdsall’ın ifadesi ile: ”hızlı nüfus artışı ekonomik kalkınmayı
yavaşlatabilir, fakat ancak özel koşullar altında ve sınırlı ya da zayıf etkiler göstererek”
şeklinde olmuştur(Birdsall, 2001, Akt; Sinding, 2008 s. 3).
1990’lı yılların sonlarına doğru, nüfus artışının ekonomik büyüme üzerinde
olumsuz etki yarattığı şeklindeki Ortodoks görüşe doğru bir yöneliş görülmüştür. Kelley
ve Schmidt, 1960’tan 1995’e kadar, doğum ve ölüm oranlarında meydana gelen
düşüşlerin, bu periyottaki, kişi başına yıllık olarak yaklaşık %1,5 oranında üretim
artışının, yaklaşık olarak %21’inin nedenini oluşturduğu şeklinde bir değerlendirme
yapmışlardır. Doğu Asya ekonomik mucizesinin, büyük ölçüde bağımlı nüfusa oranla
işgücünde meydana gelen artıştan kaynaklandığı ve bu artışın nedeninin de demografik
geçiş olduğu sonucuna varan birçok çalışma, demografinin önemiyle ilgili daha pozitif
olan bu yorumu destekler niteliktedir (Hirschman, 2004, s. 8-9).
III.Aşama:
Nüfus ve ekonomik kalkınma ile ilgili şu an geçerli olan üçüncü aşamada, yeni bir
grup iktisatçı, ekonomi üzerinde yalnızca nüfus artışının etkisine değil, nüfusun yaş39
yapısı ve bileşimindeki değişmenin etkisine de bakılması gerektiğine karar verdiler. Bu
iktisatçılar hızla azalan doğurganlığın, ekonomik olarak aktif nüfus ile bağımlı nüfus
arasındaki oranda değişime neden olduğu sonucuna vardılar. Doğurganlık azaldıkça, 15-
65 yaş aralığındaki nüfus (çalışma çağındaki nüfus), 15 yaş altı ve 65 yaş üzeri nüfusa
(bağımlı nüfus) oranla artış göstermektedir. Bir defaya mahsus olan bu demografik
ödül, henüz ekonomik bakımdan faal olmayanlara yönelik harcamalarda (eğitim, sağlık
vb.) azalma ve ekonomik çıktıda artışa yol açmaktadır. Bu nedenle, büyüme yanlısı,
mantıklı ekonomik politikalar izlediği varsayılan ülkelerde, demografik ödül, kişi başı
gelirde bir sıçramaya dönüşmektedir. Bu iktisatçılar, Asya Kaplanlarına ait (Kore,
Singapur, Tayvan, Tayland) verilerin modele iyi bir şekilde uyduğunu bulmuşlardır.
Daha geniş çerçevedeki sosyal ve ekonomik kalkınma programlarına güçlü ve etkin
nüfus politikalarını dahil eden ülkeler, demografik ödülden oldukça karlı bir şekilde
yararlanabilmişlerdir. Bu yüzden, iktisatçılar, doğurganlıktaki değişime ilave olarak,
değişen yaş yapısına bakarak, demografik değişim ve ekonomik büyüme arasında büyük
ölçüde mantıklı bir bağlantıyı algılayabilmişlerdir. Bu bağlantının, daha az
detaylandırılmış olan Ulusal Bilimler Akademisi raporunda (1986) ve bu rapora karşılık
olarak hazırlanan önceki revizyonist araştırmalarda görülebilmesi oldukça zordur
(Sinding, 2008, s. 4).
Nüfus-ekonomi ilişkisi üzerine bu en son aşamaya ait düşünceler, bir uzlaşı
anlamına gelmemektedir. Birçok ekonomist, demografik ödül ya da diğer adıyla fırsat
penceresi kavramlarına şüphe ile bakmaya devam etmektedirler. Bununla birlikte,
araştırmalar çoğaldıkça, politikacıların bu yeni görüşe verdiği öneminde arttığı
görülmektedir. Nüfus değişmelerinin, ülkelerin yaş bileşimi ve yapısı üzerindeki
etkilerinin yadsınamayacak kadar dikkate değer olduğu düşüncesi her geçen daha fazla
kabul görmektedir.
2.3.3.Gelişmekte Olan Ülkelerde Nüfus Artışı ve Çevre İlişkisi
Gelişmekte olan ülkelerde, nüfus artışının ekonomik performans üzerinde ne yönde
bir etki yarattığı uzun süredir tartışılan, birçok teorik ve ampirik araştırmaya konu olan
bir meseledir. Nüfusun azalan bir hızla da olsa, gelişmekte olan ülkelerde artmaya
devam etmesi, bu artışın sadece gıda arzı ile değil, aynı zamanda ekolojik çevre ve
doğal kaynaklarla da ilişkilendirilmesine neden olmuştur. Bir başka ifade ile, ekonomik 40
büyüme hızında azalmaya neden olabilecek nüfus artışı ile ilgili bir başka sorun,
ekolojik çevrenin bozulması ve kaynakların kıtlığıdır.
Bu konudaki görüşlerden biri sınırlı kaynak perspektifi olarak adlandırılmaktadır ve
nüfus artışının, çevre üzerinde negatif ve potansiyel olarak yıkıcı bir etkiye sahip olduğu
şeklindedir. Bu görüşün savunucuları, büyüyen bir nüfus beslenebilse dahi, ekolojik
çevrenin, bu yeni nüfusun varlığını sürdürmesini sağlamasının mümkün olmayacağını,
nüfus artışının çevre kirliliğinde patlamaya yol açarak, çevre üzerinde facia gibi bir etki
yaratacağını öne sürmektedirler (Cid, 2003, s. 2). Dünya yüzeyinin %75’ini su, geri
kalanını ise kara parçası oluşturmaktadır. Kara parçası ya da toprağın büyük bölümü
tarımsal amaçlı olarak kullanılmaktadır. İnsan sayısındaki artışla, bir ulus doğal
kaynaklarda bir azalış, dolayısıyla üretim hacminde düşüş bekleyebilir, Nüfus artışının
çevreye olan etkisi, ekonomik gelişmenin neden olacağı etkiye bağlıdır (Kothare, 1999,
s. 7).
Jha, Deolalikar ve Pernia (1993), Filipinlerle ilgili olarak yaptıkları araştırmada,
hızlı nüfus artışının, çevre üzerindeki etkisinin harekete geçirdiği mekanizmalardan
birisinin, kişi başına gelirin sabit olduğu varsayımı altında,daha büyük nüfusun, hane
halklarının kullandığı enerji, ulaşım, elektrik ve sanayi için daha fazla talep anlamına
geleceğini işaret etmişlerdir. Bu etki, hane halklarının, Filipinlerde su ve hava
kirliliğinin esas kaynağı olarak belirlendiği Çevresel ve Doğal Kaynaklar Hesaplama
Projesinin (ENRAP) tahmin ve hesaplamaları ile geçerli hale gelmiştir. Nüfus artışı-
çevre kirliliği nedenselliği ile ilgili aynı çizgide olan Padilla (1996) su kalitesindeki
bozulmanın doğrudan doğruya nüfus artışı ya da boyutuna bağlanamayabileceğini,
ancak kirliliğin nüfus boyutu ya da nüfus artışı ile ilgili faaliyetlerle doğrudan ilişkili
olduğuna dikkat çekmiştir. Padilla, konu ile ilgili olarak su örneğine değinmiştir. Su
kirliliği boşaltılan atık miktarı ile doğrudan orantılıdır. Buna karşılık, boşaltılan atık
miktarı ise, nüfus büyüklüğü ile doğrudan orantılıdır. Bir başka örnek ise aşırı balıkçılık
yapılması ile ilgilidir. Balık talebi nüfus büyüklüğü ile doğru orantılıyken, balık arzı
suyun kalitesi tarafından pozitif olarak etkilenmektedir. Açıkça görüldüğü gibi, su
kalitesi nüfus büyüklüğü tarafından dolaylı olarak etkilenmektedir. Panayotou (1994)
ise, nüfus artışı, çevre ve kalkınma arasındaki karşılıklı ilişkinin yakın zamanlı bir
analizini ortaya koymaktadır. Panayotou, görünüşte hızlı nüfus artışı, ormansızlaşma,
toprak erozyonu, yerel ekosistemlerin yok edilmesi ve genel çevresel bozulma ile
karşılıklı ilişki içindeyken, daha yakından bakıldığında, çevre üzerindeki etkinin
nüfusun ne kadar arttığından daha çok, nüfusun nasıl davrandığına göre belirlendiği 41
sonucuna varmıştır. Nüfusun davranışlarını belirleyen faktörlerin nüfusun büyüklüğü,
sıkışıklığı ve kıtlıklar olduğunu da belirtmiştir. Buna ilaveten, söz konusu etkinin,
piyasaların ve hükümetlerin etkinliğiyle makul hale gelebileceği de tespit
edilmiştir(Padilla, 1994 ve Panayotou, 1996, Akt; Orbeta, Ernesto ve Pernia, 1999, s.
13).
Nüfus artışının gelişmekte olan ülkelerde çevresel faktörler üzerindeki etkisi ile
ilgili olarak, Sahlu Haile’nin Etiyopya üzerine yaptığı çalışma önemli sonuçlara
ulaşmıştır. Etiyopya’nın sürdürülemez nüfus artışı sadece ülkenin kötü ekonomik ve
sosyal koşullarına değil, özellikle yoğun nüfuslu, yüksek kesimlerinde çevresel
bozulmaya da katkı yapmaktadır. Bu eğimli araziler, çok eski zamanlardan bu yana
yerleşilen, kötü bir şekilde ormansızlaştırılmış, aşırı derecede ekilmiş, erozyona uğramış
ve besin bakımından fakirleşmiş bir durumdadır. Nüfus arttıkça, insanlar kıt arazileri
aşırı derecede ekmişler, toprağın besleyici değeri azalmış ve erozyon bunların
karşılığında ödenen bir bedel olmuştur. Yakın zamanda, uzmanların katılımı ile
gerçekleştirilen bir panelin raporuna göre, Etiyopya’nın ekilebilir arazilerinin % 50’si
ciddi şekilde kalitesini yitirmiştir ve geleceğe yönelik tahminler iç açıcı değildir (Haile,
2004, s. 45).
Asya’ya bakıldığında, kıtanın birçok bölümünde, metropollerde ve şehirleşmiş
kırsal kesimlerde zararlı toz ve gaz emisyonu güvenlik sınırlarının çok üzerinde
gerçekleşmektedir. Su kirliliği kıtada yaygındır ve Kuzey Çin gibi bölgeler su sıkıntısı
ile karşı karşıya bulunmaktadırlar. Toprak erozyonu ve ormansızlaşma önemli boyutlara
ulaşmıştır. Bir şekilde, nüfusun büyük ve gittikçe artan bir kesimi çevresel bozulmadan
olumsuz olarak etkilenmektedir (Hossain, Cassen ve Dyson, 2006, s. 86). Nüfus ve
çevre ilişkisinin Asya’daki gelişimi incelendiğinde, Asya ülkelerinin de bir dizi çevresel
sorunla karşı karşıya olduğu göze çarpmaktadır. Nüfus artışının çevre üzerinde ki etkisi
oldukça karmaşık olmakla birlikte, analizler iki temel faktöre dikkat çekmektedirler;
enerji, sanayi ve ulaştırmadan kaynaklanan kirleticiler ve su kaynaklı kirleticiler. İlk
bahsedilen kirleticiler daha çok ekonomik büyüme ile ilgili faktörlerken, sonraki
kirleticiler ise nüfus kaynaklı olarak görülmektedir. Çin, karbon emisyonunun %
14’ünden sorumluyken, Hindistan’ın aynı emisyondaki payı % % 5’tir. Gerekli
düzenlemeler yapılmadığı takdirde, ana enerji kaynağının her iki ülkede de kömür
olduğu düşünüldüğünde, Çin ve Hindistan’ın kirlilik konusunda birer dev olması
muhtemeldir (Hussain vd. 2006, s. 86). Tablo 5, 2006 yılı itibariyle, yüksek 42
karbondioksit emisyonu kaynağı olan ülkeleri listelemektedir. Çin ve Hindistan toplam
emisyonda ilk sıralarda yer almaktadırlar.
Tablo 5
En Yüksek Toplam ve Kişi Başı CO² Emisyonuna Sahip Ülkeler, 2006
ABD 5,697 Katar 48
Çin 5,607 Bahreyn 27
Rusya 1,587 BAE 26
Hindistan 1.250 Kuveyt 26
japonya 1,213 Trinidad ve Tobago 20
Almanya 823 ABD 19
Kanada 539 Avustralya 19
İngiltere 536 Kanada 17
GüneyKore 476 Suudi Arabistan 14
İtalya 448 Finlandiya 13
Kaynak: Nüfus Referans Bürosu, 2009, s. 2
Tablo 5 ve Şekil 2’de belirtilen bir diğer husus, kişi başı CO² emisyon
miktarlarıdır. Tablo 5’de hem toplam, hem de kişi başı CO² emisyonunda önde gelen
ülkeler sıralanmıştır. Sanayileşmiş ülkelerin yanı sıra, özellikle Orta Doğu’nun petrol
zengini ülkeleri bu bakımdan üst sıralarda bulunmaktadırlar. Bu ülkeler sırasıyla; Katar,
Bahreyn, BAE ve Kuveyt’tir. Toplam CO² emisyonu bakımından ise, Çin ve Hindistan
gibi kalabalık ülkelerin listenin üst sıralarında bulunması dikkat çekici bir husus olup,
bu ülkelere ağırlıklı olarak sanayileşmiş ülkeler eşlik etmekte ve ABD bu listenin ilk
sırasında bulunmaktadır.
Şekil 2. Kişi başına CO² emisyonu (Metrik Ton)
Kaynak: Nüfus Referans Bürosu, 2009, s. 2’den derlenmiştir.
0
10
20
30
40
50
6043
Şu ana dek bahsi geçen olumsuz çevresel faktörlere ilave olarak, iklim değişikliği
de, gelişmekte olan ülkelerdeki yoksullukla mücadele ve kalkınma çabalarını tehdit eder
niteliktedir. Birleşmiş Milletlerin rapor ve bildirilerinde, gelişmekte olan ülkelerin iklim
değişiklilerine karşı daha savunmasız durumda oldukları belirtilmektedir. İklim
değişikliği küresel bir olgu olmakla birlikte, olumsuz etkileri yoksul ülkeler ve yoksul
insanlar tarafından daha şiddetli hissedilmektedir. Bunun nedeni ise, bu ülkelerde iklim
değişimlerine duyarlı sektörlerin (tarım ve balıkçılık gibi) ekonomi içindeki büyük payı
ve bu olumsuz değişimlere karşı bu ülkelerin beşeri, finansal ve kurumsal
kapasitelerinin yetersiz olmasıdır (Birleşmiş Milletler, 2010, s. 4)

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat