Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Temmuz 2013, 10:03   #1
Çevrimdışı
Ecrin
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Metafizik nedir, felsefici bakış!




Metafizik, bütün bir felsefe tarihi boyunca, bir çok merhaleden geçmiş, terim manasının dışında başka anlamlan üzerinde taşımış, oldukça tartışmalı ve üzerinde farklı anlayışların bulunduğu bir kavram olarak karşımıza çıkar. Daha ilk çağlardan yeniçağlara gelinceye değin herbir metafizik tez, bir sonraki tezce inkar edilmiş, çürütülmeye çalışılmış, bununla beraber metafiziğe karşı herbir tavır, belirli türden bir metafiziğe bağlı olmuştur.

Başlangıcından itibaren konusunun maddî olmayan varlığın sahası olması münasebetiyle, maddenin ötesinde madde üstü bir varlığı inkar eden düşünürlerce hor görülen matafizik; modern çağlarda, bilimsel ilerleme fikri üzerinde inşa edilen anlayış çerçevesinde adeta bilimle karşı karşıya bırakılmış, ikisi birbirine zıt, iki farklı kavram olarak boy göstermiştir. Sonuçta bilim karşısında metafizik, ya tamamıyla reddedilmiş, ya da tam tersi bir tutumla, evren muammasını çözmede bilimin çaresizliği gösterilerek ilmin hakikatim inkar ve metafiziğe duyulan ihtiyaçtan bahsedilmeye başlanmıştır.

Genellikle insan, üzerinde yaşadığı dünyayı anlamak ve açıklamak ister. Bunu yaparken, duyuların ve deneyin verdiği sınırlı bilgi ile yetinmek istemez. Sınırsıza, mutlak olana, duyularla algılanmayana yönelir ve onu bilmek ister. Bununla beraber, bahsedilen mükemmel sıfatlardan yoksun olduğunun bilincindedir. Elindeki materyalde, bu alanın bilgisi için yeterli değildir; yalnızca akıl, duyular ve deney… Duyuların bize bildirdiği madde âlemidir (Füzis). Maddî âlemin üzerine çıkabilecek bir güç olan akü; kendisini, duyular ve deneyi aşan bazı meselelerle karşı karşıya kaldığını, gözlemleyebildiği tabiat âleminde enson çözümde maddeye indirgenemeyen bazı problemlerin-ya da meçhulün- varlığını farkeder. Bunun sonucunda da, fizik dünyayı, fizik ötesi ile açıklamaya çalışır. Dolayısıyla metafizik problemlerin muhatabı, doğrudan doğruya insandır. Yine insanın maddî bir yapısı (doğası), ayrıca bu dış varlıktan nitelikçe farklı bir düşünce ve ruh dünyası vardır. însan bu yönüyle fizik ve metafizik olmak üzere iki boyuta sahiptir.

İnsanın bedenden ayrı, bir ruha sahip olduğu fikri insanlık tarihi kadar eski olsa gerektir. Ruh gibi gayrı maddî bir ilkenin varlığına ulaşan akıl, insandaki bu iki boyutun (fizik ve metafizik) hareket noktasıdır. Akıl, tek tek varolan nesnelerden hareketle, en genel tasavvur olan varlık fikrine ulaşır ki bu kavram, ancak kendi kendisi ile tarif edilebilir. Nitekim biz tek tek varolanların bilgisine sahip olabiliriz. Ama umumî anlamda varlık olarak varlığın bilgisi-Kantçı bir yaklaşımla- insan aklının tertip ve kudreti açısından bilinemez. Zira bir şeyi bilmek, onu kendisinden daha yüksek bir kavram yada bir ilke ile açıklamayı gerektirir. Halbuki varlık kavramından daha genel bir tasavvura sahip değiliz.

Böylece varlığı açıklamak ve onun hakkında teoriler ortaya koymak, bize varlığın kendisini vermeyecektir. Buna rağmen bu problem, eldeki verilerden hareketle, filozofun hakikati elde etme çabası ve varlığın “öz” ünü yakalama biçiminde, farklı farklı görüşler şeklinde ortaya konulacaktır. Dolayısıyla meçhulü keşfetme ve metafizik alanda bir takım teoriler ortaya koyma tutkusu insanlık tarihi kadar eskidir.

İnsanın bu temel karekteristiğinden yola çıkarak denilebilir ki, metafiziksiz bir insanlık tarihi düşünülemez veya insanın bulunduğu her dönemde metafizik düşünce, dolayısıyla da felsefe vardır ve daima varolacaktır.Bu sebebledir ki. bu günün pozitivist bilim yorumu, insan ruhunu doyuramamaktadır. Pozitif bilimler, hakkında hüküm veremedikleri, deney sahasına koyamadıkları her şeyi kendi alanlarının dışında bırakmışlar ve çözümünün de kendi işleri olmadığına karar vermişlerdir. Gerçekten de böyle bir karar uygun gibi görünmektedir. Zira bilimler, varlığı parçalayarak onu statik hale getirir ve belli bir yönünü inceler. Sonuçta ise ulaştığı hükme insanı hakim yapar. Halbu ki, metafiziğin konusunu teşkil eden varlık alanı, sınırlı ve sonlu olana tabî değil, hakimdir.

Yukarıda söylenen bir tezi tekrar edersek, bu alan insan aklının şimdiki tertip ve kudreti bakımından bilinemez. Fakat bilinemez olması olmaması anlamına gelebilir mi? Zira metafiziği inkar eden herhangi bir tez de yine metafizik bir tezdir. Üstelik ruhu hiç okşamayan ve doyuruculuğu az olan bir metafizik. Çünkü metafiziğin olmazlığını ileri sürmek için yine duyular ve deneye müracaat etmek gerekir. Duyular ve deney, bu alanda bir bilgi veremeyecekleri için metafiziğin inkarı da bir metafiziktir diyoruz.

Metafizik terimi, ‘fizikten sonra’ manasına gelmektedir. Bu alanın muhtevasıyla ilgilenip, bir felesfe disiplini halinde temellendiren ilk büyük ve sistemli araştırmacısı Aristotales, gerçekte böyle bir isimden habersizdi. O, felsefenin tacı olarak gördüğü ve teorik ilimlerin en yükseği, en şereflisi olarak tanımladığı bu ilme, İlk Felsefe’ adını vermekte ve onu şöyle tarif etmektedir: “Eğer hareketsiz bir cevher varsa, bu cevherin biliminin önce gelmesi ve bu bilimin ilk felsefe olması…ilk olduğundan dolayı evrensel olması gerekir.”

Daha sonra Aristo’nun bütün eserlerini yeni baştan tasnif eden Rodos’lu Andrinikos (MÖ. 70 ila 50 civ.) “îlk Felsefeye dair yazılan “Fizika” bahsinin sonuna kaymasıyla bu eser “Meta ta Fizika” adını almış, böylece bir tesadüf sonucu ortaya çıkan bu tabir, “fizik âleminin ötesinde soyut ve evrensel kavramlarla uğraşan bir felsefe disiplini” olarak literatüre geçmiştir . Bununla beraber “ilk Felsefe”nin konusu ile “fizikötesi” deyimi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır.

Türk-lslâm felsefesi terminolojisinde “Metafizika”nın Arapça karşılığı olmak üzere “el-Felsefet el-Ûlâ” (îlk Felsefe), “Mâba’d el-Tabia” (Fizik’ten Sonra), “Mâverâ el-Tabia” (Fiziğin ötesi), “Mafevk el-tabia” (Fizik üstü) ve “el-llm el îlâhî” (ilahiyât Teoloji) gibi farklı isimler kullanılmışsa da “Mâba’d el-Tabia” deyimi genel kabul görmüş ve literatürde bu şekliyle anılagelmiştir.

Metafiziğin konusu:

Konusunun maddî olmayan varlığın sahası olması münasebetiyle metafizik, çok sayıda anlamı üzerinde taşıyan ve hakkında oldukça farklı telakkilerin bulunduğu bir kavramdır. Bu kelime ile tam olarak ne kastedildiği her filozofun kendi yorumuna bağlı olduğu için onun hakkında ortak bir tarife varmak da mümkün değildir. Nitekim Felsefe Sözlükleri’nde metafiziğin çok farklı tariflerini bulmaktayız .

Bugün metafizik denilince, zihinde uyanan imajlar olarak; bilinmeyen,duyular ve deney hârici olan, bu sebeple de pozitif bilimlerin çözemediği ve dışta bıraktığı problemler alanı akla gelir. Meselâ, Tanrı’nin varlığı ve delilleri, ruh’un varlığı ve ölümsüzlüğü, ölümden sonra başka bir hayatın olup olmadığı gibi… Hatta Amerikalılar, zor anlaşılan bazı sözlerle karşılaştıklarında “Tıpkı Alman Metafiziği” (It’s like German Metaphsics) deyimini latife olarak kullanırlarmış .

Kimilerine göre Metafizik -hele klasik metafizik- kendisini yüksek açıklama ilkelerine dayandırarak, yüksek bir bilgi yöntemi uygulayan bir disiplin, deneyden kurtulmuş ve ona hor gözle bakan spekülatif düşüncedir. Salt düşünüşün yüksek kudretine inanır ve mantığın özünü yanlış anlayarak onu ya yükseklere çıkartır (Panlojizm), ya da büsbütün hor görür (Çeşitli varoluşçu felsefeler). Kimilerine göre ise metafizik, dıştan bağlantıları ancak kavrayabilen yetersiz bir kavram bilgisi yerine, aracısız bilgi “Öz’ü görme”, yani sezgi (intuition) yi koyar .

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat