Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06 Eylül 2014, 21:08   #1
Çevrimdışı
Lykia
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İslamda Recm Sabittir




24-NUR:
1- (İşte bu âyetler) bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini üzerinize)farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık açık âyetler indirdik.
2- Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.
3- Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.


ZİNA İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

(Enzelnâhâ):Enzelnâ. inzal kökünden gelen bir fiildir.
Ayetlerin gelişine inzal veya nüzul denir. İnzal ve nüzul, yukarıdan aşağıya geliştir. Bu tabir Kur'an-ı kerimin Allah (cc) tarafından geldiğine de delalet eder. Buradaki manası ise. «Bizim sana vahyettiğimiz.» demektir.

(Ve fereznâhâ: Farz kökünden gelen bir fiildir.
Farz, katı bir nesneyi kesmeye denir. Âyetteki anlamı da herhangi birşeyi en kamil bir şekilde kabul ettirmek demektir.
(Ayâtin beyyinatin):Âyât. âyetin çoğuludur. Âyet, Kuranın surelerini meydana getiren, başı ve sonu bulunan, bir veya daha fazla cümleden mürekkeb kelamdır. Âyet. alamet anlamına geldiği gibi. gibi, Allah (cc)'ın kudretine delalet eden şeylere de denir.

(Tezekkerûne): Tezekkür kökünden gelen bir
fiildir. Tezekkür, insan hafızasından çıkan herhangi birşeyin tekrar hafızaya dönmesine denir. Buradaki manası ise ibret almaktır.

(Ezzâniyetu vezzânî): Bunlar zina kökünden gelen
sıfattırlar. Zina haram olan cinsî münasebete denir. Seri ıstılahta se bir erkeğin nikahsız olarak bir kadınla yapmış olduğu cinsi münasebettir.

(Feclidû): Celd kökünden gelen bir fiildir. Sopa veya kamçıyla vurmak manasına gelir.

(Re'fetuün):Re'fet. sevgi ve şefkat demektir

(Tâifetun): Taife, tavaf kökünden gelen bir sıfattır Tavaf, birşeyin etrafında dönmeye denir. Âyetteki manası, suçlunun etrafında bir topluluğun dönmesidir. Bu toplumdan maksat, suçun sonucunu germek ve ibret almak için suçlunun cezalandırılmasına insanların şahid edilmesidir.

(Layenkihu):Nikah kökünden gelen bir fiildir. Nikah âyette akid manasındadır.

(Muşriketen): Şirk kökünden gelen bir sıfattır. Hiçbir semavî dine inanmayan manasına gelir.

(Ve hurrime zalike): Allahu taala müminlere zinayı haram kılmıştır.


Ayetlerin İcmali Manaları


Allahu taala bu surede inzal buyurduğu âyetlerde mümin kullarına bazı hükümler, edebler, hikmetli dersler ve en güzel ahlaki esaslar vazetmekte ve bunlarla onların dünya ve ahiret saadetlerini tanzim ettiğini haber vermektedir. Allahu taala surenin başlangıcında şöyle buyurmaktadır:
Ey müminler, inzal ettiğim bu sure, Kur'an-ı kerimin ençok ahkam ihtiva eden süresidir. Bu hükümleri uygulamanız ve gösterdiği terbiye yolları ile terbiye edilmeniz için gönderiyoruz. Yoksa yalnızca okumanız için indirmedik. Bu sureyi ancak onun hükümleriyle amel etmeniz ve bu yolla diğer insan ve cemiyetlere ışık tutmanız, onun apaçık âyetlerinden, hikmetli delilleriyle Allah (cc)'ın büyüklüğüne delalet eden alametlerden ibret almanız için indirdik. Bu surenin ihtiva ettiği adil kanunları tatbik ederseniz cemiyetinizi saadete ve en insani hayata kavuşturursunuz.

Allahu taalanın vazettiği hükümlere uyarak zina edenleri yüzer sopa ile cezalandırdığınız ve bunu uyguladığınız zaman suçlulara en küçük bir acıma göstermeyerek azablarını hafifletmeyin. Zira zina, şefkat göstererek hafifletilebilecek, atfedilebilecek bir günah değildir.
Onun İnsanların şeref ve haysiyetlerini nasıl zedelediğini, nesli nasıl bozduğunu, insanlık şerefine nasıl saldırdığını, sokaklara anarşiyi nasıl saldığını bilenler elbette zinanın nasıl büyük bir günah olduğunu bilirler. Çünkü zina sokakları babasını, soyunu bilmeyen, tanımayan insanlarla doldurur. Bunları idrak eden mümin, elbette Allahu taalanın zani için vazettiği cezayı uygularken şefkat göstererek hafifletmez. Cezanın uygulanmasına herkesin şahit olarak ibret almasını ister. Çünkü uygulanan cezanın görülmesi suçun iş-lenilmesi için en büyük engeldir.

Allahu taala daha sonra şöyle buyurmaktadır:
Zina eden bir erkek ancak kendi gibi zina eden bir kadınla evlenebilir. Zina eden bir erkeğin namuslu ve iffetli bir kadınla evlenmesi mümkün değildir. Zina eden bir kadin da ancak kendi gibi ahlaksız ve zina eden bir erkekle evlenebilir.
Allahu taala zinayı, cemiyete tamiri imkansız zararlar doğuracağı için kesin surette haram kılmıştır.

Ayetlerin Nuzul Sebebi:


Mûfessirler, bu âyetlerin nüzulü için birçok sebebten bahsederler. Biz bunların en sıhhatli olanlarını naklediyoruz.


1) Rivayete göre Mersed bin Ebi Mersed denilen bir adam vardı ve «Mekke'den Medine'ye esir taşırdı. Mersed'in Mekke'de Anâk adlı ****** bir dostu vardı. Mersed, bir esiri taşımak için Mekke'ye gitmişti. Şöyle anlatır:

«Mehtablı bir gecede geldim ve bir duvarın gölgesinde durdum. Anak da geldi ve karaltımı gördü. Yanıma yaklaşınca beni tanıdı ve «Sen Mersed misin?» diye sordu. «Mersed'im» diye cevap verdim.
«Merhaba, hoş geldin.» dedi. «Bu geceyi bizim yanımızda geçir.»
Ben de «Ey Anâk. Allah (cc) zinayı haram 'kıldı.» dedim. Bunun üzerine Anâk, «Ey oba halkı! Bu adam esirlerinizi kaçırıyor.» diye bağırdı.
Sekiz kişi peşime düştü, Handeme yolunu tuttum. Bir kaya kovuğuna veya mağaraya girerek gizlendim. Onlar yanıma kadar geldiler, başıma dikildiler. Hatta bevlettiler ve suları başımın üzerine aktı. Fakat Allah (cc) onların gözlerini benden kör etti. Geri döncüler. Ben de kaçıracağım esin alarak Medine'ye döndûm.
Rasulullah (sav)'a gelerek, «Ya Rasulullah (sav), Anâk'la evlenebilir miyim?» diye sordum. Rasulullah (sav) sustu ve bir cevap vermedi.
Sonra, «Zina eden erkek, zina eden veya muşrik bir olan kadından başkasını nikahlamaz...» âyeti nazil oldu.
Rasulullah (sav), «Ey Mersed, Anâk'la evlenme.» buyurdu.»
( Hakim ve Tinnizi, Arar bin Şu'ayb'den nakletmişlerdir.)


2) Ummu Mehzul isminde bir kadın vardı. Bu kadın para karşılığı zina ederdi.
Sahabe-i kiramdan birisi bu kadınla evlenmek istedi. Bunun üzerine. «Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkasını nikahlamaz...» âyeti nazil oldu.
(Suyûti. Durru'l-Mansur. C. S, S. 19.)


3) Ashab-ı suffa denilen sahabilerin evleri olmadığı gibi yanında kalacakları kimseleri de yoktu.
Bunlar gündüzleri rızıklannı ararlar, gece de mescid-i saadetin avlusunda kalırlardı.
O tarihte Medine'de alenen ücretle zina eden kadınlar vardı. Suffa ashabından bazıları bir barınak sahibi olmak düşüncesiyle bu kadınlarla evlenmek istediler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.
(Kurtubi, tefsir. C. 12. S. 168.)



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik:
Fahreddin Razı şöyle der: «Allahu taala bu surenin başında birçok hüküm ve ceza beyan ederken sonunda da tevhid delillerini zikretmiştir. Surenin başındaki «fereznâhâ» (farz kıldığımız) ifadesi hükümlere işaret ederken «Onda açık acık âyetler indirdik.» ifadesi de tevhid delillerine işaret etmektedir. «...İbret alasınız...» ifadesi de bunu teyid eder. Zira henüz hükümler malum değil ki ibret alınabilsin. Öyleyse bu ifade «Açık açık âyetler» ifadesinin tamamlayıcısıdır.»

Alusî, «Fahreddin Razi'nin bu yorumu çok güzeldir.» der.
(Alusi. tefsir. C 18. S. 74.)

İkinci incelik:
Allahu taala surenin başında zinanın hükümlerini beyan ederken söze kadınlarla, hırsızlıkla ilgili hükümleri bildiren âyetlerde de erkeklerle başlamıştır. Bunun hikmeti şudur:
Kadının zinası daha çirkin ve sonuçları bakımından daha kötüdür. Zira kocasının iffetini kirlettiği gibi neslin bozulmasına da sebeb olmaktadır. Aile fertlerini lekelemektedir. Gebe kalması halinde de fişlediği suçu herkese alenen göstermiş olmaktadır. Bu bakımdan kadının zina etmesi erkeğin zinasından daha çirkindir. Hırsızlık ise umumiyetle erkekler tarafından işlenen bir günahtır. İşte bu sebeble zinada önce kadınlar, hırsızlıkta da önce erkekler zikredilmiştir.


Üçüncü incelik:
Âyette zina edenlerin cezasında doğrudan «vurmak» fiili değil, «cilde vurmak» fiili kullanılmıştır. Bundan maksat, suçu işleyenin acı çekmesini temin etmektir. Zani veya zaniye acı çekmeli ki bu ona bir ders olsun ve bir daha işlemesin. Başkaları da uygulanan cezadan ibret alsınlar. Alimler, zina eden bekar erkeğin yalnız donu kalana kadar soyulmasını, kadının ise vücut hatlarını belli etmeyen tek bir elbise ile bırakılmasının gerektiğini söylerler.
Bunun sebebi ceza olarak vurulan sopaların çıplak vücudu incitmesi, dolayısıyla hem suçlunun hem de seyredenlerin ibret alarak böyle kötü bir fitle teşebbüs etmemelerinin temin edilmesidir.


Dördüncü incelik:
Kurtubî şöyle der: «Yalnız «zani» kelimesi kafi gelirken «zina eden kadın» ve «zina eden erkek» tabirlerinin beraberce kullanılması, cezanın yalnız erkeğe veya yalnız kadına olduğunun sonıl-maması içindir.»
(Kurtubi, tefsir. C. 12. S. 160.)


Beşinci incelik:
«Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız...» ifadesinden maksat, müminlerin hamiyet ve izzeti nefislerini tahrik ederek hükümlerin kamil bir şekilde infaz edilmesine çalışmalarını temin etmektir. Yoksa, zaten Kur'an-ı kerimin muhatabı muminlerdir.



AYETLERDEKİ ŞER'İ HUKUMLER

Birinci Hukum :
İslam'ın Başlangıcında zinanın cezası nasıldı ?

İslamın başlangıç devrinde zinanın cezası geçici ve çok hafifti. Zira halk o zaman İslama yeni yeni giriyorlardı ve cahili adetlerden tam olarak kurtulmuş değillerdi. Zaten Allahu Teala hükümleri , esaslı bir şekilde yerleşmesi için tedrici olarak vazetmiştir. Gerek bu hükümlerin uygulanmasında ve gerekse halkın şer'i kanunları kabul etmelerinde kolaylık sağlanmıştır bu şekilde. Bunun en bariz şekli içkinin ve faizin haram kılınmasında görülmektedir.

Allahu taala islâmın başlangıcında zinanın cezasını. «Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı oranızdan dört şahid getirin. Eğer şehadet ederlerse —onları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar— kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilattan men edin). Sizlerden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de eziyete koşun. Eğer tövbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlar(a eziyet)den vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri en çok kabul eden, encok esirgeyendir.» (Nisa: 15-16) âyetlerinde beyan buyurmuştur.
Görülüyor ki zina eden bir kadın, oturduğu evde hapsedilerek ölünceye kadar dışarı çıkmasına müsade edilmiyor. Erkeğin cezası ise aşağılanmaktır. Ona iş verilmez, adam yerine konulmaz ve onunla alış veriş yapılmazdı.
Daha sonra bu âyet. mevzumuz âyetle neshedilmiştir.
Görülüyor ki. islâmın başlangıcında zinanın cezası had değildi. Çünkü. «Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı oranızdan dört şahid getirin. Eğer şehadet ederlerse —onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar— kendilerini evlerde alıkoyun...» âyetinin de işaret ettiği gibi fuhşun cezası tazirdi. Sonra bu tazir cezası en şedid bir ceza ile değiştirilerek bekarlara yüz değnek, evlilere ise recm (taşlanarak öldürülme) emredildi.

Ubâde bin Sâmid'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.»
(Muslim. Ebu Davud. Tirmizi. 64)

İkinci Hukum:

Bekar Ve Evlilerin Zina Cezaları Nelerdir?


İslâm kanunları zina suçunda bekarlar ile evlilerin arasında bir ayrım yaparak zina yapan bekarlara yüz sopa vurulmasını, evlilere ise daha ağır bir ceza, ölünceye kadar taşlanılmalarını emretmiştir. Zira evlilikten sonra zina etmek islâm nazarında bekarların zinasına göre daha çirkin ve ağır bir suçtur. Çünkü evli. beşerî arzusunu tatmin için meşru bir yola sahipken gayri meşru bir yola tevessül ederek başkasının nesebini bozduğu için cezası daha şiddetlidir.
Sopa cezası kesin bir Kur'ani nassla sabittir. Zira Allahu taala, «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» buyurmaktadır. Bu âyet zina edenlerin evli veya bekar olduklarını belirtmemektedir.
Fakat Ubâde bin Sâmid (ra) 'den de rivayet edilen hadis, evli ile bekarları birbirinden ayırarak cezalarını tayin etmiştir. Zaten Rasulullah sav)'ın başta gelen görevlerinden biri de Kur'andaki ahkâm âyetlerini ümmetine layıkı üzere açıklamaktır. Nitekim Allahu taala. «(Habibim) biz sana da Kur'anı indirdik. Taki insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın ve taki onlar da iyice fikirlerini kullansınlar.» (Nahl: 44) âyetiyle Rasulullah (sav)'ın bu vazifesini açıkça ifade etmiştir.

Recm ise, Rasulullah (sav)'ın mütevatir hadisleriyle sabittir. Çünkü gerek Rasulullah (sav)'in fiilî hadislerinde, gerekse kavli hadislerinde ve sahabe-i kiram ve tabiinin icması ile de sabittir. Bu tevatür öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, hiçbir şüphe kalmamıştır.
Rasulullah (sav)'ın Muaz ve Gamidiye gibi kimselere recmi uyguladığı tevatüren tesbit edilmiştir. Onan sonra da raşid halifeler recmi uygulamışlar ve evli zanilerin cezasının recm olduğunu ilan etmişlerdir. Daha sonra da bütün fakihler her zaman ve yerde recmin Allah (cc)'ın kesin bir kanunu olduğu gibi Rasulullah (sav)'ın da uyulması farz olan sünneti olduğunu delilleriyle tesbit etmişlerdir. Bu hükme günümüze kadar hiçkimse muhalefet etmemiştir.
Ancak İslâmdan sapan hariciler fırkası müstesna. Hariciler, recmin meşru olmadığını kendilerine göre deliller getirerek iddia ederler.

Haricilerin delilleri şunlardır:

1- Recm, şüphesiz cezaların en ağırıdır. Şayet meşru olsaydı Kur'-an-ı kerimde zikredilmesi gerekirdi. Kur'anda zikredilmemesi onun gayri neşru bir ceza olduğuna delalet eder.

2- Cariyenin haddi hür kadının haddinin yarısıdır:
«Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ettiler mi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yansı.» (Nisa: 25).
Recm ise ikiye bölünemediğinden hür bir kadına uygulanması da sahih olamaz.

3- «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» âyetinin hükmü umumilik ifade eder.
Hiçbir delil olmaksızın bundan evlilere recm cezası ve başka bazı hükümler çıkarmak Kur'anın zahirine muhaliftir.


Haricilerin delilleri, yalnızca kendilerinin Rasulullah (sav)'ın en mühim görevinin açıklama olduğunu bilmediklerine, Kur'anın esrarına vakıf sınadıklarına ve son derece cahil olduklarına delalet eder.

Sünnet ve cemaat ehli haricilerin delillerini çok kesin delillerle red ederek İslama İftira atanları dilsiz hale getirmiştir.

Şimdi sünnet ehlinin delillerini özetleyerek nakledelim:

1- Recmin Kur'an-ı kerimde zlkredilmeyişi onun gayri meşru olduğuna delalet etmez. Çünkü birçok şer'i hüküm Kur'an-ı kerimde zikredilmemiştir. Bunları kendisine uymamız farz olan Rasulullah (sav) açıkla*mıştır. Nitekim Allahu taala, «Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da sakının.» (Hasr: 7) buyurmaktadır.
Bu âyetten biliniyor ki. Rasulullah (sav) bize Allah (cc)'ın emirlerini tebliğ edicidir. Onun her getirdiği de mutlaka herşeyl hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan Allahu taalanın yüce vahyi İledir. Zira Allahu taala. «Kendi nevasından söylemez o. O, kendisine (Allahtan) lika edllegelen bir vahiydin başkası değildir.» (Necm: 3-4) buyurmaktadır, öyleyse Rasulullah (sav)'in uyguladığı recm cezası nasıl olurda gayri meşru olur?
Onun yaptıkları ve söyledikleri yukarıdaki âyetlerde de ifade edildiği gibi kendi nevasından değil, Allah (cc)'ın ilka ettiği vahiy iledir. Vahiy ile olan birşeyse meşrudur.

Hariciler Rasulullah (sav)'ın en mühim vazifesinin beyan olduğunu bilmiyor olmalılar. Allahu taala, «(Habibim) biz sana da Kur'anı indirdik. Taki insanlara kendilerine ne İndirildiğini açıkça anlatasın ve takı onlar da iyice fikirlerini kullansınlar.» (Nahl: 44) âyetinde Rasulullah (sav)'ın en mühim vazifelerinden birinin beyan (açıklama) olduğunu ifade etmiştir.

Ubâde bin Sâmid (ra)'den rivayet edilen «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.» hadisi âyetin de bildirdiği gibi Rasulullah (sav)'ın mühim görevi olan bir beyanı, açıklamasıdır, öyleyse bu hadis zina eden evlilerin recmedilmesi hükmüne kesin bir nastır.
Zaten Rasulullah (sav) da kendisinin her açıkladığının otururken emir ve yasaklarımız kendilerine bildirilince, «Biz onu bilmeyiz. Çünkü biz Kur'anda bulduğumuz hükmü alır, bulamadığımızı almayız.» diyecekdir.
Haberiniz olsun. Kur'anla birlikte bana Kur'anın ihtiva ettiği hükümler kadar hüküm verilmiştir.»
(Kutub-i Sitte)
Bu âyet ve hadisler açıkça gösteriyor ki, Rasulullah (sav)'ın yaptığı ve söylediği herşey yine Allah (cc)'ın vazettiği tesriindendir. Bu hükümlere uymak da kesin olarak farzdır.


2- «Onlar (cariyeler) evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ettllermi o vakit üzerlerim kür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı.» (Nisa: 25) âyeti, haricilerin «recm meşru değildir» iddialarına delil olamaz.
Âyet, buradaki cezanın recm değil sopa olduğuna delalet eder. Zira âyette bir yarılama vardır ve şüphesiz Allah (cc) recmin ikiye bölünmeyeceğini bilir. Bir insanı yarı öldürmek mümkün değildir. Öyleyse aklı selim sahipleri âyetteki cezanın recm değil, sopa olduğunu anlarlar.
Âyetteki «hür kadınlar» tabiri evli kadınları değil bekarları ifade etmektedir.

Hür ve bekar bir kadına zina ettiği takdirde yüz sopa cezası verilirken evli bir cariyeye zina cezası olarak elli sopa verilir. Cariyelere uygulanan lezonın hürlere nisbetle hafif oluşundaki hikmet, zinanın hür kadında dana çirkin olmasıdır. Hür kadın her zaman evinde olduğu için fuhşa yolaçan fitneden daha uzak ve emniyettedir. Cariye ise herzaman dışarıda bulunuru için fuhşa sebeb olan kötülüklerden korunması cok güç ve hür olması» için fitneye mukavemet gücü daha zayıftır. Bundan dolayı Allahu taala cariyelere merhamet ederek cezalarını hafifletmiştir.


3- Haricilerin iddialarına göre âyetteki «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» hükmü umumu ifade eder.
Bu hükmü yalnız bekarlara tahsis ederek evlileri istisna etmek Kur'ana muhalefettir. Bu iddia cahilce bir iddiadır. Çünkü Kur'andaki birçok hüküm umumu ifade ettiği halde Rasulullah (sav)'ın sünneti bu hükümlerden bazılarını istisna etmiştir.
Mesela. «Erkek hırsızla kadın hırsızın —o irtikab «ettiklerine bir karşılık ve ceza ve Allahtan (insanlara) ibret verici bir ukubet olmak üzere— ellerini kesin.» (Maide: 38) âyetinin hükmü bütün hır-szfarı içine alan bir umumilik ifade eder.
Hatta çalınan şey çok küçük de asa hüküm değişmez. Haricilerin iddialarına göre çalınan şey bir iğne bile nsc hırsızın ellerinin kesilmesi lazım gelir. Halbuki Rasulullah (sav), umumilik ifade eden bu hükmü, çalınan malın en az bir altın liranın dörtte sn veya on dirhem gümüş veya karşılığı değerinde olması gerektiğini açıklamıştır. Bundan daha az değerdeki malın çalınması halini Rasulullah (sav) bu âyetin hükmünden istisna ederek bunun cezasını hakimin içtihadına bırakmıştır.
Yine, Allahu taala «...Sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşirelerine ..(le evlenmeniz) size haram edildi.» (Nisa: 23) âyetinde yalnız süt anne ile süt kızkardeşln haram olduğunu beyan etmektedir. Rasulullah (sav) da neseb bakımından insana haram olan yakınların süt münasebeti ile meydana gelen benzerleriyle evlenmenin de haram olduğunu, yani süt haanın, süt teyzenin, süt kızının vb.nin de haram olduğunu bildirmiştir.
Eğer haricilerin iddiaları doğru olsaydı bunlarla evlenmenin haram kılınışı Kur'ana muhalif olurdu.
Kur'an iki kız kardeşin bir erkekle aynı anda evlenmelerini yasaklarken bir kızla halasının veya teyzesinin aynı zamanda bir erkekle evlenmesini de Rasulullah (sav) haram kılmıştır. Eğer haricilerin iddiaları doğru olsaydı bunların haram kılınışı da Kur'ana muhalif olurdu.

Görülüyor ki. haricilerin bu iddiaları açık cehaletin ifadesidir. Akıllı bir müslümanın böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.

Alusî, Ruhu'l-Meanî isimli tefsirinde şöyle der:
«Sahabe, tabiin ve ümmetin alimleri evli bir zaninin cezasının recm olduğunda icma etmişlerdir. Haricilerin bunu inkar etmeleri batıldır. Haricilerin sahabelerin icmaının delil olduğunu inkar etmeleri de bir cehl-i mürekkebtir. Eğer onlar Rasulullah (sav)'ın zani ve zaniyeleri recm ettiğini inkar ederlerse —ki onlar haber-i vahidi delil kabul etmezler— bu iddiaları mevzunun dışında kalır. Zira Rasulullah (sav)'ın recmi uyguladığı mana itibariyle mütevatir olan hadislerle tesblt edilmiştir.
Hariciler de diğer sünnet ehli müslümanlar gibi mana bakımından mütevatir olan hadislerle amel etmenin, lafız itibariyle mütevatir olan hadisler gibi vacib olduğunu kabul etmişlerdir. Sahabe ve müslümanlardan ayrılmaları onları cehalet karanlıklarına düşürmüştür.
Onun için hariciler Halife Ömer bin Abdulaziz (ra)'e, recm uyguladığında, «Bunu neden yaptırıyorsun, çünkü Kur'anda recm yoktur.» dediler.
Ömer bin Abdulaziz (r.a.) onlara, «Peki siz namazın rekat sayıları ile zekatın nisab ölçülerini nereden çıkarıyorsunuz?» diye sordu.
Hariciler. «Rasulullah (s.a.v.)'ın fiili hadislerinden öğreniyoruz.» dediler.
Bunun üzerine Halife, «Recm de Rasulullah (sav)'in fiili hadisleriyle sabittir.» diyerek onları sus*turdu.»
(Ebu Davud Alusi. age, C. 18, S. 70) (Ahkam Tefsiri)

Köle veya cariye zina ederse ve bu da -ikrar veya delille- sabit olursa, hadd tatbik edilir.
Köle ve cariyeye uygulanacak hadd cezası, elli değnek ve altı ay sürgündür. Köle ve cariyenin evli olup olmaması bu hükmü değiştirmez.
Bunun delili şu ayet-i kerimedir:

(Cariyeler) evlendikten sonra fuhuş (zina) yaparlarsa, o takdirde hür kadınlar (bu işi yaptıklarında) üzerlerine lazım olan azabın (cezanın) yarısı cariyelere lazım gelir. (Nisa/25)

Bu hususta erkek köle de cariyeye kıyas edilmiştir; zira her ikisinin de ortak noktası köleliktir.




Recm Ayeti Hakkında Aklı Karışıklara!

Kur’an-ı kerimin hiçbir kelimesi ya da harfi bile değişikliğe uğramadan bize kadar geldiği konusunda İslam alimleri arasında görüş birliği vardır.
Hatta Kur’an’ın, Sure ve ayetlerinin sayısı ve tertibi dahi, tıpkı elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi vahiy ile tespit edilmiştir.
Alimlerin çoğu, değişik hadis rivayetlerini de göz önünde bulundurarak bu görüşü benimsemiş ve son çalışmalar da bunu desteklemiştir.
Ayetlerin Kur’an’daki mevcut tertibindeki sıralamanın, vahiy ile tespit edildiğine dair alimler arasında her hangi bir görüş ayrılığının bulunmadığı da söylenmiştir. (Suyuti, İtkan, I/76-83)

Denilebilir ki, Kur’an ayetlerinin, elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi, var olan tertibi/sıralanışı, vahiy ile tespit edildiğine dair, bütün ummetin ittifakı vardır.
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (a.s.), her sene Ramadan ayında, o güne kadar inmiş olan Kur’an’ı, Hz. Cebrail ile karşılıklı olarak okurdu. Son Ramadan'da, bu karşılıklı okuma, iki defa gerçekleşmiştir. Bakıllani, İbn Enbari gibi bir kısım alimler, Hz. Peygamber (a.s.)’in bu okuması, şu anda elimizdeki mevcut tertibe göre olup, ona temel teşkil ettiğini söylemişlerdir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, IX/42.)

“Şüphesiz ki, Kur’an’ı biz indirdik ve onu koruyana da biz olacağız” (Hicr, 9) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Kur’an’ın korunması doğrudan Allah’ın hıfz ve inayetiyle sağlanmıştır.
Bu gerçeğe rağmen, eski kaynaklarda, bazı ayetlerin Kur’an’a konulmadığını ima eden bir kısım garip rivayetler söz konusu edilmiştir. Bunlardan biri sözde Recim ayetiyle ilgili olanıdır.
Bu konuda iki rivayet şekli vardır.
“İçinizden kimse, Kur'an'ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur'an'ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmişti (doğrusu: Kur'an'dan hayli kısmı gitmiştir) şeklindeki ifade hakkında şunları söylemek mümkündür:
- Rivayete göre, Hz. Aişe anlatıyor: “Recim ayeti ve büyüklerin on defa süt emmeleri konusunda ayet inmişti. Bu ayet, karyolamın altında bir sahifede yazılıydı. Resulullah (s.a.v.) vefat edince biz onunla meşgul olduk, o sıralarda bir hayvan(keçi) gelip onu yedi”(İbn Mace, Nikah, 36).

Bu rivayeti inceleyelim :
Evvela, Hz. Aişe’nin ve İbn Ömer'in bunu söyleyip söylemediğini kesin olarak bilemiyoruz.
İkincisi, Bu konu, nesih meselesinde söz konusudur. Dolayısıyla, Hz. Aişe ve Hz. İbn Ömer' -şayet söylemişler ise- bununla Kur'an'dan bazı ayetlerin nesh olduğuna işaret etmek istemişlerdir. Yoksa, Kur’an’ın toplanması halinde bunların alınmadığını söylemek, onların akıllarından bile geçmemiştir. Çünkü, herkesin, bildiği, ezberine aldığı, sayfasına yazdığı ayetleri getirmeleri istenmiştir. Bu görevi yerine getirmek, İslam inancına göre, hem Allah’a, hem Rasulune hem de halifeye karşı bir sorumluluğun gereğidir. Durum böyle olunca, Hz. Aişe ve Hz. İbn Ömer veya herhangi bir sahabi böyle bir olayı bildiği halde, ezberinde bazı ayetler bulunduğu halde bunu ibraz etmemeleri düşünülemez.
Kaldı ki, Kur’an’ı bir araya getirenler, birer hafızdırlar. Özellikle heyet başkanı Hz. Zeyd, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in vahiy katibi, Kur’an hafızı, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in güvenini kazanmış büyük bir insandır. Böyle bir olay olsaydı, en az birkaç kişinin daha bilmesi ve bunu heyete bildirmesi kaçınılmazdı. Hz. Zeyd b. Sabit de herkesten önce bunu bilmesi gerekirdi.
Bütün sahabi hafızların ve yazılı mushaf sahiplerinin de içinde bulunduğu bütün sahabe cemaati tarafından ittifakla kabul edilen Mushaf’ın eksik veya fazla olmasını düşünmek elbette makul değildir.
“Muhakka ki Kur’anı biz indirdik ve hiç şüphesiz onun koruyucusu da biziz”(Hicr, 9) mealindeki ayete iman eden bir kimsenin başka düşünme şansı da yoktur.
Sahih olan hadis kaynaklarında yer almayan, kutubu sitteden –yalnızca-en zayıf ve hataları en çok olan İbn Mace’de bulunması ayrıca manidardır!
Hz. Peygamber(s.a.v.)’e inen bütün ayetler vahiy katipleri tarafından yazıyla kaydedildiği gerçeği tartışılmazdır. Buna rağmen, Hz. Aişe’den başka kimsenin bilmediği bir ayetin varlığından söz edilebilir mi? Hem Hz. Aişe vahiy katipleri arasında yer almamıştır.
Hz. Aişe, Kur’an’ın Hz. Peygamber(s.a.v.)’e indiği gibi sağlam bir şekilde korunduğunu anlatmak için şunları söylemiştir:
“Eğer Hz. Peygamber(s.a.v.), Kur’an’dan bir şey gizleseydi ‘Ey Muhammed! Hani bir zaman Allah’ın nimetlendirdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin (hürriyete kavuşturduğun) kimseye: “Eşini yanında tut, Allah’tan kork” diyordun. Fakat Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan da çekinerek içinde saklıyordun’(Ahzab, 37)ayetini gizlerdi” (Ahmed b. Hanbel,VI / 266).

Şimdi Hz. Aişe, bu konuda açıkça düşüncesini ortaya koyduğu halde, kalkıp tam tersini gösteren bir ifade kullanması düşünülemez.

Kur’an’ın üç dönemde yapılan cemi esnasında Hz. Aişe’den bu konularda bir ses çıkmamıştır. Herkesin bildiği kadarıyla, Kur’an ayetlerini getirip ilgili jüriye teslim ettiği halde, Hz. Aişe gibi herkesin saygı gösterdiği, Kur’an’ın senasına mahzar alan pervasız bir insanın kaybolduğu söylenen ayetler hakkında bilgi vermemesi düşünülebilir mi? Halbuki onun bu konuda bir şey dediğine dair hiçbir tarihi kayıt yoktur.
Abdurrahman el-Cezeri’nin de ifade ettiği gibi, bütün ummetin ittifakıyla, mutevatir/en sağlam bir yolla bize kadar gelen Kur’an’ın ayetleri, böyle ahad/mutevatir olmayan rivayetlerle ispat edilemez, Kur’an olarak kabul edilemez(Cezeri, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, IV/257).

Hem vahiy katipleri hem de hafız olanların içinde bulunduğu Kur’an’ı toplama heyetinde hiç kimsenin böyle bir noksanlığı fark etmemesi mümkün değildir. Böyle bir şey aklın alamayacağı husustur.


Hz. Ömer (r.a.)'in Okunması Nesh olunan Recm ayeti hakkındaki sözü

İkinci misal: Muslim’in İbn Abbas’tan yaptığı rivayete göre İbnu Abbâs (r.ah) anlatıyor:

"Hz. Ömer (r.a.)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Teâla hazretleri Muhammed (s.a.v.)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasûlullah (s.a.v.) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir.
Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- subût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım."
( Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Muslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418)


İzahı

1- Bu hadis, hadis kaynaklarında farklı vecihlerle rivayet edilmiştir. Muvatta'nın bir rivayeti daha açıktır:

"Hz. Ömer (r.a) haccdan çıkınca Medine'ye geldi. (Orada halka hitaben şunları söyledi: "Ey insanlar! Sizlere bir kısım sünnetler ve farzlar teşrî edildi. Size çok açık bir din bırakıldı. Recm âyeti hususunda kendinizi sakın tehlikeye atmayın. İçinizden biri: "Biz Allah'ın kitabında iki haddi (1) bulamıyoruz" diyebilir. Şurası muhakkak ki Resûlullah da, biz de (zinâ edenlere) recm uyguladık. Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zulcelâl'e yemin ederim, insanlar "Ömer Kitabullah'a (onda olmayan şeyi) ilavede bulundu"demiyecek olsalar, (Kur'ân'ın sonuna) şu âyeti elimle yazardım:
اَلشَّيخُوَالشَّيْخَةُإِذَازَنَيَافَارْجُمُوه ُمَاا َلْبَتَّةَ
"Yaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zinâ edecek olurlarsa onları mutlaka recmedin."

İmam Mâlik, burada geçen yaşlı erkek ve yaşlı kadın tâbirlerini "dul erkek", "dul kadın" diye açıklar.
Parantez içindeki ziyadeler başka rivayetlerden alınarak dercedilmiştir.

Nesâî'de Ubey İbnu Ka'b'dan kaydedilen rivayette recm âyetinin Ahzâb sûresinde gelmiş olduğu belirtilir.


2- Neshle ilgili konulardan biri de, tilâveti mensuh, hükmü bâki âyetlerin varlığıdır. İşte Recm ayeti bunlardandır.

3- İbnu Hacer: "Hz. Ömer (r.a.)'in korktuğu husus vukua gelmiştir. Zîra Haricîlerin büyük çoğunluğu ile bir kısım Mu'tezile, recmi inkar ettiler" der.

4- Recm cezası Hz. Peygamber tarafından erkek olan Maiz b. Malik el-Eslemî (r.a.), Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tevbe ve istiğfar et" buyurdu. Maiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Rasulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tesbit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi.
Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Rasulullah (s.a.v) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi"
(Muslim, Hudud, 22; eş-Şevkânî, Neylul-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd.).


Kadın olarak da Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Muslim, Hudud, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudud, II).
Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd (r.a)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir:
"Ey Halid! yavaş ol. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu" Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir (Muslim, Hudud, 23).

Keza, Yahudilerin murâcaatı üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v.) zinâ yapan bir Yahudi çiftine de recm tatbik eder.

5- Şarihler, "Hz. Ömer (r.a.)'in: "İnsanlar: "Ömer Allah'ın Kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini Kur'ân' ın sonuna yazardım" demesini, mübalağaya ve recmi tatbik etmeye teşvike hamlederler.
"Zîra, derler, âyetin lafzı neshedilse de mânası bakidir. Hz. Ömer gibi, fıkhı, ilmi yüce bir şahsiyetin lafzı neshedilen bir âyeti, Kur'ân-ı Kerim'e yazmaya kalkması düşünülemez."

Kur'ân-ı Kerim, Ashab'ın huzurunda, bugünkü haliyle ihtilafsız olarak cem'edilmiştir. Recm âyetinin Kur'ân-ı Kerim'e lafzen girmeyeceği hususunda icma vardır. Rasûlullah'a gelen vahiylerden bir kısmının lafzen, bir kısmının hükmen, bir kısmının hem lafzen ve hem de hükmen neshedildiği Ashab'ca bilinen bir husustur. Bu durumu açıklayan rivayetler gelmiş, ulema bunların değerlendirmesini yapmıştır. Daha önceki bahislerde, Rasûlullah'ın her Ramazan ayında, o zamana kadar inmiş olan âyetleri önce Cebrâil (aleyhisselam)'e, sonra da halka okuyarak "arza" yaptığını, Cebrâil'e okuyarak hatası, yanlışı varsa tashih ettirdiğini, halka okumakla da onların hatalarını düzelttiğini, işte bu arzalarda, lafzı neshedilen vahiylerin de Kur'ân-ı Kerim'den çıkarıldığını belirtmiştik. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ömrünün son Ramazan'ında arzayı iki sefer yapmıştır. Buna arza-i âhire denir.

6- Zinâ eden kadın ve erkek muhsan olduğu takdirde recm edilirler. Zinâ, itiraf veya beyyine ile sâbit olur.

İtiraf : Kişinin zinâ yaptığını kadıya gelip beyan etmesidir.

Beyyine: Şehâdeti makbul dört erkeğin veya sekiz kadının zinâya şahidlik yapmasıdır. Şahidlerin sayısı bu rakamdan aşağı düşerse zinâ suçu sübût bulmaz. Âlimler bu hususlarda ittifak ederler. Ancak itirafın sayısı ve şahidlerin sıfatları gibi bazı teferruatta ihtilâf vaki olmuştur. Sözgelimi Hanefîlerle Hanbelîler itirafın dört ayrı mecliste vaki olmasını şart koşarlar. İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre, kişinin zinâ yaptığını bir kere ikrar etmesi kâfidir, suç sübût bulur.

7- Gebelik zinâya delil olur mu?
Bu husus ihtilaflıdır.
Hz. Ömer (r.a.)'e göre, gebelik zinâya delildir, recme sebep olur. İmam Mâlik ve ashâbı da aynı kanaattedirler: "Kocası veya efendisi bilinmeyen bir kadın gebe olur ve zinâya icbar edildiği de bilinmezse, recmi gerekir. Ancak yabancı ise ve çocuğun kocasından veya efendisinden olduğunu söylerse beyanına itibar edilir" demişlerdir.
İmam Âzam, Şâfiî ve ulemânın cumhuruna göre, gebelik mutlak surette zinâya delil olmaz. Bu hususta, kadının kocası veya efendisi olmuş olmamış, kadın yerli veya yabancı olmuş, zinâya mecbur edildiğini söylemiş, söylememiş hüküm aynıdır. Beyyine olmadıkça veya itirafta bulunmadıkça recmedilemez. Zîra şer'î hadler şüphe ile ortadan kalkar ve sâkıt olur.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet