Aslında bir kibrit kafi gündüzleri tutuşturup,*
Gecenin gerdanına dizi dizi yıldızlar yapmaya.*
Hani sabahın boyu yetişse uzanıp öpecek alnından Ay’ı*
Bir de hep geç kalınmış ömrün son deminde gelmese ölüm*
Belki böylesi dar gelmez giyindiğimiz mutluluklar…
Mevsimlerin peşine takılıp da,*
Hüznü oradan oraya taşıyan yağmurlar gibiyim..*
Sıcak avuçlarda buhar olup göğe karışan*
Soğuk bakışlarda buz kesip anlamdan alabildiğine uzaklaşan…
Seni bekleyişimin adı yok,*
Hasreti çeke çeke uzaklara götüren çok vagonlu trenlerin de.*
Hani giden gider de, geçmişi kalır ya geride,*
Onu hep yaşlı gözlerle bekleyen.*
Zamanla dilindeki özlemi kırıverir zaman, en hassas yerinden
Çok geçmeden, çok geçiyor yokluğunun üzerinden,*
Haram saatler diziliyor boğazıma uzadıkça sensizlik,*
Tenhasına sere serpe uzandığım düşler de yetmiyor*
Yorgun arzularımı kışkırtmaya*
Verdiğim sözlere saklanmış militan kılıklı yalanlar yakayı ele veriyor bir bir*
Tutuklayıp aynalara hapsediyorum*
Sonra vicdanım delil yetersizliğinden serbest bırakıyor
Seni bekleyişimin adı yok,*
Dursun diye duvarlara çivilediğim zamanın da*
Payıma düşen yalnızlığın zirvesinde,*
Saçlarımla gizlice siyahını paylaşıyor gece.*
O zaman, bu şehir bir kez daha düşüyor gözümden*
Kalabalık kaldırımlarında adım adım eziliyor günahlarımın gölgesi
Sanki ben değildim külçe külçe acıların sahibi*
Ağır korkuların ezip yel değirmelerine verdiği*
Savrulmuş bedenimin, rüzgarında ölmeden dirildiği*
Sanki sen değildin bırakıp giden*
Üstüne üstlük hiç gelmemişken
Seni bekleyişimin adı yok,*
Kurulmamış kö
prülerden geçmeye çalışan benliğimin de*
Şiirlerim şahit olsun ki*
İki satır arasına sığmıyor yalnızlığım*
Ne nokta anlatabiliyor kararsızlığımı*
Ne de virgül koyabiliyorum yılların ardına*
Yenik düştü keşkelerim, oynadığım oyunlara*
Yine de teslim olmadım*
Ama sen, namluda hüzün*
Beni tam on ikiden vurdun*
Seni bekleyişimin adı yok
Gelmeyişinin de…!