Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Ekim 2016, 23:18   #1
Çevrimdışı
daiSy
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Seyircileri korkudan değil, gerçekten öldüren filmler




"Bu film beni ölümüne korkuttu!" Hangi filmden çıktıktan sonra böyle bir cümle kurdunuz? Bir dahaki sefer bunu söylediğinizde, şunu aklınızda tutun, sinema salonundan sağ salim ayrılabileceğiniz için şanslısınız. Çünkü bazı insanlar için filmin sonu, hayatlarının sonuyla eşdeğer. Hayır, güzel bir filmden sonra “Bu filmden sonra daha film izlemem.” diye hava atan tiplerden bahsetmiyoruz. Bu yazı, gerçekten bir daha film izleyemeyecek olan kişilerle ilgili. Daha açık ifade edersek sinema salonlarında hayata gözlerini yumanlar ile ilgili.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

The Conjuring 2 (2016)
The Conjuring serisi, etkileyici gişe gelirlerine yardım eden sözde “gerçek hayattaki gerçek insanların” öykülerene değindiği için ekstra korku verici. Ama 2016’nın The Conjuring 2’si Hindistan’daki film severler için biraz daha fazla korkunç olabilir. Times of India’da 17 Haziran 2016’da yayınlanan rapora göre, Tiruvannamalai’deki gösterimlerde kimliği belirsiz bir izleyici, filmin son sahnesinde vefat etmiş. Garip olansa asıl hikaye buradan sonra başlıyor. 65 yaşında bir erkek olarak tanımlanan seyirci, film boyunca göğüs ağrısı çekmekten şikayet ettiği belirtilmiş ve hastaneye götürülmüş. Doktorlar, onun hastaneye vardığı an ölü olduğunu duyurmuşlar. Bedeni, otopsi incelemeleri için başka bir hastaneye devredilmiş ancak adam asla oraya ulaşamamış. Kim olduğu belirlenemeyen bu adamın hikayesi belki de Conjuring serisinin yeni ilgi odağını oluşturacaktır, kim bilir?


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

The Twilight Saga: Eclipse (2010)
Pek çok insan, Twilight’i izlemek yerine ölmeyi tercih edeceklerini söylüyor. Fakat kaç kişi buna gerçekten cesaret etmiş olabilir ki? Bildiğimiz kadarıyla bir kişi. “Gerçekten intihar mı etmiş?” sorusu içinizden geçiyorsa gelen bu üzücü hikayeyi dinleyin ve karar verin. 23 yaşındaki Damian Anthony Smythe, 2010’un yaz aylarında Wellington, Yeni Zelanda’daki The Twilight Saga: Eclipse’nin gösterimine gizlice girdi. Film sonlanıp ışıklar yandığında ise Smythe, yanında bir litrelik boş viski şişesiyle tepkisiz bir halde bulundu. Adli tıbbın buldukları, aşağı yukarı beklediğiniz gibiydi, Smythe’nin alkol zehirlenmesinden ölmüştü. Otopsi raporunda ise “Çok genç bir insanın üzücü ve trajik kaybı” olarak tanımlanıyordu. Smythe’nin babası oğlunun, alkol problemi olduğunu ve rehabilitasyona girmesi için ikna etmeye çalıştığını söyledi. Ancak bu çabasının boşuna olduğu bilgisini gazetecilere verdi.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Avatar (2009)
James Cameron’un CGI teknolojisi ile yaratılan, 3 boyutlu destansı Avatar’ını görmeyen var mı? Görsel efektlerde çığır açan bu yapım, ne yazık ki Thailand’daki zavallı bir ruh için biraz faza büyüleyiciymiş. Kimliği belirlenememiş 42 yaşındaki bir adam, film sırasında rahatsızlanıp sinema salonundan hasta ayrılıyor. Tedavi görmek için gittiği acil odasına ulaştığı sırada ise şiddetli bir inmeyle bilincini yitiriyor ve 11 gün sonra ölüyor. Adamın yüksek tansiyonla bir geçmişi varmış ve doktorlar ölümünü, “Filmi anında yanan aşırı heyecanlanma” gerekçesi ile açıklıyor. Bu eleştirinin, genel seyirci kitlesi için olumlu mu olumsuz mu olduğundan emin değiliz. James Cameron ve ekibi bu filmi “heyecanlı” olsun diye yapmadılar mı? Muhakkak tek sebebi bu değildir ancak onun gibi bir sinemacı sunduğu şeyin “öldürücü düzeyde heyecanlı” olmasından haz duyacaktır.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

The Passion of The Christ (2004)
Mel Gibson'ın İncil’le ilgili destanı The Passion of The Christ, adının geçtiği her mecrada ilginç olaylarla anılan bir film olmuştur. Hz. İsa’nın yeniden dirilişi ve ölümü tasvir edilirken bazı seyircilere göre aşırıya kaçan kan ve şiddet öğeleri yine aynı kesim tarafından eleştirilmişti. Gerçi, filmi izlerken iki kişinin öldüğü göz önüne alındığında bu eleştirilerin haklı bir noktası olabilir. İlk hadise filmin, Şubat 2004’te Kansas'taki gösteriminde meydana gelmiş. 56 yaşındaki Peggy Scott, Hz İsa’nın çarmıha gerildiği sahnede ölümcül bir kalp krizi geçiriyor. Hem de bir yerel tv istasyonu konuşmacısı tarafından "filmin en duygusal sahnesi" diye tarif edilen anda. Manidar bir yorum… O sırada sinemada olan bir hemşire, Scott'u hayata döndürmeye çalışmış ancak çabaları hüsran ile sonuçlanıyor. Scott, yakınlardaki bir hastaneye götürüldüğünde çok ölmüş olduğu anlaşılıyor. Kader, bir ay sonra, cemaatiyle birlikte filmi izlemek için salon kiralayan 43 yaşındaki Brezilyalı bir papaz olan Jose Geraldo Soares için benzer şekilde işledi. Soares'in karısı, kocasının bilincini kaybettiğini fark etti. Peggy Scott'un ölümünde olduğu gibi bir sağlık personeli de şans eseri salondaydı. Ancak Soares'i kurtaramadılar. Bazıları Soares'in ölümü için filmin şiddet seviyesini suçlamakta çabuk davransalar da bir aile dostu bu suçlamaları kabul etmedi. Hatta onlara, şu sözlerle karşı çıktı: "Soares, eşinin yanında sakin bir şekilde film izliyordu."


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

The Creeping Unknown (1955)
Bir astronotun, dünyadaki herkesin yaşamını yok edecek kadar tehlikeli bir uzaylı virüsüyle dünyaya geri dönmesinin hikayesini anlatan film. 1956'da Amerika’da “The Creeping Unknown” başlığıyla yayınladı. Film o yılın Kasım ayının korku filmleri arasındaki yerini aldı. Doğruluğu kesin olmayan bir bilgiye göre de bu filmin “kurbanı” dokuz yaşındaki bir çocukmuş. Ana yolda atar damarı kesilmiş bir halde can çekişen çocuk, Illinois'teki gösterim sırasında ölmüş.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet