Konu: Kinayet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Mayıs 2023, 20:22   #76
Çevrimdışı
Schmiss
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)




Eğer yaşınız çift haneli rakamların ilk çeyreğindeyse, herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz. Bu yüzden ölümsüz gibi yaşar ve hata yapmamaya, yalan söylememeye, rol yapmamaya, elinizdekilere sahip çıkmaya çalışırsınız. Hayatın anlık olduğunu unutup korkularına yenik düşebilir bir insan o yaşta. Ve bu nedenle ağlamaktan çekinmez. Utanmadan, deyim yerindeyse hayvan gibi böğürerek çok içten ağlayabilir. Tüm bunları da, büyüyüp tam tersini yaptığında anlar, bir parça. O dönemlerde canınızı yakan bir şey olursa asla unutmazsınız. Korkularımızın, sevdiklerinizin, inandıklarımızın ve doğru bildiklerimizin büyük kısmını o yaşlarda ediniriz. Dikkatli bakarsanız, çoğu şeyin çocukken beyninize işlediğini fark edersiniz. Bugün bile anne karnındayken, klasik müzik dinleyip sakin ruhlu olacağına veya kimin fotoğrafına bakarsan çocuğun büyüyünce ona benzeyeceğine inanılır. “Yedide neyse yetmişte de odur” demelerinin büyük sebebi de budur.

Aradan neredeyse on üç yıl geçmesine rağmen dayımı suçladığım bir olay vardı. Düne kadar hâlâ suçluyordum. Hani yukarıda “Herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz” cümlesi var ya, o gerçek. Ben de köpeğimin öleceğine inanmıyordum. Hatta ileride benimle konuşacağını bile düşünüyordum. Öyle bir sevgi vardı ki aramızda, köpeğime sırlarımı veriyordum. Bir köpek, kafasını boynuna koyup, ön ayaklarını da boynuna sıkıca sarıp uyuyorsa, o küçük kafanın içindeki kocaman dünyanda yaşadığın şeyin tarifi olamaz. Bunun karşılığı da en fazla sırlarını paylaşmak olur zaten. Bizim ilk evimiz 750m²'lik kocaman bahçesi olan ve üç katlı bir evdi. İnanmazsınız belki ama o alana tüm yalnızlığım sığıyordu, hatta zamanla mahalleye taşıyordu. Bu zamanlarda bir köpeğimin olması demek, yalnızlığı yok etmek anlamına geliyordu benim için, anlayacağınız.

Peki, sahip olduğunuz ve size ait olduğuna inandığınız tek şeyin dayınız tarafından götürülmesi ne demektir, bilir misiniz?

Hayatım boyunca dayımı suçladım, ben. Bunu ona söylemekten de çekinmedim. Neler söyledim, bilseniz var ya. Bakın; emin olun, benim dayıma söylediğimi, Şeytan, Allah'a söylemiş olsaydı Araf (7/11-18) suresinde; cehennemin ateşini “Kün de yekün” diyerek değil, ilk önce kafasını alıp cennetin ayak basılmamış en tenha yerine kadar sürterek götürüp yakardı. Öyle şeyler dedim çocuk beynimle. Büyüyünce de değişmedi ne yazık ki.

Dayım, dayanamadı ve yeni bir köpek aldı. Ama olmadı. Hiç sevemedim onu.

Bizim ilçeye haftada bir pazar olurdu ve normalde alamadığımız şeyleri orada bulabilirdik. Benim çocukluk yaşlarımda en çok dinlenen sanatçılar İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay gibi arabesk yapanlar ve Ahmet Kaya'ydı. Ayrıca pop dinleyene farklı gözle bakılırdı. Neyse. Bir gün annemle gezerken pazarı, kasetçinin önünden geçtik. Annem arkada tezgahlara bakarken ben de kasetlere bakıyordum. Hani nasıl söyleyeyim, uzun zaman haber alamadığınız birinden mektup gelir ya, ya da ilkokulda en sevdiğiniz arkadaşınızı yolda görürsünüz falan... Anlayın işte. Kasetin üstünde DUMAN yazıyordu, altında da albüm ismi “Alışmam lazım” yazıyordu. Aradan üç yıl geçmiş, on üç bilemedin on bir yaşındayım ve köpeğim bana “Alış artık” diyordu. Köpeğimin adı Duman'dı, evet. Cebimde tam beş milyon vardı, hiç unutmuyorum. Ama kaset altı milyondu. Pazarcı amcaya “Beş milyonun var ama bu kaseti istiyorum” dedim, adam da “Bu kaseti zaten alan yok, al senin olsun” dedi. Aldım kaseti ve eve geldim. Taktım teybe, ikinci tarafın ilk parçasında çıkmıştı o şarkı ve bana “Belki alışman lazım, bu yalnızlığa...” diyordu. Dinledim. Sardırdım dinledim. Ağladım dinledim. Sürekli dinledim. Sonra taktım A tarafını, benim için en anlamlı parçayı dinledim. “Haberin yok, ölüyorum...” On bir yaşındayken birinin ölmesi, Mario oyununda bölüm sonunda tüm haklarının bitmesi gibi gelir. Ya da atari salonlarında jetonlarının bitmesidir. Yakartopta vurulmak, seksekte çizgiye basmak, körebede ebeye yakalanmak ve saklambaçta sobelenmektir. Yani oyundur ölüm.

Dayıma “Duman da ölmüş müdür?” diye sorduğumda “Hayvanlar ölmezler yeğenim, tür değiştirir, şimdi kuş olmuştur” gibi saçma bir teselli cümlesi söyledi. İşin tuhafı, inandım.

Ama o yaşların sonunda nefes problemi çekip ölümle burun buruna kalınca, aslında ölümün sadece filmlerde olmadığını anlamıştım. Cüneyt Arkın'ın oynadığı Battal Gazi filmleri de yalancıydı, Kartal Tibet'in oynadığı Tarkan filmleri de. Bu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım.

Ahmet Kaya, öldü dediklerinde bile kaset çıkartmıştı oysa! Fakat Duman'ın ölme fikri hiç inandırıcı gelmemişti. İnanmıyordum. Niye biliyor musunuz? Çünkü onu en son gördüğümde yaşıyordu.

Kuzenim askere gitmeden iki yıl önce anneanneme kolon kanseri teşhisi konuldu. Doktor, dayıma “Anneniz maksimum altı ay yaşar” dedi. Ama tam üç yıl yaşadı. İnanabiliyor musunuz? Tam üç yıl, bir insanın öleceğini bile bile onun gözünün içine bakarak gülmeye çalışmak nasıl bir şey düşünebiliyor musunuz? Peki, o altı aydan sonra nefesini kontrol etmeye çalışmayı bilir misiniz? Birine hem “Ölmeyeceksin” deyip, hem de öleceğini düşünüp kendini sürekli hazırlamak ne demek bilemezsiniz! Anneannem öldüğünde, dayım yoldaydı. Defin ederken oradaydı ve hiç ağlamadı. Sadece sustu. Akşamına da içti. Çünkü inanmıyordu öldüğüne. Sonra aradan üç ay geçti, kızı kollarında öldü. Annem, üç gün ağladı. Ben böyle bir ağlama görmedim. Ses tonu, Cem Adrian'ın Sarı Gelin türküsündeki ses oktavına birebir dönüşmüştü. Ben de o anda anlamıştım, hayatın kocaman bir sıfırdan ibaret olduğunu.

Yine dayıma, “Duman yaşıyor mudur dayı?” diye sordum gülerek. İstemsizce yaptım bunu. O da, kandıramayacağını anlayınca “Köpekler, en fazla on yıl yaşar yeğenim” dedi. “Bıraksaydın da on yıl yaşasaydı yanımda” diye çıkışır gibi oldum, “Yeğenim, ben o köpeği götürdüğümde dokuz yaşındaydı zaten” diye kesti sözümü. Sonra devam etti “Eğer bir şeyin öldüğünü gözlerinle görmezsen inanmazsın. O köpeği çok seviyordum. Ölürse geri gelmeyeceğini bilirdin, ama eğer götürürsem bu umutla yaşayabilirdin ki öyle de oldu. İkinci olanı seçtim. Ama bunu yaparken hayatın anlık olduğunu unuttum. Yine de keşke demiyorum. Diyemiyorum. Keşkeler geri gelmiyor maalesef. Bak bana, annem mı öldü, yoksa kızım mı karar veremiyorum. Dayımın mevzu açılınca ‘Rahmetli kızım, şöyle derdi’ şeklinde konuşurken, annem için aynını diyemiyorum...”

Dayım, köpeğimin öleceğini biliyordu. Ancak bir şeyi unutmuştu. Ben arabayla kaza yapınca bile araba sürmemeye yemin etmiştim. Yani eğer ölseydi köpeğim, bekli her şeyin bir gün yok olacağına inanırdım, şimdi ise hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Çünkü birileri gelip onu alacak zannediyorum. Korktuğum şeyin olma ihtimali, olmasından daha fazla üzüyormuş insanı. Çünkü birinde sürekli yaşıyorsun, diğerinde bir kere. Bu ölümden daha kötü... Ve maalesef, geri gelmeyeceğini bildiğim bir şeyi beklemeyi çok iyi öğrendim o yaşlarda. Öyle büyüdüm.

Anneannem kanser olduğunda Tarık Akan'ın filmini yaşıyorduk resmen. (Hani şu üç kardeşin konu alındığı film) Hatırlarsınız işte. O çocuğa nasıl davranıyorlarsa, biz de öyle davranıyorduk. Çocuk, “Öldüğümde bilyelerim senin olsun” demişti ya arkadaşına, benimki ölmeden olmuştu işte. Anlıyor musunuz? Dayım, annesi öldüğünde neden ağlamadı biliyor musunuz? Çünkü daha önceden, yani üç yıl önce kabullenmişti ölümünü. O günden beri inandırmıştı kendini. Ve ölünce de bedenini koydu toprağa. Ben de ağlamamıştım, Duman'ı götürdüğünde. Sinirlenmiştim. Belki sinirden gizli gizli... Yalnız umutlu. Ölmemişti ki benim için. Birazdan koşup gelecekti... Şu an ağlamak o kadar kolay ki. İçten içe de değil, ana bacı siber gibi. Olmuyor hâlâ. Kabullenmek bu kadar kolayken hem de!

Her neyse, ben, dayımı affettim. O çocuk kalan yerim de affetti. Çünkü öleceğini düşünmeden benimle büyüdüğünü zannettiğim köpeğim çoktan öldüğünü biliyorum artık. Belki gittiği ilk gün biliyordum, fakat buna gerçekten inanıyorum. Bakın elinizde kalanlara. Kaybedeceksin. Neyiniz varsa, ya aynı anda, ya da teker teker kaybedeceksiniz. Aynı gün, üst üste... Ama mutlaka!

Ben, mi?

Ben, sadece boşluğa bakıp umut etmeyi ve Asr süresinin ikinci ayetini haklı çıkarır gibi yaşamayı öğrenmişim bu geçen sürede. Hatırlayın, ne diyordu ayette:

“İnsan, ziyan içindedir. (103/2)”

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat