[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 31. Bölüm: Berrak’ın Yeni Dünyası: Sessizliğin Yankısı, Rüyanın Habercisi
Sabahın ilk ışıkları Süleyman’ın evinin penceresinden içeri süzülürken, Berrak sırt çantasını taktı. Cabir, insan suretinde, kapının önünde hazırdı. Melike saçlarını düzeltti, “İnşallah orada huzur bulur,” dedi.
Süleyman ise sessizce karşılık verdi:
“Bazı huzurlar, fırtınanın içindedir Melike.”
O sabah Berrak’ın hayatında yeni bir sayfa açılıyordu. Ama Süleyman biliyordu: her yeni başlangıç, bir imtihanın kapısını da aralar.
Okulun İlk Günü
Okul bahçesi çocuk kahkahalarıyla doluydu. Berrak, diğer çocukların arasında sessiz duruyordu; gözleriyle değil, kalbiyle hissediyordu her şeyi.
Öğretmeni Nazan Hanım, sınıfa ilk girdiğinde Berrak’ın gözlerine takıldı.
Bir an bakakaldı.
“Bu çocukta bir şey var…” dedi içinden. “Sanki dünyaya ait ama değil.”
Ders boyunca Berrak dikkatle dinliyordu ama zihni başka yerdeydi.
Sınıfın bir köşesinde, duvarın dibinde bir gölge kıpırdadı. Kimse fark etmedi, yalnızca Berrak’ın kalbi ürperdi.
O an gözlerini kapadı, içinden sessizce fısıldadı:
“Kimseye zarar verme…”
O günün sonunda Cabir onu almaya geldiğinde, yüzü biraz solgundu.
“Bir şey mi oldu küçük hanım?” diye sordu.
“Bir çocuk ağlıyordu Cabir amca. Ama kimse duymadı. Ben duydum…”
Cabir başını eğdi, sesi ciddileşti:
“Bu okulda saf olmayan bir enerji dolaşıyor. Efendine söylemeliyim.”
Süleyman’ın Günleri
O sırada Süleyman, çevresinde birkaç kolay musallat vakasını çözüyordu.
Bir evde geceleri ağlayan bir bebek sesi, bir başka evde duvardan gelen uğultular, bir diğerinde kendi kendine hareket eden eşyalar…
Süleyman sabırla hepsini dua ve ilimle çözdü.
Sabur, her dönüşte aynı şeyi söylüyordu:
“Efendim, bu işler artık kolaylaştı.”
Süleyman ise gülümseyerek karşılık verirdi:
“Kolaylaşmadı Sabur, biz alıştık sadece.”
Ama her vakadan sonra kalbinde aynı soru yankılanıyordu:
“Bir gün bana bir şey olursa… bu ilim kimde kalacak?”
Gece ve Rüya
Yatsı namazından sonra Süleyman dua seccadesinde diz çöktü.
“Ya Rab,” dedi, “kudretini insanlara ulaştıracak bir el gerek.
Bir gün ben olmazsam, bu ilmi kim taşıyacak?”
Ellerini yüzüne sürdü, gözleri yavaşça kapandı.
Uykuya daldığında kendini ışıktan bir boşlukta buldu.
Göğün ve yerin arasında, zamanın olmadığı bir yerde yürüyordu.
Bir yanda kızı Berrak vardı; etrafı bembeyaz bir nurla çevriliydi.
Ama o sırada başka bir siluet belirdi.
Bir erkek figürü… yüzü belli değildi ama içinden yayılan huzur tanıdıktı.
Süleyman adım atmak istedi ama ayakları ağırlaştı.
Rüyanın içinden yankılanan bir ses işitti:
“Emanet, bekleyene değil… hazır olana verilir.”
Uyandığında alnı ter içindeydi.
Sabur hemen içeri girdi.
“Efendim, kötü bir şey mi oldu?”
Süleyman derin bir nefes aldı.
“Hayır Sabur. Ama kader bir kapı daha açtı.”
Pencereye yürüdü, dışarıda sabah ezanının yankısı duyuluyordu.
“Bir gün o kişiyi bulacağım,” dedi kendi kendine.
“Ya kaderim olacak… ya ardımda bırakacağım bir miras.”
Ve o an, Berzah’ın rüzgârı camın kenarından süzüldü;
Berrak, kendi rüyasında aynı rüzgârı hissetti.Ve ürpererek uyandı.