Tekil Mesaj gösterimi
Alt 31 Ekim 2025, 20:16   #1
Çevrimiçi
Tanem Doğrulanmış Üye
~ TeFeCi’nin KıZı ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Karanlıkları Aydınlatan Hüddâm Süleyman – 85. Bölüm: İfritlerin İntikam Planı Ve Berzah’ın Savaş Çağrısı




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



Sabur sabahın en sessiz saatlerinde, Berzah âleminin soğuk sisini üzerinden henüz atamamış bir hâlde Süleyman’ın odasına girdi. Hava, seherin ilk dualarıyla doluydu; serin, sessiz ve kutsal bir hâl. Süleyman, sabah namazına kalkmak üzere yeni uyanmıştı; yüzünde uykudan kalma dinginlik, gözlerinde ise her zamanki dikkatli ve keskin ışık vardı. Sabur’un yüzündeki endişeyi görünce, derin bir sezdirmeyle bir şeylerin yolunda gitmediğini anladı.

Sabur başını eğdi, sesi ağır ve kararlıydı:
“Efendim… Berzah âleminden gelirken duyduklarım beni derinden sarstı. Dün kurtardığınız Hülya… Ona musallat olan ifrit, Zuzula kabilesindendi. Ama yalnız değildi. Siz o gece birini yaktınız; ikizi kurtulmuş, kabilesine dönmüş. Hem kendi kabilesine hem de Yakaza kabilesine sizin hâlâ yaşadığınızı anlatmış. Şimdi iki kabile birden savaş için hazırlanıyorlar.”

Süleyman sessizce doğruldu, yüzüne su serpti, ardından abdestini tamamlayıp namazını kıldı. Namazını bitirip diz çöktüğünde gözlerini Sabur’a dikti.
“Sabur,” dedi, sesi hem sakin hem keskin. “Bu savaş bir imtihan olacak. Allah’ın izni olmadan hiç kimse bize zarar veremez. Ama hazırlık yapacağız.”

Sabur başını salladı; o kıpkırmızı gözleri kararlılıkla parladı.
“Berzah padişahı Mürre ile görüştüm, efendim. Bütün Müslüman cin ordusu yanımızda olacak. Ne kadar askeri varsa desteğe hazır. Ama önce burayı korumalıyız; ev, köy, insanlar… Savunma hattını kuracağız.”

Süleyman derin bir nefes aldı, sessizlik içinde gözlerini Sabur’un gözlerine dikti.
“Güzel,” dedi ağır bir sesle. “Ama şimdilik kimseye söyleme. Özellikle evdekilere… Melike ve Berrak’ın kalbine korku düşürmek istemem. Asaf dışında kimse bilmemeli. Zamanı gelince hepsine açıklayacağım. Biz hazır olacağız, ama sessiz olacağız.”

Sabur başını eğdi:
“Emredersiniz efendim.”
Gözlerinde hem saygı hem de anlayışın sessiz ışığı parladı. Ardından sessizce odadan ayrıldı; geride Süleyman’ın içindeki yaklaşan fırtınanın yankısı kaldı.



Koridorda ilerleyen Sabur, evin hâlâ sabahın ilk ışıklarıyla sessiz olduğunu fark etti. Melike ve Berrak hâlâ uyuyordu. Kapının önünde kısa bir süre durdu, hafifçe tıklattı. Asaf hemen uyanmıştı; babasının yanından gelen sesin sıradan olmadığını anlamıştı.

Sabur içeri girdi; sesi alçaktı ama ciddiyetini gizlemiyordu:
“Asaf, Süleyman efendimin emri var. Savaş yaklaşıyor. Ama evdekilerin bundan haberi olmayacak. Onların kalbine korku düşürmek istemiyoruz. Sen hazırlıklı olacaksın ama sessiz kal.”

Asaf doğruldu, gözlerindeki uykusuzluk yerini sert bir kararlılığa bıraktı.
“Anladım,” dedi sakin ama net. “Bu savaş bizim kaderimizse, ben hazırım.”

Sabur başını eğdi, gözlerinde ciddi bir ışık parladı:
“Hazır olun efendim. Üç gün sürecek bir fırtına yaklaşıyor.”

Asaf sessizce başını salladı. Artık sadece babasının oğlu değil, Hüddâmlık yolunda derin, sakin ve emin adımlarla ilerleyen bir gençti. Sözlere gerek yoktu; gözlerindeki kararlılığın kıvılcımları yanmıştı.

Süleyman, Melike ve Berrak’ı güvenlikleri için Berzah âlemine gönderdi. Orada, Müslüman cinlerin koruyucu güçleriyle çevrilmiş, tamamen güvende olacaklardı. Artık evdekiler için tehlike yoktu; gözleri rahat, kalpleri huzurluydu. Savaş günü gelmişti; tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Sabur, Asaf, Hamza ve Müslüman cin askerleri son kontrollerini yaptı; fırtına kapıdaydı.



Birinci Gün – İlk Çarpışma

Sabahın erken ışıkları, köyün etrafındaki ağaçlık ve tarlalara soluk bir parıltı düşürüyordu. Süleyman, zırhının ağırlığını hissederek avluda durdu; mühürden yayılan altın ışık gölgelerin arasına sinmişti. Sabur, Asaf ve Hamza yanındaydı; Müslüman cin askerleri görünmez hatlarda sessizce bekliyordu.

Uzaktan ağaçların arasından yükselen tiz çığlıklar ve gölge hareketleri, düşmanın yaklaştığını haber veriyordu. Zuzula ve Yakaza kabileleri ilk dalgayı gönderiyordu; gölgeler hızla köyü sardı.

Süleyman derin bir nefes aldı ve dua ile mühürü aktive etti:
“Bismillah… Evimiz, köyümüz ve masumlar için!”

Mührün altın ışığı, saldırgan ifritlerin ilk dalgasını püskürttü; bazıları geri çekildi, bazıları parçalanmış gölgeler hâlinde yok oldu. Ama sayı fazlaydı; ilk çarpışma kanlı ve acımasız geçti.

Sabur ön safta duruyor, kılıcı nur gibi parlıyor, dua ile her darbeyi güçlendiriyordu. Bir grup gölge ifrit köyün batı kanadına sızmaya çalıştı; Sabur onları görünmez bir engelle durdurdu. Hamza, evin etrafında koruma halkalarını yenileyerek sızmaları engelledi.

Asaf, babasının yanında genç ama kararlıydı. Sadece savunmakla kalmadı; yaralanan birkaç Müslüman cin askere destek verdi. Göğsüne bir darbe geldi; acıyı hissetti ama geri çekilmedi. Gözleri kararlılıkla parlıyordu; artık babasının yolunda yürüyen bir savaşçıydı.

Gün ilerledikçe çatışma yoğunlaştı. Düşman ifritlerden birkaç kişi şehit düştü; Müslüman cinlerden de kayıplar verildi. Sabur’un omzu yaralanmış, Hamza enerji kaybı nedeniyle yorgun düşmüş, birkaç asker şehit olmuştu. Ev ve köy koruma mühürleri sayesinde siviller güvendeydi; Melike ve Berrak hâlâ görünmez kubbede korunuyordu.

Akşam çöktüğünde, ilk günün son dalgaları püskürtülmüştü. Gökyüzü kırmızı ve gri tonlara bürünmüş, çatışmanın izi toprağa ve ağaçlara sinmişti. Şehitler için sessiz bir tören düzenlendi; Süleyman diz çöküp dua etti:
“Askerlerimiz ve masumlar için… Allah kabul etsin.”

Sabur, Asaf ve Hamza, yorgun ama kararlı şekilde saf tuttular. Daha iki gün vardı; fırtına hâlâ kapıdaydı.

İkinci Gün – Kızışma ve Kayıplar

Sabahın ilk ışıkları köyün etrafını yeniden sessizliğe bürüdü. Bu sessizlik, fırtınadan önceki gerilim gibiydi; ağaçlar hafif rüzgarla hışırtı çıkarıyor, gölgeler yavaşça uzuyordu. Süleyman, zırhını kuşanmış, elinde Mühr-ü Berzah ile avluda duruyordu. Yanında Sabur, Asaf ve Hamza hazırdı; Müslüman cin askerleri görünmez hatlarda sessiz bekleyişlerini sürdürüyor, nefeslerini tutmuş gibiydiler.

Ufukta düşmanın gölgeleri yeniden hareketlendi. Zuzula ve Yakaza kabileleri, ilk gün yaşadıkları kayıpların öfkesini taşıyarak ikinci dalgayı göndermeye başlamıştı. Bu dalga daha organize, daha vahşi ve ölümcül bir planla saldırıyordu; ifritlerin hareketleri karanlığın kendisi gibiydi, hız ve güçleri insan aklının sınırlarını zorluyordu.

Süleyman derin bir nefes aldı ve mühürü dua ile aktive etti:
“Bismillah… Masumlar ve adalet için!”

Mührün altın ışığı düşman dalgalarını karşılamak üzere yayıldı. Ancak ikinci günün çatışması çok daha kanlı geçti. Müslüman cin askerlerinden bazıları ağır yaralandı; bazıları şehit düştü. Sabur ön safta kılıcıyla düşmanları püskürtüyor, yanındaki askerlere dua ile güç veriyordu. Hamza, koruma halkalarını güçlendirdi, fakat büyü saldırılarından gelen enerji darbeleri onu yıpratıyordu.

Asaf, babasının yanında savaşırken bir ifritin darbesiyle göğsünden yaralandı. Dizleri hafifçe titredi ama yere düşmemek için kendini zorladı; acıyı hissetti ama geri çekilmedi. Artık bir savaşçının sorumluluğunu taşıyordu; gözleri hem kararlılık hem de endişe doluydu.

Gün boyunca çatışmalar devam etti. Bazı Müslüman cin askerleri şehit düştü; düşmanın kayıpları da artıyordu. Zuzula ve Yakaza kabileleri hem intikam hem de üstünlük arzusu ile saldırıyordu. Süleyman, her darbeyi mühür ve dua ile savuşturuyor, askerlerini cesaretle yönlendiriyordu.

Öğleye doğru çatışma köyün kenarlarına taşındı. Sabur’un omzu açılan bir yaradan dolayı kanamaya başladı; Hamza enerji kaybı nedeniyle neredeyse bayılacak hâle gelmişti. Asaf, babasının yanında kalmaya devam etti; küçük stratejik müdahalelerle askerlerin güvenliğini sağladı.

Akşam üstü geldiğinde, ikinci günün yorgunluğu herkesin üzerine çökmüştü. Kaybedilenler için sessiz bir an düzenlendi; gözyaşları ve dualar birbirine karıştı. Süleyman diz çökerek dua etti:
“Allah’ım… Bizleri affet ve bize güç ver. Masumlar ve adalet için savaşmamıza izin ver.”

Gece çökmeden önce köy hâlâ güvenliydi. Melike ve Berrak, Berzah âleminde tamamen korunmuştu. Üçüncü gün, kaderi belirleyecek ve hem kayıplar hem de zafer netleşecekti.



Üçüncü Gün – Son Karar ve Zafer

Sabahın ilk ışıkları köyü kırmızı ve altın tonlarla boyuyordu; gökyüzü sanki yaklaşan son çarpışmayı hissediyor gibiydi. Süleyman, zırhını kuşanmış, elinde Mühr-ü Berzah ile avluda duruyordu. Sabur, Asaf ve Hamza yanında; Müslüman cin askerleri görünmez hatlar boyunca sessiz ve ölümcül bir kararlılıkla saf tuttu.

Zuzula ve Yakaza kabileleri, son güçlerini toplayarak köyü sardı. Bu dalga önceki günlerden çok daha vahşi, planlı ve acımasızdı. Her hareketleri ölümün kendisi gibiydi; sayıca fazlaydılar ve öfke içindeydiler.

Süleyman derin bir nefes aldı ve mühürü dua ile aktive etti:
“Bismillah… Masumlar ve adalet için!”

Mührün altın ışığı güçlü bir enerji duvarı oluşturdu; düşman karşısında yavaşlamadan ilerledi. Ancak sayıca fazlaydılar; gölgeler hızla çarpışma hattına dalıyor, bazı ifritler Müslüman cin askerlerini parçalıyordu.

Sabur ön safta savaşırken kılıcıyla düşmanları püskürttü; Hamza koruma halkalarını son gücüyle yeniledi. Asaf, babasının yanında cesurca savaşırken, iki ifritin aynı anda saldırısına maruz kaldı. Göğsünden aldığı darbeler onu kısa süreliğine sersemletti; acıyı hissetti ama geri çekilmedi. Sabur ve Süleyman hemen müdahale etti; genç savaşçı tekrar ayağa kalktı. Gözlerindeki kararlılık artık alevlenmiş, Hüddâmlık yolunun sorumluluğunu tüm gücüyle omuzlamıştı.

Öğle ve ikindi arasındaki saatler, savaşın en kanlı bölümüydü. Zuzula ve Yakaza kabilelerinden sayısız ifrit öldü; kayıplar büyük oldu. Gün batarken son büyük dalga geldi; Süleyman, Sabur, Asaf ve Hamza birleşik güçlerini düşmana yönlendirdi. Dua, mühür ve kılıç bir araya geldi; ışık ve enerji dalgaları düşmanı geri püskürttü. Son ifritler parçalandı, gölgeler dağıldı; düşman kaçtı, hayatta kalanlar geri çekildi.

Savaş sona erdiğinde meydan sessizdi. Gökyüzü kırmızı ve gri tonlarla karışmış, çatışmanın izi toprağa, ağaçlara ve taşlara sinmişti. Süleyman diz çöküp şehitler için dua etti:
“Allah’ım… Masumları koruduğun için şükürler olsun. Şehitlerimiz için merhametini esirgeme. Bize sabır ve güç ver.”

Sabur, Hamza ve Asaf, yaralı ve yorgun ama hayatta kalmış olarak saf tuttular. Kaybedilenler için kısa bir tören düzenlendi; her şehit için dua edildi, isimler anıldı.

Melike ve Berrak, Berzah âleminde güven içinde bekliyor, savaşın sonuçlarını gözlemliyordu. Ev ve köy hâlâ korunmuştu; Süleyman’ın stratejisi ve Müslüman cinlerin desteği sayesinde masumlar zarar görmemişti.

Süleyman, yorgun ama gururlu bir şekilde ayağa kalktı. Asaf’a baktı; gözlerindeki ateşi gördü ve sessizce başını salladı. Genç Hüddâm artık sadece babasının oğlu değil, kendi yolunu cesurca çizen bir savaşçıydı.

Süleyman, savaşın yorgunluğu ve gerilimiyle Asaf’a yaklaştı. Gözleri derin bir güven ve gururla parlıyordu.
“Evlat,” dedi yavaşça, sesi hem yorgun hem sakin, “eğer bir gün bana gerçekten bir şey olursa, şimdi bir kez daha anladım… Gözüm arkada kalmayacak. Allah yolunda yürüyen bir evlat yetiştirmişim; merhameti, cesareti ve adaletiyle… Sen, benim gurur kaynağımsın.”

Asaf, babasının sözlerini sessizce dinledi; gözlerinde hem duygusal bir sıcaklık hem de kararlılık parladı. Artık sadece bir savaşçı değil, babasının yolunda yürüyen bir Hüddâm olarak kendi sorumluluğunu tam anlamıyla omuzlamıştı.

__________________
''Zamanın Eli Değdi Bize
Artık Aynı Değiliz
İkimiz de''


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.

Konu Tanem tarafından (31 Ekim 2025 Saat 20:35 ) değiştirilmiştir.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet bizimmekan reklamver