Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Mart 2006, 06:18   #6
Çevrimdışı
hitman
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)



SHAKESPEARE VE KÜLTÜR BİRİKİMİ

Rönesans İngiltere’sinde Toplumsal Enerjinin Dolaşımı

[Stephen Greenblatt]



Shakespeare ve Eksorsistler (Şeytan Kovucular)



1585 baharı ile 1586 yazı arasında, Cizvit William Weston’ın, diğer adıyla Edmunds Baba’nın yönetimindeki bir grup İngiliz Katolik rahip, çoğunlukla kiliseye girmeyi reddeden bir beyefendi olan Denham, Buckinghamshire’dan Sir George Peckham’ın evinde bir dizi görülmeye değer şeytan kovma ayinleri düzenlediler. Bu rahipler yasal haklarından yoksun bırakıldılar -1585’teki bir yasa ile bir Cizvitin veya din eğitimi eren bir rahibin İngiltere’deki varlığı bile devlete ihanet anlamına geliyordu- ve onları koruyanlar, ölümle cezalandıralibecek bir suçla yargılanıyordu. Yine de bu ayinler, gizli oldukları halde, büyük kalabalıkları, neredeyse yüzlerce insanı cezbetmişti ve yüzlercesi daha bundan haerdar olmalıydı. 1603’te, bu işin içinde olanların yakalanıp cezalandırılmasından çok sonra, o zaman vaizlikten Londra piskoposluğuna geçen Samuel Harnsnett, şeytanların etkisi altındaki dört kişi ile bir rahipten alınmış yeminli ifadelere dayanarak, bu olayların ayrıntılı bir anlatımını yazdı. Onsekizinci yüzyıldan beri Shakespeare’in Kral Lear’ı yazdığı sıralarda Harnsnett’in kitabı olan A Declaration of Egregious Popish Impostures’u [Çirkin Katolik Hilelerin Açıklaması] okumakta olduğu biliniyordu.

Bu iki metin arasındaki ilişki, toplumsal enerjinin kurumsal müzakere ve değiş tokuşun sıradışı bir berraklık ile kesinlikle gözümüze çarpmasını sağlar. Kral Lear ile A Declaration of Egregious popish Impostures arasındaki bağ asırlardır biliniyordu, ama bu bilgi neredeyse tamamen durgun, kaynak çalışmalarının geleneksel dindarlıkları içinde kilitli kalmıştır. Bize anlatıldığına göre Shakespeare, Harsnett’ten, tımarhane dilencisi Zavallı Tom olarak kılık değiştiren Edgar’ın kendisine hükmettiklerini öne sürdüğü çirkin şeytanların isimlerini ödünç almıştır. Oyun yazarı, Harsnett’ten delilik dilinden bazı sözcükler, cehenneme ilişkin pek çok nitelik ve bir miktar renkli sıfat da almıştır. Bunlar ve diğer olası ödünç almalar özenle belirlenmiş, ama bunların önemine ilişkin soru yakın zamana kadar yanıtlanmamakla kalmamış, aynı zamanda hiç sorulmamıştır da. Uzun süre boyunca yazınsal kaynaklar için geçerli olan model (aslında eski tarihselcilik ile yeni eleştiri arasında bölüştürülen model), böyle bir sorunun önünü kesmiştir. Yalnız bir deha tarafından üretilmiş olan bağımsız, kendine yeten ve çıkarcı olmayan bir sanat çalışması Kral Lear’ın kaynaklarında sadece rastlantısal bir ilişki vardır: sanatçının şekillendirmiş olduğu “ham malzeme”yi bir an için görmemizi sağlarlar. Bu “malzeme”nin ciddiye alındığı kadar, bu çalışmanın “tarihsel geçmişi”nin -tarihi; dekoratif bir düzenleme ya da kullanışlı, iyi aydınlatılmış bir güvercin yuvasına indirgeyen bir deyim- bir parçasıdır. Ancak bu modelin temelinde farklılaşmalar bir kez parçalanmaya başlarsa, kaynak çalışması kendi karakterini değiştirmeye zorlanır: tarih, sarsılmaz bir karşı şov veya sarsılmaz bir geçmiş olarak, edebi metinlerle karşılaştırılamaz ve bu metinlerin koruyucu yalıtımı onların başka metinlerle karşılıklı ilişkisi ve dolayısıyla sınırlarının geçirgenliği fikrine yol açar. “Kedimle oynarken”, diye yazar Montaigne, “benim onun için bir eğlence olmadığımı kim bilebilir, onun benim için olduğu gibi?” Shakespeare Harsnett’ten ödünç alırken; Harsnett’in Shakespeare’in geri aldığı şeyi zaten Shakespeare’in tiyatrosundan, derin anlamda, ödünç almamış olduğunu kim bilebilir? Bu ödünç almalarla kimin çıkarlarına hizmet edilir? Ve bu değişim sayesinde üretilen daha geniş kültürel bir metin var mıdır?

Bu tarz sorular, en azından benim için, kökten kararsızlığın, ‘zirve’sine [‘O altituda!’] varmaz. Bunlar daha çok, hem Kral Lear’ın hem de Harsnett’in Declaration’ının içinde gömülü olduğu kurumsal stratejilerin keşfine doğru yol gösterir. Ben, bu stratejilerin onaltıncı yüzyıl sonralı ile onyedinci yüzyıl başları İngiltere’sinde, toplumun önemli değerlerini yeniden tanımlamak için yapılan güçlü ve sürekli çekişmenin parçası olduklarını öneriyorum. Böyle bir yeniden-tanımlama; yönetici seçkin sınıfın kendi dünyalarını kurmakta kullandıkları ve halkın büyük bölümüne zorla kabul ettirmeye çalıştıkları kavramsal kategorileri yeniden gözden geçirilerek, yürürlükte olan yargı ve hareket standartlarının başka türlü şekillendirilmesini gerektiriyordu. Ölüm saçan bir iç savaşla sonuçlanan bu çekişmenin özünde, kutsal olanın tanımı -hem laik, hem de dini kurumları doğrudan içine alan bir tanım- vardı, çünkü devletin meşruluğu açıkça bir kutsallık ölçümü üzerinde hak iddiasına dayanıyordu. Kutsal olan nedir? Bunun sınırlarını kim belirler ve güvenceye alır? Halk kutsal otorite üzerine meşru ve gayri meşru hak iddialarını nasıl ayırt edebilir? Erken dönem modern İngiltere’sinde, asıl otorite dağılımı için ayrışan seçkin kişiler arasındaki rekabet karakteristik olarak sadece meclis içinde gruplaşmalarda değil, dinsel doktrin ve uygulama üzerine tatdsız çekişmelerde de ifade ediliyordu.

Harsnett’in Declaration’ı böyle bir çekişmede bir silahtı; rekabetçi karizmanın ceplerini boşaltarak, birbiriyle yarışan dinsel otoriteleri bertaraf etmek için, devlet tarafından resmen tanınmış ve desteklenmiş İngiltere Kilisesi’nin girişimiydi. Karizma (Edward Shils’in deyimiyle “dehşet uyandıran merkezcilik”), meşruluğun, otoritenin ve kutsallığın en yüce, yaşamsal kaynaklarıyla doğrudan ilişki kurmak için “sıradışı” olanın topraklarına, sıradan olanı sızdırma duygusudur. Eksorsizm asırlar boyunca bu karizmanın Latin Hıristiyanlığındaki en üstün görünümlerinden biriydi: “Şeytan tarafından hükmedilen iyileştirilmesinde”, diye yazar Peter Brown, “azizlerin ‘praesentia’sının [varlıklarının] güvenilir bir kesinlikle kaydedilmiş olduğuna inanılmış ve güçleri, ‘potentia’ları [gizli güçleri], tam anlamıyla ve güven tazeleyecek şekilde gösterilmiştir.” Güven tazeleyicilik, yani, sadece (hatta öncelikle) şeytanların etkisi altında olanlar için değil; aynı zamanda bu ayine tanık olan ve doğrusu, gözyaşları ve duaları şükürleriyle buna katılan insanlar topluluğu için de geçerlidir. Çünkü, sanatını çoğunlukla ülkenin karanlık köşelerinde, uzak kırlardaki köylerde ve ıssık kulübelerde icra eden sihirbazdan farklı bir şekilde; karizmatik iyileştirici bir seyirci kitlesine bağımlıydı: Ortaçağın ve erken rönesansın büyük şeytan kovma ayinleri şehirlerin merkezlerinde, izleyicilerle dolup taşan kiliselerde yapılmıştır.

Dominikan tarikatından olan eksorsist [şeytan kovucu] Sebastian Michaelis onyedinci yüzyıl başlarında Aix-en Provence’de yürütmüş olduğu bir dizi ayin hakkında şöyle yazar: “Büyük topluluklar her gün oraya üşüşüyordu”; ve izleyicilerin tanık oldukları şeyden çok etkilendiklerini öne sürer. Bu yüzden, örneğin genç rahibe Louise’in bedeninden, şeytan Verrine’nin “büyük ve korkunç çığlıklarla”, kiliseye karşı çıkanların ve günahkârların “sonsuza dek, sonsuza dek, sonsuza dek, sonsuza dek, sonsuza dek” Tanrının görünüşünden yoksun bırakılacaklarını haykırmıştır. İzleyiciler bu kelimelerden “aniden öyle korktular” ki “işledikleri suçları hatırlamaya başladıklarında, gözyaşları sel gibi boşaldı.”

Ciltlerce anlatımın bildirdiği gibi, o zaman, şeytan kovma ayinleri gerçek inancın gücüne doğru ilerleyen kanıt belgeleriydi. Ama onaltıncı yüzyıl sonlarına doğru ilerleyen kanıt belgeleriydi. Ama onaltıncı yüzyıl sonlarına doğru Protestan İngiltere’de eksorsistlerin ne ‘varlığı’ [praesentia] ne de ‘yetkesi [potetia] dinsel otoriteler için güven tazeliyordu; ve Anglikan kilisesi kentsel kitleleri, iyi örnek olma değeri kabul edilmeyen bir manzaraya mazur bırakmayı hiç arzulamıyordu. Şeytanın kendisinden zorla alınmış etkileyici kanıt belgeleri -Bakire’nin övgüsü, Komünyon (ekmek ve şarap ayini) önündeki dehşet, papanın otoritesinin onaylanmas- şimdi hem hileli hem de haince görünüyordu; ve tehlike, Katolik bir iyileştiriciden değil, inatla uyum sağlamayan bir Protestandan geldiği zaman büyüktü. Bu ikinci; bakire’nin gücü için ayinler düzenlememiş olmasına rağmen -Protestan bir şeytan çıkarma ayininde birisi Mary’nin adını çağrıştırmaya çalıştığı zaman, onun gözetimindeki eksorsist kendisini sert bir şekilde azarlamıştır, “çünkü Cennet altında, kurtuluşa meydan okumamıza yardımcı olabilecek bir başka isim yoktur; ‘İsa’nın adı dışında” -orucun ve duanın gücünü artıracak bu gücün devlet himayesinde ve kiliseye ait bir hiyerarşiye bağımlı olmadığını açığa kavuşturmuştur. Bu otoriteler katedralleri böyle bir fesatlığa karşı kolaylıkla kapatabilirdi, ama şehirden uzakta gizlenmiş özel evlerdeki nispeten küçük topluluklar bile bir tehdit unsuru olmaya başlamışlardı.

Declaration’da Harsnett özellikle cizvitler tarafından uygulanan eksorsizme saldırır, ama daha önce aynı hamleleri Püriten bir eksorsiste yöneltmişti. Ve bunu, tahmin edebileceğimiz gibi, Anglikan kilisesinin uygulaması üzerine bir vurgunculuk iddiası için değil, eksorsizmin kendisini bir sahtekârlık olarak göstermek için yapar. Devletçe tanınan, dinsel ve laik otorite adına, Harsnett şeytan kovma ayinlerinde salıverilen karizmanın büyük, püsküren sıcak su kaynaklarını kalıcı olarak kapatmayı diler. Tinsel ‘potentia’ bundan böyle; mutlak karizmatik otoritenin tek meşru sahibi olan kralın, yani İngiltere’deki kilisenin Yüce Başkanı’nın, en üst noktasında oturduğu Anglikan hiyerarşisinin tamamına, daha fazla ılımlılık ve egemenlikle dağıtılacaktır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet