Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Mart 2006, 06:28   #21
Çevrimdışı
hitman
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)



VENEDİK TACİRİ

[William Shakespeare]

VENEDİK TACİRİ ÜZERİNE


Shakespeare’i tetkik edeler eserlerini başlıca dört devreye ayırırlar. Bu devrin dramatik olgunluk bakımından olduğu kadar lisan cihetinden de birtakım hususi vasıfları vardır. Hamlet’in sırrına eren, Macbeth’in zehrini tadan, Lear’in kahrını duyan dinleyiciler, Yanlışlıklar Komedisi’ni, Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nı, On İkinci Gece’yi görünce irkiliyor, aktörün, rejisörün Shakespeare’i anlıyamadığını, o büyük sanatkârı yaşatamadığını iddiaya kalkıyor. On İkinci Gece’nin bizde ilk temsilinde, yanımdaki locayı dolduran seyirciler, “Shakespeare böyle mi oynanır? Bu ne saçma şey? Orta oyunu mu bu?” diye oynanan oyunu bir türlü beğenemiyor, yüksek felsefi sözlü Şair Shakespeare’in bu eserde bu kadar hafif olabileceğini bir türlü aklına sığdıramıyor, Olivia’da Lady Macbeth’in ihtirasını, Malvolio’da Polonius’un bunak felsefecisini, Sir Toby’da Kral Lear’in inadını bulamadıkları için kabahati aktöre, rejisöre, hattâ belki de mütercime yüklüyorlardı.

Buna benzer sözleri, Şarkın, hele bilhassa garbın kültüriyle bağdaşmış, tiyatro edebiyatiyle az çok temasa gelmiş münevverlerimizin birçoğundan duydum. Yunan klâsiklerinin kaidelerini bellemiş, Fransız üslûpçularının zaman mekân vahdetine bel bağlamış kimseler Shakespeare’in bütün ağlardan kurtulmuş kendi âleminde, kendi dünyasında, kendi hakliyle haşir neşir olan, şimdi felsefenin en yüksek şâhikalarına çıkan, şimdi cehaletin en âdi emeklemelerini önümüze döken, şimdi bir deliyi, şimdi bir katili, şimdi bir küstahı dile getiren, coğrafyanın sınırlarını keyfine göre bir kalemde değiştiren, tarihin dünyayı kasıp kavuran simalarına hükmeden Shakespeare’in sırrına eremezler.



Onun her sözünü, her hecesini inceliye inceliye kılı kırk yaran şanlı şöhretli âlimlerden acaba hangisi düşünüşünün içini kavrıyabilmiştir? O âlim değil ki göziyle tetkik edilsin, onun ruhunu, ancak sanatını duyabilen anlar. Cünlelerini eksik zannedip tamamlamak için ömür tüketenler o yanlışları kasden yaptığını niçin aklına getirmezler? Launcelot gibi her işittiğini öğrenip yerli yersiz sarf eden papağan hevesli bir soytarıdan retorik hocasının belâgatini istemeye en hakkımız var? Yanlış Shakespeare’in değil, Launcelot’un; eğer Launcelot’un sözlerinin seri bünü olsaydı, Shakespeare’den bu Shakespeare çıkmaz, o da adı sanı unutulan Elizabeth devri tiyatro muharrirlerinden herhangi birinden başka bir şey olamazdı. Her sözde, her satırda, her şahısta kendini gösteren bir tiyatro muharriri sanatkâr değildir, eserindeki bütün fikirler onun kendi fikirleri değildir. Ancak on dokuzuncu asrın sonunda kitaba geçen bu hakikat, üç yüz yıl kadar senedir dünyanın en büyük tiyatro muharriri olarak Shakespeare’i ayakta tutan kuvvetin ta kendisidir; sanatkâr kendi kendisini tekrar etmemelidir. O halde onun eserlerini, karakterlerini, sözlerini bir kalıpta görmediğimiz için şaşmamalıyız. Asıl o devirde bu sırrı nasıl erebildiğine hayret etmeliyiz. Yarattığı yüzlerce tipten hiçbirinin benzerini diğer eserinde bulmanın imkânı yoktur. Elbette güzel söz söylemesi icabedenin sözleri güzel, cahilin lâfları çirkindir, yanlıştır. Niçin hatip Antonius’un sözleri kitaba tesadüfen yanlış geçmiyor da cahil bir soytarının, İngilizcesi bozuk olan Shylock’un sözlerinde mürettip hatası oluyor? Bunlar tesadüf müdür? Kaldı ki tabilerin onun müsveddelerinde yanlış bir noktanın, çizilmiş bir kelimenin bulunmadığını söyledikleri tarihe geçmiş bir hâkikattir. Hattâ Klasik mektebin zavallı çömezi Ben Johnson, eserlerini ilk defa oynamak suretiyle kendisini ortaya çıkaran bu büyük tiyatro tanrısı hakkında söylenen bu sözler için “Keşke birçoklarını çizseydi.” demek anlayışsızlığını ortaya vurmak gafletinde bulunuyor. Geçici modalara, klâsik nizamlara, hızip anlayışlarına bağlı kalmadığı için bir sanatkâra kıymet vermiyen kalem sahipleri, “Yüce sahnesini daha kaç asır henüz doğmamış memleketlerde, daha bilinmeyen dillerde tekrar oynatacak(?)” olan Shakespeare’in sayesinde ancak onun adı zikredilirken yâd edilen isimlerini bize kadar yetiştirilebileceklerini acaba akıllarına getirirler miydi? Acaba “Azıcık Lâtincesi ve daha az Yunancasından” dolayı Shakespeare ne kaybetti? Ben Johnson mükemmel Lâtincesi, üstün Yunancasiyle kafa tasının çukurunu dolduran toprakları boşaltabildi mi? Âlimler Shakespeare’i araştırmak arzusuna düşmeseydi onun bu sözlerini bizim öğrenmemize imkân olur muydu?

Shakespeare’in noktalama usullerine vâkıf olmadığını zannedenler gramer bilmediği için büyük harfleri yersiz kullandığını farz edenler, bazı matbaalarda harf eksikliğinden dolayı büyük harflerle küçük harflerin yersiz dizildiğini, nokta yerine soru işaretleri konduğunu, görenler bunları kendi anlayışlarına göre düzeltmeye kalkışmışlardı. Bazı nüshaların bugün bile kaçınamadığımız birtakım matbaa kusuriyle yanlış dizilmiş olması muhakkasa da, nispeten daha itinalı basılmış eserlerine basılınca gramere uymıyan bir noktalamanın mevcut olduğu göze çarpar. Jül Sezar’daki Antonius’un nutkunu Julius Caesar el kitabında buna misal olarak göstermiştim: Brutus ve Caesar kelimeleri aktörün bu şahıslara verdiği kıymete göre bunun başından sonuna kadar büyüyor, küçülüyor; insan bunu görünce âdeta Shakespeare’in bir okuma notası çizdiğine hükmediyor. Eserlerinin birçoğunda (
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
işareti durulmıyacak bir nokta mânasında kullanılmıştır, âdeta birinci cümlenin son kelimesini söylerken hemen akla gelen ikinci bir cümleye başlamak heyecaniyle gösterilen aceleyi ifade etmek için (
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
işareti kullanılmıştır. Sonra birbirini gayet çabuk takibeden küçük suale hemen geçilebilmek için sual işaretinden sonra küçük harf kullanması, bazı nidalardan sonra gene küçük harfe geçilmesi elbette tesadüf değildir. Bir suali takibeden müspet bir cümlenin sonuna nokta koymak icabederken sual işaretinin gelmesi, sual cümlesinin o cümleye tesir eden entonnasyonu içindir. Fransız mütercimlerinden görebildiklerim bu noktalamayı hemen hiç riayet etmemiş; belki yaptıkları dil bakımından doğrudur. Fakat aktöre yardım için her halde aslına benzemek daha faydalı olur.

Şimdi bu hakikatlar meydandan doğrusu böyle olacak diye ictihada kalkışmak Shakespeare’e yardım etmek olamaz; bütün tenkidleri, bütün fikirleri okumak elbette faydalıdır; hattâ lüzumludur, çünkü her şeyi öğrenmek hiç bilmemekten iyidir, fakat yalnız öğrendiklerinin izine hapsolmak dünyanın en korkunç hapishanesinde kalmaktadır.

Bütün bunlar gözümüzün önündeyken ona tercüme yoliyle yaklaşmak ancak onun her devrini o devrenin karakterine göre tercüme etmeye girişmekle kabil olur. Shakespeare yirmi altı yaşından otuz yaşına kadar nasıl bir inanışla, nasıl bir sanat sezişiyle yazı yazmıştı? İlk devrenin eserlerindeki başlıca vasıflar nedir? Otuz yaşından sonra ikinci devresinin eserlerindeki görüşü nedir? Lisanı, düşünceleri, kelime oyunları, nazmı, nesri, kafiyeleri, cinasları, imaları, muhtelif karakterlerin konuşma tarzları, vokabülerleri, araştırmaya değer, dilimizde karşılanması icabeden meselelerdir. İlk devirlerinde güzel cümleler, bol kafiyeler, tumturaklı mısralar eserlerin dramatik vasfını örten edebî süsler gibidir, âdeta edebiyat endişesi tiyatronun eteğini çekmektedir. Onun için bu ilk iki devrin eserlerini Jül Sezar lisaniyle tercüme etmek doğru olamaz. İkinci devrede kafiyeler azalmıştır, fakat yer yer tumturaklı, tek kafiyeli manzumeler eserlerin ötesine berisine serpilmiştir. Hele her sahnenin son üç dört beyti mutlaka kulağa çarpan kafiyelerle süslüdür, böyle kafiyeli kuvvetli mısralar bazı sahnelerin ortalarında da vardır. Mensur kısımlar uşakların cahil halkın sözleriyle samimi hasbihaller ihtiraslar ve hazırlıksızlığı gösteren konuşmalar mensurdur. Fakat bilhassa tiyatro bakımından lâfız sanatlariyle bol bol bezenmiş olan mühim parçalar kafiyesiz nazım şeklindedir. Bunlar ölçüleri hissettirmeden, kulakları çınlatmadan yükselişleri alçalışları esrarlı bir senfoni havası almak içindir. Shakespeare gümbürtülü tiyatroculuktan hoşlanmaz, noktalara virgüllere itina etmeden okuyan aktörle alay eder, inliye inliye goygoyculuk eden manzume inşatçılardan nefret eder. Onun için nazım bir musiki eserlerin ölçülerinden başka bir şey değildir: Nasıl bir orkestra şefi fülütünün nefes gibi hafif sesinden davulun gümbürtüsüne,kontrbasın en kalın telinden kemanın son pozisyonuna kadar forte’den piyano’ya ağır’dan süratli’ye geçe geçe altmış yetmiş sazın muhtelif vazifelerle bir ahenk halinde yarattığı senfoniyi bize dört dörtlük veya altı sekizlik usulün tempolarını duyurmadan tarttırıyorsa, tiyatro nazmının, hattâ şiir nazmının heceleri, ölçüleri de gizlenmeli, silinmeli, kelimelerin öz manâları, renkleri, coşkunlukları, rikkatleri ön plâna çıkmalıdır: bunları inşadeden, oynıyan aktör kelimelerin ifade ettiği girift hisleri duymalı, yaşamalı ki sözleri de Shakespeare’in karakteri gibi yepyeni, taptaze, hiç başka bir aktörü, başka bir rolü, başka bir kimseyi hatırlamıyan bir duyuş doğuşiyle ilk defa doğan bir heyecanla çıksın.

İşte bu maksatla Shakespeare’in kafiyesiz nazımla yazdığı en büyük kısmı kafiyesiz vezinle tercüme etmeyi ona yaklaşmak için en doğru yol bulduk; yalnız okullarımızda nazım kuyu çıkrığı takırtısiyle, yahut muayyen kararlı inlemelerle okunmasına, daha doğrusu terennüm edilmesine meydan verilmemeli; vezin tertiplere nizam vermek için yalnız yazanı alâkalandıran bir şeydir: Shakespeare’e yaklaşmak istiyen vezinleri, kafiyeleri, takıtdatmamalı, kelimelerin öz manâlarını yaşatmalıdır.





VENEDİK TACİRİ
William SHAKESPEARE

Çevirmen; Nurettin SEVİN

Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları

1992, 4. Basım, Sf. 5-9

Özgün Adı

Merchant of the Venice

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet