Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Temmuz 2008, 04:04   #14
Çevrimdışı
PopSy
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar"




"Mustafa Kemâl Paşa'nın Maurice Perno'ya Verdiği Mülâkat"
'' Peygamberimiz öğrencilerine dünya milletlerine İslâmiyeti kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin başına geçmelerini emretmedi.''

Tanınmış Fransız yazarı Maurice Perno, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı önemli bir görüşmeyi ''Revue de Monde'' dergisinde aşağıda olduğu şekilde naklediyor:

Mustafa Kemal Paşa, bütün eşyası bir kanape, iki koltuktan ibaret olan bu küçük odada elini masaya dayamış, ayakta duruyordu.

Bana elini uzattı, oturmak için yer gösterdi ve bir sigara verdi, nazikâne bir tavırla beni dinlemeye hazır olduğunu sezdirdi. Derhal konuya geçerek Fransa'nın, bağımsızlığını kaybetmektense ölüme karar vermiş olan bir milletin azim ve çabasını nasıl dostça bir ilgi ile izlediğini hatırlattım.

Mustafa Kemal Paşa:

''- Türkler; memleketinizin dostluğuna güvenebileceklerini bilirler. Her zaman Fransa özgürlük için kahramanca mücadelede dünyaya örnek olmuştur.'' dedi.

- Fakat, dedim; size itiraf ederim ki son aylar içerisinde Fransızların Türklere duyguları daha az geneldi. Türkiye'nin düşmanları vatandaşlarımın dostluğunu Türkiye'nin üzerinden çekip almaya çalıştılar. Ve önce Türk hükümetinin Türkiye'de okullarımızın, dilimizin, nüfuzumuzun gelişmesine engel olacak önlemler alacağını, sonra Türk milliyetçilerinin sözde yabancı düşmanı olduklarını ileri sürdüler. Bu iki nokta hakkında siz bana açıklamalarda bulunabilir misiniz?

Mustafa Kemal Paşa bir saniye düşündü gözleri uzaklara daldı, dedi ki:

''- Okullarınız için bu, biraz da eski bir hikâyedir. Fransız okulları Türk milletine büyük hizmetler etmiştir. Biz, hepimiz Fransa'nın kültür kaynağından içtik. Ben bile çocukken bir süre Fransız okuluna gittim. Fakat bazen yabancı okulların görev çizgilerini geçtiğini, rollerinden çıktıklarını, bilimdışı propaganda amaçları izlediklerini ve bunun için halkımızın Türk olmayan unsurlarına dayandıklarını gördük.''

Bu suçlamayı derhal kaydettim:

- Bu şikayet belki bazı yabancı okulları için geçerli olabilir. Merzifon'daki Amerikan mektebini kapattığınız için kimsenin size bir diyeceği yoktur. Fakat Türkiye'de bir Fransız okuluna karşı gerek siyasi gerek dini herhangi bir propaganda suçlaması olduğunu bilmiyorum.

Paşa hafifçe güldü ve cevap verdi:

''- Fransız mekteplerinin ekserisi rahipler ve hemşireler tarafından idare edilmektedir. Şu halde meslekî bir özelliği vardır. Bunun için dinî bir propagandada bulunduklarından endişe edebiliriz. Yine de istiyoruz ki okullarınız kalsın. Fakat Türkiye'de bizim okullarımızın bile hazır olmadıkları ayrıcalığa yabancı okulların sahip olması kabul edilemez. Kurumlarınız, aynı sınıfta Türk kuruluşlarına konu olan kanun ve kurallarına uydukça sürekli kalabilir. Zaten bu mesele Ankara delegeleri ile Fransa temsilcileri arasında görüşülmüş ve temel prensipler üzerinde anlaşma gerçekleşmiştir.''

Bu sırada kısa bir sessizlik oldu. Mustafa Kemal Paşa sıcaktan başındaki astragan kalpağı çıkardı. Karşımda büsbütün başka bir adam gördüğümü zannettim. Sarışın ince saçları kalpak altında göremediğim geniş ve biçimlenmiş alnını açık bırakıyordu. Kendi kendime karşımda bir Türk mü, yahut bir Slav mı olduğunu düşündüm. Yavaş yavaş önce seçilemeyen, kapalı duran bu çehre canlandı, sesteki gönül rahatlığı değişti. Paşa devam etti:

''- İkinci yabancı düşmanlığı noktasına gelince: Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi düşmanca bir his beslemediğimiz gibi onlarla içten ilişkilerde bulunmak arzusundayız. Türkler bütün uygar milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler, bize zarar vermemek, özgürlüklerimize zorluk çıkartılmasına çalışmamak şartıyla burada daima gönülden kabul göreceklerdir. Düşüncemiz yeniden yakınlık oluşturmak, bizi başka milletlere bağlayan bağları arttırmaktır.

Memleketler çeşitlidir, fakat uygarlık birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu yegâne uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu yegâne uygarlığa katılması gerekir. Osmanlı İmparatorluğu'nun düşmesi, Batıya karşı elde ettiği başarılardan çok kibirlenerek kendisini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hatâ idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.

Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye'de çağdaş, bundan ötürü batılı bir hükûmet oluşturmaktır. Uygarlığa girmeyi arzu edip de Batıya yönelmemiş millet hangisidir? Bir yönde yürümek kararlılığında olan ve hareketinin, ayağında bağlı zincirlerle güçlük çıkarıldığını gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.

Fakat ortaya çıkan durum, Türkiye'nin kayıtsız şartsız bağımsızlığına tek başına sahip olması sonucuna vardı. Bundan sonra memleketimize gelecek yabancılar, samimiyetle bizi hakimiyet ve esaretlerine almaktan vazgeçerlerse kabul göreceklerdir. Kaldırılan eski anlaşmalar Türk milletinin bir yenilgisi sonucu değildi. Bu Türkiye'ye zorla kabul ettirilmiş bir boyunduruk değil, padişahımızın birkaç yabancı devlete tam bir iyilik ve insanlıkla sundukları ettikleri bir armağan idi. Devletler bu armağandan aleyhimize yararlandılar. Eski zamandakiler memleketimizi yoksulluğa düşürdü, harap etti. Eğer yabancı düşmanlığından, o kadar pahalı elde edilen bir bağımsızlığa zarar verecek her şeyden nefret manası çıkarılıyorsa, evet, bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir. Size açıkça söyledim ve sonuna kadar açık sözlü olacağım. Henüz güvenliğimiz yerinde değildir, evvelce Türkiye'de yabancı girişimlerinin, yabancı amaçlarının bize aşıladığı kaygılar tam olarak ortadan kalkmış değildir. Eğer bazen sakınarak hareket ediyorsak, aşırı derecede şüpheli davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan bağımsızlığımızı kaybetmek konusundaki korkumuzdandır.''

Bu son sözler dikkatimi çeken bir samimiyet ve bir azimle söylendi. Mustafa Kemal Paşa yeni bir soru bekliyordu. Dinî konu hakkındaki fikirlerini dinlemek merakında idim. Bu alanda alınan bazı önlemlerden ne beklendiğini açıklamasını rica ettim.

''- Aldığımız bütün önlemler bir cümle ile özetlenebilir: Milli egemenliği ilân ettik. Kelimeler üzerinde oynamayalım. Bugünkü Türk hükümeti az çok cumhuriyettir (1). Bu bizim hakkımızdır; fenalık nerede? Kökenlerimizi hatırlayınız. Tarihimizin en ongun devresi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı, hilâfeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itibarını, servetini kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseriydi. Peygamberimiz öğrencilerine dünya milletlerine İslâmiyeti kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin yönetimine, başına geçmelerini emretmedi. Peygamberimizin aklından aslâ böyle bir fikir geçmemiştir. Hilâfet demek, idare, hükûmet demektir. Gerçekten görevini yapmak, bütün Müslüman milletlerini idare etmek isteyen bir halife, buna nasıl başarılı olur? İtiraf ederim ki bu koşullar içerisinde beni halife tâyin etseler derhal istifamı verirdim...

Fakat tarihe gelelim, gerçeği inceleyelim, Araplar Bağdat'ta bir hilâfet tesis ettiler, fakat Cordou'da(*) bir hilâfet daha oluşturdular. Ne Acemler, ne Afganlılar, ne Afrika Müslümanları İstanbul halifesini aslâ tanımadılar. Bütün İslâm milletleri üzerinde yüce ruhsal görevi yerine getiren tek halife fikri gerçeklerden değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma'daki Papanın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir.

Son iyileştirme düzenlemelerimizin neden olduğu eleştiriler, gerçek dışı var olduğu sanılan bir fikirden, islâm birliği fikrinden esinlenmiştir. Bu fikir aslâ gerçek olmamıştır.

İlâve edelim ki İslâm âleminde Türkler halifenin maddî ihtiyaçlarını fiilen sağlayan biricik, tek millettir. Evrensel bir hilâfeti destekleyip, üzerlerine alanlar, şimdiye kadar her türlü katılımdan uzak kalmışlardır. O halde ne iddia ediyorlar? Yalnız Türkler bu kurumun yüküne katlansınlar ve yine yalnız onlar halifenin egemenliğine boyun eğsinler... Bu iddia aşırıdır.''

- Şu halde yeni Türkiye'nin siyasetinde dine aykırı hiçbir uygulama ve nitelik olmayacak demek?

''- Siyasetimizi dine aykırı olmak şöyle dursun, din açısından eksik bile hissediyoruz.''

- Asil kişi, düşündüklerini bendenize daha iyi açıklarlar mı?

''- Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimiz -bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum- akla aykırı, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Halbuki Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya milleti içinde daha karışık yapay, bâtıl inanışlardan meydana gelen bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu âcizler sırası gelince aydınlanacaklardır.

Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini yıkıp ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız.''

MAURİCE PERNO
(Akşam'dan: 11 Şubat 1924)


Mülakatları çevirenin notu:

* Cordou/ Cordoue: Emevilerin İspanya'da kurduğu devletteki Kordoba diye bilinen şehrin Fransızca söylenişi

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat