Fate/siz..
Hadi git..
Bırakacağını bildiğim bir yalnızlık bu..
Fail bilmem yaralarıma
Her ayrılık cok nüsha sayılır birazda kağıtlarda..
Hadi git..
Kapıyı cek üstüme...
parmak izlerin mührüdür yalnızlıgımın..
Hadi git..
Kırık sözcüklerdi dişlerimin arasına,
Sihirli bir tılsımdı asılı duvara takvim yaprakları..
Hadi git..
Her adımın bir notadır acının bestesinde..
Hadi, git..
“ Yine de kendimle kalabilmenin bir yolu vardır herhalde. Birer satır atlayarak yazmayı adet edinmenin tarihçesi ilk okul sıralarına dayanıyor. Harfleri büyük büyük yazanların birer satır atlayarak yazması gerekiyormuş mesela y’nin, mesela g’nin ve bütün kuyrukluların selameti için… “
Bir “yalnızlık” türküsü söyler gibi yazar devam ediyor yazısına.
“… öyle ki yaşam kendine de fazla artık… Bütün bunlara sebep olan zayıf bir irade biliyorum, olayları temellendirip daha sonra yüzlerce sebep bularak, sonuca ulaştırmadan kaçan zayıf, bensiz irade…
Beni kendi halime bırak, ben bile kendime bir anlam veremezken, kendi karmaşıklığıyla benim bekçiliğimin bende yarattığı ruhsal gerilim ve içsel çözümsüzlüğü, kendini benim yerime koyarak yazmaya çalışan bu ukala kalem sahibi de beni yazıyor, şu saniyede bile! Kendimi ikna edebilmem yeteneğim, kendime söyleyebildiğim esaslı yalanların sayısıyla doğru orantılı ve kimileri buna umut adını veriyor kimileri de hayal…”
İlaçlarını almayı unutan sözlerin mutat spazmı ya da kelimelerin kısa bir psikodraması!
Bir sevgi, aşk ve hoşgörü terörün ortasında kalakalmışım. “Zalimce dürüstlükler” diyor buna Rimbaud! Oysa ben, yapayalnız olduğum zamanlarda, sessizliğin kulaklarıma, gecenin gözlerime doğru hücuma geçtiği o kimsesiz savaş meydanlarında, her şeyin yerli yerinde olduğu anlarda yani, gizliden gizliye bir felaket beklentisi içindeyken yakalanıyorum kendime. Ruhu bir parça sarsacak, silkeleyip lüzumsuz tortularından kurtaracak bir felaket! Belki bir deprem, yıldırım düşmesi ya da gözümün önünde gerçekleştirilecek kanlı bir cinayet! Yaşamla ölüm arasındaki kö
prüde; kaygılarımızın, hasretlerimizin, özlem, nefret ve sevgilerimizin sağlamasını yapabilmekten ne kadar da aciziz Rabbim! Biz hastalar ordusu, biz rüyaları ve şarkıları yasaklamış cüzamlılar korosu, biz kenar mahalle aristokratları(!) Kalbimizdir bizim en büyük deliliğimiz ve arka sokaklardan başka bir yer değildir akıl hastahanelerimiz!
Sözlerim sizi ürkütmesin, mürekkebe bir parça kan ve kavga katıştırmanın kime ne yararı var! Çiçeklerin bile mürekkeple yetiştiği bir coğrafyada yavaş yavaş, gözyaşıyla sulanan harfleri sevmeye başladım ben arkadaş! Körkütük yazıyorum kime ne! Ben bir hasta, bir deli, uçuk kaçık ve densiz! Ben bir coşku, bir hüzün; öfke, sevinç, kin ve aşk; pür neşe ve pür telaş! Ben, çakırkeyif sözlerin kelime kelime kafayı çektiği bir meyhanede; düşündükçe zilzurna, hissettikçe bir ayyaş!...”
Bu yasaklar
Firavun kalıntısı,
Yoksun,
Akdan-karadan,
Gizline, canevine kurulu faklar,
Gün ola, umut kesip korkunç yetiden,
Murdar tutkusuna dünyasızlığın,
Gün ola, düşesin bekler,
Düşme!...
Ölürüm...
Gözlerinden, gözlerinden olurum..
“ bu ağır havada salındım...hain
ben idim hayata çarptım
tırmandığım kayalar kadar kötürüm
bir vakitler kanatlı düşümün
altında korku birikir
lakin,
bu manzarada hangi arzu dirilir?
................”