Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Mart 2009, 05:42   #2
Çevrimdışı
YapraK
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Sanat ve Yapıt




Bu noktada, günümüz ile geçmişi karşı karşıya koymak ilginç olur: Modernliğin getirdiği kopukluktan önce, bu ölçüde akıl karıştırıcı olmayan sanat yapıtlarına insanlar daha kolay yaklaşmıyor muydu? Geçmişe ait, güzellik, uyum ve bütünsellik arayışıyla tanımlanan, tutarlı bir bütün oluşturdukları izlenimi bırakan o yapıtlara insanlar bugün bile daha gönüllü yaklaşıyor.
Bu bizim, sanatçıların, eleştirmenlerin ve izleyicilerin o dönemde aynı sanat yapıtı kavramını paylaştıklarını, bunu sağlamak için her birinin küçük bir adım atmasının yeterli olduğunu düşünmemize yol açabilir. Bununla birlikte, bu tutarlılık büyük ölçüde bir yanılsamanın meyvesi değil mi? Bunun böyle olduğunu sanat tarihi ve buna ilişkin kuramlar bize gösteriyor: kuşaklar ile sanat okulları arasındaki çekişmeler dünün meyvesi değil. Değişmiş olan, halkın bu sanat yapıtları karşısında aldığı tavırdır: Michelangelo ve Rembrandt, Mozart ve Beethoven Villon ve Ronsard , bütün bu sanatçılar, izlenmeseler de, dinlenmeseler de saygıyla ziyaret edilen "klasikler" olarak kabul edilir. Sanat yapıtlarının doğuşu sırasında varolan koşullara, ortaya çıktıktan sonra yol açtığı çekişmelere, karşı karşıya kaldığı başarısızlıklara dikkat etmek konunun uzmanlarının işi haline gelmiştir. Gerçekte, sanat yapıtları oldum olası bir uzlaşı ortamında değil, çekişme ortamında ortaya çıkmıştır.
Üstelik, sanat okullarıyla kuşaklar arasındaki polemikler de işin özünü yansıtmaktan uzaktır: sanat yapıtı kavramı, bizim aklımızı karıştıran çelişkileri kendi içinde barındırır. Sanatçı olabilmek için kompozisyon yapmayı, boya kullanmayı, yazı yazmayı bilmek gerektiğini hepimiz kabul ederiz: sanat yapıtı bir beceri ürünüdür. Bununla birlikte, Matisse ya da Picasso gibi sanatlarının doruğuna erişmiş sanatçılar, bize, yaşamlarını daha önce öğrendiklerini unutmakla geçirdiklerini ve ancak her şeyi unuttuktan sonra yaratmaya başladıklarını söyleyip dururlar.
Öte yandan, bir sanat yapıtıyla karşı karşıya kaldığımızda, onun hangi kurallara uyduğunu anlamaya çalışırız: ' nasıl yapıldığını anladığımız ölçüde bu yapıtı daha iyi anladığımızı düşünürüz. Oysa bu yapıtı ortaya koyan sanatçı onu ancak, yapıta özgü zorunlulukları keşfettikten sonra yaratabildiğini ileri sürer. Ama bunu yapmakla bile bize hiçbir açıklama sağlamış olmaz ve bizi kendi gözünde olduğu kadar bizim gözümüzde de bir giz olarak kalan bir yapıtla karşı karşıya bırakır. Birbirine karşıt öğelerden bir yapıt doğar ve elimizi kolumuzu bağlar: kaçınılmaz olarak varolması gereken becerinin unutulması gerekmektedir, kural bir köşede durmak için vardır, yaratan kişi ne yarattığını bilmez, bize ışık tutan yapıt gizem doludur.
Sanat yapıtının özünde çelişkili olduğunu söylemek gerekir: "yapıt" denen şeyi düşünmek, aslında bitmişliği, kusursuzluğu, hatta belki de yetkinliği düşünmektir. Böyle olduğunda yapıt, onun gerçekleşmesini sağlamış olan her şeyden kurtulmuş olur. Kullanılmış olan tüm yöntemlerin, numaraların, ufak tefek işlerin, kestirimlerin, pişmanlıkların, belirsizliklerin hepsi, bitirilmiş bir yapıtın kusursuzluğu karşısında silinip gider. Gerekli olmayan şeylerin hepsi kendini unutturur. Bununla birlikte yapıt aynı zamanda olağan, öze değgin olmayan, ikinci planda gelen şeylerden de oluşur. Bunu hesaba katmamak, yanılsama değil midir? Kusursuz yapıtın kurgusal olduğu nu ileri süren keskin görüşlü eleştirmenler böylelikle yapıta giden yolun bitmemişliğinin, açık oluşunun altını çizmek ister; onların gözünde bunlar, sanat yapıtını gerçek anlamıyla oluşturan öğelerdir. "Work in progress", bu durumda yapıt, bitmişliğiyle değil, onu gerçekleştiren süreç temel alınarak anlaşılır. Özerk ve yetkin bir yapıt kavramının karşısına, yapıtın ürün olarak ortaya çıkmasını sağlayan etkinlikle ilgili düşünce konur.
Alışageldiğimiz tasarımlar bu iki eğilimi birlikte sunar bize: sanat yapıtının kutsallaştırılması birinci eğilime girer, ne var ki, sanatçının güttüğü niyete gösterilen dikkat, kişiliğinin uyandırdığı hayranlık, yapıtın gerçekleştirilmesine etki eden koşulların (toplumun, tekniklerin, sanat kuramlarının ya da toplu gösterimlerin o sıradaki durumu) uyandırdığı ilgi, ikinci eğilim içinde yer alır. Oysa bu iki eğilim aslında birbiriyle pek bağdaşmaz. Yapıt gerçekten özerkse, gerçekleşmesini sağlayan koşulların fazla önemli olmaması gerekir. Tersine, koşullar ağır basıyorsa, yapıt, kendisini aşan bir şeylerin göstergesi haline gelmiş demektir ki bu durumda değeri bütünüyle görece bir nitelik kazanır.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet