Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Üftâde, düşmüş, aşık, mazlum, uysal, alçak gönüllü. Âriflerin Sultanı, aşıkların burhanı, Bursa’nın kutbu, Cenâb-ı Pir Üftâde Hazretleri… Onu yãd edenler hep böyle yãd etmişlerdir. Onun hakkında sarf edilen bu sözler; birer mehdiye olmaktan ziyãde, ãlim, şãir ve veli kişiliği hakkında bizlere ip ucu veren ifadelerdir. Şiirleri, İlãhileri, menkıbe ve kerametleri ile aramızda yaşayan Üftâde Hazretleri, asıl olarak tarih sahnesine iki büyük eseri ile çıkmıştır. Biri Celvetiye Tarikatı, diğeri de Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, Hz. Üftâde, bu iki eseriyle din, zihniyet, san’at, fikriyat ve ruh dünyamızda asırlar boyunca iz bırakmıştır. Şimdi onu biraz daha yakından tanıyalım. Manyaslı bir baba ile Bursa’nın Hamamlıkızık Köyü’nden bir annenin evladı olan Mehmet Muhyiddin Üftâde Hazretleri 1490 yılında Bursa’da İnebey Çarşısı’nın üzerinde Araplar Mahallesinde dünyaya geldi. Rivayete göre Üftâde Hazretleri dünyaya geldiği zaman annesi rüyasında oğlunu süt deryasına dalıp çıkarken görmüş ve rüyayı telaşla Üftâde’nin babasına anlatmış o da “İnşallah oğlumuzun ilim erbabı kâmil bir veli olacağına işarettir” demiş.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Hz. Üftâde ilk tahsilini Selçuk Hatun Camii İmamı Muslihıddin Efendi’nin yanında yapmıştır. İlk tasavvufi zevk ve neşveyi’de muhtemelen bu zat vasıtasıyla tatmış, Muslihıddin Efendi’nin birçok keşif ve kerametine şahit olmuştur. Hatta onun tarikatına intisap etmek istemiş, fakat hocası o yaşta bir çocuğu kabul etmeyerek ileride arzu ettiği yüce makamlara erişebileceğini işaret etmekle yetinmiştir. Üftâde bunun yanı sıra Abdal Mehmed adıyla bir meczubdan da istifade etmiştir. Saçlarını uzatarak Abdal Mehmed’i taklit eden Üftâde, bu zat gibi zaman zaman Gökdere semtinde Cenk kayası adında bir kayanın üzerine çıkar, saçlarını öne doğru dağıtarak Arap, Hint ve Rum illerini keşfederdi. Vâkût adlı eserinde onun gençlik yıllarında Kaplıca Medresesi’nde tahsil gördüğüne dair bir kayıt mevcuttur. Bunlardan başka şeyhi Hızır Dede ve diğer zatlardan iyi bir tahsil gördüğü anlaşılmaktadır.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Gençlik yıllarında Ulucami ve Doğanbey Mescidi’nde fahri müezzinlik yapan Mehmet Muhyiddin’in güzel bir sesi vardı. Halk onu dinleyebilmek için ezandan önce caminin etrafında erkenden toplanırdı. Bir gün yaptığı bu hizmete karşılık caminin mütevellisi, kendisine birkaç akçelik maaş tayin etti. O gece rüyasında “mertebeden düştün Üftâde oldun” ikazına maruz kalan Mehmet Muhyiddin, derhal maaşı terk ederek kendisine “Üftâde” lakabını taktı. Daha sonraları da bazı şiirlerinde kullandığı “Muhyiddin” mahlasını bırakıp Üftâde mahlasını kullanmaya başladı. Bugün Divân adlı eserinde bu mahlasla kaleme alınmıştır.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Hz. Üftâde’nin tasavvufî hayatı 10 yaşında iken tanıdığı Hızır Dede(öl.:1507) ile yeni bir maceraya girmiştir. Bayramiye şeyhlerinden olan Hızır Dede, Hacı Bayram Veli’nin(1429) halifesi Akbıyık Meczab’dan(öl.:1507) icazet almıştır. Mihalıç(Karacabey) kasabasında koyun çobanlığı yaparken soğuktan ayakları donarak kötürüm olunca Bursa’ya gelmiş Ulucami çevresinde Vaiziye Medresesi’ne yerleşmiştir. Üftâde Hazretleri; Hızır Dedenin yanında bir yandan riyazet, mücadele ve ilim tahsiline devam ederken diğer taraftan da babasının zoruyla ipekçilik mesleğinde çalışmıştır. Şifalı sulara ihtiyacı olan Hızır Dede’yi yıllarca, çobanlık yaparken kötürüm olan ayakları nedeniyle sırtında kaplıcaya taşıyan Üftâde. Hatta bunu gören mahalle çocukları kendisine gülerlerdi.
Hayatını ibadet, rizayet ve mücadeleyle geçiren Hızır Dede Pınarbaşı’nda Üçkozlar Zaviyesi altında bir yere defnedilmiştir.
Hz. Üftâde, şeyhinden icazet almasına rağmen onun ölümlü ile birlikte çok meşakkat ve çile çekmiştir. İsmail Hakkı Bursevi’ye göre daha sonra üveysi taridle kemûle ererek keşfi açılmıştır. Üftâde, Seyr-i sülukunun bu bölümünü şöyle özetlemektedir:
“Andan sonra Âlem-i istigraku düşüp altı-yedi günde seyreyledim.
Ne nefis kaldı ve ne siva kaldı.(Ne Allah’tan başka bir şey kaldı.)”
Bu günde aradan dört asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen Hz. Üftâde etrafında halkalaşan sevgi artarak devam etmektedir. Bursa ve Anadolu’nun her köşesinden hatta dış ülkelerden bile gelerek Üftâde türbesini ziyaret eden insanların Hz. Üftâde’nin huzurunda dua ederken dışa akseden tevazu ve mahviyetlerin kayda değer bir görünüşüdür.
Üftâde Tekke Camisi yani burada günlük ziyaretçilerin yanı sıra, mübarek gün ve gecelerde ve bilhassa Üftâde Hazretleri’nin vefatının sene-i devriyesinde her kesimden insanların kıldıkları namaz, okudukları Kur’an-ı Kerim, mevlit, yaptıkları dua, zikir, Hatm-i Şerif ve icra ettikleri tasavvuf musikisi ile ihya edilmeye devam edilmektedir.
Bursa denilince hayalimizde canlanan manzara Uludağ, cami, tekke, yeşil-mavi, medrese, türbe, deniz, kaplıca, şifâ hâne, gelmektedir. Bursa Evliyası denince de ilk olarak akala gelin Emir Sultan ve Üftâde Hazretleri’dir. Bu işler için onları vesile ittihaz edenlerin sayısı bir hayli fazladır. Bu durum sadece tekke veya türbeyi ziyaret edenlere münhasır değildir.
Bursa’dan çok uzaklarda yaşayan Kimselerin bile Hz. Üftâde’nin ruhaniyetine sığındığı Onunla mânen irtibat kurarak huzur duyduğu, rüyalarında Onunla meşgul olduğu görülmektedir.
Bu kimseler tehlikeli durumlarda O’nu çağırmakta ve himmetiyle kurtulduklarına inanmaktadırlar. Hz. Üftâde veya başka bir veliyi aracı kılarken de Allah’tan başka ma’bud, yaratıcı ve hakiki bir yardımcının olmadığına ihlasla inanmaktadırlar. Zira dua bir ibadettir ve ibadet de ancak Allah’a yapılır.
Hz. Üftade’yi ziyaret edenlerin çoğu işte bu duygu ve düşünce içerisinde ziyaret etmişler, aradıkları manevi huzuru onda bulmuşlardır. Hatta ziyaretçilerin bir kısmı Üftâde Hazretleri tarafından çağırıldıklarına inanmışlardır.
Evet 16. asırdan bu güne tekkesiyle, türbesiyle, camileriyle, şahsiyet ve eserleriyle, şiir ve ilahileriyle, menkıbeleriyle, Üftâde Kültürü, manevi hayatımızın ve ruh dünyamızın bir parçası haline gelmiştir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
16 yaşlarında Ulucami’de fahri müezzinliğe ve muhtelif camilerde imamlığa başlayan Üftâde Hazretleri, bu vazifelerini 18 yıl sürdürdükten sonra vaaz ve irşat hizmetlerine başlamıştır. Doğanbey, Namazgah ve Kayhan camilerinde hitabette bulunmuş. Aziz Mahmud Hüdayi’de kendisini Kayhan Camii’nde tanıyarak intisap etmiştir. Hz. Üftâde, halkın ısrarı ve Emir Sultan Hazretleri’nin rüyada ricası üzerine Emir Sultan Camii hatipliğine tayin edilmiş ve bu vazifeyi ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Aldığı maaşı da dervişler dağıtmıştır. Fakat daha sonra dağın eteğinde yani burada yaptırdığı tekke ve bitişiğinde Cami de Celvetiye Tarikatı’nın talimiyle meşgul olmaya başlayınca yerine yardımcısı Haleblizade Mahmud Efendi’yi görevlendirmiştir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Yine düş oldu gönül yârin camâl-i şem’ine
Götürüp yüzden nikâbı gark olup envârına
Mısralarıyla başlayan bölümü Ali Örfi el-Melâmi tarafından “Şerh-i Nutk-ı Üftade” adıyla şerhedilmiştir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Müezzinlik, imamlık ve irşat hizmetlerinin bir sonucu olarak hayatı boyunca cemaatle iç içe yaşayan Üftâde, celvet prensibi kurmuş olduğu tarikata ad olarak koymadan önce, bizzat yaşamıştır. Zira celvet, hayatta ve hadiselere iştiraktır. İnsanlardan kaçıp uzlate çekilmek yerine; halk içerisinde Hakk ile beraber olmaktır. İnsanın tenhada Hakk ile yalnız kalması ise halvettin Hz. Peygamberimiz nübüvvetten önce Hira Dağı’nda insanlardan uzaklaşarak halvet etmiş, daha sonra peygamberlikle vazifelendirilince nübüvvet makamında celveti tercih ederek halkın arasına karışmıştır. Bu yüzden celvet en son tasavvufi mertebedir. Celvet bekâ makamının bir ifadesidir ve aynı zamanda “cem’al cem” makamıdır.