Cevap: Azîz mahmûd hüdâyî hazretleri
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Birgün Üftâde Hazretleri, mürîdleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmûd Efendi'nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı sadece. Diğerlerinin neş'eyle elindekileri hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri'ne takdim etti.
Üftâde Hazretleri, diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:
"-Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdikleri halde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?.."
Kadı Mahmûd, edeble başını önüne indirerek cevap verdi:
"-Efendim! Size ne takdim etsem, azdır.! Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu "Allâh Allâh" diyerek Rabbi'ni tesbîh eder bir halde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı olmadı. Çaresiz ben de elimdeki şu tesbîhine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım!.."
Bu güzel ve mânâ dolu cevaba son derece memnûn olan Üftâde Hazretleri'nin dilinden o anda:
"-Hüdâyî, Hüdâyî.. Evlâdım! Bundan sonra ismin Hüdâyî olsun!.. Ey Hüdâyî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasîblenmişsin.." ifâdeleri döküldü.
Böylece Kadı Mahmûd, Hüdâyî oldu. Zîrâ o, artık kâinâttaki esrâr-ı ilâhiyyeye ve kudret akışlarına âşinâ olmuştu. Âdetâ kâinât, kendisine sırlarını açan canlı bir kitap hâline gelmişti.
Bundan böyle Hüdâyî diye anılan Kadı Mahmûd Efendi, hâiz bulunduğu üstün ve müstesnâ mânevî mertebesi dolayısıyla hürmeten ismine "Azîz" sıfatı da ilâve edilerek Azîz Mahmûd Hüdâyî diye yâd olundu.
***
Ancak üç sene gibi kısa bir zamanda Üftâde Hazretleri'nin baş talebesi durumuna gelmiş bulunan Hüdâyî Hazretleri'nin bu yükselişi dolayısıyla eski dervişândan bazılarında hoşnudsuzluk görülmeye başlamıştı. Bunun farkına varan Üftâde Hazretleri, onların gönül âlemlerini tashîh için şu güzel usûle başvurdu:
Bir kış akşamıydı. Üftâde Hazretleri, talebelerine mâneviyat dolu bir sohbet yaptıktan sonra sofranın hazırlanmasını emir buyurdu.
Ardından talebelerinin sofraya getirdikleri nîmetlere nazar ederek mânidar bir şekilde:
"-Evlâdlarım! Acabâ asmasından daha yeni kopmuş taze üzüm bulmak mümkün müdür?" dedi.
Bütün dervişler, bu suâle şaşırarak birbirlerinin yüzlerine baktılar. Hattâ bir kısmı:
"Bu kış mevsiminde taze üzüm olmaz ki!" diye düşündü.
Ancak üstâdına büyük bir teslîmiyyetle bağlı olan ve birçok merhaleyi geçmiş bulunan Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, bu talebde bir hikmet olduğunu düşünerek edeble:
"-Hocam! Müsâadeniz olursa, arzunuzu yerine getireyim!" dedi.
Verilen izin üzerine de hemen bağa gitti. Bütün asmalar kar altındaydı. Birini seçip karlarını temizlediğinde salkım salkım taze ve olgun üzümlerle karşılaştı. Bunun üstadının bir kerâmeti olduğunu düşünerek elindeki sepeti doldurdu ve doğruca dergâhın yolunu tuttu. Yolda zikrullâh ile meşgul bir vaziyette gelirken her taraf kar içinde olması sebebiyle farkedemediği bir kuyunun içine düştü. Kuyu derin olduğu için bir türlü de içinden çıkamadı. Çaresiz bir halde idi ki, yukarıdan bir ses duydu:
"-Evlâdım! Uzat elini!"
Baktı; nûr yüzlü bir zâttı. Elini uzattı ve kuyudan çıktı. Hazret-i Hüdâyî, kendisini kurtaran bu zâta, henüz kim olduğunu soracaktı ki, o bir anda ortalıktan kayboldu.
Nihâyet elinde taze üzüm sepeti ile dergâha varan Hüdâyî Hazretleri, başından geçenleri üstâdına nakletti. Üftâde Hazretleri de, onu kuyudan kurtaran kimsenin Hızır -aleyhisselâm- olduğunu beyândan sonra diğer dervişlere:
"-Evlâdımız Hüdâyî'nin kemâli tamam olmuştur. O hilâfeti çoktan hak etmişti zaten." dediler.
Bundan sonra Üftâde Hazretleri, onu halîfesi olarak Sivrihisar'a gönderdi. Bir müddet orada hizmet eden Hüdâyî Hazretleri, bilâhare mânevî bir işâretle Bursa'ya döndü. Son demlerini yaşayan üstâdı Üftâde Hazretleri'ne büyük bir gönül iştiyâkı içinde hizmet etti. Bu hizmetten gâyet memnun kalan Hazret-i Üftâde birgün:
"-Oğlum! Pâdişâhlar rikâbında yürüsün!" diye duâda bulundu1. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Hüdâyî Hazretleri, üstâdı Üftâde'nin vefatından sonra Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi'nin delâletiyle İstanbul'a yerleşti.
O'nun Üsküdar'da kurduğu dergâh, kısa zamanda her tabakadan insana hitab eden mâneviyat ve irfân mektebi hâline geldi. Cihan sultanlarının teveccüh ve alâkasını celb etti. Onları da dergâhın dervişleri arasına kattı. Husûsiyle III. Murâd Han, I. Ahmed Han, II. Genç Osman Han ve IV. Murâd Han, Hüdâyî Hazretleri'nin yakın irşâdına mazhar oldular. Hüdâyî Hazretleri, bunlardan IV. Murâd Han'ın kılıç kuşanma merâsiminde bizzat bulunmuş ve âdet olduğu üzere Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin türbe-i seâdetlerinde Hazret-i Ömer'in kılıcını yeni pâdişâha bizzat kuşandırmıştır.
*** |