Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Osmalıda Çok Evlilik
Osmalıda Çok Evlilik [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Taaddüd-i zevcaat konusu, Müslümanlara yöneltilen eleştiriler içerisinde yer alır. Art niyetli oryantalist bakış bir tarafa Müslümanlar da Kuran’da geçen taaddüd-i zevcaat ayetine farklı yaklaşımlar sergilemektedir. Bu çalışmada taaddüd-i zevcaat ayetinin yorumlanmasını ve işin fıkhi cephesini Kuran yorumcularına ve fukahaya bırakarak Osmanlı toplumunda taaddüd-i zevcaat konusu üzerinde durulacaktır.
Osmanlı aile hukuku İslam aile hukukunun vaz ettiği ilkeler çerçevesinde oluşmuş olup, bu ilkelere ters düşmeyen bazı örf ve adetten kaynaklanan uygulamalara müsaade edilmiştir. Bir erkeğin aynı anda evli bulunabileceği eş sayısını da bu ilkeler belirlemiştir. İslam dini toplumda ancak dörde kadar evliliğe müsaade ederek sınırlama getirmiş ve bu müsaadeyi de bazı şartlara bağlamıştır. Nisa Suresi, Ayet 3’de;
"Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur".
Çok evlilik sadece zaruret halinde müsaade edilen bir çıkış yolu olmuş, bu müsaade de kadınlar arasında adalet etme şartına bağlanmıştır. Ancak diğer bir ayet ise eşler arasında adil davranılamayacağını belirterek tek eşle hayatın sürdürülmesini kuvvetle tavsiye etmektedir. Adalet meselesinin önemi Hz. Peygamber’in bir hadisinde şu ifadelerle yer almaktadır;
“Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da aralarında adalet gözetmezse, Kıyamet Günü’nde bir tarafı felçli olarak dirilir.”.
Bu evrensel ilkelerin nazil olduğu ve ifade edildiği toplumun İslam ile şereflenmeden önceki durumuna bakarsak bir erkeğin istediği kadar kadın ile evlenme hakkına sahip olduğu görülür. Nikahın Arap toplumunda fazla bir değeri yok idi. Zira evlilik ve nikah bir cinsel birleşmeden öte anlam taşımıyordu. Kadın hor ve hakir görülüyordu. Erkek serveti ve kudreti nisbetinde istediği kadar karı alıyordu. Kız için kim münasip fiyat verirse ona satılması bilhassa riayet edilen bir kaide idi. İslam geldiği zaman diğer pek çok toplumlarda da görülen bu sınırsız sayıda kadın ile evliliği sınırlamış ve şarta bağlamıştır. En fazla dörde kadar müsaade etmiş, bazı hallerde toplumun huzur ve selameti için birden fazla kadınla evlenme kapısını açık tutmuştur. İslam’ın ilk yıllarında savaşlar sebebiyle bir çok kadının dul ve korunmaya muhtaç kaldığı gözden uzak tutulmamalıdır.
Ne varki, Medeniyet-i İslamiye Tarihi adlı eserin Lübnanlı gayrımüslim müellifi Corci Zeydan’ın tesbitlerinde de görüldüğü üzere birden fazla evliliğin oranı bütün müslüman toplumlarda %5'i geçmemektedir. Muasır bazı araştırma sonuçlarına bakılırsa Mısır’da 1947’de % 3.4, Irak’da 1957’de % 7.5, Suriye’de 1960’da % 4.3 olduğu görülmektedir. Hindli müslümanlarda ise 1960 ve 1974 yılına ait raporlara göre 1000 şehirli evli erkekde bu oran % 8.6’dır. Bir başka araştırmaya göre Arap ülkelerinde çok kadınla evlenme oranı % 2 ile % 8 arasındadır. Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalar Irak, İran, Mısır ve Hindistan gibi ülkelerde çok evliliğe bakışın son derece olumsuz olduğunu belirtiyor. İlgili ayette geçen şartlı izne bağlı olarak diğer müslüman toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da birden fazla evliliklere rastlanılmaktadır. Ancak çok evlilik açısından Osmanlıya baktığımızda bu tür evliliğin yaygın olmadığı, belirli oranlarda kaldığı görülmektedir. Yabancı seyyahlar da bu durumu teyid edici açıklamalarda bulunmuşlardır. XVI. yüzyıl sonunda Türkiye ile ilgili gözlemlerini anlatan Alman protestan papazı Salomon Schweigger:
“Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen, eğleneni yoktur. Çok karılık yoktur. Her halde bu işi denemiş, det ve masrafa neden olduğunu anlayıp vazgeçmişler. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor” diyor. XVI. asırda başka bir batılı seyyah, "Türklerde çokeşliliğe karşı bir tiksinmeyle birlikte temiz bir aile yaşamı"ndan söz etmektedir.
1908’de Osmanlı devletinde seyahat eden bir Amerikalı seyyah da değerlendirmelerinde “..Türkiye’de çok eşlilik genel olarak sanılandan çok daha az yaygın. Kur’an erkeklerle dört kadın alma izni veriyor... ancak çok eşlilik pahalı bir kurum.. bir Türk erkeği ancak çocuk sahibi olma isteği çok güçlüyse bu masrafa girişecek ve evinin huzurunu tehlikeye atacaktır”. diyor. M.A.Ubicini de eserinde Türkiye’de çok kadınla evliliğin son derece nâdir olduğunu belirtir. Osmanlı’da çok evliliğe değinen yerli veya yabancı hiçbir yazar veya seyyah bunun yaygın bir uygulama olduğunu söylemiyor. Burada kesin bir görüş birliği vardır. Ama ne var ki özellikle batılı seyyah, araştırmacı, politikacı için taaddüd-i zevcât heyecan verici bir konu olarak görülüyor. Her seyyahın notlarında buna atıflar yapılır, açıklamalar bulunur. Ancak bu atıflar ve açıklamalar Cem Behar-Alan Duben'in dediği gibi, Türkiye’deki gerçekliğin tasvirinden çok Batı’daki Şarkiyatçı geleneğin taleplerini tatmine yönelikti. Toplumda istisnai özellik de taşısa çok eşliliğin gerek yabancı Osmanlı gözlemciler gerekse Osmanlılar açısından sembolik anlamı büyüktü.
Batılı için taaddüd-i zevcat ne anlama geliyordu? 1316’da basılan Taaddüd-i Zevcaat adlı eserde Mahmud Esad bu konuda şöyle diyordu; Taaddüd-i zevcaat onların nazarında cürmdür, cinayetdir, hem de a’zam cinayetdendir..ecânib nezdinde taaddüd-i zevcât İslamiyet içün bir kusurdur...”.
Taaddüd-i zevcât konusunda tartışmalar son döneme aittir. Zira on dokuzuncu asrın ilk yarısına gelinceye kadar, taaddüd-i zevcat toplumda önemli bir problem olarak da görülmüyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında çok eşliliğe karşı uyanan tepki ise, Batılı bir hayat yönünde verilen ideolojik mücadelenin bir parçası idi.
Osmanlı toplumunda çok evliliğin sebepleri
Osmanlı toplumu içerisinde kişileri çok evliliğe iten sebepler kadını istismar üzerine kurulu gayrı ahlakî gerekçelere dayanmıyordu. Sebep ve gerekçeler bir bakıma şu şekilde sıralanabilir;
1-En başta nesebin devamlılığını sağlama ve çocuk sahibi olma isteği kişileri ikinci evliliğe iten sebeplerdendir. Mesela son yüzyılın paşalarından Hüseyin Galip Paşa çocuk sahibi olmak için ikinci bir hanımla evlenmişti. Mithat Paşa da aynı sebeplerle ikinci evliliğini yapmıştı. Muasır bazı çalışmalar, mesela Hindli müslümanlarda çok evliliğin sebebleri olarak çocuk sahibi olma ya da erkek evlat sahibi olma arzusunu belirtmektedir.
2-Osmanlı tıbbı muasırlarına göre oldukça gelişmiş olduğunu tıp tarihi araştırmaları göstermekle birlikte çağdaş dünyamızın gelişmiş sağlık sektörünün varlığından yoksun çağlarda ailelerin çocuk sahibi olmalarını engelleyen kadından veya erkekten kaynaklanan hastalık ve rahatsızlıkların önüne de geçildiği söylenemez. Dolayısıyla bu gün kadın veya erkekten kaynaklanan hastalıklara tıbbi müdahaleler yapılarak aileler çocuk sahibi yapılırken Osmanlı çağlarında çocuk sahibi olmak isteyen bir erkeğin bir çıkış yolu olması itibariyle ikinci evliliğe müracaat ettiği söylenebilir.
3-Üretimin kol gücüne bağlı olarak yapıldığı dönemlerde fazla nüfusun üretim artışına katkıda bulunacağı düşüncesini de etkileyici faktör olarak görmek gerekir. Özellikle zirai üretim gibi emek yoğun faaliyet alanlarında fazla nüfusa duyulan ihtiyaç açıktır.
4-Yine bu gerekçeler arasında erkek çocuğa sahip olma isteğinden söz edilebilir. Bilindiği gibi, sanayi öncesi ekonomilerde iktisadi faaliyetlerin hakim niteliği emek yoğun özellikler taşımasıdır. Osmanlı ekonomisi dediğimiz zaman da böyle bir özellik karşımıza çıkıyor. İşte emek yoğun iktisadi faaliyetlerin sürdürülmesinde daima artı emeğe ihtiyaç vardır. Bir debbağ ustasının atölyesinde çalıştıracak erkek çocuğu yoksa mutlaka dışardan emek satın alacaktır. Manifaktür düzeyinde işletmelerin yoğun olduğu Osmanlı iktisadi hayatında işletmecilerin, kazandıkları cüzi kârların emek satın almak suretiyle dışarıya akmasını mümkün olduğunca önleme arzuları ön plana çıkacağı tahmin edilebilir.
Böyle bir durum kuşkusuz şehir toplumlarında görülür. Ancak Osmanlı kırsalında bu temayülün daha da yoğunlaştığından söz etmek lazımdır. Günümüz Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde görülen çok evliliklerin taşıdığı gerekçeleri Osmanlı asırları için de pekâla düşünebiliriz.
Erkek çocuk sahibi olma arzusunu sadece iş ve zenaat ehlinin talepleri arasında görmemek gerek. Mesela İşkodralı Mustafa Paşa’nın iki kızı ve bir oğlu bulunuyordu. Oğlu vefat edince evlenmek isteyen paşaya hanımı karşı çıkar. Bunun üzerine paşa cariye alır ve bu cariyeden iki erkek çocuğu doğar. Mithat Paşa’nın da 20 yıldır evli karısı Fatma Naime’den bir kızı bulunuyordu. Fakat paşa erkek çocuk istiyordu. Üstelik kendi Bağdad Valisi olması dolayısıyla Bağdad’da, karısı İstanbul’da bulunuyordu. Paşa Çerkes bir hanımla ikinci evliliğini yapar ve bu evlilikten 1 oğlu iki kızı dünyaya gelir.
5-Özellikle devletin kuruluş döneminde gazaların ortaya çıkardığı diğer bir olgudan da söz etmek lazımdır. Mağlup ettikleri Bizanslılar’ın geride kalan dullları ve kızları muzaffer Osmanlı askerleri için sadece ikinci bir eş değil aynı zamanda mamur bir evin sahibi olmak anlamı da taşıyordu. Bu durumu Aşıkpaşazâde Orhan Gazi’nin İznik’e girişini anlattığı kısımda “hazır ev ve kadın ola, kim kabul etmeye” diye açıklıyordu. Aşıkpaşazâde’nin açıklamaları şöyle;
(Gazilerin şehre girişlerinde) kâfirler karşıladılar. Sanki padişahları ölmüş de oğlıınıı tahta geçirir gibi oldılar. Bilhassa kadınlar çok geldiler. Orhan Gazi: "Bıınların erkekleri hani?" diye sordıı. "Kırıldılar, kimi savaştan kimi açlıktan" diye cevap verdiler. Aralarında (pek güzel olanları çoktu. Orhan Gazi bıınları gazilere paylaştırdı. Emretti: "Bıı dul kadınları nikâh edin alın" dedi. Öyle yaptılar. Şehrin mamur evleri vardı. Evlenen gazilere verdiler: Hazır ev ve kadın ola, kim kabul etmeye.
6- Evlilik yaşında kadın nüfusun fazlalığı. Geleneksel hayat tarzının evliliği teşvik ettiği, bekarlığı ise uygun bulmaması nedeniyle özellikle dulların evlenmesi öngörülüyordu.
7- Kadının gebelik, doğum ve doğumdan sonra çocuğun sütten kesilmesine kadar erkeğin karısından çekinmek zorunda kalması erkeği birden fazla kadınla evliliğe ittiği söylenebilir.
8- Kadınların erkeğe göre daha genç yaşta evlenmesi, doğum, çocuk büyütme ve geleneksel aile yükünün ağırlığı gibi nedenlerle güzelliklerini kaybetmeleri, zevcelik vazifesini yerine getirememeleri.
Osmanlı aydınları ne düşünüyordu ?
Batı dünyası ile etkileşimin en üst düzeye eriştiği 19. yüzyılın sonlarında genelde İslam toplumları, özelde Osmanlı toplumu üzerinde eleştirilerini yoğunlaştıran batılıların da etkisiyle çok evlilik konusu tartışılmaya başlar. Bu tartışmalar klasik İslam alimlerinin Kuran’da geçen taaddüd-i zevcât ayetlerini yorum tarzlarından farklı bir düzeyde yapılıyordu. Taaddüd-i zevcâtı reddedenler, müdafaaa edenler ve objektif değerlendirmelerde bulunanlar bu tartışmada yer alıyordu. Tartışmaların genel çerçevesi Kuran mantalitesinin dışına taşmıyor, tek eşle evlilik üzerinde konsensüs oluşuyordu. Fatma Aliye hanım Taaddüd-i zevcât konusunda Mahmud Esad’a cevab mahiyetinde yazdığı makalenin başında şöyle diyordu;
“Biliyorsunuz ki bu mebâhis ile ecânib çok iştiğal ediyor, Buna dair çok şeyler yazılub söyleniyor. Pek çok i’tirazlar oluyor sualler irad ediliyor. O derece ki susmak sükutla mukabele etmek etmek imkan haricinde kalub suallere cevab mecburiyet hükmüne giriyor. ..”.
Şeyhülislam Musa Kazım 1324 /1908’de Sırat-ı Müstakim’de yayınladığı Hürriyet-Müsavat adlı makalesinde “...şeriat- Ahmediye’nin emir buyurduğu tesettür-i nisvan, ta’addüd-i zevcat ve talak gibi meselelerine karşı ötedenberi Avrupa mehafil-i edebiye ve felsefiyesinde gösterilen hücumlara ve bu babda aleyhimizde edilen muahezelere ve hatta bu üç meseleden dolayı biz müslümanları bütün alem-i medeniyete karşı ‘vahşi bir kavim, zalim bir millet’ diye tenıtmak üzere sarfedilen gayretleri, yazılan sözleri müdafaa etmek..”.
Mahmud Esad “.. taaddüd-i zevcaat İslamiyet’de en mühim mesâil-i ictimaiyeden, pek yanlış anlaşılan mebahisdendir” diyor. Mahmud Esad bu konuda kaleme aldığı eserin “Taaddüd-i zevcaat aleyhinde bulunan Avrupalıların ef’ali ve akvâlini cerh etdiğini hakikat-i halde ve fiiliyatda anların dahi taaddüd-ü zevcaat erbabından olduklarını kâbil-i inkar olmayacak derecede vek’ayi’ ile isbat” ettiğini söylüyor.
Türkçü görüşleriyle bilinen Şemseddin Sami (1850-1904), “Kadınlar” isimli eserinde tek eşle yetinmenin gerekçeleri üzerinde durur. Şemseddin Sami sevgi, saygı ve aşk bağlamında konuya yaklaşarak tekeşle yetinmenin daha hayırlı olacağını, ancak özel durumlarda çok evliliğe müracaat edileceğini söyler. Kadın eşlik vazifesini ifaaya güç yetiremiyorsa erkeğin taşkınlığa ve gayrımeşru yollara düşmesinin önüne geçmek için ruhsat verilmiştir. Ona göre bu bir ruhsattır tavsiye değildir.
1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi komisyonuna başkanlık yapan Mahmııd Es'ad (1855-1918) ile Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım (1862-1936) arasında geçen poligami tartışmasında Mahmud Esad, bu tür evliliğin fuhşu önleyen iki özelliği üzerinde durur. Bunlardan birincisi kadınların, erken yaşlarda menopoza (son âdet kanaması) girerek fonksiyonlarının bir kısmını yitirmesi, kocalarını başka kadınlarla nikâhsız yaşamalarına yol açabilir. İkincisi, kadınların erkeklerden genellikle daha erken yaşlarda ergenliğe ulaşması nedeniyle evlilik çağındaki kadın adedinin erkeklerden fazlalığı dengesizlik oluşturmaktadır. Bu da, müellife göre çokeşliliğin geçersiz olduğu toplumlarda fuhuşu artırmaktadır.
Taaddüd-i zevcaat konusunun tartışıldığı dönemlerde bu konuda geniş tahlillere giren Mahmud Esad’a göre;
“..her dürlü iktidarı kendinde görmeyenler bir zevce ile iktifa etsünler, lakin esbab-ı ma’kule ve meşru’aya mebni kendüsünde ihtiyaç ve zaruret his etmekle beraber iktidar-ı bedeni ve malisini kafi addeden kimse de alem-i fuhş ve sefahatde imrar-ı vakt edeceğine varsun suret-i meşru’ada bir zevce daha alsun kemal-i saadet ve iffet ile imrar-ı hayat eylesün..” .
Mahmud Esad’a göre taaddüd-i zevcaat tabii, cibillî, fıtridir. Hem hal u vahşet ve bidayetde hem medeniyetde zaruri velâbüd(gerekli) ve cârîdir.
Mahmud Esad’ın görüşlerine karşı, Fatma Aliye, "İslâmiyette taaddüd-i zevcât emr olmayub mesağ gösterildiği cihetle bu müsaadenin ne gibi mecburiyetlerde işe yaradığı ibraz olunmalı. Buna alem-i medeniyetde dahi ne suretlerde lüzumı bulındığı isbat olınmalı" diyordu. Fatma Aliye makalesinde Hz. Ömer'in çok eşliliği yasaklayıcı bir uygulamasını anlatır;
“İslâm ordusuyla Akka taraflarında bulunan Ebu Ubeyde'nin izin mektubuna cevaben Hz. Ömer “Asâkir-i İslâmiye'den bazılarının Rum kızlarıyla tezevvüc etmek istediklerini söylüyorsun. Hicazda haremi (eşi) olmayanlara bunun için müsaade edebilirsin. Hicazda haremi bulunanların odalık almalarına gayret etmelisin diye yazmıştı”.
Fatma Aliye bu misalden sonra seçkin şahsiyetlerin çok evliliklerine dair düşüncelerini şöyle dile getirir:
“Hz.Ömer'in birkaç zevcesi vardı, zira o halife idi. Herkes onun gibi olamazdı. Kadınlar kendileri, o kadar büyük bir şerefi yalnız bir kadına çok görürlerdi. Onlar kendi hüsn-ü rızalarıyla o hususda taaddüd-ü zevcatı arzu ederlerdi. Hz.Peygamber gibi o da kimseyi zor ile almadı. Hazret-i Resııl, gençliğini bir zevce ile imrar eyleyüb sonra dokuz haremi bulınması, ezvacı mutahharanın o şerefe nail edilmeleri için değil midir. Şayân-ı mükâfat olan o muhedderât-ı İslâm'ı (İslâm'ın temiz kadınlarını) nail-i mükâfat içün oldığından elbet şüphe yoktıır, Hz. Fatıma'nın üzerine Hz. Ali'ye kız vermeye kalkışdıklarında Cenab-ı Resul'ün, “Fatıma benden bir lâhm-ı paredir. Onu gücendiren beni gücendirir” diye buyurması, Hazret-i Ali'nin, Hazret-i Fatıma hayatta iken hiçbir kadın almayub onun vefatından sonra birkaç haremler alması da Hazret-i Fatıma’nın Peygamber kızı bulunduğu ve sair kadınlara kıyas olınamayacağı için değil midir? Hazret-i Ömer'in o kadar haremi varken pek küçük sinde (yaşta) bulınan Hazret-i Fatıma'nın kerimesi Hazret-i Zeyneb'i, Hazret-i Ali’den istediğinde, “pek küçükdür ya Ömer” cevabına karşı: “maksadım Beyt-i Resûl'e karışmakdır ya Ali” diyerek Hazret-i Zeyneb'i tezevvüç eylemesi gibi şeyler hep o dürlü büyüklere mahsus olan şeylerdendir ki herkes bunlarla bir olamaz. Bunlarda, taaddüd-i zevcatdan maksad başkadır.”.
Fatma Aliye, çokeşliliği kabullenmiş görünüyor ancak “İslâmiyette taaddüd-i zevcata karşı talak da bulunduğundan taaddüd-i zevcâtın kadınlara cebri bir zulüm olamayacağını ve kadın ortak istemediği halde oturmayıp diğer biriyle tezevvüç edebileceğini” ileri sürerek kadınların isteği üzerine gerçekleştirilen muhalâaya atıfta bulunuyor. Fatma Aliye hanım bu zamanda tek eşliliğin lüzumuna değiniyor;
“İslamiyetde vahdet-i zevce usûlü haram olmadığı ve idare edilemeyeceği halde bir zevce ile iktifa kılınmak hakkındaki ayet-i kerime işte bu alem-i medeniyet için pek muvafık bulundığını söyler isek hak kazanabilürüz. Zira bu alem-i medeniyetde bir zevceden ziyadesini idare ne kadar müşkül ve belki de gayr-ı mümkün oldığı görülüyor.
Taaddüd-i zevcaat ile ilgili tartışmaların yaşandığı dönemin şahitlerinden bir olan Bediüzzaman da batı medeniyetinin çok evliliğe bakış açısını şu şekilde tahlil ediyor. Bu tahliller taaddüd-i zevcaat müdafilerinin görüşlerine mümasil görüşlerdir; Alıntı. |