IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 21 Ocak 2012, 23:14   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Doğum Öncesi Gelişim




Ultrasonografi ve diğer inceleme yöntemleri gelişmeden önceki dönemlerde doğmadan önce bebeklerin duyularının hiç gelişmemiş olduğu ve verdikleri hıçkırık, tekme atma gibi tepkilerin tamamen tesadüfi, refleks hareketlerden ibaret olduğu düşünülürdü. Halbuki bugün, bebeğin beş duyusunun gebeliğin en erken aşamalarında gelişmeye başladığını, verdikleri tepkilerin aslında oldukça anlamlı yanıtlar olduğunu biliyoruz. Peki, hamilelik döneminizde yaşadıklarınız ve duygularınızın bebeğinizin karakterini şekillendirebileceğini biliyor muydunuz? Jinekolog Op. Dr. Kağan Kocatepe sizin için anlatıyor…
Bebekler doğduklarında belleklerinde doğum öncesi dönemde depoladıkları bilgilerle karşımıza çıkıyor ve bizi şaşırtıyorlar. Bebeğinizin duyu gelişimi bu tepkileri vermesinin ve anne karnında da olsa çevresinde olan bitenden etkilenmesinin en önemli sebebidir.

Tat ve koku alma duyusunun gelişimi:
Anne karnındaki bebeklerde ilk olarak tat alma duyusu gelişir. Gebeliğin 12. haftasında gelişmeye başlayan tat alıcı hücreler 28. haftada gelişimlerini büyük ölçüde tamamlamış olurlar. Amniyos sıvısının tadı anne adayının aldığı gıdalara göre değişir ve buna bağlı olarak bebeğin tepkileri de alınan gıdalara göre değişkenlik gösterebilir. Örnek olarak hayvan deneylerinde amniyos sıvısının içine sakaroz (çay şekeri) verilerek yapılan çalışmalarda sakaroz verildikten sonra ultrasonda yavrunun yutma hareketlerinde artış gözlenmiş, acı ve asit içerikli maddeler ise yutma hareketlerinin azalmasıyla sonuçlanmıştır. Tat ve koku birbirlerinden ayrılamaz iki duyumuzdur ve bu iki duyu beraberce gelişirler. Yenidoğan bir bebeğin koku hafızası o kadar gelişmiştir ki, annesine ait kokuları binlercesi arasından tanıyabilir. Yapılan bir çalışmada suni meme ucuna bebeğin kendi amniyos sıvısından bir miktar sürüldüğünde bebeğin o memeyi daha güçlü emdiği gözlenmiştir. Bu da bebeğin henüz doğmadan bir koku ve tat hafızası geliştirdiğini göstermektedir.

İşitme duyusunun gelişimi:
Doğmamış bebekte 10. haftada dış kulak ve kulak zarı gelişir, 16–18. haftada gelişmeye başlayan orta kulak kemikleri bu gelişimlerini takriben 32. haftada tamamlarlar. Fetusların 24. haftadan önce sesli uyaranlara yanıt vermediği, 34. haftada ise işitme duyularının tamamlandığı kabul edilir. Kız fetusların işitme duyularının erkeklere göre daha hızlı olduğu da gözlemler arasındadır. Yenidoğan bebeklerin annelerinin seslerine daha kuvvetli yanıtlar vermeleri, fetusların erken dönemden itibaren sesleri belleklerinde depoladıklarını göstermektedir. Hatta anne adayının doğmamış bebeğine söylediği şarkıları bebeği doğduktan sonra söylediğinde bebeğin bunları tanıdığı ve bu seslerle ağlamasını kestiği de yine anneler tarafından sık gözlenen bulgular arasındadır.

Yenidoğan bebeklerin ağlama paternleri neredeyse bir parmak izi kadar kendilerine özgüdür. Bu ağlama paterninin bebeğin annesinin ses özellikleriyle yakından ilişkili olduğu da gösterilmiştir. Kalın sesler rahmi daha kolay geçer ancak içeride dağılırlar. İnce sesler ise daha zor geçmelerine karşın fetus tarafından daha net algılanırlar. Fetuslar gibi yenidoğan bebekler de ince seslere daha olumlu yanıtlar verirler. Belki de bu yüzden anne ve babalar bebekleriyle konuşurken bilinçaltı bir mekanizmayla seslerini incelterek konuşurlar...
Yüksek desibelli sesler doğmamış bebeği olumsuz etkileyebilir. Örnek olarak bebeğin 110 desibellik bir gürültü (Yaklaşık olarak bir diskodaki gürültü.) ile karşılaşması, her ne kadar rahim bu gürültünün bir kısmını süzse de, onun anne karnında sıçramasıyla sonuçlanır. Bu sıçramanın bir refleks mi, yoksa korkuya bir tepki mi olduğu belli olmamakla beraber kalp atışlarının da hızlanması, bir korku reaksiyonunu daha çok düşündürmektedir. Bu konuda yapılan diğer araştırmalar bebeğin anne karnında anne ve babanın seslerini belleğinde depoladığını ve doğumdan sonra da bu sesleri ayırt edebildiğini göstermektedir.

Dokunma duyusunun gelişimi:
Dokunma reseptörleri (algılayıcıları) henüz fetus 7 haftalıkken ilk olarak ağız çevresinde ortaya çıkar. Buradan tüm yüze, kollara, bacaklara ve nihayet vücuda yayılarak 20. haftada son şeklini alır. Doğmamış bebekte dokunma ve ağrı duyusunun 24. haftada tamamlanmış olduğu kabul edilir. Ağrı duyusunun ilk algılanmaya başladığı hafta ise tam olarak belirlenmemiştir ve bu konuda tartışmalar devam etmektedir. Gerçek olan şudur ki, ağrı duyusu erken haftalardan itibaren gelişmeye başlamaktadır. Bu nedenle özellikle erken doğan bebeklere yapılan her türlü tıbbi müdahalelerde, yenidoğan bebeklere yapılan her türlü müdahaleli girişimlerde (Doğumda vakum takılması, erken yenidoğan döneminde sünnet gibi.) Bebeğin ağrı duyduğu gerçeği kabul edilerek erişkinlerde kullanılan tüm analjezik ve anestezik yöntemler uygun dozlarda uygulanmalıdır. Elbette doğmamış bebek sadece acıya karşı değil aynı zamanda dokunuşlara da duyarlıdır. Anne elini karnının üzerine koyduğunda ya da babası ona oyun yaptığında (Örneğin annenin karnına parmağıyla bastırdığında.) bebek bunu hisseder. Bazı bebekler bu hareketlere içeriden eli hissettiği yere vurarak cevap verir.

Görme duyusunun gelişimi:
Doğmamış bebekte en son gelişimini tamamlayan duyu görme duyusudur. Fetusun 25. haftadan önce görsel uyaranlara duyarlı olmadığı bu haftadan itibaren ise giderek artan bir şekilde ışık gibi görsel uyaranlara güçlü yanıtlar verdiği gözlenmiştir. Göz kapağı hareketleri de yine bu dönemde başlar. Sesten farklı olarak uterus ışığı geçirme konusunda güçlü bir engel görevi görür ve bebeğin ışıktan etkilenmesi engellenir. Rahim içinde iken ışıktan böylesine iyi bir şekilde korunan fetusun doğduğu ilk anda birden yoğun bir ışığa maruz kalmasının yarattığı etkinin nitelikleri tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı doğumhanelerde bebek doğacağı anda ışıklar tümüyle açılırken (Muhtemelen bebeği solunum yapması için uyarmak amacıyla), bazılarında bebeğin doğacağı zaman odanın nispeten karanlık olması tercih edilir. Hangi yöntemin daha iyi olduğu henüz belli değildir.

Anne karnındaki bebekler de tıpkı bizler gibi suyun içinde gözlerini uzun süre açık tutamazlar. Bebek uyumasa da göz küresini korumak için gözlerini açar ve kapatır. Doğmamış bebeğe dışarıdaki ışığın sadece yüzde biri ulaşır. Ancak bu miktar doğmamış bebeğin renkleri algılaması ve belleğine kaydetmesi için yeterlidir. Özellikle kırmızı tonlar daha iyi algılanır. Bebeklerin kırmızı renge karşı olan zaaflarını bu şekilde açıklanabilir. Sonuç olarak fetus eskiden sanıldığı gibi duyuları az gelişmiş bir canlı değildir. Aksine çok erken dönemlerden itibaren duyuları gelişmeye başlar ve çevresini tanıyarak hafızasında bilgileri depolar. Yani bebek doğduğunda herşeyden habersiz, savunmasız bir "yavru" değil, kendine zararlı olabilecek uyaranlar konusunda az da olsa çeşitli tecrübeler edinmiştir ve fetal yaşamına ait çeşitli anılarla dünyaya gelir. Bu nedenle gerek ses, gerek ışık, gerekse dokunma gibi uyaranların bebeğe ölçülü olarak uygulanmasında fayda vardır.

Beyin gelişimi ve bebek
Bebeğin beyin hücreleri gebeliğin henüz 8. haftasında gelişmeye başlar ve bu gelişim artarak doğuma kadar devam eder. Esas hızlı değişiklik ise 20. haftadan 40. haftaya giden süreçteki kitlesel büyüme yanında, görünümündeki değişikliktir. 20. haftadayken hiç kıvrımları olmayan beyin dokusu doğuma yakın zamanda yüzlerce kıvrım yaparak trilyonlarca hücreyi ve bunların uzantılarını barındırır.

Beyin hücrelerimiz birbirleriyle nörotransmitter adı verilen kimyasal maddelerle iletişimde bulunurlar. Bu maddeler bir sinir ucundan diğer sinir ucuna geçerek bir sinir hücresinin mesajını diğerine iletirler. Sinir hücreleri aynı anda çok sayıda sinir hücresiyle sinaps adı verilen yapılarla temas halindedir ve diğer sinir hücreleriyle bu temas sayesinde bizim hem otomatik işlevlerimiz (Kalbimizin atması, organlarımızın çalışması.), hem de bilişsel işlevlerimiz (Hatırlama, öğrenme, düşünme, duygulanım.) sağlanmış olur. Öğrenme dediğimiz süreç aslında sinir hücreleri arasında yeni bağlantıların geliştirilmesinden başka bir şey değildir. Doğduğumuzda sabit sayıda sinir hücresiyle doğarız ve bu sinir hücreleri ömürlerini tamamlayıp öldüklerinde yenileri oluşmaz. Büyüdükçe "akıllanmak" var olan hücrelerin sayıca artmasıyla değil kitlece artmasıyla ve aralarındaki bağlantıların daha koordine hale gelmesiyle gerçekleşir.

Yeni doğduğumuzda yeni alınmış bir bilgisayar gibiyizdir. Hayati programlar hariç, hiç bir program yüklenmemiştir ve bu nedenle doğduğumuzda işlevlerimiz sınırlıdır. Bazı bilgisayarlar ise fabrikada yüklenmiş ekstradan yararlı programlarla gelirler ve daha kullanışlıdırlar. Yani bazı şeyleri fabrikada öğrenmiş olarak gelirler. Bilgisayarımıza yükleyeceğimiz programlar bizim kişiliğimizi ve amaçlarımızı yansıtır. Çocuklarımıza öğreteceklerimiz gibi... Zararlı programlar yüklediğimizde bilgisayarlarımızı formatlayabiliriz, ama ya çocuklarımızın yaşantıları?

Konumuz rahim içi olduğuna göre öncelikle şunu bilmeliyiz: “Öğrenmenin, duyguların ve diğer birçok bilişsel faaliyetin rahim içinde başladığına inanıyoruz. Nereden biliyoruz? Bebek annesinin sesine, babasının sesine tepki verir, demek ki onların seslerini öğrenmiştir ve seslerini duyunca mutlu olmaktadır.” Bebeğimiz henüz rahim içindeyken öğrenmeye başladığına göre bu, hisler de geliştirmeye başlamış anlamına gelmektedir. Doğmuş bebeğimizi iyi hissettirmek için neler yapıyorsak (Ona sevgi göstermek, şefkatli olmak.) aynısını doğmamış bebeğimize yapmaya hemen şimdiden başlamalıyız. Annenin kendini iyi hissetmesi beyninde biyokimyasal bazı tepkimelere neden olur ve bu tepkimeler sonucunda onun kanına bazı maddeler geçer. Muhtemelen bu aynı maddeler plasenta yoluyla bebeğe geçtiğinde onda da benzer duygu durumları oluşturmaktadır. Bunun tersi de geçerli olabildiğinden anne adaylarının kendilerini iyi hissetmeleri, stresten uzak durmaları, kendi hoşlarına gidecek şeyleri yaptıklarında bunun biyokimyasal yolla bebekte de aynı durumu yaratacağını bilmeleri önemlidir. Yine unutulmamalıdır ki zaman zaman yaşanan olumsuz duygular bebekte olumsuzluk yaratsa dahi sürekli olmadıkları sürece iz bırakmazlar. Beyin olumsuz duyguları unutma eğilimindedir.

Bebeğimizin zekasını rahim içindeyken geliştirebilir miyiz? "Zeka", tanımı tam olarak yapılamamış bir olgu olmasına karşın anne adayının sağlıklı bedeninde bebeğin genetik zemini üzerine inşa edilen eğitim olarak tarif edilebilir. O halde cevap nedir? Çok kısıtlı olarak evet. Nasıl? Bunun için özel bir şeyler yapmaya gerek yok, beden sağlığımızı korumak, kendi genlerimize güvenmek, kendimizi iyi hissetmek için bir şeyler yapmak (Böylece bebeğin de iyi hissetmesini sağlamak.) yeterli olacaktır. "Beyin geliştirici müzik" denenebilir, ancak biz daha çok anne adayının kendini iyi hissedeceği "müziği" (Müzik dışında da birçok şey kişiye kendini iyi hissettirebilir.) dinlemesini öneriyoruz. Bebeğin beyin hücreleri arasındaki koordinasyon henüz rahim içindeyken iyi kurulduğunda bunun onun ruhsal gelişimine katkıda bulunacağı görüşünü taşımaktayız.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
doğum, gelişim, Öncesi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Doğum öncesi beslenme ve hurma mucizesi Sim Kadın Sağlığı 1 14 Mart 2013 14:40
Okul Öncesi Eğitimde Drama "Sosyal Duygusal Gelişim" Seti pyracantha Aile Evlilik ve Çocuklar 0 08 Kasım 2011 19:40
Doğum öncesi endişeler Dilara Aile Evlilik ve Çocuklar 0 06 Eylül 2010 23:29