IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 21 Mart 2009, 00:57   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Osmaniye İli Hakkında Bilgiler




Osmaniye - Berke Barajı

Berke Barajı Hakkında Genel Bilgiler 1995 yılında Ocak ayında yapımına başlanılan baraj Ceyhan Nehri üzerinde ve 201 m yüksekliğindedir. Türkiye’de ve Dünya’da 16. sırada beton kemer barajıdır. Berke Hidroelektrik santralı ise bölgemizin en büyük hidroelektrik santrali olmaktadır. 2002 yılı başında üretime geçen Berke Barajı, Sır Barajı ile Aslantaş Barajı arasında yaklaşık 200 metrelik düşüşten yararlanılarak, 201 m yüksekliğinde, çift eğrilikli ince beton kemer tipinde bir barajdan, 9,3 m. çapında toplam 1921 m uzunluğunda bir enerji tünelinden ve 3 x 170 = 510 MW kurulu gücünden 120 x 120 x 44 m boyutunda bir yer altı santralinden oluşmaktadır. Barajın arkasında oluşacak göl hacmi 427 milyon M3 olup, yaklaşık 30 km uzunluğundadır. Santralde yılda ortalama 1 milyar 669 milyon kwh enerji üretilecektir. Berke Barajı ve Hidroelektrikle santralinin dünyanın 16.inci ve Türkiye’nin en yüksek kemer barajı olması, Türk Müteahhidi tarafından yapılan ilk çift eğrilikli kemer barajı ve en büyük perde enjeksiyonunu ihtiva etmesi yapılan işin önemini göstermektedir. 1.2. Berke Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesinin Özellikleri 1. Türkiye’nin en yüksek kemer barajı 2. Dünyanın 16. yüksek kemer barajı 3. Türk müteahhidinin yaptığı ilk çift eğrilikli kemer barajı 4. Dünyanın en büyük perde enjeksiyonu 5. Özel sektör tarafından tamamı az kaynaklardan finanse edilen ilk baraj 6. Türkiye’deki barajların arkalara yıllık üretim sıralamasında 5. kapasitede baraj 7. Son beş yıllık içinde Türkiye’de işletmeye geçin hidroelektrik santrallerin toplam üretiminin üçte biri (1/3) kapasitesinde, 8. Berke Barajının tek başına üretim kapasitesi, ÇEAŞ’nın dmiğer 6 barajının toplam üretim kapasitesi kadardır. (Berke barajının üretime geçmesi ile ÇEAŞ’nın mevcut kurulu günleri ve yıllık üretim kapasiteleri iki katına çıkmıştır). Çizelge 1, Dünyadaki En Yüksek Beton Barajları Çizelge 2. Türkiye’nin En Yüksek Kemer Barajları Adı İnşaatın Yeri Gövde Dolgu Hacmi (103 M3) Temelden Yüksekliği (cm) Müteahhidi Başlangıç Tarihi Bitiş Tarihi Nehir İl Berke 1995 2001 Ceyhan Osmaniye 836 201.00 Yapı ve Tic. A.Ş Oymapınar 1977 1984 Manavgat Antalya 676 185.00 Bilgfinger + Berger Karakaya 1976 1987 Fırat Diyarbakır 2000 173.00 Holstrade + Recchı Gökçekaya 1967 1972 Sakarya Eskişehir 650 158.00 Holstrade Sır 1987 1991 Ceyhan K.Maraş 494 66.00 Holstrade 2. BERKE BARAJININ DÜZİÇİ EKONOMİSİNE KATKISI 2.1. Berke Barajının Yapımı 1995 yılının Ocak ayında başlamıştır. Barajın yapımında yaklaşık 2000 işçi çalıştırılmıştır. Barajın yapımında çalışan bu işçilerin yaklaşık %90’ı Düziçi’nden ve çevre ilçelerindendir. Berke barajının yapımı 6 yıl sürmüştür. Bu süre içerisinde Düziçi’nden değişik zamanlarda barajın yapımın7da işçilik çalıştırılmıştır. Barajın yapımı 2001 yılının Kasım ayında tamamlanmıştır. Çalışan işçilerin çoğu işleri bittiği için işten çıkarılmıştır. Şu anda Düziçi’nde barajda çalışan 600 işçi bulunmaktadır. Diğer çalışanlar ise başka bölgelerimizden oluşmaktadır. Berke Barajında çalışan bu işçilerin ücretleri ise, en düşük ücret 350 Milyon, en yüksek 700 milyon olup, ortalama 500 Milyondur. Toplam Düziçi’nden çalışan işçilerin aylık ortalama ücretleri ise 30 milyardır. Dolayısıyla bu para Düziçi’ne girmekte ve ekonomiyi canlandırmaktadır.

Alıntıdır

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat
Alt 21 Mart 2009, 00:58   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Osmaniye İli Hakkında Bilgiler




Osmaniye - Kastabala Kalesi

Osmaniye İl merkezinin 12 km. kuzeyindeki Ceyhan Nehrinin kuzeybatıya döndüğü kıvrımın içinde, Kesmeburun ile Bahçeköy arasında bulunan ovaya hakim olan bir kaya çıkıntısı üzerinde Bodrum Kalesi adını taşıyan 13. yy. dan kalma bir kale yükselmektedir. Osmaniye’den Cevdetiye, Kesmeburun üzerinden Karatepe-Aslantaş ören yerine ulaşan yolun doğusunda bulunan kalenin eteklerinden başlayarak kalıntıları çepeçevre birkaç km²’lik alanı kaplayan Kastabala Ören Yerini ilk kez 1875 yılında İngiliz diplomat E.J. Davis ziyaret etmiş ve ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Kentin antik devirdeki diğer bir adının da Hierapolis olduğu ancak 1890 yılında İngiliz araştırmacı Th. Bent tarafından burada bulunan antik yazıtlar sayesinde anlaşılmıştır. Çeşitli uluslara mensup gezgin ve araştırmacıların Kastabala’nın anıtları, yazıtları ve sikkeleri hakkında 20. yy. da yaptıkları araştırmalar sayesinde antik kent tarihinin karanlıkta kalan bazı noktalarını aydınlatmak mümkün olabilmektedir.
Antik yazarlardan Ptolemaeus ve Plinius ovalık Kilikya’nın antik kentleri arasında Kastabala’ya komşu kentler Anazarbos’tan sonra ve Epiphaneia’dan önce değinmişlerdir. Coğrafyacı Strabo ise, Toros dağları üzerinde ikinci bir Kastabala bulunduğu yanılgısına düşmüştür.
Anadolu dillerinden türetilmiş bir yer ismi olan Kastabala adının geçtiği en eski yazılı belge Kastabala’nın 20 km. kadar kuzeyinde bulunan bahadırlı köyü civarında 1961 yılında bulunan Aramice bir sınır yazıtıdır. M.Ö. 5. ve 4. yy. da Anadolu’ya hakim olan Perslerin kullandığı resmi yazı olan bu metinde Pirvaşua adını da taşıyan Anadolu ana tanrıçası Kubaba’nın arazisinin bir kısmının da Kastabala’a ait olduğu belirtilmektedir. Buradaki Kastabala ismiyle bir kentin mi yoksa bir arazinin mi kastedilmek istendiği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Kastabala ilk kez Seleukos krallarından IV. Antiochos Epiphanes’in hakimiyet döneminde (M.Ö. 175-164) basılan sikkelerde Hierapolis adıyla anılmaktadır. Antiochos kentte uzun zamandan beri tapınım gören “Perasia” ismindeki tanrıçanın tapınağından ötürü kente “Kutsal Şehir” adını vermiştir. Perasia adı büyük bir olasılıkla yukarıda bahsedilen Arami yazıtında geçen ve kökleri geç Hitit dönemine uzanan Pirvaşua adından türetilmiştir. Roma devrinde yaşamış olan Amasyalı tarihi coğrafya yazarı Strabo Perasia tanrıçasına tapınım törenleri sırasında gözlenen ilginç bir gelenekten söz etmektedir. Strabo’ya göre tanrıçanın rahibeleri dini törenler sırasında çıplak ayakları ile korlaşmış kızgın kömürler üzerinden ayakları yanmadan yürümekteydiler. Bu törenler Hindistan, Pasifik adaları, Orta İtalya ve Trakya’da bazı halk toplulukları arasında halen yapılmaktadır. Kastabala sikkeleri üzerindeki Perasia tasvirleri ve Kastabala’da bulunan Perasia’ya sunulmuş olan adak yazıtları bu tanrıçanın kült merkezinin Kastabala’da olduğunu belgelemektedirler. En önemli atribüsünün meşale olduğunu sikkelerden öğrendiğimiz Perasia yazıtlarda πυpφόpoς unvanı ile onurlandırılmaktadır.Strabo’ya göre Perosia Kastabala’da Artemis ile özdeşleştirilmekteydi. Antik Yunan tanrılar dünyasından tanıdığımız Artemis’in kökleri Hitit devrine kadar uzanan bir yerel Anadolu tanrıçası olan Persia ile özdeşleştirilmesi Anadolu’nun bir çok yerinde benzerleri görülen synkretimus olgusunun Çukurova’daki en dikkati çeken örneğidir. Kastabala’da bulunmuş olan ve Roma imparatorluk devrinin başlarına tarihle nen vezinli bir yazıtta Perasia’ya , Selene, Demeter, Artemis, Aphrodite ve Hekate tanrıçalarının adlarıyla yakarışta bulunulması doğu ve batı din ve tanrılar dünyasının Kastabala’da Roma imparatorluk devrinde birbirleriyle kaynaştıklarını belgelemektedir.
Çukurova’nın doğusunda yer alan Hierapolis-Kastabala’nın Seleukos imparatorluğunun hakimiyeti altında bulunduğu M.Ö. IV. yy. sonu ile M.Ö. I. yy. ortaları arasındaki konumu hakkında antik kaynaklarda dikkate değer bir bilgiye rastlanmamaktadır. M.Ö. I. yy. ortalarında Seleukos’ların tarih sahnesinden çekilip, bölgeye Roma devletinin hakim olmaya başladığı dönemde Hierapolis-Kastabala’nın tekrar tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. Bilindiği gibi M.Ö. 67 yılında ünlü Romalı komutan Cn. Pompeius Magnus tarafından denizde ve karada kesin bir yenilgiye uğratılan Kilikya korsanlarının Doğu Kilikya’da sahil kentlerine ve sahille yakın yerlere iskan edilmeleriyle bölgenin tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu.Önceleri Kapadokya Kralı Archelaos’un denetimine verilen Kastabala ve diğer ovalık Kilikya kentlerinde Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ortaya çıkan yönetim sorunlarının devam ettiği görüldü Bunun üzerine Romalılar bölgedeki iktidar boşluğunu önlemek için antik devirdeki adı Pyramos olan Ceyhan nehri havzasının denetimini Tarkondimotos ismindeki eski bir korsan önderine bıraktılar. O dönemde bu bölgenin başşehri Hierapolis-Kastabala idi.
Tarkondimotos’tan beri ilk kez M.Ö. 51 yılında Cicero tarafından Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsedilmesine karşın, M.Ö. 64 yılı kışından beri ovalık Kilikyanın doğu kesimlerinin denetiminin elinde olduğu sanılmaktadır. Babası olduğunu, Kastabala’da 1914 yılında bulunan bir onur yazıtından öğrendiğimiz Strato’ya ne antik kaynaklarda ne de yazıtlar ve sikkelerde bugüne değin kral olarak değinilmemesi nedeniyle Tarkondimotos’un kendi adıyla anılan yerel hanedanlığın kurucusu olduğu sanılmaktadır. Kesin doğum yılı bilinmeyen Tarkondimotos’un, ovalık Kilikya’nın doğusundaki bazı yerel halk topluluklarının başındaki aşiret liderleri üzerinde kontrolü sağlayarak buranın hakimi olduğu anlaşılmaktadır. Romalılar tarafından bölgenin lideri olarak tanınmasının nedenlerinin başında Strabo’nun bahsettiği kahramanlıklarından daha önemlisi Roma’nın güvenilir bir müttefiki olduğunu birçok kere kanıtlamış olmasıydı. M.Ö. 64 yılı kışında Pompeius’un legatı Afranius’u, Lucullus’un Amanos dağlarına yerleştirmiş olduğu Arap kabilelerinin saldırıları sırasında desteklemesi ve M.Ö. 51 yılında Cicero’nun Kilikya eyalet valiliği sırasında Parthların Kilikya’yı istila etmek üzere yığınak yaptıklarını zamanında bildirmesi, Romalıların Tarkondimotos’un sadakatine inanmaları için yeterliydi. Çünkü Anadolu ile Mezopotamya arasında anahtar konumunda olan Doğu Kilikya ve Amanos bölgesinin kontrolü, Romalılar için büyük stratejik önem taşımaktaydı. Bunun için bölgede çok güvendikleri bir yerel güce gereksinimleri vardı. Tarkondimotos daha önce korsan olmasına rağmen şimdi hem araziyi ve hem de Doğu Akdeniz ve Kilikya sahillerini iyi tanıdığından Romalıların hizmetinde onlara çok yararlı olmaktaydı. Tarkondimotos’un kral unvanını alması Cicero’nun Kilikya eyalet valiliği görevinin bitiminden yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşecekti. Zaten Cicero da Tarkondimitos’tan sadece Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsetmekte, ama kral unvanı olduğuna değinmemektedir. Tarkondimotos’un, Pompeius ile Lulius Caesar arasındaki mücadele sürecinde Pompeius’un tarafını tuttuğunu ve onun donanmasının hazırlanması konusundaki en büyük yardımcısı olduğunu Cassius Dio’dan öğrenmekteyiz.
Ancak Pompeius’un , Caesar tarafından M.Ö. 48 yılında Pharsalos savaşında yenilmesinden ve Mısır’da öldürülmesinden sonra, Pompeius’un taraftarlarına sadık kalmaya devam edeceği izlenimini uyandırıp onları tuzağa düşürüp, Caesar’a teslim ederek Caesar’ın güvenini kazanmaya ve bu sayede kendi konumunu kurtarmaya çalıştı. hatta Lulius Caesar’a bağlılığını göstermek için kızına Lulia adını verdiği de bazı araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir.
Caesar’ın M.Ö. 44 yılının 15 Mart’ında öldürülmesinden sonra Caesar katilleri ile Marcus Antonius ve Octavian arasında çıkan savaşta, Philippi muharebesi öncesi Tarkondimotos’un Cassius’a askeri destek vermeyi reddettiğini, ancak Brutus’un kuvvet kullanması nedeniyle onun safında yer almak zorunda kaldığını Cassius Dio yazmaktadır. M.Ö. 42 yılında Philippi de yapılan savaşta Caesar katillerinin yenilerek ortadan kaldırılmalarından sonra kurulan Trumvirat’ın Roma hakimiyet alanını paylaşımları sonucu Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kilikya Antonius’un kontrolüne bırakıldı.
Antonius, denetiminde bulunan Doğu Akdeniz’in birçok yerinde olduğu gibi, Anadolu’nun ortasında ve doğusunda da büyük ve güçlü krallar yerine, başında Roma’nın güvenebileceği yerel önderlerin ya da rahiplerin bulunduğu prensliklerle bölgeyi denetim altında tutma politikasını tercih etmekteydi. Bu politikaya uygun olarak ovalık Kilikya’yı elinde tutan Tarkondimotos daha önce Antonius’un düşmanı olan Caesar katillerinin yanında yer almaya zorlandığına Antonius’u ikna edebildiği için, M.Ö. 40 yılından itibaren Antonius’un müttefiki oldu ve Antonius Tarkondimotos’a elinde bulundurduğu araziyi yönetme izni verdi. Bu dönemde Tarkondimotos, Roma’ya üstün hizmetlerde bulunmuş ve özellikle Antonius’a Parthlar ile yapılan savaşlar sırasında sadakatini çok belirgin bir şekilde göstermiş olmalıydı ki, kendisine Antonius tarafından kral unvanı verilmişti. Tarkondimotos’un sikkelerinden öğrendiğimiz Philantonius unvanını da kullanmaya başlaması M.Ö. 40 ile 36 yılları arasındaki bu döneme rastlamaktadır. Fakat tüm sadakatine rağmen Tarkondimotos, o zaman kadar elinde tuttuğu Elaiussa ve Korykos’u da kapsayan orta Kilikya sahilinin Antonius tarafından Kleopatra’ya hediye edilmesini kabullenmek zorunda kalmıştır.
Antonius’un Octavian ile yaptığı Roma’nın tek hakimi olma savaşında Antonius’un tarafını tuttu. Ancak M.Ö. 31 yılında yapılan ve Antonius’un kaybettiği Actium savaşı öncesi denizde Agrippa’nın gemileri ile meydana gelen bir çatışma sırasında komuta ettiği donanma birliklerinin başında öldü.
Buraya kadar sunulan bilgilerin ışığında Tarkondimotos’un Seleukoslar imparatorluğunun yıkılmasından sonra Doğu Akdeniz’in diğer yerlerinde olduğu gibi ortaya çıkan iktidar boşluğunun Roma tarafından doldurulacağını zamanında gördüğünü ve bölgesinde yerel bir güç olamaya başlamasından beri politikasını Roma ile iyi ilişkiler kurulması üzerine oturttuğu, bu amaçla Roma’nın Doğu Akdeniz’deki yöneticilerine sadakatini göstermekten hiçbir zaman çekinmediği anlaşılmaktadır. Tarkondimotos’un Pomprius, Cicero ve Caesar’a gösterdiği sadakat Antonius’a bağlılığını, Philantonius adını alarak göstermesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Bu durumda alışılagelmiş olanı Philantonius yerine Philoromaios unvanını almasıydı. Tarkondimotos böylece doğulu krallara özgü devletlerin başındaki kişilerin arasındaki iyi ilişkileri yeğlemekte olduğunu göstermektedir. Ancak Tarkondimotos’un M.Ö. 64-31 arasındaki 33 yıllık yönetimine damgasını vuran en önemli unsurun Romalıların sadık müttefiki olmaya çalışmasına rağmen uyguladığı ya da uygulamak zorunda kaldığı salıncak politikası olduğunu görmekteyiz. Kilikya’nın Seleukos imparatorluğunun hakimiyet alanından Roma imparatorluğunun hakimiyet alanına geçişi dönemine rastlayan M.Ö. 1. yy.ın bu en karışık döneminde, Anadolu ile Suriye arasında, o zamanın iki büyük dünya gücü olma iddiasıyla birbirlerine acımasızca düşmanlık besleyen Parthlar ile Romalıların arasında yok olmamak için Tarkondimotos’tan başka bir politika izlemesi de beklenemezdi. Ancak burada dikkati çeken husus Tarkondimotos’un sadakatini sunduğu Romalıların daima onların konumlarına göz diken rakipleri tarafından yenilenler ya da öldürülenler olmalarıydı. Bunun ötesinde Tarkondimotos sadakatini gösterdiği Romalıları onların ilk başarısızlıklarında terk etmemiş, ölümlerine kadar onları desteklemiş ve sonunda kendi de Antonius’a olan bağlılığı nedeniyle bu yolda hayatını kaybetmiştir.
Tarkondimotos’un hayattaki oğlu Tarkondimotos Philopator, Actium savaşından hemen sonra derhal Octavian’ın tarafına geçtiğini belirtmesine ve bunu kanıtlamak içinde Antonius taraftarı gladyatörlerin Kyzikos’tan Alexadreia’ya yürüyüşlerini Kilikya’da engellemesine rağmen, savaşın galibi Octavian, Actium savaşından sonra Tarkondimotos’un oğlu Tarkondimotos Philopator’u azletti ve ona babasının denetiminde olan bölgeyi yönetme hakkını on yıl süreyle tanımadı. Ancak doğuda Parthlardan herhangi bir saldırı gelmeyeceğine inandığında M.Ö. 20 yılında Tarkondimotos’un oğlu Tarkondimotos’a II. Tarkondimotos Philopator adıyla sadece babasının 31 yılında ölümünden hemen önce elinde tuttuğu araziyi yeniden kontrolü altında bulundurma hakkı tanıdı. Bunda II. Tarkondimotos Philopator’un Romalılara sadakatini on yıllık süre içinde çok etkin bir şekilde göstermiş olması da rol oynamış olmalıydı. Ancak babasından Antonius’un alıp Kleopatra’ya hediye ettiği orta Kilikya sahil şeridini Augustos Kappadokia kralı Archelaos’a verdi. Böylece II. Tarkondimotos’un elindeki bölge sadece ovalık Kilikya’nın iç bölgesinde kalan, denizle ilişkisi kesilmiş Romalılar ile Parthlar arasında büyük bir önem taşımayan tampon bir yerel krallık konumuna indirgenmişti. M.Ö. 19 yılında Octavian, yeni dünya düzeninin yöneticisi olarak Kilikya Pedias’ı ziyaret etti ve bu ziyaret sırasında Anazarbos’a Kaisareia adını vererek yeniden kurdu. Böylece Tarkondimotos hanedanının başşehri olan Kastabala’nın yanında bölgede ikinci bir merkez oluşmaya başladı. Bu durum zaman içinde Kastabala’nın Çukurova’nın doğusunda dini yönü ağır basan bir kent, Anazarbos’un ise siyasi nitelikli bir metropol olması sürecini başlattı.
Tarkondimotos hanedanı hakkında antik kaynaklar ve yazıtların verdikleri bilgiler çok sınırlıdır. Tarkonodimotos’un eşinin adı bilinmemektedir. Kastabala’da yine 1914 yılında bulunan bir başka onur yazıtından öğrendiğimize göre Tarkondimotos’un en büyük oğlu Laios adını taşımaktaydı. Antik kaynaklarda ve sikkelerde adının geçmemesi nedeniyle Laios’un Actium savaşından önce ölmüş olabileceği anlaşılmaktadır. Aynı yazıttan Tarkondimotos’un Lulia adında bir de kızı olduğunu öğrenmekteyiz.
II. Tarkondimotos Philopator’un Anazarbos’ta bulunan bir heykel kaidesi üzerindeki yazıtta kral olarak onurlandırılması Anazarbos’un Tarkondimotos’un kontrolü altındaki bölgede bulunma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Anazarbos’ta 1984 yılında şehrin güneyindeki bir su kanalı kazısı sırasında bulunan mermerden erkek portre başının kral II. Tarkondimotos Philopator’a ait olabileceğine Ramazan ÖZGAN kuvvetli bir ihtimal olarak değinmişti.Hem bu portre baş ve hem de heykel kaidesi herhalde Anazarbos’un M.Ö. 19 yılında Octavian tarafından ziyaret edilmesi sırasında veya bu ziyaretin hemen ertesinde II. Tarkondimotos Philopator’un Augustos tarafından kral olarak onaylanmasını kutlamak amacıyla diktirilmiş olmalıydılar.
II. Tarkondimotos’un ne zaman öldüğü ve hanedanın daha sonraki akıbeti bilinmemektedir. Sadece Tacitus, yıllıklarında M.S. 17 yılında Philopator isminde Kilikyalı bir soylunun öldüğünden bahseder. Tarkondimotos Philopator’un M.S. 17 yılında ölümünden sonra yönetiminde bulunan topraklar, Tacitus’un da belirttiği gibi yöre halkının arzusu doğrultusunda, imparator Tiberius döneminde Germanicus tarafından Suriye eyaletine dahil edildi. M.S. 38 yılından Caligula, Tarkondimotos’un arazisini Suriye eyaletinden ayırarak Roma’da beraber büyüdüğü çocukluk arkadaşı Kommagene kralı IV. Antiochos’a verdi. IV. Antiochos bu bölgeyi M.S. 72 yılına kadar kısa aralıklarla kontrolü altında tuttu.İmparator Vespasian M.S. 72 yılından itibaren yeniden kurduğu Kilikya eyaletinin sınırları içine bu bölgeyi de dahil etti.Böylece bir yüzyıla yakın bir süre Tarkondimotos’un yönetiminde kalan ovalık Kilikya’nın doğusu M.S. 260 yılına kadar aralıksız sürecek Roma imparatorluk yönetimine girmiş oldu.
Tarkondimotos’un denetiminde bölgenin genişliği hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak başkenti Hierapolis-Kastabala’da bulunan bir yazıtta Toparch olarak onurlandırılması Tarkondimotos’un kontrolündeki bölgenin Seleukoslar devrindeki yerel yönetim birimlerinden Toparchia’lardan birinin devamı olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Tarkondimotos’un yönetim organizasyonu Hellenistik devir krallıklarını yönetimlerinden esinlenerek oluşturulmuştu. Kastabala’da bulunan bir diğer yazıtta değinilen şehrin en büyük memuru, komutanı ve kentin arazisinin muhafızlarının ve kraliyet birliklerinin komutanı unvanları Kastabala’nın bağımsız bir şehir konumunda olduğunu ama kraliyet kurumlarının denetiminde bulunduğunu göstermektedir. Aynı yazıttan ayrı ayrı yönetim birimleri olduklarını ve bunların tıpkı Hellenistik krallıklarda olduğu gibi, bugün başbakan ile karşılaştırabilecek tek bir yüksek memur tarafından yönetildiğini öğrenmekteyiz.
Güneyde Pyramos üzerindeki en önemli antik kentlerden biri olan Mopsuhestia, Pyramos’un denize döküldüğü yerde bulunan Kilikya’nın en eski kentlerinden Mallos ve onun kutsal alanı Magarsos ile bunların doğusundaki Kilikya’nın en büyük limanı olan Aigeai ve daha doğudaki Epiphaneia antik kentinin Tarkondimotos’un kontrolündeki arazide bulunduğu sanılmaktadır. Cicero’nun Amanoslar da yaptığı askeri operasyonlar sırasında Epiphaneia antik kenti yakınlarında karargahını kurması bu bölgenin Romalılar için güvenilir olduğu varsayımını kuvvetlendirmektedir. Tarkondimotos’un Elaiussa-Sebaste ve Korykos’a kadar tüm sahil şeridini denetiminde tuttuğuna dair Cassius Dio, Lucan ve Strabo’ya dayanarak yapılan yorumlar şimdilik başka belgelerle desteklenerek kesinlik kazanmamıştır. Batıda büyük bir olasılıkla Anazarbos ve batısındaki Saros’a kadar uzanan arazi Tarkondimotos’un denetimindeydi.
Doğuda ise Toros ve Amanos dağ silsilelerinin birleştiği arazinin Tarkondimotos’un kontrolünde olması kuvvetle muhtemeldir. Tarkodimotos’un arazisinin kuzeyde en azından ovayı çevreleyen Toros dağlarının güney yamaçlarına kadar yayılmış olabileceği bu bölgede yaptığımız incelemeler sırasında saptadığımız bir epigrafik buluntu sayesinde belgelenebilmektedir. Söz konusu epigrafik buluntu Kozan ilçesinin kuzey doğusunda Uzunoğlan Tepesi üzerindeki tapınağın hemen yanında bulunan bir ortaçağ yapısında devşirme malzeme olarak kullanılır durumda bulunan bir onur yazıtıdır. Yazıtta kral Tarkondimotos Philopator onurlandırılmaktadır.
Burada kısaca değinilen yazıtların verdiği bilgiler ile antik kaynakların değerlendirilmesi sonucunda Tarkondimotos’un ve oğlu II. Tarkondimotos Philopator’un en azından Çukurova’nın doğu ve kuzeydoğu bölgesinde Kastabala ve Anazarbos antik kentlerini de içine alan Pyramos havzasını yaklaşık 80 yıl süreyle yönettikleri anlaşılmaktadır.
Çukurova ve dolayısıyla Hierapolis-Kastabala’nın Roma hakimiyetine girmesiyle bölgenin Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ve Tarkondimotos hanedanı döneminde yaşadığı belirsizlik ve bunun getirdiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar sona ermişti. Bölgede gerçekleştirilen büyük yapı faaliyeti de bunu göstermektedir. Daha sonraki yüzyıllarda Roma imparatorlarından Traian, Hadrian ve Caracalla Kastabala’yı ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri sırasında kent halkı tarafından heykelleri dikilerek onurlandırılmışlardır. M.S. 3. yy da Roma imparatorluğunun doğu sınırında huzursuzluğunun artması üzerine bölgeden doğuya giden çok sayıda Roma askeri birliği geçmiştir. Kent imparator Valerian döneminde Hierapolis-Kastabala ya da Pyramos kenarındaki Hierapolis adıyla da anılmaktaydı. M.S. 260 yılında Sasani kralı I. Hapur tarafından fethedildi. Erken Bizans devrinde Kastabala’lı akrobatların ün saldığı bilinmektedir. 380 yılında Bizans imparatorluğuna başkaldıran Isaurialı Balbinos tarafından fethedilen kent, 5. yy. başlarında kurulan Cilicia Secunda eyaletinin başkenti olan Anazarbos’a bağlandı. Kent 431’de Efes’te yapılan konsüle Hesychius ismindeki temsilcisiyle, 451 yılında Kadıköy’de yapılan konsüle Paregorios isimli temsilcisiyle katıldı. 524 yılında Kastabala’nın yaklaşık 30 km. kuzey batısında bulunan Anazarbos’ta büyük tahribata yol açan depremin Kastabala’yı da etkilemiş olduğu kesindir. İmparator Justin döneminde meydana gelen bu depremden sonra, 561 yılında imparator Justinian zamanında ikinci bir büyük deprem daha Çukurova’daki şehirleri yerle bir etti ve depremin hemen sonrasında başlayan veba salgını Çukurova’dan Amik ovasına kadar yayılarak Antakya’da dahil olmak üzere tüm şehirlerde ve kırsal alanda büyük can kayıplarına neden oldu. Orta ve geç Bizans dönemlerinde giderek önemini kaybeden Kastabala Haçlı seferlerinin yıkımından sonra kendini bir daha toparlayamamış ve kısa bir süre sonra tamamen terkedilmiştir.
Bugün Kastabala ören yerinde görülen kalıntılar tamamen Roma devrinden kalmadır. Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi Kastabala’da da M.S. 2.yy. sonu ve 3. yy. başlarında artan doğu seferleri nedeniyle doğu cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve sosyal sorunlara neden olmaktaydılar. Kentlerin bu sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak amacıyla imparatorlar ovalık Kilikya kentlerinde yoğun imar faaliyetine girişmişler ve bu kentlere kendi adlarıyla anılan birçok oyun düzenlenmesi ayrıcalığını tanımışlardır. özellikle Septimius Severus tarafından ve daha sonra Severus hanedanı tanrından uygulanan imar politikasının ürünleri Hierapolis-Kastabala’nın ayakta kalan yapı kalıntılarında bugün halen izlenebilmektedir.
Kastabala’nın oldukça iyi durumda günümüze ulaşan antik yapı kalıntıları arasında en önemlisi hiç şüphesiz sütunlu caddesidir. Kastabala’yı Karatepe-Aslantaş’a bağlayan asfalt yoldan yaklaşık 300 m. uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmı görülmektedir. Bu cadde üzerine kalenin üzerinde bulunduğu kayalığın yanından geçip asıl iskan bölgesini oluşturan ve doğu-batı yönünde uzanan vadiye iner.
Kent merkezi; batıda sütunlu caddenin başladığı yerde bulunduğu sanılan bir kapı tarafından sınırlanmaktadır. Güneyde, doğuda ve kuzeyde kentin kurulu olduğu vadiyi çevreleyen tepeler, kent merkezini sınırlamaktaydılar. Kent merkezinin ortasındaki sütunlu cadde batıdan doğuya arazinin eğimine uygun olarak yükselerek üzerinde birkaç tonozun görüldüğü bir yapı kalıntısının bulunduğu bölgenin kuzeyinden geçerek Propylon olduğu sanılan bir anıtsal kapıya ulaşmaktadır. Bu kapı kalıntılarının güneybatısında bulunan ve büyük bir yapıya ait olan mermer mimari parçalar bu tonozların büyük bir yapının altyapısı olduğu izlenimini vermektedir. 1890 yılında Kastabala’yı ziyareti sırasında Th. Bnet sözü edilen buluntuları bugünkünden çok daha iyi durumda görmüş ve burayı bugüne kadar yeri kesin olarak belirlenememiş olan Artemis Perasia tapınağının yeri olarak önermiştir. Bu alanın hemen batısında bulunan kuzey kilisesinde devşirme malzeme olarak kullanılmış olan Roma imparatorluk devri mimari parçaları dikkate alındığında burada büyük bir Roma devri yapısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Propylon’dan geçtikten sonra doğuya yönelen sütunlu cadde bir terasa ulaşmaktadır. Terasın üzerinde bulunan adak yazıtları nedeniyle bazı araştırmacılar kentin ana tanrıçası Artemis Perasia tapınağının burada aranması gerektiğini önermektedirler. Bu terasın hemen altında doğu-batı yönünde kentin Stadion’u uzanmaktadır. Bu Stadion’un doğu ucu bir istinat duvarı ile sınırlanmakta olup batı ucunda kentin tiyatrosu bulunmaktadır. Tiyatronun güneyinde hamam kalıntıları görülmektedir. Stadion, tiyatro ve hamamın birbirlerine çok yakın bulunduğu bu alan kentin günlük hayatının merkeziydi. Artemis Perasia kültü ile ilişkili dini törenlerin yapıldığı ve komşu kentlerin sporcularının da katıldığı çeşitli oyunların oynandığı Stadion, Artemis Perasia kutsal alanı ile doğrudan bağlantılı olmalıydı.
Şehrin güneybatı kesiminde görülen sütun gövdelerinin oluşturduğu sütun dizisi bazı araştırmacılar tarafından agora, bazıları tarafından da ikinci bir sütunlu cadde olarak tanımlanmaktadır. Kentin, güney, kuzey ve batısında çok sayıda mezar yapıları ve kaya mezarları görülmektedir. Kalenin bulunduğu kayalığın kuzey yamacında ulaşım kolaylığı sağlamak ve kalenin savunulmasını kolaylaştırmak amacıyla bir kaya kesiği açılmıştır. Ayrıca M.S. 6. yy.ın ilk yarısına tarihlenen iki kilise dikkati çekmektedir. Bunlardan kuzeydeki sütunlu caddenin hemen yanında inşa edilmiş olup, yapımında Roma imparatorluk devri yapılarından sökülen mimari parçalar kullanılmıştır. Her iki kiliseyi de ayrıntılı olarak inceleyen O. Feld bunları 6. yy.ın ilk yarısına tarihlemektedir. Kiliselerde erken Bizans devrinde Suriye’de yapılmış olan kiliselerin mimari özellikleri görülmektedir.
Kentin su ihtiyacı Ceyhan nehrinin doğu yakasında bulunan Düziçi ilçesine bağlı Karagedik köyü civarındaki kaynaktan açık kaynaklarla getirilen suyun Nergis mahallesi civarında Ceyhan nehri üzerine inşa edilmiş bulunan sukemerleri üzerinde basınçlı su nakline yarayan taştan kapalı borular içinde Ceyhan nehri vadisinden taşınarak kente getirilmesiyle karşılanıyordu.
Kastabala’da bulunan yazıtlar ve sikkeler kentte Artemis Perasia’nın yanı sıra, Asklepios ve Hygieia, Helios, Theos Pyretos gibi tanrıçaların da tapınım gördükleri belgelemektedir. Ayrıca ölmüş ve hayatta olan imparatorlar için diktirilmiş olan yazıtlı yuvarlak sunaklar Kastabala’da Roma imparator kültünün varlığını belgelemektedir. Kastabala’da bulunan yazıtlarda imparatorlar Caracalla, III. Gordian’nın yanı sıra Marcus Aurelius’un karısı Faustina’da Nea Hera olarak onurlandırılmaktadır.
Yukarıda anlatılan tüm yapı kalıntıları ile Kastabala bugün bir arkeolojik ve doğal park olabilecek özellikleri taşımaktadır. 1994 yılında antik kentin içinden güney kilisesi ve sütunlu caddeyi tahrip olmasına yol açacak şekilde geçirilmek istenen birkaç metre genişliğindeki su kanalı kentin güney sınırında tahribata yol açmaya başladığı sırada fark edilerek ilgili makamların zamanında müdahalesi ile kentin batı kenarından beton taşıyıcı elemanlar üzerinde geçirilerek, tahribat en alt düzeyde tutulmaya çalışılmıştır.
Kastabala harabelerinin içerdiği önemli tarihi ve arkeolojik anıtların her türlü tahribattan özenle korunması, yol gösterici ve açıklayıcı levhalar ile kolayca gezilir hale getirilmeleri halinde, yeni kurulan Osmaniye ilimizin bu güzide antik kenti Karatepe-Aslantaş, Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile birlikte Çukurova’nın doğusunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşacaktır.


Alıntıdır

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 26 Mart 2009, 02:42   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Osmaniye İli Hakkında Bilgiler




Osmaniye - Coğrafi Yapısı
Akdeniz bölgesinin; günümüzde Çukurova antik çağda Kilikya denilen bölgenin en doğusunda yer alır. Kuzey yarım kürede 30.00 - 37.08 kuzey enlemi ile 36.13 - 36.20 doğu boylamları arasındadır. Doğusunda Gaziantep, güneyinde Hatay (Antakya), batısında Adana, kuzeyinde Kahramanmaraş illeri ile çevrilidir. Topraklarının yaklaşık % 42’si orman ve fundalıklarla, % 39’u ekili, % 2’si diğer arazilerle kaplı olup % 17’ si tarıma elverişsiz arazidir. Yüzölçümü 3.767 km 2, rakımı 121 m, denize uzaklığı 20 km.dir.

Osmaniye ve komşular Dağlık ve ovalık alanlarda farklılık göstermekle birlikte, Akdeniz iklimi karakteristiğindedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Ovalık alanlarda yazlar çok sıcak geçer. Bu dönemlerde daha serin olan yaylalara çıkılır. İklim özelliğinden dolayı tarımsal ürünlerde birden fazla mahsul almak mümkün olmaktadır. İlimizde yıllık sıcaklık ortalaması 19,00 ºC’ dir. En yüksek sıcaklık Ağustos ayında ortalama 29 ºC en düşük sıcaklık ise Aralık 9,00 ºC’ dir. Yıllık yağış ortalaması 99.28 Kg/m.dir.

Kahramanmaraş topraklarında doğan Ceyhan Nehri, Osmaniye topraklarından geçerek Akdeniz’e ulaşır. Ceyhan nehri ile birlikte Savrun, Sumbas, Hamus, Kesiksu, Karaçay ve Sabun çayları ilimizin akarsu kaynaklarıdır. Bu akarsuların üzerinde Aslantaş, Berke Kalecik, ve Kesiksu barajları bulunmaktadır. Bu nehirler üzerinde kurulmuş bulunan barajlarla Osmaniye’nin verimli toprakları sulanmaktadır.

Osmaniye halkının yöresel dili ile Gavur dağları dedikleri, doğu ve güneydoğusundaki Amanoslar ve batıdan kuzeye uzanan Toroslar ile çevrilidir. Osmaniye’nin etrafını çeviren bazı dağ ve tepelerin yükseklikleri ise; Düldül dağı 2400m. Koyunmeleden, Dağı 2108 m., Daz tepe( Dumanlı Dağı ) 1900 m., Kösür Dağı 1702 m., Büyük Kösür Dağı 1626 m., Tozaklık Dağı 1616 m., Hacıdağı 1549 m., Honazin Gediği 1086 m., Haçbel Dağı 1426 m., Boğatepe 850 m. dir.

24.10.1996 gün ve 4200 sayılı yasa ile Toprakkale, Hasanbeyli ve Sumbas ilçe yapılarak, Kadirli, Düziçi, ve Bahçe ilçeleri ise Adana ilinden alınarak Osmaniye iline bağlanmıştır. İlimizin 7 ilçe, 9 belde, 166 köy, 11 köy altı yerleşim ve 11 Belediyesi bulunmaktadır.

Rıza Bey’in Cebelibereket Mutasarrıfı, Şemsettin Efendinin, Osmaniye Kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında, Cebelibereket nüfusunun 7.764 İslam, 100 ‘ü Hıristiyan olduğunu belirtmiştir.

1927 yılında 35 konak, 200’ü kiremit örtülü 400 konut olduğu söylenmektedir. 1927 yılında nahiye ve köyleri ile birlikte nüfusu 18.282 iken, 1940 yılında 24.778’e, 1945 yılında 29.054’e, 1950 yılında 34.661’e ulaşmıştır. İç göçün artması, tarım işçilerinin çalışmaya gelmeleri ve İskenderun Demir çelik fabrikasının açılması ile hızla nüfusu artmıştır.

22 Ekim 2000 yılında yapılan nüfus sayımına göre ilin toplam nüfusu, 463.196 dır. Nüfusun 359.714’ü şehirde (%67) ve 153.874’ü köylerde (%33) yaşamaktadır. Merkez ilçe nüfusu 177.290 olup, nüfus yoğunluğu km2’ye 141 kişidir. Nüfus artış oranı ise %0,14 tür.

Osmaniye ulaşım konusunda çok iyi konumdadır. İlimizi Adana ve batıya bağlayan D–400 Karayolu gidiş – dönüş çift şeritlidir. Pozantı-Mersin-Tarsus-Adana-Gaziantep-İskenderun’u birbirine bağlayan TEM otoyolu ilimizden geçmektedir.

Tarihte de büyük önem taşıyan İstanbul - Bağdat demiryolu topraklarımızdan geçer.

Adana Şakirpaşa Havaalanına’da mesafesi 90 km.dir.

İskenderun ve Yumurtalık limanına yakınlığından dolayı da deniz yolu kullanabilmektedir.

İlimizde; 72 km otoyol., 66 km. Devlet yolu, 238 km il yolu olmak üzere toplam 376 km. karayolu ağı bulunmaktadır.

Antik çağda doğudan batıya, güneyden kuzeye geçiş için kullanılan antik yollarda ilimiz topraklarından geçmektedir. Güneyde İskenderun üzerinden gelip, kuzeye Andırın – Göksun’a giden güzergâha “Akyol” denmektedir. Andırına kadar Akyol, Andırın’dan sonra “Göç yolu” adını alır. Kapadokya ile Doğu Kilikya’yı birbirine bağlayan diğer bir yolda “Çiçekli dere yolu”dur. Bunların arasında tali yol diyebileceğimiz Mezi yolu, Zehli yolu, Kalealtı yolu, Aşılı yolları da bulunur.

Batıdan gelip Osmaniye’den geçen Gavur dağlarındaki Aslanlıbeli (Nurdağ tepesi) ni aşarak doğuya giden güzergaha “Maraş Yolu” denmektedir. Bu yolu M.Ö. 333’te İran kralı Darius kullanmıştır. 1671 yılında Evliya Çelebi bu yoldan seyahatine devam etmiştir. Coğrafi konumu gereği yollar kavşağı olan bölgemizde, antik dönemden, günümüze, bu yollarda seyahat edenler, ülke ve ticaret kervanlarının güvenliği için aşılması güç kaleler inşaa etmişlerdir.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Nisan 2009, 02:20   #4
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Osmaniye İli Hakkında Bilgiler




Osmaniye yöresel yemekler KISIR

KISIR
Malzemesi:
Yeterince bulgur
1 adet marul
3 adet domates
1 top maydanoz
1 çay bardağı yağ
1 yemek kaşığı yaprak biber
1 tatlı kaşığı tuz
1 adet kuru soğan
1 tatlı kaşığı karabiber
1 yemek kaşığı salça
Yeterince ekşi

Yapılışı: Önce bulguru tepsinin içine koyarız. Sonra bir yemek kaşığı salça ilave ederiz. Daha sonra kaynamış olan suyu bulgurun üzerine dökeriz. Bir tatlı kaşığı tuzu bulgurun üzerine ekleriz. Tepsinin içine koyduklarımızı özleşene kadar yoğururuz. Sonra malzemeleri ilave ederek, biber, yağ ve ekşi dökeriz. Sonra bunların hepsini karıştırırız.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
bilgiler, hakkinda, hakkında, ili, osmaniye, İli


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Teofillin Hakkında Bilgiler Zen Sağlık Köşesi 0 15 Haziran 2014 19:19
Siyanidin Hakkında Bilgiler Zen Sağlık Köşesi 0 15 Haziran 2014 19:19
Hesperidin Hakkında Bilgiler Zen Sağlık Köşesi 0 15 Haziran 2014 19:18
Muş İli Hakkında Bilgiler YapraK Doğu Anadolu Bölgesi 3 03 Nisan 2009 01:38
Van İli Hakkında Bilgiler YapraK Doğu Anadolu Bölgesi 4 03 Nisan 2009 01:35