![]() |
Cevap: Isparta il arşivi Mesire Yerleri ve Doğal Güzellikler Günübirlik rekreasyon olgusu ve alışkanlığı, il ölçeğinde tüm kentsel yerleşmelerde mevcut olmakla birlikte bu olgunun en belirgin görünümü Isparta il merkezinde izlenir. Isparta mesire yerlerinin çokluğu ile bilinir. Yöredeki mesirelerin bazılarına mayıs ayı başından eylül ayı sonlarına kadar uzunca bir süre gidilebildiği gibi, bazılarına da belli bir sürede bayram havası içinde gidilir. Eskiden, yöredeki mesireliklere, erkekler ve kadınlar ayrı ayrı günlerde giderlerken son yıllarda artık erkek-kadın, ayırım yapılmadan tüm aile bir arada mesire yerlerine gidilmeye başlanılmıştır. Mesirelikler, yöre insanlarının bir taraftan dinlenme ve eğlence ihtiyaçlarını karşılarlarken, diğer taraftan insanların birbirlerine daha yakınlaşmalarını sağlamaları bakımından da sosyal işlevler yerine getirmektedirler. Bu mesireliklerin, il merkezine uzaklıkları 3 ila 70 km arasında değişmektedir. En uzak mesirelikler ise Sütçüler ilçesi ve çevresindekilerdir. Yaklaşık olarak, 102 km kadardır. Bunların her birine ulaşım imkânları oldukça rahat ve kolaydır. Bazılarına Belediye otobüsleri, özel dolmuşlar ile ulaşma olanağı olduğu gibi, çoğunlukla özel araçlarla gidilmektedir. Mesireliklerin her birinde, bol su, ağaçlık alanlar, oturma, pişirme, yeme-içme mekanları ve çocuklar için oyun alanları ayrılmış ve düzenlenmiş bulunmaktadır. 1. Ayazmana Mesireliği: Ayazmana mesire yeri merkez ilçenin 2 km güneydoğusunda olup, ilçeye asfalt bir yolla bağlıdır. Soğuk sularının bulunduğu dinlenme yeri kestane ağaçlarıyla kaplıdır. Piknik için tüm altyapı düzenlemeleri yapılmıştır. 2. Kirazlıdere Mesireliği: Hisartepe yamaçlarında, Isparta’yı kuşbakışı gören, etrafı bağ ve bahçelerle kaplı ve lokantası bulunan bir dinlenme yeridir. Özellikle yaz aylarında panoramik bir görüntüye sahiptir. 3. Gökçay Mesireliği: Isparta şehir merkezinde 600 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuştur. Arazide yüzyıllık kestane ağaçları vardır. Park alanı üzerinde Selçuklu ve Osmanlı mimarisi tarzında yapılmış birçok çeşme, bina, sosyal tesis, lokanta, gölet, tarih yolu, çadır ve piknik yerleri bulunmaktadır. Özellikle yaz aylarında panoramik bir görüntüye sahiptir. Gökçay Mesireliği’nde çocukların doyasıya eğlenebileceği çocuk park ve oyun alanları vardır. 4. Milas Mesireliği: Merkez ilçeye 10 km’lik bir asfalt yolla bağlı olan mesirelik soğuk suları ve doğal güzellikleri ile ünlüdür. 5. Eğirdir Gölü: Isparta il hudutları içinde olduğu kadar Göller Bölgesi’nin de en önemli göllerinden birisidir. 517 km2 yüzölçümü ile Türkiye’nin 4. büyük gölüdür. Kuzey-güney uzunluğu 50 km doğu-batı genişliği 3-15 km’dir. Göl, deniz seviyesinden 916 m yükseklikte Sultan ve Karakuş dağlarının arasında, il alanının ortasında yer almaktadır. Ortalama derinliği 12 m, maksimum derinliği ise Eğirdir yakınlarında 16,5 m’dir. Göl iki kısma ayrılmaktadır. Kuzeyde kalan ve daha küçük olan kısmına Hoyran bölümü, güneyde kalan kısmına Eğirdir Gölü denir. Her iki bölüm Hoyran Boğazı ile birbirine bağlanır. Göl içerisinde iki küçük ada vardır. Biri Can Ada diğeri Yeşilada (Nis)’dır. Son zamanlarda suların azalmasıyla bu adalar bir yarım ada biçiminde Eğridir’e bağlanmıştır. Gölde sudak, sazan, sıraz balıkları bulunmaktadır. Göl doğal sit alanıdır. Gölün birinci 300 m’lik kıyı şeridi 1996 yılında birinci dereceden sit alanı olarak ilan edilmiştir. 6. Eğirdir Belediyesi Rekreasyon Alanı: Eğirdir-Konya yolu üzerinde sanayi sitesinin karşısında üç yüz dönüm arazi üzerinde kurulmuş rekreasyon alanı, iki adet çim futbol sahası ile yaz aylarında birinci ve ikinci Türkiye Futbol Ligindeki Futbol takımları tarafından ikişer haftalık periyodlarla kamp yeri olarak tercih edilmektedir. Rekreasyon alanı içersinde rehabilite edildiğinde oldukça ilgi çekebilecek bir hayvanat bahçesi mevcuttur. Ayrıca olta balıkçılığının yapılabileceği balık havuzları ile aile piknik alanları bulunmaktadır. 7. Yeşil Ada: Ev pansiyonculuğunun çok yaygın olduğu bu ada balık lokantaları ile dikkat çeker. Doğal güzelliği yanında tarihi zenginlikleri de bulunan ada yerli yabancı ziyaretçileri konuk etmektedir. 8. Can Ada: Eğirdir ile Yeşilada arasında yer alan 7.000 m² büyüklüğünde sevimli bir adacıktır. Yapılaşma yoktur. Sadece piknik alanı olarak düzenlenmiştir. Ada Atatürk’ün Eğridir’i ziyareti sırasında 1 Şubat 1933 tarihli Belediye Encümeni Kararı ile kendine hediye edilmiştir. 9. Altınkum Plajı: Eğirdir tren istasyonunun altında bulunan plaj ince kumlu olup gölün yüzmeye en elverişli yeridir. Kıyıdan itibaren 200 m ilerlenmesine rağmen insan boyunu geçmeyen sığlığı ile güvenli bir plajdır. Alt yapı ve çevre düzenlemeleri sonucunda “Mavi Bayrak” ile ödüllendirilmiştir. Düzenli olarak göl suyu tahlilleri yapılmaktadır. Plajın 50 çadır kapasitesi olup, kiralık bungalowlar da vardır. 10. Bedre Koyu: Eğirdir-Barla yolu üzerinde merkeze 11 km mesafede 1.500 m sahil şeridi olan güzel bir dinlenme yeridir. Soyunma kabinleri, umumi mutfakları ve kamping alanları vardır. 11. Akpınar Köyü Seyir Terası: Akpınar Köyü, Eğirdir şehir merkezinden 7 km uzaklıkta, Eğirdir gölünün kuşbakışı olarak seyredilebildiği şirin bir köydür. Eğirdir Kaymakamlığı’nın yaptığı çalışmalar ile yeşilin ve mavinin yedi tonunu, Yeşil ve Can adalarını, Barla Dağını, Anamas Dağları’nı, Boğaz Ova’yı, sıcak bir çay ve gözleme yiyerek görmek mümkündür. 12. Pınar Pazarı Mesireliği: Eğirdir ilçesi, Bağlar Mahallesi’nde yeşil bir alan içerisinde geleneksel olarak kurulan bir pazardır. 600 yıllık bir geçmişi vardır. Her yıl eylül ayından itibaren 8-12 hafta devam eder. Haftada bir gün (pazar günleri) panayır mahiyetinde kurulan pazarda; her çeşit ticari eşya, koyun, keçi, sığır ve süt ürünleri ile yörede yetiştirilen sebze ve meyveler satılır. Pazar yerinde kesilen koyun ve keçi etleri fırınlarda fırın kebabı şeklinde pişirilerek isteyenlere satılır. Pınar Pazarı’nın kurulduğu son hafta kadınlar pazarı olarak tertip edilir. Bu günde kadınlar el emeği göz nuru olan el işlerini, oyalarını satışa sunarlar. Ayrıca âdetlere göre bu pazarda kız beğenilerek görücülük yapıldığına da rastlanılır. 13. Bayboğan Orman İçi Mesireliği: Eğirdir İlçesi, Bayboğan Köyü sınırları içerisinde, Konya Yolu istikametinde asfalta 2 km uzaklıkta, Eğirdir gölü kenarında, hakim bir tepede 18 yataklı geceleme ünitesi, restaurantı olan, plaj tesisleri bulunan, günübirlik kullanımlar için düzenleme çalışmaları devam eden, 26 dönüm büyüklüğünde orman içi mesireliğidir. 14. Çamyol Dinlenme Parkı: Eğirdir-Sütçüler karayolu üzerinde 15. km’de yer alan orman içi dinlenme tesisidir. İnsana rahatlık veren temiz orman havasının bulunduğu parkta doğal içme suyu ve piknik için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Çamyol dinlenme tesisleri Milli Parklar İdaresi’ne bağlı olarak çalışmaktadır. 15. Sorgun Yaylası: Aksu ilçesi sınırlarıiçerisinde bol su kaynaklarına sahipSorgunYaylası film çekimlerine de sahne olmuş iyi bir dinlenme yeridir. 16. Tarlapınarı: Gönen ilçesi sınırları içerisinde, yazın sıcaklarından bunalanların yorgunluklarını giderebilecekleri, soğuk suyu bulunan, yeşillikler içerisinde bir mesire yeridir. 17. Değirmenderesi ve Ayazmana: Senirkent ilçesi Yassıören Kasabası sınırları içerisinde yemyeşil doğası ile güzel bir piknik alanıdır. 18. Felepınarı: Şarkikaraağaç ilçesine 15 km uzaklıkta içimi güzel olan suyu ve yeşillikler içerisinde bir mesire yeridir. Etrafında yöresel yemek ve kebapların yapıldığı lokantalar bulunmaktadır |
Cevap: Isparta il arşivi Alternatif Turizm Faaliyetleri a) Yayla Turizmi: Yükseklikleri yer yer 3.000 m’yi bulan dağlarla çevrili bölge adeta Akdeniz Bölgesi’nin damı niteliğindedir ve yayla turizmi için gerekli olan bir potansiyele sahiptir. Eğirdir ve yöresi Toroslar’ın kuzeye bakan yamaçlarında birçok özelliği olan dağ, yayla ve vadilerle çevrilidir. Bu yamaçlar yer yer sık ve çeşitli ağaçların donattığı ormanlarla kaplıdırlar. Yazın serin havaları ve soğuk pınarları ile kışın ise tatlı meyilleri ve yöreye göre uzun sayılabilecek karlı görünümleri ile doğayı sevenler için oldukça ilgi çekici yerlerdir. Eğirdir sınırları dahilinde Kurucaoluk, Camili, Belova ve Belkuyu Yaylaları önemli yaylalardır. Ancak bölgenin önde gelen diğer başlıca yaylaları da şunlardır: Söğüt, Sorgun, Beşkuyular, Melikler, Zengi ve Tota yaylaları. b) Safari: İlde jeep safarisi dönüşümlü olarak yapılmaktadır. Jeep Safari Parkurları * Eğirdir - Kovada Gölü Milli Parkı - Çandır Kanyonu (60 km) * Eğirdir - Yılanlı Köyü - Aksu Sorgun Yaylası (40 km) * Eğirdir - Yılanlı Köyü - Aksu - Yakaavşar - Pınargözü Mağarası (85 km) * Eğirdir - Akpınar Köyü - Eğirdir Sivrisi Prostanna Antik Kenti (8 km) * Eğirdir - Yukarıgökdere Köyü - Kasnak Meşesi Milli Parkı (28 km) * Eğirdir - Bedre Koyu - Barla - Kaya Mezarları (Hoyran Gölü alanı) (95 km) * Antalya - Beşkonak - Kesme - Kasımlar - Aksu - Eğirdir (180 km) * Eğirdir - Kovada I Hidroelektrik santrali - Aşağı Gökdere Orman Yolu - Su Çatı Altınbaş Su Fabrikası - Kovada Gölü üzerinden Eğirdir (80 km) * Eğirdir - Isparta - Gelincik Köyü - Teke Sarayı - İnsuyu Mağarası - Sagalassos Antik Kenti - Isparta Parkuru (200 km) * Isparta – Çukurköy - Kapıkayası Antik Kenti (60 km) c) Kamp-Karavan Turizmi: Bölgenin doğal değerleri, araba ve karavan ile seyahat eden turistler için önemli bir tercih sebebidir. Ancak, yörede çok basit şekilde düzenlenmiş kamping sahaları olmakla beraber bunların sayıları ve hizmet düzeyleri yeterli değildir. Az bir yatırımla geliştirilecek kampingler, yörenin tanınması ve turistlerin bölgeye daha sık gelmelerine yardımcı olacaktır. Özellikle Eğirdir ve Beyşehir Gölleri kıyılarında daha organize şekilde düzenleme çalışmaları sürdürülmektedir. Kamping sahaları ayrıca, civardaki yaylalarda, ormanlık sahalarda kamp ve karavan turizmine cevap verebilecek turistik mahalleler de vardır. Bu alanlarda nitelikli, standartlara uygun sağlam bir alt yapıya sahip kamp alanlarının kurulması ile kamp ve karavan turizmi hızla gelişecektir. Bu çalışmalarda öncelikle Orman Bölge Müdürlüğü tarafından kurulmuş olan orman içi dinlenme ve kamping sahaları ele alınmaktadır. Eğirdir Bedre Koyu Özel İdare Tesisleri, Eğirdir Altınkum Plaj Kamping Tesisleri, Eğirdir Can Ada, Eğirdir Kovada Milli Parkı içerisinde kamp yapılabilir. Çandır Yazılı Kanyon girişinde ve Gölcük Gölü Turizm Merkezi ve Kızıldağ Milli Park alanları kamp ve karavan turizmine açıktır. d) Av Turizmi: Bölgenin engebeli bir topoğrafya ve zengin bir bitki örtüsüne sahip olması yörede çeşitli yabani av hayvanlarının barınmasına imkân vermektedir. Fakat özellikle mahalli avcılarca usulsüz ve zamansız avlanmalar nedeniyle yörede doğal denge bozulmaktadır. Yöredeki av hayvanlarının sayısında azalma gözlenmektedir. Bu sebepten dolayı kara avcılığında, Eğirdir ve yakın çevresi bugün için geniş imkânlara sahip değildir. Ancak hâlâ civardaki orman, yayla ve ovalarda mevsimine göre tilki, keklik, tavşan, yaban domuzu, ördek, kaz, kurt, çakal gibi av hayvanları bulunmaktadır. Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde kalan bölümü Hoyran Gölü adını taşır. Hoyran Gölü besin maddeleri bakımından daha zengin, sığ ve yer yer geniş sazlıklarla kaplıdır. Bu özellikler kuş varlığı açısından çok önemlidir. Kış aylarında ortalama otuz bin civarında su kuşunun bu bölümde barınıyor olması kara avcılığı açısından ayrı bir potansiyel oluşturmaktadır. Bölgede av turizmi açısından her ne kadar kara avcılığı sınırlı imkânlara sahipse de Eğirdir, Kovada Gölleri’nde ve yaylalarda bulunan akarsu membalarında sportif olta balıkçılığının geliştirilmesi mümkün görülmektedir. Sportif olta balıkçılığı, pek çok ülkede aktif bir turizm türüdür. Kara avcılığının yörede daha organize şekilde yapılabilmesi için, civardaki ormanlık alanlarda yeni avlanma sahalarının tespit edilmesi, bu alanlarda av için hayvan türlerinin yetiştirilmesi, avlanma zamanlarının tespit edilerek, içte ve dışta av organizasyonları tanıtım faaliyetlerinin yapılması gerekmektedir. e) Göl Turizmi: Göller Bölgesinin merkezi konumunda olan Eğirdir ilçesi için göl turizminden bahsetmek doğal olmalıdır. Çünkü dünyanın pek çok ülkesinde doğal göl ve yapay göller pek çok turistlik aktivitenin oluşturulduğu yerler olarak değerlendirilmektedir. Eğirdir uzun süreden beri turistlerin rağbet ettiği bir beldedir. Bölgedeki sınırlı sayıdaki otel ve pansiyonlar turizm mevsiminde dolmaktadır. Yörede ulaşım imkânlarının devamlı gelişmesi ve 1997 yılında Isparta Havalimanı’nın devreye girmiş olması yöredeki turizmin canlanmasına imkân sağlamaktadır. |
Cevap: Isparta il arşivi Turizm Amaçlı Sportif Faaliyetler a) Dağ Turizmi: Yörenin dağlık bir yapıya sahip olması diğer turizm çeşitleri kadar dağ turizminin de tercih edilmesine neden olmaktadır. Yörede dağcılık sporuna gönül verenlerin değişik rota ve parkurlar kullanarak zirve yapabilecekleri Davraz, Barla, Dedegöl, Akdağ, Sarpdağı, Bozburun ve Eğirdir Sivrisi dağları bulunmaktadır. Isparta bölgesinde dağ ve doğa sporları konusunda faaliyet gösteren ETUDOSD Derneği bölge hakkında bilgi alınabilen bir sivil toplum örgütüdür. -Davraz Dağı: Dağcılık sporu için mükemmel parkurlara sahip olan 2.635 m rakımlı Davraz Dağı hem yaz hem de kış tırmanışları için idealdir. İki rotadan tırmanılabilen zirvenin gerek amatör ve gerekse profesyonel dağcılara hitap edecek tırmanış parkurları vardır. Kamplı ve günübirlik tırmanışla zirve yapılabilen Davraz Dağı’nın zirvesinden, gerek Isparta gerekse Eğridir Gölü’nün doyumsuz manzarasını seyretmek mümkündür. -Barla Dağı: Eğridir’in batısında 2.798 m rakıma sahip Barla Dağı, Eğridir Gölü’ne hakim görüntüsü ile zirve yapanlara harika manzaralar sunmaktadır. Ayrıca Barla Dağı, kış tırmanışlarında kuzey yamacından tırmanmak isteyen dağcılara zevkli tırmanma imkânları vermektedir. -Dedegül Dağı: Isparta yöresinin en yüksek dağı olan Dedegöl Dağı 2.998 m rakımlı zirvesi ile dağcılık sporuna gönül verenlerin yoğun ilgisini çekmektedir. Genelde yaz tırmanışları için tercih edilen Dedegöl Dağı’nın zor olduğu kadar zevkli tırmanma parkurları, yerli ve yabancı dağcılar tarafından tercih edilmektedir. Kış aylarında dağın eteklerine kadar inen kar yağışı sebebiyle kış tırmanışlarını sevenler için oldukça güzel parkurlar bulmaktadır. -Akdağ: Yaz ve kış tırmanışlarına elverişli parkurlara sahip olan Akdağ, Isparta il merkezinin güneyinde, 2.420 m yüksekliktedir. -Sarp Dağ: Sütçüler bölgesinde 2.548 m yükseklikte olup, iki zirveye sahiptir. Çeşitli tırmanma rotalarının bulunduğu dağın, sarp kayalıkları ve özel yapısı dağcılık sporunu sevenlere değişik imkanlar sunmaktadır. -Bozburun Dağı: Davraz Dağı’nın bir kolu olarak da bilinen dağ, Eğirdir ilçesinin güneyinde 2.109 m yüksekliktedir. Doğa yürüyüşlerine uygun parkurları ve manzarasıyla ilgi çekmektedir. -Eğridir Sivrisi: Eğirdir ilçe merkezini ikiye bölen, 1.749 m rakımlı, yüksek tepelerinde çeşitli uygarlıklara yer vermiş, üzerinde Prostanna Antik Kenti’ni barındırmış ve panoramik görüntüsüyle tırmananları büyüleyen, sivri kayalıklardan oluşan bir tepedir. b) Yamaç Paraşütçülüğü: Isparta’da Single ve Tandem uçuşları şeklinde yamaç paraşütçülüğünün yapıldığı elverişli alanlar bulunmaktadır. Bu maksatla çevre illerden Isparta’nın değişik yerlerine gelen hava sporcuları her geçen gün artmaktadır. Yamaç paraşütçülüğü Eğirdir ilçesinde Karatepe Mevkii’nde 550-650 m kuzey ve 350 m güney, Akpınar köyü 250 m kuzeydoğu, Eğirdir Sivrisi 1.700 m kuzeydoğu ve Davraz Dağı Kış Sporları Turizm Merkezi 1.800 m doğu pistlerinden yapılmaktadır. Uçuş pist alanlarına araçla ulaşım imkânları mevcut olup, Single ve Tandem uçuşları yapılmaktadır. Kalkış ve iniş alanları şöyledir: Tandem uçuşları; Davraz Dağı Kayak Evi doğu yakası - Kul Ovası Eğirdir Karatepe - Altınkum Plaj Alanı Eğirdir Karatepe - Bedre Plaj Alanı Eğirdir Sivrisi - Canada açıkları Akpınar Köyü alanlarına yapılmaktadır. Isparta’da havacılık sporunun gelişmesi için Süleyman Demirel Üniversitesi bünyesinde bir Havacılık Kulübü kurulmuştur. Kulüp çalışmaları içerisinde eğitim amaçlı kurslar verilmektedir. SDÜ Havacılık Kulübünce uçuş yapılan bölgeler ve özellikleri şunlardır: -Senirce: Isparta-Afyon karayolu üzerinde şehir merkezine 15 km uzaklıkta, Senirce Köyü sınırları içerisinde bulunan tepenin yüksekliği 120 m’dir. Kuzey, güney ve doğu yönlerine açık olan tepe başlangıç uçuşları için kullanılmaktadır. -Bayat: Isparta-Atabey karayolu üzerinde şehir merkezine 18 km uzaklıkta, Bayat Köyü sınırları içerisinde bulunan tepenin yüksekliği 90 m’dir. Doğu, batı ve güney yönlerine açık olan tepe başlangıç ve soaring (yelken) uçuşları için kullanılmaktadır. -Eğirdir: - 250 m: Eğirdir sınırları içerisinde Kemik Eklem Hastalıkları Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi arkasında, Akpınar Köyü sınırları içerisinde bulunan tepe kuzey rüzgârına açık bir tepedir. Tepenin asfalt yolu mevcuttur. Yelken ve termik uçuşları için ideal bir tepedir. İniş alanı dar olduğu için yalnızca tecrübeli pilotların uçabileceği bir tepedir. - 350 m: Eğirdir-Isparta karayolu üzerinde Eğirdir merkezinden 10 km uzaklıkta bulunan tepeye oldukça bakımlı toprak yolla çıkılır. Tepe güney rüzgârına açıktır. - 550 m: Aynı tepe üzerinde kuzey rüzgârına açık olan pist Eğirdir Kaymakamlığı tarafından tandem uçuşları için özel olarak açılmıştır. İnişler Altınkum Plajı’na yapılmaktadır. - 650 m: Aynı tepe üzerinde kuzey rüzgârına açık bir pist mevcut olup, kalkış ve iniş pistleri oldukça geniştir. Öğrencilerin ilk yüksek uçuşları için oldukça ideal bir pisttir. -Sakal Tepesi: Isparta sınırları içerisinde Kayı Köyü’nde bulunan tepenin irtifası 675 m’dir ve bir yolu mevcuttur. Tepe doğu, güney ve batı yönlerine açıktır. -Kızıldağ: Isparta’nın Şarkikaraağaç ilçesi sınırları içerisinde bulunan tepenin irtifası 750 m’dir. Güney ve kuzey rüzgarlarına açık bir tepedir. Şehir merkezine 130 km’dir. -Davraz: Isparta sınırları içerisinde bulunan dağın irtifası 1600 m’dir. 600 m’ye kadar yol vardır. c) Kış Turizmi: Davraz Dağı-Karlıyayla Kış Sporları Turizm Merkezi, dağcılık sporuna gönül verenlerin yeni gözde mekânıdır. Doğal dokunun yumuşaklığı ve mükemmel kar kalitesi ile amatör kayakçılara tehlikesiz rotalar, profesyonel kayakçılara ise gönüllerince kayabilecekleri 6-8 km’ye ulaşan benzersiz parkurlar sunmaktadır. Kayak merkezinde bulunan saatte 1000 kişiyi taşıyabilen 1.200 m ve saatte 800 kişiyi taşıyabilen 936 m uzunluğunda 2 adet telesiyej, ayrıca saatte 800 kişiyi taşıyabilen 624 m uzunluğunda bir adet teleski (T-Bar) ile 300’er m uzunluğunda 2 adet babylift ile Eğirdir Gölü’nün doyumsuz manzarasını izlemek mümkündür. Kayak pistlerinin rakımı, mevcut mekanik tesislerle ulaşılabilen 1650 m ve 2150 m arasında değişir. 8 dakikada ulaşılan dağ evi kafeteryasında dinlendikten sonra, Kuzey Disiplini, Alp Diplisini, Tur Kayağı, Snowboard, Dağcılık, Botanik Gözlemciliği ya da Trekking aktivitelerini yapma imkânı bulunmaktadır. Kayak Merkezindeki Mavi renkli pistler yeni, başlayan kayakçılar için, Kırmızı renkli pistler orta düzeyli kayakçılar için, Siyah renkli pistler ise usta kayakçılar için uygun olan pistleri göstermektedir. Aralık ayında başlayıp nisan ayının sonuna kadar devam eden kayak sezonunda, kar kalınlığı ortalama 50 ila 250 cm arasında değişmektedir. Davraz Dağı-Karlıyayla Kış Sporları Turizm Merkezi, Isparta il merkezine 26 km, Süleyman Demirel Havalimanı’na 50 km, Antalya il merkezine ise 154 km uzaklıkta olup, ulaşım problemi olmayan bir turizm yeridir. Gerek günübirlik turlar, gerekse uzun süreli tatilciler için konaklama tesisleri bulunmaktadır. Kayak Merkezinde 3 adet dağ kafeteryası; 4 yıldızlı ve 280 yatak kapasiteli ve 84 yatak kapasiteli, ayrıca 60 yatak kapasiteli oberj olmak üzere 3 adet otel tesisi vardır. Kayak Merkezine 8 km uzaklıkta ve Davraz’ın giriş kapısı olan Çobanisa Köyü’nde de, doğaya uygun 24 yatak kapasiteli 1 adet pansiyon yer almakta ayrıca Eğirdir ve Isparta’da bulunan otellerden de faydalanılmaktadır. d) Mağara Turizmi: Orta Toroslar’ın batısında yer alan Isparta Bölgesi, mağara oluşumu bakımından ülkemizin en yoğun illeri arasında yer alır. Bu bölge jeolojik zamanlarda geçirmiş olduğu yer hareketleri sonucunda kıvrımlı ve kırıklı bir yapı kazanmıştır. Isparta yöresinde, geniş bir alanda yüzeyleyen mezozoik yaşlı kireç taşları mağara gelişimine en uygun birimleri oluşturmaktadır. MTA Genel Müdürlüğü, Isparta il sınırları içinde 28 adet mağaranın etüdünü yapmıştır. Bunların içerisinde; Zindan Mağarası’nın mimari projesi çizilerek turizme açılmıştır. Ayrıca, 3 adet mağaranın da mimari projesi tamamlanmış olup, turizme açılması planlanmaktadır. e) Su Sporları Turizmi: Eğirdir Gölü, günün değişik zamanlarında farklı renklerin güzelliğini yaşatan, gün batımında seyrine doyum olmayan, berrak suyu ve temiz plajları ile doğa harikası bir göldür. Yüzme, yelken, sörf ve kürek gibi spor branşlarının yanı sıra balık avcılığı da yapılabilmektedir. Eğirdir Gölü’nde, paraşüt, jettaki, su bisikleti, su kayağı, banana v.s. faaliyetler Kaleönü Liman Mevkii, Yeşilada çevresi, Can Ada önü, kale arkası, Derya Restaurant önü, Dolmabahçe Park önü, Yazla Plaj Mevkii, Altınkum Plaj-Kamping Mevkii ve Bedre Özel İdare Turistik Tesisleri plaj-kamping mevkii alanlarında plaj emniyet dubaları dışında yapılabilir. Eğridir ilçesinin 29 km güneyinde bulunan Kovada Gölü Milli Parkı’nda amatör balık avcılığı, su sporları, kuş gözlemciliği, dağcılık, trekking ve kamp yapma imkanları bulunmaktadır. |
Cevap: Isparta il arşivi Mağaralar Isparta ili hudutları içinde, her biri birer doğa harikası olan birçok mağara bulunmaktadır. Isparta ili hudutları içindeki mağaralar üzerinde, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, Jeoloji Etüdleri Dairesi Başkanlığınca "Isparta-Beyşehir Yöresinde Mağara Araştırmaları" adlı proje çalışması ile, 1987 ve 1988 yılları yaz aylarında oldukça kapsamlı etüd ve incelemeler yapılmıştır. Arazi çalışmaları sonunda il sınırları içinde toplam 28 adet mağara incelenmiş, bu mağaraların ayrıntılı ölçümleri yapılmış, plan ve kesitleri çizilmiş, her birinin kullanım amaçları belirlenmeye çalışılmıştır. Bunlardan bazılarının hiç bir amaca hizmet etmeyeceği, diğerlerinin ise değişik amaçlarla işe yarayabilecekleri belirlenmiştir. Bu mağaraların Isparta merkez ve ilçeleri arasındaki dağılımları aşağıdaki gibidir. Isparta Mekez : 4 mağara Eğirdir : 7 mağara Aksu : 4 mağara Sütçüler : 4 mağara Yalvaç : 3 mağara Şarkikaraağaç : 3 mağara Keçiborlu : 1 mağara Uluborlu : 1 mağara Senirkent : 1 mağara Bu mağaraların adları ve bulundukları yerleşim birimleri; Delikönü Mağarası (Atabey), İntepe Mağarası (Isparta Merkez), Yayla Obruğu (Isparta Merkez), Kapıkaya Mağarası (Isparta Merkez), İnönü Mağarası (Eğirdir), Damlataş Mağarası (Eğirdir), Kocakır Mağarası (Eğirdir), Kapızini Mağarası (Eğirdir), Su İni Mağarası (Eğirdir), Culak İni (Eğirdir), Zindan Mağarası (Aksu), Sorgun Mağarası (Aksu), Gümüşini Mağarası (Aksu), Taşkapı Mağarası (Sütçüler), Kuz Mağarası (Sütçüler), Kadı Deliği Mağarası (Sütçüler), Şahne Mağarası (Sütçüler), Ayı İni Mağarası (Yalvaç), Akar-Donar Mağarası (Yalvaç), Değirmenönü Mağarası (Yalvaç), Öşekçi Mağarası (Şarkikaraağaç), Salur Mağarası (Şarkikaraağaç), Gollü Mağarası (Şarkikaraağaç), Güvercinlik Mağarası (Keçiborlu), Uluborlu Obruğu (Uluborlu), Peynir İni (Senirkent). Bu mağaraların bazılarının, göçük olma ihtimali olduğundan açılmaya uygun olmadığı, bazılarının yöredeki hayvanlar için sığınak, bazılarının soğuk hava deposu, bazılarını yöre halkı için sığınak, bazılarının hiç bir amaçla kullanılmayacağı, bazılarının seyirlik mağara olarak kullanılabileceği, bazılarının ise içinde kültür mantarcığının yapılabileceği değerlendirilmesi yapılmıştır. Bunların dışında özellikleri nedeniyle turizm amaçlı kullanımları öngörülen mağaralar; Zindan Mağarası, Sorgun Mağarası, İnönü Mağarası, Damlataş Mağarası, Kuz Mağarası, Ayı İni ve bunlardan başka yörede bulunan ve dünyaca ünlü Pınargözü Mağarasıdır. Öte yandan; Dedegöl Dağı’nda 1996 yılında keşfedilen Kuyukuyu Mağarası 832 metrelik derinliği ve 1.231 m uzunluğu ile dünyada en derin mağaralar içinde 118., ülkemizde 2. sırada bulunmaktadır. 1. Ayı İni Mağarası: Yalvaç İlçesi Özgüney Köyü, Nazilli Dere mevkiindedir. Yaklaşık toplam uzunluğu 407 m’dir. Girişe göre en yüksek ve en derin noktaları +2 m ve -15 m arasında değişmektedir. Ayı İni Mağarası, Yalvaç’ın kuş uçuşu 10 km kuzeydoğusunda Sultan Dağları’nın güney eteklerinde Nazilli Dere’nin yukarı bölümünde yer alır. Mağara’ya hem Yalvaç ve Hisarönü Köyü üzerinden, hem de Özgüney Köyünden yayla yollarını izleyerek ulaşılabilmektedir. Ayı İni Mağarası, Romalılar veya Bizanslılar tarafından büyük olasılıkla sığınak olarak kullanılmıştır. İçinde 4-5 adet su depolamaya yarayan küçük bentler ve sarnıçlar vardır. Jeoloji ve jeomorfoloji bakımından Ayı İni Mağarası, karbonifer yaşlı, kristalize kireç taşları içinde gelişmiştir. Bu kireç taşları fazla bir kalınlık göstermez, alttan ve üstten karstik olmayan şist formasyonları ile çevrilidir. Ayı İni Mağarası, tabandaki bu geçirimsiz tabakalar nedeniyle yatay bir biçimde gelişmiştir. Ayı İni Mağarası’nın bulunduğu seviyeden, 15 m daha aşağıdan dere yatağından karstik kaynaklar çıkmaktadır. Bu kaynaklar büyük bir olasılıkla mağaranın gelişiminde de önemli rol oynamış olmalıdırlar. Mağara kırık sistemleri boyunca bir kaç kolda ve kısmen de üst kollar biçiminde gelişmiştir. Mağaranın sonuna doğru üst kolu oluşturan galeri damlataş oluşumları bakımından oldukça zengin, aktivitesi tamamen kaybolmuş, kuru bir mağaradır. Yağışlı mevsimlerde tavandan ve duvarlardan sızan sular Romalıların yapmış olduğu sarnıçlarda birikmektedir. Bu sular da güz aylarında yok olmaktadır. Mağarada yarasalar yaşamaktadır. Ayı İni Mağarasının hem içinin doğal güzelliği hem de içindeki tarihi sarnıçlar ve su nedeni ile turistik yönden ilginç bir mağaradır. 2. Cıv Mağarası: Aksu ilçesinin doğusunda, Kızıldağın kuzeybatısında, Çayır Yaylası’nda bulunur. Düden konumunda gelişmiş dikey bir mağaradır. Basamaklar halinde -240 m’ye kadar derinliğe inilebilmekte olup, Isparta’nın en derin mağarasıdır. İçerisi her türden damlataşlar ile kaplı olan mağarada değişik büyüklükte gölcükler bulunmaktadır. 3. Damlataş Mağarası: Eğirdir İlçesi, Gökdere Köyü Yumru Tepe mevkiindedir. Yaklaşık toplam uzunluğu 18 m’dir. Girişe göre en derin noktası -5 m’dir. Dikey ve kuru bir mağara tipi özelliği göstermektedir. Mağaraya Gökdere köyünden her türlü araçla Eskiköy yolundan gidilebilmektedir. Damlataş mağarası Eskiköy yıkıntılarının hemen üst kısmında yer almaktadır. Jeoloji ve jeomorfoloji bakımından, mağara, jura-kretase yaşlı (ayrılmamış) kireçtaşları içinde gelişmiştir. Burada kireç taşları çok kırıklıdır. Buna bağlı olarak şiddetli karstlaşmalar olmuştur. Çevrede zayıf bir toprak örtüsü ve orman örtüsü vardır. Damlataş Mağarası da kırıklı bir zonda gelişmiş, içi ve duvarları tamamıyla dikit, sarkıt ve sütunlarla örtülüdür. Bu özelliğinden dolayı henüz köylülerin isim vermedikleri bu mağaraya, ilk araştırmacı MTA ekibince Damlataş ismi verilmiştir. Basit bir iniş merdiveni ve tüp gazla çalışan bir aydınlatma sistemi kullanılarak, Damlataş Mağarasının çevre halkına ve diğer ziyaretçilere açılması ön görülmektedir. 4. Erenler Mağarası: Aksu ilçesi Havutlu Köyü Erenler Tepe’dedir. Uzunluğu 57 m’dir. Kuru bir mağaradır. İçerisinde bol damlataş oluşumların bulunması nedeniyle gelecekte turizme açılabilecek özelliktedir. 5. Gümüş İni Mağarası: Aksu İlçesinin Yayla Deresi Mevkii’ndedir. Uzunluğu 201 m’dir. Mağaranın içi damlataş oluşumları, düdenler ve küçük havuzlarla süslüdür. Kuru bir mağaradır. Evcil hayvanlar için iyi bir barınak olarak kullanılabilir. Bunun dışında gerektiğinde sığınak olarak da kullanmaya elverişlidir. 6. Güvercinlik Mağarası: Keçiborlu ilçesi Aydoğmuş Köyü Akdağ civarındadır. Kireç taşları içinde gelişmiş bir fay üzerinde oluşmuştur. Sarkıt, dikit ve sütunlarla mağara bölümlere ayrılmıştır. Uzunluğu 65 m’dir. Mağara küçük olmasına karşın damla taş bakımından zengin ve güzeldir. 7. İnönü Mağarası: Eğirdir İlçesi Sarıidris Köyü İnönü Tepe Mevkii’ndedir. Yaklaşık toplam uzunluğu 227 m’dir. Yatay ve kuru mağara tipi özelliğine sahiptir. Mağara, Sarıidris Köyünün 1,5 km güneyinde yükselen İnönü Tepe’nin kuzey yamaçlarındadır. Köyden mağara’ya traktörlerle ulaşılabilmektedir. İnönü Mağarası, eskiden beri köylüler tarafından bilinmektedir. Mağaranın hemen hemen her tarafına ulaşılmaya çalışılmış ancak çok dar ve basık olan yan kollara girilememiştir. Jeoloji ve jeomorfoloji bakımından İnönü Mağarası, İnönü Tepe’nin üzerinde takke gibi oturan jura-kretase yaşlı kireç taşları içinde değişik yönlü kırıklar boyunca gelişmiştir. Bu kireç taşlarının altında triyas yaşlı dolomit ve yer yer marn tabakaları yer alır. Mağara bu karstlaşmayan katmanlar nedeni ile derine doğru gelişememiştir. İnönü Mağarası girişten itibaren dar galeriler halinde ve yatay bir şekilde gelişmiştir. Sadece giriş kısmında bir salon vardır. Burada kalın bir toprak tabakası ve içinde bol miktarda iskelet parçaları vardır. Bundan da anlaşılıyor ki, mağaranın giriş kısmı ya iskan edilmiş ya da mezar olarak kullanılmıştır. Mağara’nın bazı kollarında çok miktarda dikit, sarkıt, sütun ve duvar damlataş oluşumları vardır. Bu oluşumlar mağaraya doğal güzellik vermektedirler. Galerilerin büyük kısmı boş olmasına karşın, bazı kollarda bol miktarda damlataş oluşumları vardır. Yağışlı mevsimlerde mağaranın bazı kollarında küçük göletler oluşmaktadır. Mağara genelde kurudur, mağara içinde ısı 16 derecedir, hava nemi ise % 82’dir. 8. Kadı Deliği Mağarası: Çandır Köyü’ne 8 km uzaklıkta Kartalbaşı Tepesi’nin kuzeyindedir. Uzunluğu 81 m’dir. Dar bir ağızdan dik bir inişle girilebilir. Mağara içinde ısı 17 0C’dir ve nemi % 75’tir. Ulaşım imkânları sağlandığı zaman turizme açılabilir. 9. Kapıkaya Mağarası: Merkez ilçeye bağlı Güneyce Köyü’nün 3 km güneyinde Kapıkaya Tepesi’ndedir. Toplam uzunluğu 87 m’dir. Muhtemelen tarihi dönemlerde kullanılmıştır. Hacminin çok geniş olması nedeniyle sığınak olarak da kullanılmaya çok uygundur. 10. Karataş Mağarası: Yenişarbademli batısındaki Pınargözü Mağarası’nın yakınında Dedegöl Dağı’nda bulunan Karataş İn’i kireçtaşlarında, bir fay hattı üzerinde dikey olarak gelişmiştir. Düden konumunda olan ve bütünüyle fosilleşen mağaranın derinliği -112 m’dir. Daha aşağı seviyede ve doğrultuda bulunan Pınargözü Mağarası ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Oldukça fazla hava sirkülasyonu vardır. 11. Kuz Mağarası: Sütçüler ilçesi, Kesme Kasabası, Asar Tepe Mevkii’nde Köprüçay Kanyonu’nun aynasında bulunmaktadır. Kesme kasabasına 4 km uzaklıktadır. Kretesa yaşlı kireçtaşları içerisindeki kırık üzerinde gelişmiştir. Toplam uzunluğu 224 m’dir. Mağaranın girişi Köprüçayı Kanyonu’nun 90 derece dik yamacındadır. Dar girişten sonra mağara ana galeriden oluşmaktadır. Her iki bölüm de damlataş (sarkıt-dikit) oluşumları bakımından çok zengindir. Kuru bir mağaradır. Girişe göre derinliği -18 m olan ve bütünüyle fosilleşen mağara Köprüçay’ın derine gömülmesi sonucu ortaya çıkmıştır. İçerisinde uzunlukları 15-20 m’yi bulan dev sarkıt ve dikitlerle kaplı olan Kuz Mağarası, bölgenin en güzel mağarasıdır. MTA Genel Müdürlüğü tarafından 1996 yılında mimari projesi çizilmiştir. Turizme açılma çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca Kesme kasabası çevresinde etüdü yapılmamış onbeşin üzerinde mağara mevcuttur. 12. Peynir İni: Senirkent ilçesine bağlı Garip Köyü’nün 4 km güneydoğusundaki Obruk Taşı yamacındadır. Uzunluğu 6 m olup, girişe göre en derin nokta -20 m’dir. Kuyu şeklinde bir girişten sonra mağara yatay olarak bir kırık boyunca devam etmektedir. Ulaşım yürüyerek sağlanır. Dışarıya göre mağara ısısı çok düşüktür. Yöre halkının peynir depolamasından dolayı bu ismi vermişlerdir. 13. Pınargözü Mağarası: Yenişarbademli ilçesine 8 km uzaklıkta, Çaydere ormanlarının içinde bulunan ve jura-kretase yaşlı kireç taşlarından oluşan bir fay üzerinde gelişmiş aktif bir mağaradır. İçerisinden debisi 7 lt/sn olan büyük bir kaynak çıkmaktadır. Ayrıca mağaranın içerisinde birçok sifon ve büyük çağlayan vardır. Bu mağaranın 1995 yılına kadar yapılan uzun süreli araştırmalarla 16 km’lik bölümü ölçülmüş ancak sonuna kadar henüz ulaşılamamıştır. Belirlenen son nokta girişten +660 m yukarıdadır. Bu yükseklik ülkemizde ölçülen en büyük yüksekliktir. Mağaranın içinde değişik büyüklükte gölcükler, şelaleler, damlataş havuzları ve her türden damlataş birikimleri geniş yer kaplamaktadırlar. Girişte ise saatte hızı 150-160 km olan şiddetli bir rüzgar vardır. Pınargözü Mağarası’nın uzunluğu, girişe göre yüksekliği, su sıcaklığı (3-4 0C) ve rüzgar hızı bakımından Türkiye’nin en büyük mağarasıdır. Turizm açısından Avrupa’nın en uzun mağarası olarak da kabul edilmektedir. Bu mağaranın etüdü yapıldığı takdirde ülke turizmine katkısı büyük olacaktır. Ayrıca Keldağ mevkiinde Güllü Mağarası da tespit edilmiştir. 14. Sorgun Mağarası: Aksu İlçesinin 10 km kuzeyinde, Sorgun yaylasının kuzey yamacındadır. Buraya kadar her türlü araçla ulaşma olanağı vardır. Mağaranın toplam uzunluğu 301.5 m kadardır. Mağara yatay ve sulu bir mağaradır. Sorgun mağarasının içinden kış ve bahar aylarında kuvvetli, yaz ve güz aylarında oldukça zayıf bir dere akmaktadır. Mağarada yarasa kolonilerine rastlanmaktadır. Burası da yer yer güzel damlataş oluşumları ile süslüdür. Mağaranın zaman zaman su ile dolduğu ve girilemez duruma geldiği olmaktadır. Gerekli önlemlerin alınması halinde bu mağaranın da turizm amaçlı kullanılabilecektir. 15. Uluborlu Obruğu: Kapı Dağı’nın doğusundaki yayladadır. Uzunluğu 42 m’dir. Beyaz renkli kireç taşları içerisindeki kırık boyunca gelişmiştir. Mağaranın girişi 5-6 m çapında, 18 m derinliğinde bir kuyudur. Bu kuyunun tabanı yaz aylarında dahi karlar ile kaplıdır. Mağara içindeki ısı 3 0C ve nem de % 78’dir. Soğuk hava deposu olarak kullanılmaya çok uygundur. 16. Zindan Mağarası: Aksu ilçenin 2 km kuzeydoğusunda Aksu Çayı vadisindedir. Çay kıyısını takip eden ve daha yukarıdaki yaylalara giden yol Zindan Mağarası’nın önünden geçer. Otobüs dahil her türlü araçla bu yoldan Zindan Mağarasına ulaşılabilir. Zindan Mağarası Romalılardan bu yana bilinen ve kullanılan bir mağaradır. Yerinin çok uygun olması nedeni ile belki Romalılardan önce de kullanılmış olması muhtemeldir. Mağaranın toplam uzunluğu 765 m kadardır. Zindan Mağarası, mağara tipleri arasında, yatay ve yan aktif bir mağara tipi özelliğine sahiptir. Zindan Mağarası’nın bulunduğu Göller Bölgesi yurdumuzun en yoğun karstikleşmiş alanlarından birisidir. Bu yörede kireç taşları diğer kaya birimleri ile karşılaştırıldığında yayılım alanı yönünden birinci sırada yer alır. Bu çevrede en yaygın ve kalın kireçtaşları kretase ve jura yaşlı olanlardır. Bunlar aynı zamanda çok saftır ve bundan dolayı da şiddetli karstlaşmıştır. Zindan Mağarası karstlaşmaya uygun bir formasyon içinde yer yer önemli kırıklar üzerinde gelişmiştir. Bu fomasyonun kalınlığı 100-300 m kadardır. Mağaranın kırıklarına isabet eden kısımlarında tavan yüksekliği 15-20 m’ye ulaşmaktadır. Zindan Mağarası genellikle kuzey-güney yönünde uzanan kırıklar üzerinde gelişmiştir. Bazen bu kırıkları dike yakın açılarla kesen kırık sistemleri takip eder. Buna bağlı olarak Zindan Mağarası bölüm bölüm dirsekler yapar. Zindan Mağarası’nın geniş ve düzgün ağzı Aksu Çayı’ndan 12 m daha yukarıdadır. Düzgün bir tünel profili gösteren ağız 8 m yüksekliğinde ve 12 m genişliğindedir. Hemen girişten sonra mağara iki dirsek yaparak kuzeye yönelir. Bu kısımda taban toprak ve küçük kaya blokları ile kaplıdır. Tavan 20 m ye kadar yüksektir ve burası yaz kış yarasa kolonilerinin barındığı bölümdür. 50 ila 105 m arasında kısa, dar ve basık tüneller vardır. Buralarda yürünemez. Taban sulu ve çamurdur. Zindan Mağarası içinden kış ve bahar aylarında kuvvetlenen, yaz aylarında zayıflayan bir yeraltı deresi akmaktadır. Mağaranın sonundan çıkan su, mağara içinde 300-400 m aktıktan sonra düdenlerde kaybolmaktadır. Zindan Mağarası, düz ve uzun olması nedeni ile çok rahat sığınak ve depo olarak kullanılabildiği gibi turizm amacı ile de kullanımaya çok elverişlidir. Yatay olarak uzanması, birkaç dar yeri dışında insanların rahatça yürüyebilecekleri genişlik ve yüksekliğe sahip olması, içinde yer yer damlataş oluşumlarının bulunması ve mağarayı süslemesi, içinden küçük bir derenin akması, mağaraya çok ilginç doğa görünümü vermektedir. Eurymedon Açık Hava Tapınağı ve Tarihi Roma Köprüsü de Zindan Mağarasının yakınlarında bulunmaktadır. Bu durum da mağaraya ayrı bir cazibe kazandırmaktadır. Mağara 765 metre uzunluğu olan, içindeki ilginç sarkıt ve dikitleriyle, cildi güzelleştirdiği söylenen tabii yeraltı deresinden akan suyu ile çok dikkat çekmektedir. Mağaraya içinde yer alan renkli ışıklı taşlar ve mikroklimatik ortamda ayrı bir nitelik kazandırmaktadır. Mağara, Kültür Bakanlığı, İzmir II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 15.6.1988 ve 307 Nolu Kararı ile Doğal ve Arkeoloji Sit Alam olarak tescil edilmiştir. Mağarada ışıklandırma ve çevre tanzimi yapılmıştır. |
Cevap: Isparta il arşivi Göller Göller Isparta il hudutları içinde bulunan en önemli göller, Eğirdir, Kovada ve Gölcük Gölleri’dir. Ayrıca Burdur ve Beyşehir Gölleri, bir kısımda Isparta il sınırları içine girmektedir. Isparta il alanı, genel olarak III. zamandaki kıvrımlarla yükselmiş, daha sonra volkanik ve tektonik hareketlerle yeni şekillenmeler kazanmıştır. Böylece il topraklarında sayısız tektonik çukurlar oluşmuştur. Bu çukurların zamanla su ile dolmasından göller ortaya çıkmıştır. Burdur il alanını da kapsamak üzere, Taşeli ve Tekeli platolarını sınırlayan dağların çizdiği üçgen içinde kalan bu yüksek bölgeye, çok sayıda tektonik göl oluşması nedeniyle, Göller Bölgesi adı verilmektedir. 1. Eğirdir Gölü:Isparta ili hudutları içinde olduğu kadar Göller Bölgesinin de en önemli göllerinden birisi Eğirdir Gölüdür. Eğirdir Gölü, Sultan ve Karakuş Dağları’nın arasında ve il alanının ortasında yer almaktadır. 517 km2 yüz ölçümü ile Türkiye’nin 4. büyük gölüdür. Kuzey-güney uzunluğu 50 km olan, doğu-batı genişliği ise 3 ila 15 km arasında değişen Eğirdir Gölü, takriben 3.309 km2 lik bir havzanın sularını toplamaktadır. Gölün oluşumunda karstik yapının payı büyüktür. Ana kalker temeli üzerinde yer alan çöküntü oluklarının birbirleriyle birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Göl, deniz yüzünden 916 m yükseklikte olup, ortalama derinliği 12 m kadardır. Maksimum derinliği ise Eğirdir yakınlarında 16.5 m’dir. Göl suları bulanmaz. Gölün güneybatı sahillerinde derin ve kuytu koyları vardır. Sarp kayalar ve yarlar bu koylara çok güzel görünümler vermektedir. Göl kuzeyden güneye uzanmaktadır ve genelde yeraltı su kaynakları ile beslenmektedir. Suyu tatlıdır. Çevresi ormanlıktır. Bu kaynak suları gölün içinde muhtelif yerlerden çıkmaktadır. Göl kaynak sularından başka, civardaki pınarlarla da beslenmektedir. Bunların başlıcaları, Gençali’nin yanından çıkan ve hemen göle giren Kanlı Palamut Pınar, bunun hemen güneyindeki ve daha bol suyu olan Karaot Avlığı Pınarı, Tırtar altından çıkan Koca Pınar ve Havutlu Pınarı’dır. Gölde poyraz rüzgarları tehlikeli dalgalar yaratır. Hoyran’ın güneyinde Eğirdir’e doğru hızlı sayılabilecek bir akıntı vardır. Eğirdir Gölü, iki kısma ayrılmaktadır. Kuzeyde kalan ve daha küçük göl kesimine Hoyran Gölü, güneyde kalan kesimine ise Eğirdir Gölü denir. Her iki göl Hoyran Boğazı ile birbirine bağlanır. Gölün kenarları genellikle diktir. Bu dikliğin kaybolduğu Gelendost ve Hoyran yörelerinde göl kıyısında bataklıklar bulunur. Gölde, Eğirdir ilçesinin üzerinde bulunduğu yarım adanın bir uzantısı gibi küçük iki ada vardır. Biri Can Ada, diğeri Yeşilada (Nis)’dır. Yeşil ada üzerinde 100 kadar ev bulunmaktadır. Son yıllarda göl sularının azalmasından yararlanılarak bu adalar birbirine ve Eğirdir’e bağlanmış bulunmaktadırlar. Gölde balık çoktur. En iyi cinsleri çapak, siraz, çiçek, levrek ve sudaktır. Gölde balıkçılığı daha ziyade Yeşilada sakinleri yapmaktadır. Eğirdir Gölü’nden, Eğirdir regülatörü ile kontrol edilen 25 km uzunluğundaki ve 25 m3/sn kapasiteli bir drenaj kanalı ile Kovada I ve II Hidrolik Santralleri’nin su ihtiyacı karşılanmaktadır. Haziran 1996’da, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün ortak kararı ile Eğirdir Gölü, doğal sit alanı ilan edilmiştir. Yörenin en önemli su havzalarından biri olan Eğirdir Gölü’nün 1’inci 300 m kıyı şeridinin de 3’üncü dereceden sit alanı olarak ilan edilmesi kararlaştırılmıştır. Belirtilen alan içinde bulunan kaçak yapılaşmaların yıkılacağı ve bundan böyle bu alanda Koruma Kurulu’nun kararı alınmadan hiç bir yapılaşmaya müsaade edilmeyeceği de belirtilmiştir. 2. Kovada Gölü: Eğirdir Gölü’nün regülatöründen çıkan su fazlası, bir kanal aracılığı ile Kovada Gölü’ne dökülmektedir. Kovada Gölü dekarstik çukurlarının su ile dolması sonucu oluşmuştur. Gölün kuzey-güney uzunluğu 15 km olup, genişliği ise 2-3 km arasındadır. Kovada Gölü eskiden, şimdiki durumundan on kat daha küçüktü. Sonraları Eğirdir Gölü’nün fazla suları göle akıtılmış ve bugünkü durumunu almıştır. Gölün genişliği 9 km’yi ve çevresi de 20.6 km’yi bulmuştur. Batı yöresinin dışında gölün çevresi genellikle sazlık ve kamışlıktır. Suyu tatlı olup, bulanmaz. Bu nedenle gölde bol balık yaşar. Yerli balık türleri içinde en önemlisi sazandır. Ayrıca tatlı su yengeci, su böceği ve midye de bulunmaktadır. Kovada Gölü’ nün suları, Kırıntı Köyü yakınlarındaki sırttan, Kuru Dere Vadisi’ne akıtılmaktadır. Akıtma sonucu ortaya çıkan düşüşten, elektrik enerjisi üretilmektedir. Kovada Gölünün doğal görünümü çok güzeldir. Çevresinde çok zengin olan bitki örtüsü içinde, yabani ördekler ve diğer av hayvanları yaşamaktadır. Bu özellikleri nedeniyle, Kovada Gölü ve çevresi, Bakanlar Kurulu kararıyla milli park kapsamına alınmış bulunmaktadır. 3. Gölcük: Gölcük, Isparta’nın 5 km güneybatısında ve deniz yüzeyinden yüksekliği 1380 m olan, krater çukurunun su ile dolmasından oluşmuş bir krater gölüdür. Gölcük, 150-300 m kadar yükselen ve volkanik küllerle kaplı tepelerle çevrilidir. 1.5 km çapında bir daire biçiminde olup, gölün ortasına doğru derinliği 32 metreyi bulmaktadır. Gölcük ve yöresinde yapılan araştırmalarda, yüzeyleme veren formasyonlar, tortul, ultramatik ve volkanik kayaçlar olmak üzere başlıca üç gruba ayrılırlar. Bunlardan tortullara ait en yaşlı formasyonu Akdağ kireç taşları oluşturmaktadır. Diğerlerini konglomeralar ve flişler meydana getirmektedir. Gölcük ve çevresindeki volkanik kayaçlar, Traki-Andezitleri; sıkı tüfler ve sünger taşlarından oluşmaktadır. Gölcük genelde yağmur suları ve dipten kaynayan kaynaklarla beslenmektedir. Son yıllarda gölün suyunda biraz azalma gözlenmektedir. Göl kapalı havza halinde olmasına rağmen suyu tatlıdır. Göl çukurluğunun çevresindeki tepeler, göle dik inerler. Yalnız gölün güney doğusundaki kumlu tepelerin altında kütle halinde dik bazalt kayaları vardır. Çukurluğun, batısında ise, kumlu tepelerin altında göller bölgesinin mezozik, kütlevi, yan mermer kalkerle meydana getirmektedir. Gölde az da olsa balık vardır. Gölün kenarından en çok 3 veya 5 m açılınca, suyun birden derinleştiği görülür. Gölcük çevresi DSİ’nce tamamen ağaçlandırılmıştır. Gölcük ve civarı özellikle Isparta merkez ilçe halkı tarafından mesire yeri olarak kullanılmaktadır. 4. Kara Göl: Isparta’nın en yüksek dağı olan 2.998 m yükseltili Dedegöl Dağları’nın 2335 m dorukları arasında 2.500 m2 büyüklüğünde bir buzul gölüdür. 5. Beyşehir Gölü: Batı Toroslar’ın doğu kesiminde kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu Anamas Dağları’nın doğusunda yine aynı şekilde uzanan Beyşehir Gölü tektonik kökenli bir çukurluğun sularla dolması sonucu oluşmuştur. 656 km2 alanı ile Türkiye’nin üçüncü büyük gölüdür. Uzunluğu 45 km, genişliği ise 13-25 km arasında değişmektedir. Gölün suları bir gidegen vasıtasıyla kısmen Suğla Gölü’ne geçer. Diğer göllerde olduğu gibi, Beyşehir Gölü’nden de tarım alanlarının sulanması için faydalanılmaktadır. Eğirdir, Kovada, Beyşehir Gölleri aynı zamanda önemli balıkçılık alanlarıdır. Buralardan kontrollü bir şekilde avlanma yapılmaktadır. Burdur Gölü de Isparta’ya komşu bir göldür. Sularının dışarıya akıntısı olmaması nedeniyle suyu tuzludur. Bu nedenle göl suları kullanılmamaktadır. Baraj Gölleri ve Göletler Isparta ve yöresinde çok sayıda baraj ve gölet bulunmaktadır. Bunlar ilin turizm ve rekreasyon potansiyelini arttırmaktadır. Mevcut baraj ve gölet çevresindeki alanlar yakın çevresindeki yerleşme nüfusu tarafından günübirlik alan olarak kullanılmaktadır. Isparta’da bulunan barajlar aşağıda sunulmuştur. 1. Uluborlu Barajı: Uluborlu ilçe merkezinin güneybatısında Pupa Çayı üzerinde kurulmuş kaya dolgu tipinde yapılmış bir barajdır. 110 ha alana sahip olan baraj, 1984 yılında hizmete açılmıştır. Şalgamlık, Karatavuk ve Kuruçay’ın sularının toplanmasıyla oluşmuştur. Toplam hacmi 21.400 hm3 olan baraj, sulama ve taşkın önleme amacıyla inşa edilmiştir. Direk olarak dip savakları sulama kanallarına bağlı olan baraj, Uluborlu ilçesinde oldukça önemli bir tarım alanını sulamaktadır (2.454 ha). Burada meyvecilik ön plana çıkmakta ve özellikle kiraz, elma ve vişne bahçeleri sulanmaktadır. 2. Yalvaç Barajı: Yalvaç ilçesi Sücüllü kasabasının kuzeyinde Sücüllü (Kuruçay) çayı üzerine 1973 yılında kurulan baraj, esas olarak sulama amacıyla inşa edilmiştir. 83 ha alana ve 8.00 hm3 hacme sahip olan baraj, daha önceleri tamamen kuru tarım yapılan sahada, yaklaşık 2.000 ha alanda sulu tarım yapılmasına imkân sağlamıştır. 3. Sorgun Barajı: Aksu-Yılanlı projesi kapsamında yapılmış olan Sorgun Barajı Aksu ilçe merkezinin kuzeyinde bulunmaktadır. 13,80 m3 hacim ve 91 ha alana sahip olan baraj, Sorgun Deresi üzerinde kurulmuştur. Taşkın önleme ve sulama amacıyla inşa edilmiştir. Bu proje ile Aksu-Yılanlı ovasında 3.207 ha alan sulanmaktadır. 4. Karacaören Barajı: Aksu ırmağı üzerinde 1989 yılında inşası tamamlanan baraj, sulama, taşkın önleme ve enerji üretimi amacıyla kurulmuştur. 1.234 hm3 hacmi ve 4.550 ha toplam alana sahiptir. Toplam alanın 2.383 ha’ı Isparta il sınırlarında yer alır. Sütçüler ilçesinin Çandır, Melikler, Şeyhler gibi köylerinin ve çevredeki tarım alanlarının su kaynağı Karacaören baraj gölüdür. |
Cevap: Isparta il arşivi Sit Alanları ISPARTA TESCİL EDİLMİŞ TAŞINMAZ KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI İLE SİT ALANLARI Sit Alanları Arkeolojik Sit Alanı : 114 Kentsel Sit Alanı : 7 Doğal Sit Alanı : 12 Tarihi Sit Alanı : 1 Toplam : 134 Kültür (Tekyapı Ölçeğinde) ve Tabiat Varlıkları : 406 GENEL TOPLAM : 540 |
Cevap: Isparta il arşivi Isparta Mutfağı Isparta'nın yemek ve yiyecekleri üzerine bugüne kadar yapılan araştırma ve derlemelerin sayısı fazla değildir. Bu konudaki en geniş çalışmaları, 1990 ve 1996 yıllarında İl Kültür Müdürlüğü Folklor Araştırmacısı Abdullah Kılıç tarafından yapılmıştır. Yapılan derleme çalışmalarıyla Isparta'nın çok zengin yemek ve yiyecek kültürüne sahip olduğunu tespit edilmiştir. Isparta tarım ve meyvecilik yönünden zengin bir yöre olduğu için, bu yemeklere de yansımıştır. Yörede bilinen mahalli yemekler şu şekilde sıralanabilir. 1.ÇORBALAR: Isparta'da 16 tür çorba saptanmıştır. Çorbalar pişirildikten sonra kızartılmış tere yağı, nane, kırmızı biber konur. Çorbaların türüne göre içine sarımsak, soğan, salça ve limonda konulur. Çorbalar içine katılan nanelere göre değişik adlar alırlar. Bu adlar, bulgur, etli, tarhana, işkembe, keklik, mercimek, miyane, oğmaç, paça, patates, sakala sarkan, sebze çorbaları, (Ispanak çorbası) tavuk, top tarhana, topalak, tutmaş, yayla, (toyga) çorbalarıdır. 2.ET YEMEKLERİ:Et yemekleri sebze, yoğurt, pirinç ve bulgurla beraber yapılmakla birlikte ağırlığı et olan diğer türden yemeklerdir. Yöreye has olan yemekler şunlardır: Banak, Çömlek Kebabı, Kabine, Keşkek, Tandır Kebabı, Tirit, Yoğurtlu Et. Yörede patates, nohut ve fasulye ile etten yapılan yemeklere "Yahni" denilmektedir. Yemekler ete konan malzemenin türüne göre adlar alırlar. Ayrıca kıyma ile köfte yapımı da yöre de yaygın olan et yemeklerindendir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...][Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 3.SEBZE YEMEKLERİ:Yörede yetişen bütün sebzelerin yemekleri etli ve etsiz olmak üzere iki şekilde pişirilir. Ispanak, kabak ve bakla gibi sebzelerin yoğurtlu yapılan yemeklerine "boranı" denilir. Etli pişen yemeklerin eti daha önceden pişirilir. Patates, kabak, (uzun kabak), şalgam, patlıcan, fasulye, ıspanak, lahana, karnı bahar, (yörede çiçek denilir) gibi başlıca sebzelerin yemekleri yapılır. Patlıcandan "Oturtma" ve "Yatırtma" denilen yemekler yapılır. Ayrıca biber, patlıcan, patates gibi sebzeler yağda kızartılarak yoğurtlu ve yoğurtsuz yenilmektedir. Yazın kurutulup kışın yenen bakla, bamya, kabak, fasulye, patlıcan, biber önce sıcak sebzelerin kavanozlarda konserveleri de yapılmaktadır. Bütün sebze yemeklerinde soğan, domates veya salça kullanılmaktadır. 4.BALIK YEMEKLERİ: Yörede su kaynaklarının ve gölün olmasından dolayı balık yemekleri de yapılır. Eğirdir gölünden dişli, sıraz, sazan (çapak) gibi balıklar avlanmaktadır. Balıklar genellikle yağda kızartılarak yenilir.Başlıca balık yemekleri: Balık Dolması, Balık Yahnisi [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 5.TAHIL YEMEKLERİ: 5.1.Pilavlar: Pilav her yerde pirinç ve bulgurla yapılır. Yörede yapılan pirinç pilavları tavuk veya hindili, sade, salçalı, nohutlu, bezelyeli, patlıcanlı, kıymalı ve kuşbaşılı olarak yapılmaktadır. İçine rendelenmiş soğan, domates ve şehriye konulmaktadır. Bunlardan patlıcanlı pilav için patlıcanın kabukları soyulur ve tuzlu suda bekletilerek acısı alınır. Kuşbaşı eti fındık büyüklüğünde doğranır. Patlıcanlar ve et zeytinyağda kavrularak üzerine ıslatılmış pirinç ve su katılarak pişirilir. Üzerine nane, dereotu, maydanoz gibi baharatlar ekilerek tatlandırılır ve süslenir. Bulgur pilavları da sade, salçalı, domatesli, kıymalı, ciğerli, mercimekli, nohutlu olarak pişirilir. 5.2.Dolmalar-Sarmalar: Yörede her yerde olduğu gibi, patlıcan, biber, domates ve kabak dolmaları ile asma yaprağı, ebegümeci ve lahanadan sarma yapılır. Dolma ve sarmalar zeytinyağlı ve kıymalı olarak iki türde yapılmaktadır. 5.3.Tatar: Un, yumurta, süt, tuz ve yağ ilaveleriyle hamur yoğrulur ve yufka şeklinde açılır. Küçük kareler halinde kesilir ve kurutulur. Pişirileceği zaman suda haşlanır ve sarımsaklı yoğurdun içine konulur. Üzerine salçalı kızarmış tereyağı ve kıyma dökülür. 5.4.Dirgit: Daha çok diş hediği olarak çocukların ilk dişinin çıktığı zamanda yapılan bir yiyecek türüdür. Buğday, nohut ve fasulye haşlanır; üzerine tuz veya şeker katılarak yenilebildiği gibi kuru yemişle birlikte de yenilir. 6.YABANİ OTLARLA YAPILAN YEMEKLER: Yörede bici bici (madımak), semiz, ebegümeci, tavuk kursağı, ümmü, sirken, ısırgan, kuzu kulağı, toklu başı, pancarlık, labada gibi yöresel adlarla bilinen otlar kırlardan toplanır, temizlenerek ince ince kıyılır. Yağ, soğan ve kıyma ile kavrularak pişirilirler. Bazı tür otların, ıspanak, semiz otu gibi, yemeği salça, soğan ve pirinç ile pişirilerek yoğurtlu ve yoğurtsuz yenilmektedir. 7.KATKILI HAMURLU YİYECEKLER: Yurdun her yerinde tavada yapılan puf ve sigara böreği ile fırında pişirilen su böreği Isparta'da da yapılır. Bunların dışında kıymalı, peynirli, ıspanaklı, patatesli, kabaklı, böreklerin içine maydanoz konularak yapılmaktadır. Değişik katkılar konularak sacda pişirilen börekler değişik isimlerle anılırlar. Belli başlı yapılan böreklerin adları şöyledir: Dıran Ekmeği, Kuyruğu Sulu, Kulak Böreği, Çörek, Katmer (Goşma), Pişi, Nokul 8.TATLILAR:Yörede yapılan tatlılar: Hamurdan, sudan, sütten, pekmezden, irmikten haşhaştan ve kabaktan olmak üzere değişik türlerden yapıla gelmektedir. Saydığımız bu malzemelerle yapılan tatlıları kısaca şöyle açıklayabiliriz. 8.1.Hamur tatlıları: Yurdun her yerinde yapılan baklava, kadayıf, sarı burma, un helvası yörede de çok yaygın olarak yapılmaktadır. Baklavalar peynirli, cevizli, fıstıklı, fındıklı ve sade yapılmaktadır. Baklavanın arasına konan peynir tuzlanmış taze peynirdir. Diğer hamur tatlılar ise şunlardır: Samsa, Şekerleme, Tosmankara, Mafiş, Lokma. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...][Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 8.2.Su Ve Süt Tatlıları: Yörede sütlaç, güllaç ve muhallebinin yanı sıra şu tatlılar yapılır: Pelte, Su Peltesi, Zerde, Höşmerim. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 8.3.Diğer Tatlılar: Yurdun her yerinde olduğu gibi yörede de kabak tatlısı, aşure, tahin helvası yapılan tatlılardır. Bunlarla birlikte şu tatlılar da yapılır: İrmik Helvası, Haşhaş Helvası, Saksağan veya Karga Beyni, Derdimi Alan. 9.EKMEKLER: Yörede fırın ekmeği satın alınmakla birlikte Yufka, dıraz (dığan) ekmeği, tapalama ve bazlama ekmekleri evlerde yapılarak türetilmektedir. Ekmek yapımında hamur teknesi, senit (sofra, tahta tabla da denir), oklava (merdane), esiran (kesici alet), çevirgeç (pişirgeç, köseleç), sac ve sacayağı ile kuzine soba kullanılır. Yakacak olarak çalı, çırpı ve saman kullanılır. 10-SALATALAR, ÇAÇIKLAR, GARNİTÜRLER: Yörede yurdun her yerinde olduğu gibi salatalıktan ve dereotundan cacık; salatalık ve maruldan salata yaptıktan başka kimi bitki ve sebzelerden de bu konuda yararlanılmıştır. Domates, biber, soğan, marul, maydanoz, nane, limon, turp ve havuçtan birlikte salata yapıldığı gibi bunlardan birkaçı bir araya getirilerek de salata yapılmaktadır. Bol soğanlı ve haşlanmış kuru fasulyeden yapılan salataların üzerine limon sıkılıp sumak serpilir. Ayrıca kuzukulağı, afyon bitkisinin filizleri ve tere yıkanarak sade yenilir. 11.KIŞLIK HAZIRLANAN YİYECEKLER:Yörede kışlık olarak turşu, reçel, salça, kurutulmuş sebzeler ve meyveler, pekmez, bulama, pestil çorbalık tarhana, makarna, erişte, bulgur gibi yiyecekler hazırlanır. Turşu olarak lahana, patlıcan biber, domates, havuç, şalgam, muşmula, üzüm, karnı bahar, salatalık gibi sebzelerden yararlanılır. Patlıcan, dolmalık, biber ve domatesin içi doldurularak da turşusu yapılır. Armut, erik, kayısı vişne, çilek, şeftali, portakal, incir, ayva gibi meyvelerden ve gül çiçeğinden reçeller yapılabildiği gibi kurutulup saklanabilen türlerden hoşaf da yapılır. Domates ve kırmızıbiberden salça yapılır. Sütten peynir ve yoğurt yapılarak pazarlarda satıldığı da görülmektedir. Üzüm ve duttan pekmez, bulama ve pestil yapılır. Bu meyvelerin ocaklarda suya kaynatılırken içine erik, kayısı, ayva gibi diğer meyveler katılarak pestili yapılır. Bununla birlikte bazı bölgelerde üzüm suyundan şarap üretenler de bulunur. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Isparta il arşivi Geleneksel El Sanatları Geleneksel Türk el sanatlarının tarihi çok eski devirlere, Ortaasya' ya kadar uzanır. Yapılan el sanatları ürünlerinde yaşam biçimi olan göçebe hayatin özellikleri, tarihî kalıntılardan da anlaşılmaktadır. İşlemeler ve motifler o dönemde çadır, hali, kilim, eyer takımları, elbiseler vb. uygulanmıştır. 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya gelen Türkler bu zengin sanat ve uygarlık kültürlerini de beraberinde getirmişlerdir. Isparta bölgesine yerleşen Türk boyları burada karşılaştıkları örnekleri ve yöntemleri kendi anlayışlarıyla bağdaştırmışlardır. Ortaasya' nın göçebe kültür işlemeciliğini ve sanatlarını burada geliştirerek sürdürmüşlerdir. Önceleri Isparta'da dikiciler, mesciler, pabuçcular, yemeniciler, çizmeciler, çarıkcılar, semerciler, mumcular, yağcılar, sabuncular, urgancılar, kendirciler, cezveciler, bakırcılar, kavafcılar, demirciler, çilingirciler, oymacılar, marangozlar, bıçakcılar, hasırcılar, nalbantlar, saraçlar, keçeciler vb. gibi sanat kollarının olduğu bilinmektedir. Ancak bu sanatların çoğu kaybolmuş, günümüzde azalarak devam eden dericilik, ayakkabıcılık, marangozluk, demircilik, bıçakçılık, bakırcılik, kalaycılık, sobacılık son temsilcilerinin elinde yürütülmektedir. Bu sanat kollarını devam ettirecek çırakların olmayışı da kaybolmayı hızlandıran ayrı bir faktördür. Bu sanatların her birinin önceleri arastaları, sokakları, pazarları varken günümüzde yalnızca ayakkabıcıların ve tuhafiyecilerin siteleri bulunmaktadır. Bugün devam etmekte olan marangozluğa rağmen eski ahşap süsleme sanatları, oyma ve nakışçılık da kaybolan diğer sanat kollarıdır. El sanatlarından yün ve kıldan imal edilen çuval, heybe, aba, çadır, kilim ve çulha gibi dokumalar zamanın gelişen ihtiyaçlarına ayak uyduramayarak ortadan çekilmeye başlamışlardır. Günümüzde, azalarak devam eden geleneksel el sanatlarından halıcılık, kilimcilik, oya ve nakış işlemeleri yörede yaygındır. Kullanmak için yapılmasının yanı sıra çeyize koymak ve gelir elde etmek için yapılan bu el dokumaları daha çok tarla ve bahçe işlerinin azaldığı kış döneminde yapılırlar. Dericilik, keçecilik, saraçlık, semercilik ve nalbantlık gibi el sanatlarının günümüzde artık sadece Yalvaç ilçesinde, bıçakçılığın ise yalnızca İl merkezi ile Uluborlu ilçesinde yapıldığı görülmektedir. HALICILIK: Isparta halıcılığı eski bir tarihe sahiptir. 12. yüzyıldan itibaren çok önemli Türkmen nüfusunu barındıran Isparta ve çevresinde, meşhur Türkmen halılarını dokuyarak, komşu ülkelere ihraç edebilen eski bir ticari dokuma geleneği bulunmaktadır. 19. yüzyıl sonuna kadar Isparta ve çevresinde yaşayan Türkmenler ve Hamitoğulları, Melli, Sarıkaralı, Sarıkeçili, Karakoyunlu gibi aşiretlerle sürdürülen mahalli ve geleneksel Isparta halıcılığı yüzyılın sonundan itibaren, İzmir’den başlayarak Manisa, Kula, Uşak ve Isparta’da en ücra köylere kadar nüfus eden Şark Halı kumpanyası siparişleri ile Avrupa’dan gelen modeller ve bunlara uygun renklerle geleneksel dokuma tarzında büyük bir kültür değişimine uğramıştır. Isparta halı dokumacılığı, ilk defa 1891 yılında Babanzade Mustafa Zihni Paşa zamanında teşkilatlanarak köylere kadar yayıldığı görülmektedir. Ancak bu çalışma uzun ömürlü olmamıştır. Daha sonra Etirelizade Mehmet Efendi, doktor Bodasaki ve tarihçi Böcüzade Süleyman Sami, Cumhuriyet öncesi Isparta halıcılığını geliştiren ve bölgeye yerleştiren kişilerdir. Bu kişiler, Isparta’da sürgün bulunan Hacik Usta ile İzmir’de bulunan Isparta’lı Agapoğlu ve mahdumlarıyla ilişki kurarak, Isparta’da Şark Halı kumpanyasını kurmuştur. 1890’lı yıllardan 1930’lara kadar bölgede Şark Halı Kumpanyasının organizasyonu ile üreticilere yün ipi, boya ve desen verilerek, en ücra köylere kadar halıcılık götürülmüştür. Bu dönemde üretilen halıların desenleri ticari albeniye göre Uşak, Hereke, İran halılarından uyarlanmıştır. Üretilen halı desenlerine dokuyan kimseler halının desen kompozisyonlarına göre bir takım isimler vermişlerdir. Bunlar: Kandahar, Üzümlü, Saatli, Hançerli, Bademli, Şimşekli, Ağaçlı, Beşir, Elvan, Goblen, Goncalı, Çelenkli gibi isimlerdir. Halıcılığın yaygınlaşmasıyla köylerde, evlerde, ıstar denilen halı tezgahları yapılarak kurulmuştur. Istar iki yassı tahtanın bir üst, bir alt tarafına takılan "top" denilen yuvarlak ağaçlarla yapılır. Genel olarak halı tezgahları iki cinse ayrılır: (1) Sarma Sabit Tezgahlar: Leventlerin eksen uçları girecek şekilde iki uçları delik olan iki yan tahtası ve alt top, üst top tabir edilen iki adet leventin montaj edilmiş diğer cihazlarının takılmiş halıne "takım tezgahi" denir. Çözgü toplar üzerine sarıldığı için ve halı dokunacak yere payandalarla çakılıp tespit edildiğinden dolayı "Sarma Sabit Tezgah" adı verilir. (2) Portatif Seyyar, Düz Tezgahlar : Bir yere çakılmayıp üzerinde çözgü ile istenildiği yere gezdirilebildiğinden adına "seyyar tezgah" denilmiştir. Sanayide çeşitli tiplerde profil ve saç demirlerden de yapılmaktadır. Halı ipinin geleneksel metotlarla elde edildiği Şarkikaraağaç, Yenişarbademli, Aksu, Eğirdir ve Sütçüler'de yaşayan Yörük ve Türkmenler ilkbahar Mayıs ayında ve sonbahar Eylül ayında koyun yünlerini kırkıp yıkarlar. Yünler kurutulduktan sonra "yay" denilen aletle didiklenerek atılır. Ondan sonra kirmende eğrilir. Eğirme işini erkekler de yapar. Kirmende eğrilen ip "gelep" denilen yumak haline getirilir. Daha sonra suni ve kök boyalarla boyanır. Başka bir ip elde etme şekli de Kırkılan yün ya da pamuk "çark" denilen alette önce eğrilir. Bunun için pamuk ince çöplerle tüp biçimine getirilir ya da yün ise kollara takılan burma biçimine getirilir. 15-20 cm. eninde yarim metre kadar genişlikte 6-7 tane ince tahtanın ortaları delinir. Sonra bir düzen içinde başka bir ağaca takılırlar. Ayrıştırılarak bir davul biçimine getirilip iplerle gerdirilir. Çevrilecek biçimde kolu da takıldıktan sonra iği de takılır, sonra ip eğirme işine geçilir. Buna "çark" denilir. Çarkta eğrilen ip iğ üzerinde yumak şeklinde olduğundan "ilgidir" denilen 50 cm. kadar iki ucu oyuk bir ağaç üzerine aktarılır. Açıldığında bir daire oluşturacak olan ipler artık çile olmuştur. Çileler haşıllanır. "Haşıl" undan karılan bir maddedir. Çileler haşıl içine yatırılır. Böylece ipler, özleşmiş olur, sağlamlaşır, sonra kurumaya bırakılır. Ardından da "keceve" denilen basit aygıt ile "kargı"lardan hazırlanan toplulara takılır. Kirmende dokuma ipinin yanı sıra çuvalların, heybelerin, çadırların, çorapların, eşek ve develerin yularları ile kolonları bu aletle eğrilir. Eskiden dokuma ve diğer iplerin boyaması kök boyaları ile yapılırken, günümüzde suni boyamacılık yaygınlaşmıştır. Bunların hiçbirisini yapmayanlar iplik satış mağazalarından istedikleri hali ipini alırlar. Çözgü dokunacak halının boyuna göre tespit edilir. Halı tezgahının alt ve üst tahtaları arasında hali boyunca birbirine paralel olarak çaprazlama gerilmiş ipliklere "çözgü" denilir. Çözgü hali boyundan 120 cm. uzun tutulur. Yerdeki kalas ya da beton zemindeki deliklere dikine doksan derece boru demirleri geçirilir. Çözgü ipinin bir ucu demirin alt ucuna bağlanır. Yeterli mesafedeki diğer boru demire doğru iplik götürülür. Dönüşte çapraz olacak şekilde geri getirilir. İlk demire dolanıp tekrar geri götürülür. Böylece yeterli tel sağlanınca çözgü bitmiştir. Her iki ucuna çiti zincir örgüsü yapılır. Çaprazın bozulmaması için iplik geçirilerek bağlanır ve boru demirlerinden çıkarılıp bükülür, çözgü tamamlanmıştır. Tellerin aynı gerginlikte olmasına dikkat edilir. Hali dokunurken çözgü ipliklerinin her çift teline belirli biçimde bağlanan ve yan yana gelerek sıralar oluşturan yün ipliğe "ilme" denilir. İki tip düğüm tarzı vardır. Tek bağlama; İran veya Sine düğümü, Çift bağlama; Türk veya Gördes düğümü. İlme sıraları arasına ve halının enine paralel olarak geçirilen çözgü ile beraber halının zemin dokumasını oluşturan yün veya pamuk ipliğe "atkı" denilir. Düğüm uçlarının belli uzunluklarda kesilmesi "hav" olarak adlandırılırken halının iki veya dört kenarını çevreleyen desenli veya düz kısıma "bordür" denilmektedir. Bordürle çevrelenen orta kısma ise "orta" veya "zemin" denilir. Halının eni yönünde başlangıç ve bitim uçlarında ve saçakların dibinde çözgü ve atkı ipliklerinden oluşan zincir şeklinde olan dokuya "çiti" denir. Başlangıç ve bitim kısımlarında yapılan düz dokumaya "hali kilimi" denir. Hali bittikten sonra ilmeli kısmı korumak üzere halının iki başında 5-8 cm. genişliğinde desenli veya düz olarak dokunan kilim örgüsüne "toprakçalık" adı verilir. İmalâttan dokunup gelen halıya "ham hali" denir. Ham halılar yıkanmak üzere yıkamahaneye getirilir. Uygun bir beton zemine sırtı yukarı gelecek şekilde serilir. Alevli pürüz lambası ve alev ütüsü yardımı ile pürüzler yakılır. Bir "gelberi" ile yanıklar kazınır. Hortumlar ile üzerine su tutulur. Alt ve üstüne uygun temizlik maddesi deterjan verilir. Gelberi ile geri götürülür, sonra kazınır ve yeniden bol su verilir. Üzerindeki temizlik maddesi arındırılıncaya kadar su tutulur. Bundan sonra kuruması için dışarı serilir. İlmeği yün olan halılar kırpımhaneye sevk edilir. Heleronik bıçaklı büyük kirpim makinelerinden geçer. Hav tepesi kadife intizamında kesilir ve mamül hali olmuştur. Yıkanan hali şayet ipek hali ise sırt yani pürüz lambası ile hafif ütülenir. İlaç yıkama işi bittikten sonra hali önden ve arkadan buharlı ütülerle ütülenir. Hav bir tarafa yattığından ön taraftan bakılınca renkler koyu geri taraftan bakılınca renkler açık görülür. Halk dilinde bu halıya "yanardöner" denilir. Isparta halılarına boyutlarına göre geleneksel adlar verilir. (40x130) Paspas, (75x130) Seccade, (100x200) Divan, (120x210) Seccade, (80x300) Yolluk, (150x260) Kelle, (200x300) Taban, (250x350) Büyük Taban olarak adlandırılır. Parantez içindeki boyutların birimi cm. olup, birinci rakam eni, ikinci rakam boyu vermektedir. Isparta halılarında Gülistan, Serpme, Kompozisyon, Osmanlı, Goblen, Çin, Üzümlü, Dönümlü, Köşe göbek gibi desenler kullanılmaktadır. Isparta’da el halılarını dokuyan üretici kişiler, özellikle il merkezinde bulunan Halı Sarayına Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri gelerek, ürettikleri halıları pazarlama imkanı bulabilmektedirler. Yörede, küçük tezgahlarda dokunan minyatür el halıları da bulunmaktadır. Yarısı bitirilmiş şekilde dokunan bu halılar, halı tezgahı olan küçük ıstarlara yerleştirilerek, hediye mahiyetinde bazı halı satış mağazalarında satılmaktadır. KİLİM (DÜZ) DOKUMACILIK: Kilimciliğin Isparta'da en yaygın olduğu yerler yörük köyleridir. Bununla birlikte Türkmen köylerinde de kilim dokumalarına rastlanır. Kilim dokunan bu yörelerde heybe, çanta ve çuvallar da dokunduğu görülür. Ancak modern kullanım örtülerin yaygınlaşması ve kilim dokuyacak gençlerin bu işe rağbet ve emek çekmemesi gibi sebeplerden kilim dokuması giderek azalmaktadır. Kilim dokunan yörelerde, dokumayı daha çok otuz yaşın üzerindeki kadınlar yapmaktadır. Dokunacak kilimin ipi yün ise aynı yukarıda hali ipinin elde edilmesindeki işlemler yapılır. Kıldan dokunan kilimlerin ipi ilkbaharda Kırkılan keçilerin kilinin "tarak" denilen 25x60 cm. civarında bir tahtanın ucuna geçirilen, ucu sivri ince saç demirlerinde taraklanır, ayrışması yapılır. Yıkandıktan sonra yapılan bu işlemin arkasından keçi kili kirmende eğrilip bükülmesi için kolda "burma" haline getirilir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak ya da çeyiz olarak değişik boyutta ve değişik kullanım amaçlı düz dokumalar üretilir. Dokumalar dik, duvara dayalı şekilde kurulmuş, ıstar denilen tezgahlarda dokunur. Çözgünün hazırlanmasından sonra dardağan veya gürgen ağacından yapılan ahşap Kirkitlerin yanı sıra sapı ahşap dişleri metal olan Isparta tipi Kirkitler ile dokuma yapılır. Uygulanmak istenen motiflerin kaç çözgü teline yerleştirileceği yılların tecrübesi ile bilinmektedir. Dört çözgü teline "bir el", on tanesine "bir çile" denmektedir. Namazlık boyutundaki bir dokuma için 4-5 çile yün ip harcanmaktadır. Çözgü dokumaların boyutuna göre toprağa karşılıklı olarak çakılan kamalar arasında düz olarak hazırlanır. Bir kişi çözgü ipini kamalara teker teker yerleştirirken diğer iki kişi de çözgü iplerinin dağılmaması için ayrı bir iplik yumağı ile zincir şeklinde çözgüleri birbirine birleştirerek örgü oluşturmaktadır. Hazırlanan çözgü ince çubuklar yardımı ile tezgaha takılır ve dokumaya geçiş hazırlıklarına başlanır. Dokumaların başlangıcında çiti yapılmamakta, kilim örgüsü 4-5 cm. boyutunda ve "çubuklu" olarak adlandırılan 0,5 cm.' lik renkli şeritlerden oluşur. Dokumanın bitiminde uzun kesilen çözgüler önce ikişer ikişer düğümlenerek çiti oluşturulur, sonra "top örüm" diye adlandırılan örgü şekliyle saçaklar örülür. Kilim örgüsü kısmında ipliklerden 6-7 çözgü teline düğüm atılır ve bu "toka" diye adlandırılır. Tokalara dokumaların kenar örgülerinde uzun bırakılmış düğümler olarak da rastlanır. Yörede dokunan kilimler ilikli kilim, iliksiz çapraz kilim, eğri atkılı kilim ve sarma kontur teknikli kilimlerdir. Kilim dokumalarının enleri 100 cm., boyları 180 cm. civarında değişir. Atkı yüzlü zemin üzerine sık motifli, bez ayağı zemin üzerine seyrek motifli cicim uygulamalarına da rastlanır. "Soyfana" olarak adlandırılan bu dokumalar eni 90 cm. boyu 250 cm. tek kanat olarak üretilen, sonradan ortadan çadır dikişiyle dikilip çift kanat haline getirilen yer yaygılarıdır. Yastık (50x70 cm.), heybe (40x40 cm.), torba (35x35 cm.) gibi uygulamalarda cicim tekniğinin tercih edildiği tespit edilmiştir. "Farda" ismini verdikleri yine çift kanat olarak üretilmiş konturlu zili tekniği ile dokunmuş yer yaygılarına az da olsa rastlanır. Yörede önceden kök boya ile boyama yapılırken günümüzde suni boyama tercih edilmektedir. Geçmişte karamık çalısından sarı, sarı ipin çivit ile boyanmasından yeşil; çivitten mavi; soğan kabuğu ile kök bitkisinden kırmızı ve ikinci sularından açık renk tonları; ceviz kabuğundan kahverengi, elde edilirmiş. Ancak günümüzde pazardan alınan iplerle dokuma yaygınlaşmaktadır. Yörük köylerinde dokumalar cenazelerde tabutların üzerine de sarılır ve bu dokuma daha sonra köyün camisine bırakılır. Düğünlerde, kız evinden gelin alınması sırasında atin üzerine, arabaların ön taraflarına torba, heybe, yastık boyutunda dokumalar asılmakta ve bunlar gelin alan kişiye; at ya da araba sahibine, hediye edilir. Yörede kilim motiflerine "yanış" denilmektedir. Kirtmeli Kilim, Toplu Namazlık, Kırmızı Namazlık, Taraklı, Kırmızı Taraklı, Koç Boynuzu, Alaylı dokumaların desenlerine göre aldıkları isimlerdir. Ayak (Çarpan Ayak), Keklik Ayağı, Sevdim Dolaştım, Çatak, Armut(Mihrap), Karga Burun, Kara Boğaz, Aklısu, Çolaksu, Ayna, Kuş(Oğlancık), Kurbağa, Top, Koç Boynuzu, Taraklı, Tavşan Topuğu, Eli Belinde, Balıklı Bıtırak, Karnı Yarık, Patlıcanlı, Çingilli, Cıynak, Halı Kapağı gibi yanışlar yöresel isimlendirme ile dokunan motiflerdir. Köylerde dokuması yapılan diğer bir örgü de "çarpana"dır. Kare biçiminde bir kaç tahtacıktan ya da kalın meşinden yapılan çarpananın köşelerine birer delik delinir. Çözgü ipleri bu deliklerden geçilir. Dokunacak yassı ipin enine göre kare parça çoğaltılır. Bu karelerden biri aşağı, biri yukarı çekilerek ağacın geçeceği durum ortaya çıkarılır. "Kılıç" denilen tarakla argaç sıkıştırılarak istenilen yassı ip dokunmuş olur. Kare parçalar birbirine çarpıla çarpıla çalıştığı için buna "çarpana" adı verilmiştir. Çarpana da dokunan ipler öncelikle devenin havudunu, eşeğin palandını, atin eğerini hayvana bağlama da kullanılır. Bundan başka kadınların bellerine kuşandıkları, kemerler, kolonlar da çarpana da dokunur. Buna "olukma" denilir. Yassı, oluk gibi olduğu için bu adı almıştır. EL İŞLEMELERİ (OYA VE NAKIŞ): Yörede, kadınların geleneksel olarak yaptıkları el işlemeleri arasında oya işlemeleri yaygın bir durumdadır. Yöreye has olarak en çok çiçek motifleri işlenmektedir. Oyalar yapıldığı araçların isimlerine göre "iğne oyası", "tığ oyası", "firkete oyası", "mekik oyası" olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca kullanılan malzemeye göre de "boncuk oyası", "mum oyası", "iplik oyası" gibi adlar verilir. Isparta'da en yaygın olarak yapılan oya çeşidi tığ oyasıdır. Uluborlu İlçesi bu oyaların yapıldığı sanki bir merkez bölgedir. Tığ ve merserize iplikle yapılan oyaların her rengine rastlamak mümkündür. Özellikle kenarına dikilecek yazmalarla renk uyumu içerisinde olması düşünülerek yapılan oyaların motifleri erik, gül, gelinlik, patates çiçeği, karanfil, iğde çiçeği, çilek, yasemin, hercai menekşe, papatya, nar çiçeği, fındık çiçeği, maydanoz yaprağı, leylak, dut yaprağı, kardelen, kir menekşe, çarkı feleği, dalgan çiçeği, biberli, çoğunluğu oluşturmaktadır. Bununla birlikte serçe gözü, kaz ayağı, tavşan dudağı, kelebek, paket taşı, gökkuşağı, inci demeti, berber aynası, tintin ve kaşgöz motifleri de işlenir. Görüldüğü gibi motiflerin çoğunluğunu çiçek, meyve, ağaç gibi bitkisel motifler oluşturmakla beraber hayvanların çeşitli özelliklerini belirten motiflere de rastlanır. Genç kızların oyalı yazma hazırlamasının yanı sıra gelenek olarak oğlan evi tarafından da hazırlanmakta ve düğüne davet edilenlere hediye olarak verildiği de görülmektedir. Çeyiz için hazırlanan oyların satışa yönelik yapıldığı da olur. Tığ oyalarının yanı sıra mekik oyaları, mekik ve naylon ip kullanılarak yapılır. Yörede mekik oyalarına yelpaze, top mekik, elti eltiye küstü, kuzulu koyun, mezar taşı gibi yöresel isimler verilir. Yörede az oranda iğne oyası da yapılmaktadır. Boncuk oyaları diğer oyalar gibi yazma kenarları için değil tülbent kenarı için hazırlanmaktadır. Subay sırması, karnıkara, kaz ayağı, domates, kiraz, buzlu cam, kara dut gibi isimlendirilen çeşitleri vardır. Yörede; özellikle Şarkikaraağaç ve Yalvaç İlçeleri'nde, geleneksel Türk işlemeleri yapıldığı görülmektedir. Ancak bunu yapanların hemen hemen çok azaldığı da tespit edilmiştir. Genç kızların bu işlemeleri bilmediği elde olanların da anadan kıza sandık eşyası aktarımı ile yaşatıldığı görülür. Eskiden çeyiz geleneğinin bu işlemelere önemli ölçüde katkısı olduğu bilinmektedir. Düğünlerde işlemeli ev eşyalarının sergilenmesi ve sergilenen eşyalardaki işlemelerin gelin kız tarafından yapılmış olması büyük önem taşımıştır. Genç kızların bu geleneğe kendi el emeği, göz nuru ile katılması, boş zamanlarını değerlendirmesi ve gelecekteki yuvasına hazırlanması geleneksel davranış görünümündeydi. Özellikle Şarkikaraağaç yöresinde geleneksel işleme iğnelerinden "pesent" yöresel adıyla "dilim iğne", balık sırtı, sim bastı, civan kaşı, muşabak, düz, verev, yöresel adıyla "eğri" ve "doğru hesap iğneleri", "kesme ajur", "susma", "tel kırma" uygulanmıştır. Bu iğneler; giyimlere ve çeşitli örtülere özellikle, peşkir, çevre ve kuşaklara uygulanmıştır. Motifler kenarlara "baş" adı verilen şekilde tek tek yerleştirilmiş ya da güvey çevresi olarak dörtkenar tamamen işlenmiştir. İşlemelerde geleneksel Türk nakışlarının tipik özellikleri görülmektedir. Desenlerde stilize, yani sadeleştirme uygulanmış, renklerde gölgeye yer verilmemiştir. Tek motif uygulamasında, her motif ayrı bir renkle işlenmiştir. "Sim bastı" adı ile yer yer verevine sarılmış sim kareler uygulanmıştır. Şekiller, leblebi, pelit yaprağı, cennet süpürgesi, sümbül, kazan kulpu, kahve şakı, fıstıklı yarim ay, takke, çölmekli, arpa, ağ(tirtil), sarhoş yolu şaşırdı şeklinde adlandırılmıştır. Ayrıca İslâmiyette kutsal sayılan örümceğe de motifler arasında yer verildiği görülmektedir. Keçecilik: Isparta ilinde keçeciliğin yapıldığı tek yer Yalvaç ilçesidir. Yalvaç’ta sayıları giderek azalan 8 tane keçe imalatçısı bulunmaktadır. Keçeden kepenek, yolluk, duvara asmak için minyatür keçeler, yelek gibi eşyalar yapılarak kullanılır. Hasırdan oluşan kalıbın (1.8x10 m) üzerine boyanmış şerit keçe şeklindeki parçalar ile “naaş/nakış” denilen motifler döşenir. Bu motiflerin üzerine şifon makinesinde atılmış kuzu yünleri “çırpı” denilen aletle serilir. Hasır kalıba döşenen yünlerin üzerine tas ve süpürge yardımıyla su serpildikten sonra hasır kalıp rulo şeklinde toplanır, iple sıkı sıkıya bağlanır ve tepme makinesine konulur. Tepme makinesi bunu 1 saat teper. Ham keçe haline gelen yünün kenarları pürçüklü olur. Bu pürçüklü kenarları düzeltmek için “Kapaklama” denilen bir işlem yapılır. Bunun için hasır kalıp açılır. Pürçüklü kenarlar tersine kıvrılarak, hasır kalıp tekrar rulo şeklinde toplanır ve iple bağlanır. Bu vaziyette hasır kalıp tekrar tepme makinasına konularak, 2 saat tepilir. Tepme makinasından çıkarılan hasır kalıp bu sefer pişirme makinasına konularak, en az 2-4 saat kaynamış su ile pişirilir. Pişirme işlemi bittikten sonra keçe kalıptan çıkarılarak kuruması için asılır. Keçelerde kullanılan motifler koyungözü, kıvırma, tavan arası, üçleme, dörtleme, sığır sidiği, ayı kulağı gibi motiflerdir. Keçelerde kullanılan renkler genellikle siyah, mavi ve kırmızı renkleridir. SEMERCİLİK-SARAÇLIK VE NALBANTLIK: Günümüzde, kitle ulaşım araç-gereçlerinin yaygınlaşması, tarım araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması gibi nedenler ile semer, saraç ve nal yapımı yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Yörede, özellikle Yalvaç ilçesinde sayıları giderek azalan 5 tane semer, 4 tane saraç ve 2 adet nal imalatçısı bulunmaktadır. MİNYATÜR AT ARABACILIĞI: Yalvaç ilçesinde minyatür at arabası yapan bir imalatçı bulunmaktadır. Modern hayat içinde kullanımı giderek kalkan at arabalarının minyatür hale getirilerek otel, lokanta, bahçe vb. gibi sivil mimari yapılarda dekoratif bir araç haline geldiği görülmektedir. Yörede, geleneksel metotlarla halen yapılmaya devam eden yorgancılık, ayakkabı imalatçılığı, dericilik, bıçakçılık, kalaycılık, bakırcılık, çömlekçilik, sobacılık, demircilik gibi el sanatları-zanaatları da bulunmaktadır. Özellikle il merkezi ile Yalvaç ilçesinde deri işlemeciliği sanayileşmeye doğru giden zanaatlar arasındadır. Deriden çanta, kemer, anahtarlık, cüzdan, toka, sigaralık gibi malzemeler işlenerek yapılmaktadır. Bunun yanı sıra il merkezinde bulunan Ayakkabıcılar Sitesinde halen el ile ayakkabı imalatı yapılmaktadır. |
Cevap: Isparta il arşivi Adet, Gelenek ve Görenekler 1. DOĞUMLA İLGİLİ GELENEKLER Yörede, kadının ilk doğumuna önem verildiğinden daha çok ilk bebek için hazırlıklar yapılmakta, diğer doğumlarda özel bir hazırlığı ihtiyaç duyulmamaktadır. Çocuk doğunca hısım akraba o eve çocuk görmeye giderler. Çocuk görmeye gitmeye "Doğuya Gitme" denilir. Hazırladıkları hediyeleri, öğle yemeğinden sonra alıp çocuk evine gidilir. Hediyeler uygun şekilde verilir. Çocuk bir - birbuçuk yaşına geldiği ve diş çıkarmaya başladığı zaman "Diş Dirgiti" denilen bir adet yapılır. 2 . SÜNNET TÖRENİ Hali vakti yerinde olanlar, erkek çocukları için sünnet düğünü yaparlar. Sünnet genellikle iki ile oniki yaş arasında yapılır. Düğün öncesinde köylerde oku dağıtılırken, ilçe merkezlerinde düğün kartları hazırlanarak davet yapılır. Sünnet hazırlıkları bittikten sonra düğün hazırlıklarına başlanılır. Düğün genellikle iki gün olarak yapılır. İlk gün sünnet olacak çocuk ya da çocuklar çalgı ile gezdirildikten sonra dini bir törenle sünnet ettirilir. Akşam sünnet olan çocuğun acısını unutturacak çeşitli eğlenceler düzenlenir. İkinci gün genellikle 8.30 - 13.00 arası gelen misafirlere yemek verilir. Daha sonra yemeğin verildiği gün yemeğin bitiminden sonra çocuklar gezdirilerek sünnet edilir. 3. ASKERE UĞURLAMA VE ASKER KARŞILAMA Askere gitmeden iki hafta kadar önce gidecek olanların ve arkadaşlarının düzenlediği eğlenceler başlar. Akrabalar ve komşular tarafından askere gidecek kişi eve davet edilerek ağırlanır. Askere gidileceği akşam namazından öncesi askerler önde, imam ve hak arkasında olmak üzere imam tarafından dua edilir. Dua ettikten sonra askerler herkesle vedalaşırlar, helalleşirler. Askerlerin gidecekleri günün sabahı askerler ve yakınları köylerde köy meydanında, ilçe ve şehirde otobüs terminallerinde toplanırlar. Askere giden kişilere akrabalar ve komşular tarafından genellikle para hediyesi verilmektedir. Toplu olarak uğurlama yapılırken davul, klarnet, saz ve darbuka gibi çalgılar çalınarak askerlere moral verilmeye çalışılır. Uğurlamalar yapıldıktan sonra asker ailelerine "Allah kavuştursun" denilir. 4. EVLİLİKLE İLGİLİ GELENEKLER Yörede evlenmelerde özellikle yaş, sosyal ve ekonomik denklikler gözetilir. Kız ve erkeğin seçiminde soy ve sülalenin araştırılmasına özen gösterilir. "Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al" , "Kız anadan öğrenir bohça düzmeyi, oğul babadan öğrenir sohbet gezmeyi" sözleri bumun belirtisidir. 4.1. Görücülüğü Gitme, Kız seçimi: Tespit edilen kızların evine görücüler, kendi aralarında kararlaştırdıkları bir günde haber vererek gidereler. Gelen misafirlerin ziyaret sebeplerini anlayan ev sahibi misafirlerine gereken saygıyı gösterirse de, kızlarını birden bire verecek izlenimini yaratacak davranışlardan kaçarlar. Eve dönen görücüler görebildiklerini konuşurlar ve kız ile ailesi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karara varırlar. Kız oğlana gösterildikten sonra kesin bir sonuca varılır. 4.2. Kız İsteme: Kız isteme işi, hem kadınlar hem erkekler tarafından yapılır. Eskiden oğlan tarafının yakın akrabalarından bir grup, istemek için kız evine giderlerdi. Kısa bir sohbetten sonra "sizin tutmaç keseni, bizim kalem tutana uygun ve münasip gördük" denirken, günümüzde "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza münasip bulduk, siz ne dersiniz?" denilerek kız istenir ve oğlanın hüner ve meziyetleri anlatılır. Kız evi ise "iyi geldiniz, hoş geldiniz ama kızımız küçük, borçluyuz, evimiz pek yalnız, çocuk da giderse elimiz ayağımız kuruyup kalacak" cevabını verirler. Kızı isteyen taraf da "biz sizi sıkmayız, hepsinin kolayı bulunur, kızın yeri iyidir, kaçırmayınız" gibi gönül alıcı sözler saf ederler. Eğer kız tarafı olumlu düşünüyor ise "Allah nasip etmiş ise ne diyelim" ya da "birkaç gün sonra cevap verelim" derler. Oğlan evinin ikinci ve üçüncü gidişinden sonra söz kesilir ve kız evi oğlan evine "mendil alma" adı altında bir bohça verir. Bundan sonra kız ile oğlan bağlanmış sayılırlar. 4.3. Nişan: Oğlan evinin uygun bulduğu bir günde nişan töreni yapılacağı önceden kız evine bildirilir. Nişan, kız ailesinin evi yeterli ise kız evinde, değilse sinema, düğün salonu vb. gibi geniş bir yerde yapılır. Kız ve oğlan evinin akraba, eş, dost ve arkadaşları nişan yerinde toplanırlar. Oğlan evinin sosyal ve ekonomik durumuna göre takılması gereken takılar takılır. Oğlan tarafının büyüklerinden biri kızın ve oğlanın adlarını söyleyerek nişan yüzüklerini takar ve mutluluk diler. Nişanlı geçler daha sonra misafirlerin ellerini öperler. 4.4. Düğün: Düğün genellikle üç gün sürer. Düğünden bir hafta on gün önce hazırlıklara başlanır. Düğün yemekli ve çalgılı olacaksa aşçı ve çalgıcılar tutulur. Kız tarafı, kız için elbiseler ve kumaşlar beğenir, oğlan tarafı, bunların masraflarını karşılar. Köylerde yapılan düğünlerde oğlan tarafı okucu (okuyucu) çıkararak düğün gününü duyurur. Eskiden düğünler şu şekilde yapılırmış: Yük Yığma: Oğlan evinin aldığı sandık, yaygı, giysi, takı gibi hediyeler Pazar günü davetlilere sergilenirmiş. Bunlardan geline ilişkin olanlar akşam gelin sandığına, öbürleri de başka sandıklara konarak kız evine gönderilirmiş. "Yük Yığma" denilen bu sandıkları getirenlere kız evinin büyükleri çeşitli hediyeler verirmiş. Tel Hamamı: Oğlan evi Pazartesi sabahı yakındaki hamamlardan birini kiralarmış. Misafirler kapıda karşılanır, gelenlere uygun yerler gösterilir, sabun ve kına verilirmiş. Gelin gelince def ve dümbeleklerle yıkanma yerine geçilirmiş. Gelin yıkandıktan sonra saçı örtülür, zülüf kesilirmiş. Pide, meyve, çerez sunulur ve misafirlere akşam kınaya beklendikleri bildirilirmiş. Kına yakılmasından sonra "çekici" denen kadın gelinin yakınlarından birini kaldırarak oyunu açarmış. Gelin Hamamı: Çarşamba günü öğleden akşama kadar sürermiş. İki tarafın misafirleri katılırmış. Gelinin kınası misafirler dağıldıktan sonra yakılırmış. Bu sırada yalnız çok yakın akrabalar gelinin yanında bulunur, el ve ayaklarına kına yakarlarmış. Kimi yerlerde de evlendiğinin anlaşılması için güveyin avuç içine de kına yakılırmış. Oğlan evinde düzenlenen kına gecesi yörede "semah gecesi" diye adlandırılırmış. Gelin Çıkarma: Oğlan evinin büyükleri önde, öbür davetliler arkada olmak üzere (kimi yerlerde güveyi de yanlarına alarak) Perşembe sabahı kız evine gidilirmiş. Arkadaşlara düğün alayı gelinceye kadar gelini hazırlar çeşitli eğlencelerle (Gelin okşama) üzüntüsünü gidermeye çalışır, kimi yerlerde de güveyin arkadaşlara Perşembe sabahı "Güvey Hamamı" düzenler, ondan sonra gelin çıkarmaya gidilirmiş. Gelin ata bindirilip oğlan evine gelindiğinde de karşılama töreni ve eğlenceleri yapılırmış. Gelinin duvağı gerdeğe kadar açılmazmış. Gelin Ertesi: Gerdekten sonraki üç gün yörede "gelin ertesi" diye adlandırılırmış. Dost ve akrabalar gelini ziyaret eder, kutlarlarmış. Köylerde ve kasabalarda bazı değişikliklerle varlığını sürdüren bu gelenekler, merkez şehirlerde büyük ölçüde bırakılmıştır. Çağrılar "Okucu" yerine davetiyelerle yapılmakta, nişan ve düğün törenleri salonlarda ve açık alanlarda düzenlenmektedir. Hamam törenleri ise tamamen canlılığını kaybetmiş durumdadır. Günümüzde ise yapılan düğünler üç gün sürmektedir. Cuma günü düğün evine Türk Bayrağı çekilerek düğün evi belirlenir. Çalgıcılar buraya gelerek, orada bulunanlara çalgı çalarlar. Düğün yemeği için tutulan aşçı da, yemeği pişirme hazırlıklarına başlar. Gece yarılarına kadar çalgılar eşliğinde eğlenirken düğün yemekleri de pişirilmiş olur. Düğünün ikinci günü olan Cumartesi günü, yemekler yedirilir. Saat 8:00’den 13:00'e kadar gelen misafirler yemeklerini yerler. Yemeğe gelen misafirler düğün hediyelerini de bu sırada getirebilirler. Cumartesi akşamı ise kız evinde kına gecesi yapılır. Kına gecesinin Cuma akşamları da yapıldığı görülür. Kına gecesinde geline ve gelen misafirlere kınalar yakılır. Kuruyemişler ikram edilir. Ayrıca def ile birtakım eğlenceler düzenlenmesiyle birlikte gelini ağlatmak ve hüzünlendirmek için birtakım türküler söylenir. Buna "gelin okşaması" denilir. Bu akşam güvey evinde de "semah geçesi" denilen birtakım eğlenceler tertip edilir. Düğünün son günü dolan Pazar gününe "gelin çıkarma" denir. Öğle namazını müteakiben gelin oğlan tarafının misafirleriyle birlikte kız evine gelinerek alınır. Gelin bir hoca nezaretinde dua edilerek kız evinden alınır ve arabaya bindirilir. Gelin küçük yerlerde bir caminin etrafında dolaştırılarak oğlan evine getirilir. Şehir merkezlerinde ise arabalarla bir şehir turu atıldıktan sonra oğlan evine gelinir. Gelin arabadan inerken ve oğlan evine girerken güvey cebinden para ve şeker çıkararak havaya saçar ve etrafta bulunan herkes bundan almaya çalışır. Gelin eve geldikten sonra kadın misafirler gelinin evine çıkarak evi gezmeye başlarlar. Gelinin eşyalarını ve çeyizlerine bakarlar. Daha sonra misafirler dağılır. Yatsı namazından sonra güvey, arkadaşları tarafından gelin evine getirilerek gerdeğe sokulur. Pazartesi günü gelinin evinde "Erte" denilen bir eğlence tertip edilir. Düğünden bir veya birkaç gün sonra yeni evliler kız evine el öpmeye giderler. Bir hafta sonra da kız ve oğlan evi birbirlerine yemekli davet verirler. 5. HAC GELENEKLERİ Günümüzde hacca uğurlama şekilleri ve karşılama adetleri eskiye göre değişikliklere uğramıştır. Hacca gitmeden bir hafta - 15 gün önce hacı adaylarına herkes, dilediği şekilde hediyeler verir. Ayrıca hacı adaylarının akrabaları, gidişten bir ay öncesinden itibaren onları yemeğe çağırmaya başlarlar ve Hacı Yemeği verirler. Hacılar Isparta'da Ulu Camii'nin önünde toplanarak otobüslere bindirilir. Hacılar ihramlarını giymiş bir vaziyette giderler. Otobüs ve arabaların üzerine Türk Bayrakları asılır. Hacılar hacdan döndüklerinde havaalanında karşılayanlar olduğu gibi, şehirde, Ulu Camii önünde de karşılamaya gelenler olur. Hacı evine geldiğinde hacı ziyaretlerine gidilir. Gelenlere zemzem takımı içinde zemzem suyu ile hacı yağı ve hurma ikram edilir. Genellikle akşam yapılan bu hacı ziyaretlerinde gelenlere gümüş yüzük, tespih ve takke gibi hediyeler verilir. Hacılar yaklaşık 10 veya 20 gün sonra varlıklarının durumuna göre "Hacı yemeği” verirler. 6. ÖLÜMLE İLGİLİ GELENEKLER Bir kişi ölünce dini vecibelere göre defnetme işlemleri başlar. Şayet ölünün yakınları, şayet ölenin yakınları uzakta iseler ölü gömülmez, bekletilir. Bütün aile yakınları ve akrabaları tarafından "katmer" edilir. Baş sağlığına gelenlere ikram edilir. Cenaze tabuta konulduktan sonra genellikle tabutun üstüne halı konulur, daha sonra bu halı bir camiye gönderilir. Cenaze defnedip gelenlere pide ayran veya mahalli yemeklerden pişirilerek yedirilir. Ölüm gününü takip eden bir hafta veya on gün çeşitli yemeklerle birlikte akşam yemeğini yemeğe gelirler. Ölenin yedinci günü pişi yapılır, komşulara dağıtılır. 52. günü de mevlidi şerif okutularak yemek verilir. 7. BAYRAM GELENEKLERİ Yöre halkı dini örf ve adetlerine çok bağlıdır. Bilhassa üç ayların girişiyle oruç ve namaz ibadetlerinde, hayır, hasenat işlerinde artmalar olur. Mübarek günlerde topluca mahalle camilerine gidilir. Evlerde ise "geçe bekleme” adı verilen ibadetler yapılır. Yine mübarek günlerde şehir merkezlerinde kandil simitleri satılır. "Arasta" denilen yerlerdeki esnaflar, bir araya gelerek ortaklaşa irmik helvası yaptırıp sokak başlarında hayır için dağıtırlar. Arife günü veya bayram namazından çıktıktan sonra mezarlıklara gidilir, geçmişlerin ruhuna fatihalar okunur. Ramazan boyunca herkes oruç ve namaz ibadetlerini yapmaya çalışır. Kurban bayramlarında yine mezarlıklara gidilir ve yakın akrabalardan başlamak üzere bayram ziyaretleri yapılır. 8. MEVSİMLİK BAYRAMLAR Yörede mevsimlik bayram olarak Nevruz ve Hıdrellez bayramları kutlanır. Nevruz kutlamaları daha çok Alevi-Bektaşi inancına bağlı topluluklarda cem yapılarak kutlanmaktadır. Hıdrellez gecesi (5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece)nde ise birtakım niyetler tutulur. Bolluk, bereket, kısmet, şans, sağlık ve sıkıntılardan kurtulmak şeklinde birtakım dilekler tutularak, Hızır tarafından bunların gerçekleşmesi dilenir. Isparta'da hıdrellezin kutlandığı hemen her yerde kır ve yeşillik alanlara gidilerek piknikler yapılır. Yemekler yenilerek eğlenilir ve sohbetler yapılır. |
Cevap: Isparta il arşivi Isparta Mahalli Ağzı 1. Isparta mahallî ağzında Akdeniz ve Orta Anadolu ağızlarının etkisi görülmektedir. "A" Sesi: Kelime içerisindeki "-a"lar değişerek "-e,-i,-o ve -u" olmuştur. biraz > birez entari > enteri portakal > portukal Orta hecedeki "-a" sesinin vurgusuz olduğu zaman, çoğunlukla düştüğü görülmektedir. burada> burda orada > orda -acak gelecek zaman kipindeki fiil, şahıs eki aldığında kipin başındaki "-a" seslisi ile, kipin sonundaki "-k" sessizi düşmekte ve şahıs eki değişmektedir. boz-acak-sın > boz-ce-n var-acak-ım > va-ca-n "B" Sesi: Bazı kelimelerin başındaki "b-"ler "p-,m-,h-" olmuştur. Bazı kelimelerde ise "-b"lerin düştüğü görülmektedir. balta > palta baston>paston muşamba muşamma bu > hu "C" Sesi: Bazı kelimeler içindeki "c" sesi "ç" ve "d" olarak değişmektedir. Ayrıca katlanması da olmaktadır. dilenci > dilençi kurcalamak> kurdalamak "Ç" Sesi: Bazen "ç" sesi gerek kelime içinde, gerekse kelimenin başında veya sonunda yumuşayıp "c" ve "ş"sesiyle ifade edilmektedir. çizmek > cizmek çingene > cingene gençlik > genşlik kılıç > gılış "D" Sesi: Bazı kelimelerin başındaki "d-" sesi yumuşayarak "t-"ye dönüşmüştür. defter > tefter "E" Sesi: Kelimelerde ses uyumu gerektiğinde "-e-" sesi "-a-"ya dönüşmektedir. elma > alma bahçe > bahça ateş > ataş kıymetli > gıymatlı Bazen "e"ler kelime içinde "-i-" ve "-ü-"ye dönüşmektedir. yer > yir dede > dide gece > gice böcek > böcü "F" Sesi: Bazı kelimelerdeki "f" sesinin düştüğü olduğu gibi, "h" ve "p" seslerine de dönüşmektedir. yufka yuka fol > hol "G" Sesi: Bazen hece içindeki "g" sesi "h"ye dönüşmektedir. gırtlak > hırtlak "Ğ" Sesi: Bazen hece içindeki "ğ" sesi düşmektedir. öğlen > ölen oğlan > olan mağara > mara sağlam > salam "H" Sesi: Kelime içindeki "h" sesi kendinden önceki seslinin uzun söylenmesinden dolayı düşmektedir. ahbap > apap kabahat > gabat kahve > gave Abdullah > Abdilla "I" Sesi: Bazı kelimelerdeki "-i-" sesi "-a-"ya dönüşmekte ve düşmektedir. kıkırdak > kakırdak satılık > satlık "İ" Sesi: Kelimelerde hece içerisinde yer alan "i" sesi "-e, -i, -ü"ye dönüşmektedir. Ayrıca orta hecede vurgusuz olarak söylendiğinde düşmektedir. ikiz > ekiz zincir> zencir hangi > hangi hizmet > hızmat "J" Sesi: Bazen "j" sesi "c"ye dönüşmektedir. jandarma>candarma şarjör carcur "K" Sesi: Kelimenin başındaki "k" sesi kalın sesli bir harfle beraberse yumuşayıp "g"ye dönüşmektedir. kaba> gaba kalın > galın kan > gan koyu > goyu Kelimenin son hecesindeki "k" sesi sert sessizden sonra geldiğinde "g" sesiyle ifade edilmektedir. baskı > basgı çalışkan çalışgan Bazen kelimenin içinde düştüğü görülmektedir. Böylece kendisinden önce gelen sesli sesini uzatmış olmaktadır. eksik > ēsik akşam > āşam yüksek> yüsek Dilek-şart kiplerinde, birinci çoğul şahısların sonlarındaki "k"lar "z" olmuştur. gelsek > gelsez okusak > okusaz Gitsek > getsez yazsak > yazsaz "L" Sesi: İlk sesi "l-" olan kelimelerde "l-"den evvel bazen "i" sesi ilave olunmaktadır. leğen > ileğen limon > ilemon lâzım > ilâzım lâhana > ilâhana "l" sesi kimi hallerde düşüp, kendinden önceki seslinin uzun söylenmesine neden olmaktadır. gelsin > gēsin gel > gē salıncak > sāncak Bazen "l" sesi "n"ye dönüşmektedir. Ayrıca çokluk eklerindeki "l" sesi sonraki "r" sesiyle birlikte düşerek "-na, -ne" şeklinde çokluk ifade edilmektedir. izinli > izinni karanlık > garannık bunlar > bunna koyunlar > goyunna "M" Sesi: Bazı kelimelerdeki "m" sesi "n" ve "k" seslerine dönüşmektedir. Gelecek ve şimdiki zaman kipinin şahıs ekleri değişime uğramaktadır. domuz > donuz şimdi > şindi pembe > penbe tulum > tuluk "N" Sesi: Eski Anadolu Türkçe’sinde XIII. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar kullanılan nazal "ñ"(ng) yörede halen korunmaktadır. Fiillerin ikinci tekil ve çoğul şahıslarındaki "n"ler ve ikinci şahıs zamirlerinin sonlarında bulunan "n"ler nazal "ñ"(ng) olarak söylenmektedir. beniz bengiz deniz dengiz ona > onga geldim > gelding Bazen hece başındaki ve sonundaki "n"ler "k" ve "l" sesine dönüşmektedir. görünmek> görükmek dönüm > dölüm fincan > filcan nöbet > löbet "O" Sesi: "O" sesi kelime içinde bazen "-a-" ve "-u-"ya dönüşmektedir. horoz > horaz doktor > doktur koy > guy sofra > sufra "Ö" Sesi: Bazı kelimelerdeki "ö" sesi "ü" şeklinde değişmektedir. öğütmek > üğütmek "P" Sesi: Kelime başındaki "p"ler bazen yumuşayıp "b" ve "m" olarak söylenmektedir. parmak > barmak pazar > bazar pekmez > bekmez pişmek > bişmek "R" Sesi: Başta olan "r"lerden evvel bazen bir sesli harf gelmektedir. rehin > irehin ramazan ıramazan rende > irende raf > iraf Bazen birinci hecenin son sesi olan "r", ikinci hecenin ilk sesiyle yer değiştirmektedir. kirpik > kiprik perhiz > perhiz kibrit > kirpit derviş > devriş Tezlik fiillerinde ve emir kiplerinin sonlarındaki "r"ler genellikle okunmamaktadır. geliver > gelive okuyuver > okuyuve gidiver > gidive aliver > alive Ayrıca çokluk eklerinin ve bazı kelimelerin sonundaki "r"ler de çoğunlukla düşmektedir. kapılar > gapıla kitaplar > kitapla bir milyon > bi milyon sonra > sona Hece içindeki "-r-" sesi "-l-"ye dönüştüğü zamanlar da olmaktadır. güreş > güleş merhem > melhem birader > bilader rençber > leşber "S" Sesi: Bazı kelimelerin başında ve sonunda yer alan "s" sesi "z"ye dönüşmektedir. soba > zoba herkes > herkez sümbül> zümbül nergis > nergiz "S" ile başlayan bazı kelimelerin başına sesli bir ses gelebilmektedir. sıcak > ısıcak "Ş" Sesi: Bazı kelimelerdeki "ş" sesi katlanarak söylenmektedir. Bazen "h"ye dönüşmektedir. aşağı > aşşa şu > hu koşa koşa>goşşa goşşa şimdi > hindi "T" Sesi: Kelimelerin başındaki "t" sesi yumuşayıp "d"ye dönüşmüştür. Kelime ortasındaki "t"lerde bazen "d" olmaktadır. taş > daş tatlı > datlı tilki > dilki tuz > duz "U" Sesi: Kelimelerde küçük ses uyumu gerektiği zaman "u" sesi "i"ye dönüşmektedir. karpuz> garpız çabuk > çıbık armut> armıt kavun> gavın Bazen hecelerdeki "u"lar "o"ya dönüşmüştür. yukarı > yokarı usanmak> osanmak "Ü" Sesi: Bazı kelime ortasındaki dar sesli olan "ü" sesi, genişleyerek "ö"ye dönüşmüştür. güzel > gözel büyük > böyük üvey > övey yürümek > yörümek "V" Sesi: Bazı hece içerisindeki "v" sesi "b" ve "ğ" sesine dönüşmektedir. esvap > esbap oklava> oklağı >oklağa "Y" Sesi: Kelime içinde bazen düştüğü olmakla birlikte "z" sesine de dönüşmektedir. "Y" sesi düştüğünde kendinden evvel gelen sesli sesini uzatmıştır. yılan > ilân teyze > deze söylemek > sölemek koyuvermek>govermek "Z" Sesi: Kelime içindeki "z" sesi bazen "r" ve "y" seslerine dönüşmektedir. gözükmek > görükmek uzlaşmak > uylaşmak 2. Bir kurala bağlanmayan kelimeler de Isparta mahallî ağzında çokça kullanılmaktadır. amca > emmi haşhaş > haşgeş patates > patike domates>domatiz > domat evlendirmek > evermek Hüseyin > Üsen kız > gı patlıcan > badılcan 3. Çoğunlukla iki heceli kelimelerde, ilk hece sessizle biter, ikinci hece de "r, l" sessizle başlarsa, araya öbür seslilere uygun bir ses eklendiği görülmektedir. abla > abıla katran > gatıran inle > inile müjde > mücüde 4. Isparta mahallî ağzında sessizlerin yer değiştirmeleri çokça rastlanmaktadır. tenha > tehna kibrit > kirpit derviş > devriş karyola > gayrola 80-100 sene önceki Isparta mahalli ağzının özelliklerini ortaya koyabilmek için Av. Güngör Çakmakçı tarafından 1951 yılında kaleme alınan bir mektup örneği şöyledir. Mektup iki gencin karşılıklı sevgilerini anlatmaktadır: Tāşircilerin Tāfik’ten Ag Gız Aba’nın Zıddığa Gızım Zıddık; Öteygün abamın çelibasıyla bi çit bostan yollevediydim eletivemedi mi? Gireği gün enüzün önünden hem de gırevetli, yeni urbalı gontıralı geçeken sen ebdaslıktan bakıyodun. Ben yeni sakoma bakıyo deye hıyalladım. Yanına it tünmüş de emedaniye bengildemiş gibi neye fıyıvedin? Yarını yemezdik en gücü de mi? Sinnenip de nōlcek? Saklambeş mi oyneyoz? Musandırada gavun saklanır gigi saklanıp durcek değilsin ya. Engücü bi gısmetin çıkcek. Amma yat, amma biliş. Bigalgı iki galgı necibosa seni bırıne vercekler. Aras gün gâvede bi tevatür duydum. Seni gôya emekli başçavuş Gavuz Āmada vēceklerimiş. Dinine imanına bana vēdiğin sözlē noluyo gı! Gocaya mı vācen bubaya mı? Bullirıprık gibi ben genci gözeli duruyokana elin ehdiyar, bol donlu, tabbak mesli herifini netcēn? Mayışı varımış, vāriyetliymiş, yevmiye gün nevaleyi düzdümüydü iki hammal ense kökünden ter akalaktan bi halla daşırmış... ole ofarttıklarına bakma sen. Mayışı vā deye obban gaşlı, şalvar ağızlı cavır halan gandırıyo seni.. Mayış olup nolcek gı? Mayış seni ısıtcek mi? Pangınotları torbaya gat, goynuna al, zabaha gadā yat, ne gıymatı vā? Bunnarın hepsi de gavuz gapcık evünsüz mesmursuz laf.. Hem sen gızım gocaya mı vācen bubaya mı? Ben gencim, gözelim o dibek garınlı, aydeş bacaklı ehdiyara varıp da netcen de.. Üskesallah vāman de.. Elin galbır gulaklı hırsız kedi enseli herifi kimi isdettirise isdettirsin. Daha garısı öleli gırkı bile çıkmadı. Utanmeyo mu bu herif.. Gar mı yok buz mu yok? Garı mı yok gız mı yok? Bırak başka gapının şaggarağını çalsın. Hem vārıyet olup nōlcek gı? Göğnüme sam esekene keseme lodos esmiş nēneyen de. Merkebin gocamışı ne işe yarā? Haddini bilmez bi de teze yonca arā.. Bu yaşdaki goca neyime de.. Ver eline bastonu oturup beklesin bostanı.. Başga ne işe yarēcek? Habarı duydum tōbōsun anıt benit oldum. Cenevim ambaklanmış cövüz gibi şagga şagga oldu. Tōbōsun bu dertleri senin yüzünden edindim. Yağırnımdam ārı bi yel dikiliyo üskesallah çıkmēyo. Eğerne bi de o aydeş bacaklı, davul garınlı herife seni vēsinle tōbōsun dirlik vēmen, yeri göğü yırtarın. Hem bana vēdiğin sözlē nōluyo gı? Ben eğlencelik leplep miyim ki çiğneyip geşcen?.. Hem zaten sen o buban yaşındaki ehtiyarla üskesallah ōnmazsın. Hani gönül dēyo bi naşırfa suya bi dutam gırcı şeker at, yuduvē gurtul bu dertten. Tōbōsun şığşırım rahmetde yalınayak, göğneksiz tingildesem cenevimin alavı üskesallah söyünmēcek. Doydum, osandım gāri bu habarlardan.. Bi bana bak fişne fidanı gibi bi de o dibek garınlı ehdiyara.. Gözün de mi görmeyo gı. Gara perde mi endi yoğusam? Hem ben ona goca mı dēcen buba mı de? Sav get başından dilini eşşek arıları mı soktu? Aşır gapından getsin. Bak gine paşa göynün bilir amma bin yattan bi biliş eyidir. Bilmediğin yola girme daklaşır düşēsin gızım. Bilmediğin aşı yeme davul olur şişêsin. Helamma gine paşa gönün bilir. Dediklerimi gulağına eyi gat. Gorkak davşan gibi düşünme gönül senin gönlün.. Kestir at İki satır bana yazmaya da mı elin ermēyo.. Beni maraktan gurtar. Gireği gün bi kayide ona varmēceni, beni sevdiğini yaz, bizim öte ganbır gapının mıhına eyyatlı dakleşdiri, usullam fıya gidêsin âşam âşam, şavk vurmaddan gari heş kimse hıyallamaz. Hepesker seni dikizleyo değil ya.. Şaşkın şaşkın suratını asma düz yol varıkana çamıra basma deye nefes tüketiyoz burda. Şunu eyıce gafāna gat, parayla dirlik alamazsın, benden gözelini de bulamazsın. Paraya gandım sonunda yandım deme sakın. Bi bana bak ince baston gibi, bi ona bak geşmiş bostan gibi.. Tōbōsun seni düşünüyom. Yedi mehelle ol. Çeyizin yaylı arabalā doldursun. Hammalla bi halla galdırsın. Eyi düşün gararı vercek sensin, rabbıye emanet ol. Kestâne kebap acele cuvap... Tāşircilerin Tāfik Zıddıgdan Tāfiğe Tāfik; metdubunu Ginner bazarı günü aldım. Bi daha abāת çelibāsıyla bostan felen yollama. Anam, halam hele akanam yüzüme bi hoş bakdılā.. Accık bi şeylē hıyallā gibi oldulā. Dertlerim vā dağlā gibi, velâkin söyleyemen ellē gibi. Sen bi tek Gavuz Āmat isdediyo bellemişsin, onu diline doleyon. Ermiş ekin, bişmesi yakın. Ben mayışı vā deye ehdiyar herife filen eh demen. Bi o yok ku... Akanam “Gızım gızım gız gişi, gızıma geliyo yüz gişi” deyo. Beni Topak Hâfız da isdediyō. HA’sı getmiş VIZ’ı gāmış. Ne eden ben onları felen? Davulcunun Kel Üsēne de istemeye geldilē. Anam gapıdan çevirdi. Goca bulamadık ıra gırnav gırnav edenlēden mi sandın beni sen len? Yüsek bacalā, zengin gocalā felen isdemeyon ben. Yüz olcēne elli ōsun, ağzı yüzü belli ōsun. Sarı samanın altından suyu salıyon, sōna heş o değillikten duruyon. Altı ogga bekmez, yerinden gakmaz gibi lafları sıralamasını biliyon da sen gendini gantarda dartmeyon mu? Dilin bideci küreği gibi... Gıynaşık helāvetsiz gonuşma. Gidişikli gibi laf etmeyi sevmen ben. Yok fişne fidanı gibiymişsin, incecik baston gibiymişsin de, senden iyisini bulamazmışın da.. Zort zort atıyon. Öyüne öyüne ötürme, gendin baş tahtaya oturma.. Gubarlana gubarlana gabından daşcen.. Sen öylesin böylesin de, biz çift garınlı gabak mıyız, köken buruşuğu muyuz, yonusam kenef ıprığı mıyız len? Ak anam beni “Şefdeli çiçeği gibi ak pembe gızım. Gızımı beyle paşalā istesin, her gün pirzolayıla beslesin. Gızım ak bullir gibidir, gara üzüm yedi mi ümüğünden geçekene görünür” deye sevēdi. Sen ne zannediyon? Hurda daha ilk meddabı bitireli haç sene oldu? Başım bacadan çıkmadı. Etin gantar dutākana, ellē yüzüne bakakana eh de demişle. Helamma benim daha yaşım kaç? Saçımın teline müşderi gırk dene. Zengin değiliz amma gendimize göre tenceresinde bişirip gapağında yēyoz. Beni bişirdiği yenmez, yüdüğü geyilmez, yedi dağın otunu yemiş, yediği tepit, geydiği gaput gızlâdan mı sandın? Yaladım doyamadım, yamadım geyemedim dēcek hālim yok hamdōsun. Elindeki yarım hamırsız, netdiğin bellem belirsiz senin. O gadā da gubarlanma. Ağzına bakan, zabahına bayram olcek zannetcek. Elibağlı duvara çıkılmaz. Kesersiz çivi çakılmaz. Nefesin varsa zurna çalāsın. Sen heç gendini düşünmēyon. Zoy zoy geziyon. Gazanır köşeye gorsun, on olur, heç olmazsa yarın sırtına don olur. Saçına ilimon sıkıp daramayı biliyon da gendine iş aramayı niden bilmēyoň? Gız istemeye geldiğinizde “Oğlun ne iş ediyo?” deye bizimkilē sorāsa anan: “Arık başında iki dene guzu güdüyō” mu dēcek? Yağını bulgurunu hazırlamadan aş bişirmeye durulur mu? Yüz direm zērē ile baş değmene çıkılmaz. Gapıma çift atlı payton isterin demeyom amma “gır eşşekde paldım, ben seni aldım“ demeyle guru lafıla bitiyō mu? Varlık olmadan dirlik nasıl olcek? Yarın çalı çırpı bulup ocağı yakdık deyelim. Tencereye barmağımızı mı goyup yēcez? Kebapcı kedisi gibi elden günden mi geçincēz? Öyle gazandığını bezendiğine yetiremeyenlerden değilindir, eteğimin altında etem yok hamdôsun. Amma geçincemeni bulmadan, bi kesere sap olmadan, denizdeki balığa duz sürtmenin âlemi yok. Parayla dirlik alamazsın, benden gözelini bulamazsın dêyon boyuna.. Sen de benden gözelini bulamazsın, helamma ne fayda iki çılbak ancak hamamda yakışır. Göğnün gırılmasın, benim gusuruma bakma. Doğrusunu söyleyon ben. Yoktan yonga gopmēyō. Sen yoluna ben yoluma... Hazırlā hızırlā yoldeşin ōsun. Daha nelē çıkā garşına. Bekleyen beklemesine amma nereye gadā... Doğruyu söleyen hora geçmez imiş. Ōle ilimon yalamış gibi yüzünü buruşturma.. Beni sōna annāsın... Gusura bakma. Dēcēğim bu gadā.. Allah seni de beni de eyilere düşürsün. Rabbime amanet ol. |
Cevap: Isparta il arşivi Halk Oyunları ve Giysileri Yöre, halk oyunları yönünden çok zengin ve değişik özelliklere sahiptir. Yörenin coğrafyası Anadolu'nun iç kesimlerini Akdeniz'e bağlaması, halk oyunlarına da yansıyarak bir geçiş yöresi özelliği taşımaktadır. Yöre, halk oyunları yönünden iki belirgin özellik göstermektedir. Birinci tür oyunlar ağır ve hızlı olmak üzere zeybek oyunları, ikinci tür oyunlar da Teke oyunlarıdır. İlde oynanan oyunlar genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanır. Ancak zaman zaman halkalı dizili oyunlara da sık rastlanır. Örneğin serenler zeybeği, bu tür oyunlardandır. Bunun yanı sıra Teke oyunlarının karşılamalı ve alacalı dizide oynandığı da görülmüştür. 1. Zeybek Oyunları: Zeybek türü oyunlar, daha çok dokuz olarak tartımlıdır. Oyunlar kol, bacak ve gövde hareketlerine göre düzenlenmiştir. Oyunlarda haykırışlar, birdenbire sıçramalar, yere el atma ve diz vurmalar görülür. Yörede ağır zeybek olduğu gibi hızlı zeybeklerde görülür. Genellikle erkek oyunu olarak bilinen zeybekler, yörede kadınlar tarafından da oynanır. Şarkîkaraağaç ve Yalvaç yörelerinde parmak şaklatarak, damak çatlatarak oynanan ağır ve hızlı zeybekler vardır. Zeybek oyunları genelde yürümeyle başlar. Burada tartım bedene alınır. İkinci yürümeden sonra diğer hareketlere geçilir. Saldırma, atak hareketleri, diz üzerine düşme, diz üzerinde yürüme takip eder, oyun sona erer. Yörede oynanan ağır ve hafif zeybek türü oyunlar şunlardır. Ağır Zeybek, Al Yazma, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Asi Zeybek, Ay Doğar Ayan Meyan, Badılcanı Doğradım, Çayıra Serdim Postu, Evlerinin Önü Mersin, Gelin Kaynana Kavgası, Haymanalı, Jandarma, Kabir Arası (Kazım Ya Da Kara Kara Zeybek), Merdiven Altında, Osman Zeybeği, Pembe Girebimin Oyası, Sarı Zeybek, Serenler, Tavuk Gıdaklaması... Yörede oynanan en tanınmış oyunlar şunlardır: Serenler Zeybeği, Al Yazma, Hatcem, Osman Zeybeği. 2. Teke Oyunları Teke, Türkmenlerin oynadığı oyunlardır. Yörede Teke oyunları Sütçüler tarafında yaygın bir durumdadır. Bu oyunlardaki figürler ile "Teke" adı verilen erkek keçiler arasında bir bağlantı görülür. Keçinin hareketlerini yansıtan oyun figürleri; sekme arkaya dönerek kaçma, ani sıçrayışlar, tekenin kızdığı zamanlar kıç atışı şeklindedir. Teke Oyunları, önce gurbet havası denilen uzun hava ile başlamakta, daha sonra yüksek bir hızla oyuna girilmektedir. Eskiden oynanan teke oyunlarının başlangıcında Yörüklerin parmaklarını gırtlaklarının üzerine bastırarak, bastırma güç ve yerlerini değiştirerek çıkarttıkları sesin oluşturduğu boğaz havalarına da rastlanılırdı. Yörede oynanan halk oyunlarının tespit edilenlerinin isimleri şöyledir. A Yarim Oynasın Da Oynasın, Ağır Zeybek, Ali Kavak Kesiyor, Al Yazma Zeybeği, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Avşar Zeybeği, Aykırı Oyun, Bahçelerde Mor Beni, Boğaz (Hada), Cezayir, Çamdan Aldım Sakızı, Doğru Oyun, Düz Zeybek, Eğri Oyun, Emmiler, Et Aldım Elim Yağlı, Ferayi Zeybeği, Gabardıç, Gakgili, Gıcır Gıcır, Hatçem, Haymanalı, Jandarma, Kabak, Karamanlı, Kesinti Zeybeği, Kezban Yenge, Koca Ceviz, Korunun Düzü, Köroğlu, Limonun Sulandı, Osman Zeybeği, Sallama, Sarı Zeybek, Sepetçioğlu, Serenler, Siyah Makarada İpliğim, Tavuk Gıdaklaması, Yayla Oyunları, Yürüme, Zambak Oyunu. ISPARTA HALK OYUNLARI GİYİMLERİ A) Kadın Giysileri: Genellikle köylerde basmadan ya da ipekten yapılmış bir şalvar, üç etek, mintan ve kutmiden oluşan bir kıyafet giyilir. Başta fes tepelikli olarak kullanılır. Fes üzerine yörelere göre değişiklik gösteren beyaz, oyalı, kulak kenarından tutturulmuş sarı iri pullu yazmalar bağlanır. Fesin uç kısmında bazı yörelerde "alınlık" denilen bir sıra altın bazı yörelerde de "vurgun" denilen gümüş gerdanlık biçimindeki takılar takılır. Alınlık ya da vurgunun olmadığı hallerde, fes üzerine altın veya gümüş paralar takılır. Üste ipek çitariden yapılmış, üzeri sim sırma işlemeli, yandan yırtmaçlı üç etek giyilir. Üç eteğin içinde genellikle al kumaştan yapılmış, boyuna kadar kapalı mintan şeklinde "sıkma" denilen bir gömlek giyilir. Üç etek üzerine kollu, bol ve üzeri kumaşla sıkılan, kutmi denilen kumaştan yapılmış, üzeri sırmalı bele kadar inmeyen kebe (kısa yelek) giyilir. Üç etek altında bol, ayak bileklerini açık bırakan genellikle al rengin hakim olduğu uçkurlu şalvar giyilir. Bele bazen tek taraflı üçgen sallama yapılarak şal kuşak bağlanır. Bazen de gümüş kemer takılır. Ayakta, işlemeli yün çorap ve dolamalı çarık bulunur. Zaman zaman da çarığın yerini mes alır. Boyunlarda altın, kollarda bilezikler görülür. Üç eteğin önünde bir içlik bulunur. B) Erkek Giysileri: Başta kırmızı, bazı yörelerde ise beyaz renkli bir fes ya da takke bulunur. Fesin üzerinde siyah rengin hakim olduğu "buldun" denilen bir poşu bağlanır. Üstlerine kollu, kol ağızları, sırtı ve ön yüzü bol işlemeli cepken giyilir. Cepkenler genellikle siyah ve koyu mavi renktedir. "Menevrek" denilen kara koyun yününden yapılmış uçkurlu bir şalvar giyilir. İçte "alaca"dan yapılmış önden ya da yandan düğmeli, yakasız mintan vardır. Bu mintan şalvarın ve kuşağın içine alınır. Yün ya da pamuk kumaştan dokunmuş üzerinde koyu renkli yollar bulunan beyaz benekli kırmızı rengin hakim olduğu bir kuşak sıkıca bele sarılır. İçte uzun paçalı don, yün içlik vardır. Ayağa yün çorap giyilir. Zaman zaman çorabın rengi mor da olabilir. Ayağa deriden dolamalı bir çarık giyilir. |
Cevap: Isparta il arşivi Köy Seyirlik Oyunları Yörede, daha çok 15-20 yıl öncesinde oynanan oyunlardır. Oyunların oynanma zamanı çiftçilik ve hayvancılık hayatı ile ilgili olarak sonbahar ve kış aylarına rastlar. Umumi olarak "Maşalama" terimiyle oynanan bu eğlenceler türlü şekiller içinde kendilerini gösterirler. Oyunlar ekseriyetle düğün gibi merasimlerde gece ve gündüz oynanmaktadır. Düğüne gelenler ve katılanlar, oyunların hazırlanıp oynanacağı fikrindedirler. Oyunları güzel oynayanlar ve becerikli olanların bu oyunları yaptıkları görülür. Oyunları oynayanlar ekseriyetle gençlerle, orta yaşlı insanlardır. Oyunlar açık ve kapalı olmak üzere iki yerde oynanır. Açık ve güneşli havalarda, uygun gecelerde köyün düz veya taşlık olmayan bir meydanıyla harman yerleri, avlular ve bahçeler oyun yerleri olarak seçilir. Kapalı yerler ise, geniş köy odaları veya evlerdir. Köylerde oyun yerlerini oyuncular veya düğün sahipleri hazırlarlar. Geceleyin oynanan oyunlar için meydanlarda ateş yakarak etraf aydınlatılır. Yörede herkes, bu eğlendirici oyunları ilgi ile karşılamaktadır. Açık yerlerde, meydanlarda oynanan bu oyunlara, davetli olsun olmasın, herkes gelebilmektedir. Oyunları kadınlar ayrı bir tarafta, erkekler ayrı bir tarafta seyrederler. Seyirciler, ayakta veya kilim, taş, ağaç, hasır, dam gibi eşya ve maddeler üzerinde oturarak seyrederler. Kapalı yerlerde ise seyircinin durumu odanın büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre değişir. 1. Arap Oyunu: Oyun Ş.Karaağaç’ın Yeniköy Köyü'nde, Senirkent'in Akkeçili Köyü'nde, Sütçüler'in Kesme Kasabası'nda ve Yalvaç’ın Eyuplar Köyü'nde oynandığı görülmüştür. Oyun güz mevsiminde, ateş etrafında 7 kişi ile oynanır. Oyunda davul ve zurna kullanılır. Oyuncular: Arap: Erkeklerden birisi Arap olur. Bu kişi yüzünü tencere altı isi veya kurum ile karalayarak boyar. Sırtına eski bir paltoyu ters giyer. Paltonun altına bir yastık sokularak kamburlaştırılır. Başına eski bir foter şapka giyer. Arap, pantolonunun bir paçasını topuğuna bir paçasını dizine kadar kıvırır. Eline bir asa alır, bir ayağına da ipe bağlı bir taş bağlar. Efeler: Efeler iki veya üç tane gençlerden seçilir. Efe olacak gençler, kendilerine yünden uzun bıyık yaparlar. Başlarına bir sargı sararlar. Gömleklerinin üzerlerine bellerinden kuşak dolarlar. Kuşağın altına kama koyup pantolon paçalarını dizlerine kadar çekip kıvırırlar. Ayaklarına lastik, çarık gibi ayakkabılar giyerler. Kızlar: Genç erkeklerden iki tanesi kız rolüne girerler. Bunlara fistan giydirilir ve bezden göğüs yapılır. Keçi kılından saç yapılır ve başlarına başörtüsü örterler. Şeytan: Erkeklerden birisi şeytan rolüne girer. Şeytan, yüzünü Arap gibi karalar. Uzun bir değnek ceketin iki kolundan geçirilip şeytana giydirilir. Şeytan, üstüne son olarak beyaz bir elbise, kafasına kağıttan yapılmış bir külah giyer. Arkasında kağıttan veya çaputtan yapılmış bir kuyruk vardır. Bu kuyruk gazyağı ile yağlanmıştır. Şeytanin görevi ortalığı karıştırmaktır. Muhtar: Modern kıyafetli kırk yaşlarında bir adamdır. Oyun: Oyun orta alanda geçer. Arap orta alanda kambur kambur yürüyerek, "Bu köyün ileri gelenlerinden kemkem eden kemik kemireni kim?" der. Arap bu sözü söyledikten sonra bir şahsin yanına gelir ve "Selâmünaleyküm" diyerek ayağına bağladığı taşı sallarken o kişiye vurur. Köyün ileri gelen bu kişisi muhtardır. Arap "Nasılsınız?" der ve bir daha vurur. Bundan sonra Arap, muhtara şunları sorar. "Benim iki tane kızım var. İşte ben köyün sığırını gütmeye geldim. Bunlara birer goca lâzım." Muhtar da "Kızlarını bir görelim." der. Kızlar bundan sonra ortaya çıkar ve çalgı eşliğinde oynamaya başlarlar. Kızlar oynarken efelerden birisi gelir ve oynayan kızlardan birisini alıp götürür. Diğer efe de gelerek kızı o efenin elinden almaya çalışır. Bu esnada vuruşmayı, dayağı anlatan hareketler yapılır. Şeytan da kızların öbürünü kaçırmak ister. Ama ordan birisi ateşten bir parça alıp da şeytanın kuyruğuna değdirirse şeytan yanmaya başlar. Bu durumda şeytan sanki besmele duymuş gibi kaçmaya başlar. Şeytan, halkın içinde bu vaziyette çalgı eşliğinde oynamaya başlar. Arap, kaybolan kızlarını ararken iyice kızar. Kızan Arap, omuzuna bir torba alıp içine kül doldurur. Sağa sola koşarak, avuç avuç külleri etrafına saçar. Bunu yaparken kızlarım kayboldu, çalındı diye feryat eder; fakat, çevredeki seyirciler Arap’ı iyice kızdırmak için kızları çıkartıp getirmezler. Arap, bu sefer kesilmiş bir davarın kellesini torbaya katarak getirir. Arap, "Kızlar bulunduysa bulunur, bulunmadıysa valla kelle torbada." der. Pat diye kelleyi ortaya atar ve millet Arap’ın bu hareketine gülüşürler. Sonra kızlar bulunup getirilir ve oynattırılır. Oyun bundan sonra biter. 2. At Oyunu: Keçiborlu ve Yalvaç ilçelerinde oynanan bu oyunda, bir hayvan kafasının iskeleti bulunur. Bu kafa bir ağaç sopaya bağlanır. Kafa ve sopanın üstüne genişçe bir çarşaf geçirilir. Kafaya gelen bezin üstüne göz işaretleri yapılır. Çarşafın ön ve arka tarafına iki kişi girerek at görünümünü alırlar. At, çalgı eşliğinde sağa ve sola koşarak oynar. Oyunda at yerine bacakların arasına sopa koymak veya at şekline bürünmek eski Türklerin Şaman dininde de görülen bir unsurdur. Bu geleneğin halen devam ettiği görülmektedir. 3. Davar Kesme Oyunu: Oyunda bir oyuncu, kasap, bir oyuncu kasap yardımcısı ve bir oyuncu da kurban rollerini alırlar. Kurbanı/Davarı kesmek için yere yatırılır ve bağlanır. Bıçağın ters tarafıyla keser gibi yapılır. Davarı yüzmek için pantolonun bir paçasından oklava sokulur. Tam üfleneceği sırada bir teneke su buradan boşaltılır. Oyun gülüşmelerle sona erer. 4. Deve Oyunu: Düğünlerde, meydan yerinde oynanan bir güldürü oyunudur. Hemen hemen bütün yörede bilinen bu oyun özellikle Ş.Karaağaç İlçesi'nde, Senirkent Akkeçili Köyü'nde, Yalvaç ve Keçiborlu İlçeleri'nde oynanır. Ancak oyunu oynayanların çok yaşlı olması ve yerine gençlerin yeni oyuncular olarak yetişmemesi oyunun canlılığını yitirmesine sebep olmaktadır. Oyun için 2,5 metre uzunluğunda bir ev merdiveni kullanılır. Merdivenin üstüne iki tane "sele" veya "keletir" denilen naylon alet konularak hörgüç yapılır. Üstlerine oyuncuların ayaklarına kadar haba, kilim örtülür. Ölmüş bir eşek kafası dirgenin çatal ucuna monte edilip bağlanır. Ağzına sicimli gem, yular vurulur. Yuların ucu arkadakinin eline verilir. İpi çekince ağız açılır, bırakınca kapanır. Devenin başı kumaşlarla örtülüp süslenir. Deve boncuğu, çan, mavi boncuk, el işlemeleri gibi eşyalarla deve süslenir. Bu merdivenin içine iki kişi girer ve deveyi canlandırırlar. Oyunda bir deve sahibi vardır. Devenin sahibine "Savram başı" denilir. Devenin sahibi normal günlük kıyafetli olur. Ş.Karaağaç İlçesi Karayaka Köyü'nde devenin bir de yavrusu yapılır. Oyun: Devenin sahibi köye tuz satmak için gelir. "Tuzcu geldi" diyerek devesiyle ortaya gelir. Sonra "Ben uzak yerden geldim. Devem acıkmıştır. Onu salıyorum herkes bağını, bahçesini, evinin kapısını örtsün" der ve deveyi serbest bırakır. Deve davul ve zurna, saz eşliğinde oynar ve seyircilere saldırarak onları korkutur, ısırmaya çalışır. Deve sahibi bir müddet sonra devesini ıhtırır ve dinlenir. Sonra Savram başı gitmek ister. Devesini kaldıramaz. Bunun üzerine devenin üstüne su dökülür. Islanan deve çabuk kalkar ve oyun burada biter. 5. Kalaycı Oyunu: Oyun Yalvaç İlçesi Eyüpler Köyü ile Keçiborlu İlçesi'nde ve Merkez İlçe Kayı Köyü'nde tespit edilmiştir. Oyunda kalaycı, çırak, körük ve haberci gibi erkek oyuncular rol alır. Körük, oyunu bilmeyen veya şakaya tahammülü olan bir kimsedir. Oyunda ayrıca bir eşek bulundurulur. Oyuncuların hiçbirisi makyaj yapmamaktadır. Yalnız körük olacak kişiyi eşeğin üzerine bindirerek hazırlarlar. Çıplak bir eşeğe körük rolünü alan kişiyi bindirirler. Adamın ayakları Hayvanın karnının altından sıkıca bağlanır. Sonra ceketin iki kolundan geçmek suretiyle bir değnek sokulur ve adam kıpırdayamaz hale getirilir. Oyun: Haberci "Köye kalaycı geldi" diye ilan eder. Kalaycıya kaplarını kalaylatmak isteyenler, getirirler. Kimi küflü tencere, kimisi dibi delik leğenler, kazan, çanak, çömlek, kırık testi gibi kapları kalaycıya getirirler. Kalaycı bunları kalaylamak için körüğü ayarlar. Bir kabın içine kül ile kurumu karıştırır. Mala ile kapları külle kalaylıyormuş gibi yapar. Bu esnada, babasının öldüğü haberi gelir fakat kalaycı aldırmaz. Çalışmalarına devam eder. Sonra annesinin ölüm haberi gelince kapları, kalayı bırakır ve çırağına "Sıva körüğü gidiyoruz" der çırak ise tastaki kurumlu külü alarak bir, eşeğin kuyruğu altına ve bir de körüğün yüzüne sürer. Bu durum karşısında körük "Kurtarın beni" diye bağırarak feryat eder. Oyunu izleyenler gülerler. 6. Keloğlan'ın Evlenme Oyunu: Oyun Yalvaç İlçesi'nin Eyüpler Köyü'nde tespit edilmiştir. Oyun için erkek pantolonu ile gömleğin içine ot ve saman doldurulur. Pantolon oyunu oynayanın arka bel kısmına bağlanır. Gömleğin iki kolundan bir değnek geçirilir ve üzerine ceket giydirilir. Bu da, oyunu oynayan kişiye göbek kısmından bağlanır. Kafa için ise bir sopanın ucuna bezler, kafa büyüklüğünde sarılır. Üzerine beyaz bir çuval geçirilerek ağız, göz, burun, kaş işaretleri yapılır. Bu da gömleğin içindeki otun içine saplanarak "Baş" hazırlanır. Başa ayrıca bir şapka giydirilir. Oyun: Oyun çalgı eşliğinde oynanır. Oyuncu söze: "Keloğlan burada oynayacak Elleri de güzel güzel kaynayacak" diyerek başlar ve çalgı eşliğinde dans eder. Sonra Keloğlan ile babası arasında konuşma başlar. Oyuncu hem Baba rolünü hem de Keloğlan rolünü gerçekleştirir. Bu konuşmalardan bir bölüm şöyledir: "Yok gardaşım yok olamaz. Olamaz lan, olamaz. Birden bire ne lan evlenmek. Lan askere bir get gel o zaman tamam mı? Ben bile askere gettim, geldim de öyle evlendim. Anladın mı? Koca öküzün gaval dinlediği gibi dinleme yumruğu vurdukça da sinirlenme. Anladın mı? Hıı.. Ben eski bildiğin Daş kafayım, boş kafa değilim..." Oyun çeşitli günlük konuşmalar içerisinde devam eder. Seyredenler konuşmaları duydukça gülerler. Oyun Keloğlan’ın evlenememesiyle biter. Yörede eskiden daha çok oynanan halk tiyatrosu oyunları günümüzde artık kaybolmaya yüz tutmuştur. Bugün düğünlerde eğlenmek amacıyla yapılan uygulamalar daha çok güreş, köpek dövüşleri ve halk dansları şeklinde cereyan etmektedir. Bu seyirlik oyunların kaybolmasında sebep olarak oyunları oynayacak yeni kişilerin arkadan yetişmemesi, zevk ve eğlence anlayışları ile hayat şartlarının değişmesi en başta gelen sebeplerdir |
Cevap: Isparta il arşivi Isparta Türküleri Isparta halk müziğine ait ilk bilgi ve türkü metinlerine, Ispartalı Hakkı tarafından Türk Yurdu Dergisinde 1916, yılında yayımlanan “Köyümden Geliyorum” adlı makalesinde rastlanılmaktadır. Daha sonra 1930 yılından itibaren Tevfik Turan, Sait Demirdal, H.Turhan Dağlıoğlu, Naci Kum, Etem Ertem, Nuri Katırcıoğlu, Numan Yılmaz gibi bazı araştırmacılar tarafından türkü metinleri derlenmiş, bu türkülerin yer aldığı gelenek ve göreneklerle ilgili bilgiler toplanarak Halk Bilgisi Haberleri ve Ün Dergilerinde yayımlanmıştır. Bu makalelerde düğünlerde, sohbet ve gezeklerde, bağbozumu ve gündönümü şenliklerinde, yağmur duâsı gibi törenlerde yer alan türküler bulunmaktadır. Ayrıca Isparta Valiliğince 1932 yılında hazırlanıp, 1999 yılında bastırılan Isparta Vilâyeti İdare Coğrafyası adlı kitapta, 1939 yılında Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun yörede yapmış olduğu ağız araştırmalarında bir çok türkü metnine rastlanılmaktadır. Isparta’da, planlı olarak türkü derlemeleri ve notaya alınma çalışmaları ilk kez 1942 yılında, Ankara Devlet Konservatuarı tarafından Halil Bedi Yönetken başkanlığında, Muzaffer Sarısözen ve Rıza Yetişen’den oluşan derleme ekibince gerçekleştirilmiştir. Ankara Devlet Konservatuarının 1942 yılında yaptığı bu derlemeleri Halil Bedi Yönetken değerlendirerek Ulus Gazetesinde samahlar üzerine bir makale şeklinde aynı yılda yayınlamıştır. Isparta’da 1968-1970 yılları arasında Yeni Ün adı ile yayınlanan dergide bazı araştırmacılar tarafından yapılan folklor çalışmaları sonucunda elde edilen türkü metinleri yayınlanarak halk müziği derlemelerine katkıda bulunulmuştur. Isparta’da, 1990 ve 1999 yıllarında Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğünce (HAGEM) yapılan planlı halk kültürü derlemeleri çerçevesinde halk ezgileri derlenmiş ve Folklor Arşivine kazandırılmıştır. Bu derlemlerin bantları HAGEM Arşivinde B.90.0150-161 ve BVB.99.0010-12 numaralarda bulunmaktadır. 1990 yılında yapılan halk kültürü derlemelerinde yöreden 54 ezgi derlenmiştir. 1999 yılı derlemelerinde ise Gönen Gümüşgün Köyü’nde 21 Mart Nevruz Cemi törenleri tespit edilmiş ve cem törenlerinde icra edilen halk müziğinin nasıl yer aldığı açıklanmıştır. Ayrıca İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde görev yapan Folklor Araştırmacısı tarafından, 1990 yılından itibaren yörede her yıl yapılan planlı halk kültürü araştırma ve derleme çalışmaları sonucunda bazı türkü metinleri ezgili olarak derlenmiştir. Göller Bölgesinin zengin halk müziği değerlerini araştırmak, belgelemek ve bu doğrultuda bir arşiv oluşturmak amacıyla Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak 1996 yılında Müzik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi kurulmuştur. Sözkonusu Merkez, folklorumuzun hızla değişime uğrayarak yozlaştığı gerçeği ile, alan çalışmasına dayalı müzik incelemesi yöntem ve tekniklerini kullanarak, doğal ortamdan toplanan verileri dijital ortamda belgelemektedir. Bu düşüncelerle, 1998-2000 yılları arasında "Teke Yöresi Halk Müziği Çalgılarının ve Çalgı Yapımcılarının Saptanması, Teke Yöresi Çalgılarından Oluşan Müze Oluşturulması" başlıklı projeyi, 2000-2001 yılında "Teke Yöresi Halk Müziği Çalgılarından Kabak Kemanenin Etnomüzikolojik Açıdan İrdelenmesi, Verilerin Audio - ----- CD 'de Arşivlenmesi ve Mevcut Çalgı Belgeliğinin Geliştirilmesi" başlıklı projeleri tamamlamıştır. Müzik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezinde kayıtlı bulunan derleme ezgilerinin isimleri şunlardır: Gülüm gonca gül iken soldurdu felek (Gurbet), Karacaoğlan (Gurbet), Kaval ile gurbet açış, Güle çıktım gülmedim, Sıra sıra karpuzlar, Boğaz havası (Hada), Taş başında yatan oğlan (Sözlü Hada), Çıktım çamın doğrusuna (Sözlü Hada), Atlar oynar eşiğinde (Ninni), Adı güzel yavrum nenni (Ninni), Kız anası kara yasta (Kına Havası), Isparta'nın kestanesi (Gelin Okşama), Al gelin kınan kutlu olsun (Gelin Okşama), Merdiven altında tavuk gıdaklar, Karşıdan geliyor (Gelin Okşama), Erik dalı gevrek olur (Gelin Okşama), Annem ağlasın (Gelin Okşama), Karlı dağlar ninni (Ninni), Yük üstünde halıyım (Kına Havası), Basma da fistan giyemem aman, Fotin bağım çözüldü, Gatıranlar gatıranlar (Teke Zortlatması), Çitten çite atladım, Daş dibinden çıkar suyun koyusu, Bize gidelim (Hüseyin Karatürk Bestesi), Böyle diyar bulunur mu? (H. Karatürk Bestesi), Kırklar samahı, Korunun düzünde koyun yayılır, Ali kavak kesiyor (Oyun Havası), Muhabbet gölünün olsam şarabı, Ben bir Yörük gızıydım, Ağla garip anam, Söyle tabip söyle (A.Göçer Bestesi), Yüksek hava (Kaval), Karabüklü (Kaval), Doa (Kaval), Karabüklü (Doa), Yüksek hava (Bağlama), Doa, Kınalı keklik daştan daşa yürüdü (Doa), Karlı dağın ardındayım (Doa), Döndü Şen Doası, Abacılar yokuşu, Erik dalı, İnce Memet, Şahin idim de çıktım beyler, Ardıçtandır guyuların govası, Kazımım zeybeği, pencereden kar geliyor (Gurbet), Kaval açış, Ne kötü kaderim var imiş benim (Gurbet), Bu meclis erkanıdır (Nefes), Hz. Ali (Nefes), Muhammed Ali'yi candan sevenler (Duaz), İmam Hüseyin (Mersiye), İmam Hüseyin ağıtı, Pir Sultan Abdal duaz, Şu karşıki yayla (Nefes), Bakmaz mısın şu dağların karına (Koşma), Dertli İsmail nefesi, Muhammed Ali Dergahına gel, Yolumuz Oniki İmama çıkar duaz, Gel gönül gel hazır burada dost (Nefes/Koşma-Hatayi), Kal evimiz kal (Gelin Okşama), Evlerinin önü mersin, Viraneler gibi çökerttin (Samah), Nedendir kömür gözlüm (Samah), Jandarma zeybeği (Kıvrak Zeybek), Bici bici leblebici (Kadın Oyun Havası), Ettin nasihatleri (Yakış), Şerif götürdü de kurdu çadırı (Ağıt). TRT repertuarına kayıtlı Isparta türküleri ise şunlardır: Ardıçtandır guyuların govası, Ay doğar ayan beyan, Ayletmen gelini yazık, Badılcanı doğradım, Bahçalarda üzerlik, Bak şu da kaşın karesine, Birini yavrum birini, Çayır çimen geze geze, Çayır serdim postu, Evlerinin önü bulgur dibeği, Evlerinin önü mersin, Evlerinin önü nane, Gıcır gıcır gelir yarin kağnısı, Kiraz dalda dört olur, Koyun sürdüm yamaca, Şu gelen atlı mıdır, Yeşil ipek bükeyim, Alıverin dabancamı doldurem, Daşlı tarla ayrıklı, Garlı dağın öte yüzü, Şu Aydın'ın uşağı gevşek bağlar kuşağı, Ayva dibi serin olur, Ayva dibi serin olur yatmaya, Karakaş boyanır mı?, Leylek gider yuvasına, Yeni Camii önünde bir uzun selvi, Şu dağlar olmasaydı, Güle düştüm gülmedim, N'olmuş benim ağam n'olmuş?, Ali kavak kesiyor, Daşa vurdum bir depme, Durnam ne diyardan geldin yalınız, Evlerine vardım ağşam, İki bülbül konmuş dağlar başına, Gatıranlar gatıranlar, İncecik bulgur musun?, Ben havada uçarıdım, Erik dalı gevrek olur, Harmana kuyu kazdım, Kuyunun Sereni, Merdivenin altında tavuk gıdaklar, Neşelidir deli gönlüm neşeli, Tabakam tütün dolu, Ayva dibi serin olur yatmaya, Dersanenin önünden doğruca geçtim, Şu derede değirmen, Ayletmen gelini yazık, Şu derenin uzunu, Kesinti zeybeği, Daşlı tarla ayrıklı (Gakgili havası). Isparta Halk Müziğinin Özellikleri: Akdeniz bölgesinin (Isparta, Burdur) halk müziği, bir bütünlük arz etmektedir. Bölge, Akdeniz kıyıları ile İç Anadolu, Ege, Marmara bölgeleri arasında bir köprü görevini görmektedir. Bu sebeple, ilde zengin bir halk müziği varlığı oluşmuştur. İlin Akdeniz, İç Anadolu, Ege bölgeleriyle ortak ezgileri bulunmaktadır. Alevî-Tahtacı inancına bağlı köylerde yaşayanlar, yörenin halk müziğine ayrı bir renk vermişlerdir. Ayrıca Kafkasya, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan’dan yöreye yerleştirilen Türk göçmenler, bölgenin halk müziğine, halk oyunlarına yeni katkılarda bulunmuşlardır. Halk kültürünün konuları olan doğum, sünnet, evlenme, ölüm, asker-hacı uğurlama ve karşılama ile ilgili gelenekler, gezek-sohbetler, mesire yerlerindeki eğlenceler, seyirlik ve çocuk oyunları, dinî ve geleneksel bayramlar, nevruz-hıdrellez gibi kutlamalar, bağbozumları, gül toplama, halı dokuma gibi işler, halk şairleri (âşık) Isparta halk müziğini besleyen, yeni ezgi ve türkülerin oluşmasını sağlayan kültürel unsurlardır. Isparta halk ezgilerini kırık havalar, uzun havalar, karma havalar sınıflandırması açısından bakıldığında kırık havaların çoğunlukta olduğu görülür. Yörede uzun havalara “Gurbet Havası” veya sadece “Gurbet” denildiği gibi “Guval” da denilmektedir. Bağlama veya kemane ile bu havaların özelliğine uygun 5 veya 7 zamanlı ezgiler çalınır. Avşar Beyleri en tanınmış gurbet havalarıdır. Gelin ve güvey okşamaları da uzun hava niteliğindedir. Ağıtlar, ninniler, Garip ve Kerem ayağındaki ezgiler yörede “Guval-Gurbet Havası” olarak okunur. Ağıtlara yörede “yakım” denilmektedir. Gurbet havalarının hemen ardından Teke Zortlaması gibi hareketli, kırık havalara geçilir. Yöredeki ezgiler dinsel (dinî) ve din dışı diye iki şekilde ele alınarak bakıldığında, Cem törenlerinde Pir Sultan, Kul Himmet, Hatâyî gibi Alevî inancına bağlı şairlerden deyişler, duvazların okunduğu ve samah dönüldüğü görülmektedir. Sünnî inancına bağlı topluluklarda ise düğünlerde, kutsal gecelerde, mevlitlerde ilâhiler söylenmektedir. Isparta halk müziğinde Yahyalı Kerem dizisinin çeşitli derecelerinden başlayıp karara giden ezgiler çoğunluktadır. Garip, Kerem, Yanık Kerem, Misket ayarlarında söylenen türküler bunlara örnektir. Bir takım türkülerde bir ayaktan öbürüne geçişteki ustalık dikkat çekicidir. Evlerinin Önü Mersin, Gıcır Gıcır Gelir Yarin Kağnısı bu ezgi yapısındadır. Bunun yanı sıra yaygın olarak kullanılan 2+2+2+3=9 ve 2+3+2+2=9 zamanlı türküler de bulunmaktadır. Bundan başka 2, 3 ve 4 zamanlılar ile 5 ve 7 zamanlı türkülere de (gurbet havalarının saz bölümleri) rastlanılmaktadır. Zeybek, Teke Zortlaması, Gakgili, Dattiri ve Dımıdan havaları 9 zamanlıdırlar. Yöre ezgileri, halk arasında Zeybek, Gurbet Havası (Guval), Yakımlar, Teke Zortlaması, dımıdan, dattiri, Gakgili, Okşama, Boğaz Havası, Oyun Havası, Samah, Deyiş şeklinde sınıflandırılmaktadır. Zeybek: Hem türkü olarak söylenen hem de oynanabilen ezgilerdir. İl merkezi ile Gönen ve Keçiborlu gibi İç Ege’ye açılan ilçelerde ağır zeybekler ön plandadır. Ağır zeybeklerin 9/4’lük, bazen de 9/2’lik ölçüler taşıdığı görülür. Serenler, Evlerinin Önü Mersin, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Kâzım’ım ağır zeybeklerdendir. İlin diğer yerlerinde ve kadın eğlencelerinde ise hafif zeybekler söylenip, oynanır. Şu Gelen Atlı mıdır?, Şu Aydın’ın Uşağı, Ay Doğar Ayan Beyan, Sarı Zeybek, Haymanalı, Hatçem, Çayıra Serdim Postu, Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar 9/8’lik ölçünün hakim olduğu zeybeklerdir. Gurbet Havası: Uzun hava türündeki bu ezgilere “Guval (Kaval)” veya sadece “Gurbet” de denilir. Guvaldan sonra çok hızlı bir tempoda oynanan zortlatmalara geçilir. Toroslardaki Yörükler ağıt, ninni ile Garip, Avşar, Kerem ayağındaki ezgileri “Guval” olarak okurlar. Guval’dan sonra çok hızlı ritimdeki zortlamalara geçilir. Teke Zortlatmaları için çok hızlı olmaları nedeniyle özel bir tezene tavrı geliştirilmiştir. Bu tavır, 9/16’lık bir tartımdadır ve 9/16’lığın tüm varyasyonları görülür. Yakım: Yörede ağıtlara “Yakım” denilmektedir. Boğulan Gelin, Yaralandım, Al Başlı Gelin, Yaran Sürmeli Mehmet, Camız Süsen Gelin, Gerdekte Ölen Güveyi, Deryalar Yüzünde Bir Yeşil Direk, Beni Vuran Amcaoğlu, Süpürün Damları Osman Geliyor, Demir Parmaklıktan Bakar Bakar Ağlarım, Fadimem Fadimem Tombul Fadimem, Bu Gençlikte Ölüm Bazan Zor gibi türküler gurbet havaları içinde yer alan türkülerdir. Teke Zortlaması: Genellikle Anadolu’nun güney bölgelerinden başlayarak, Toros dağları boyunca uzanan ve İçel, Antalya, Burdur, Isparta, Denizli, Afyon, Muğla illerini içine alan yöreye “Teke Yöresi” denilmektedir. Bu bölge, Hamitoğulları Beyliğinin bir kısmı olan Teke Beyliği’nin yönettiği topraklar olması nedeniyle Teke yöresi adı verilmiştir. Bu bölgenin havalarına “Teke Havası”, oyunlarına da “Teke Oyunları” denilmektedir. Bunun yanı sıra yörenin oyun ve ezgilerinde Tekenin hareketleri yansıtıldığı için de “Teke Yöresi” denildiği ileri sürülmektedir. Ezgilerin ritimleri çok hızlıdır. Teke Zortlatmaları, iki bölümlüdür. Yellemede, oyun, yürük olarak başlar ve hoplatmadan aynı ezgi ile hızlanarak devam eder. Teke Zortlatmalarında ağırlama bölümü yoktur. Oyunlar bu nedenle tek bölümlü havayı anımsatırlar. Zortlatmalar çoğu kez sözlüdür. Teke Havaları, bağlama ile ne kadar hızlı çalınırsa çalınsın oynanacak hıza ulaşılamamaktadır. Aynı durum büyük kaval için de geçerlidir. Bu nedenle Sipsi ve Çift Kaval (çifte) kullanılır. Teke Zortlamaları Türk Müziğindeki Ağır Aksak (2+2+3+2), Aksak (2+2+2+3), Raks aksağı (2+3+2+2) ve Oynak (3+2+2+2) olarak bilinen dokuz vuruşlu bileşik ölçülerin 9/16’lık türüne girmektedir. Teke Zortlamalarının “Dımıdan”, “Gakgili” ve “Dattiri” adları verilen çeşitleri bulunmaktadır. Dımıdan: Teke yöresi Türkmenlerinde kadınların leğen dibi döverek oynadıkları Teke Zortlamalarıdır. (2+2+2+3) ölçüsü hakimdir. Dattiri: Yörede zortlamaların daha yürük (hızlı) olanlarına bu ad verilmiştir. Çalgı ile çalınamayacak derecede ritimleri hızlı olduğundan Boğaz Havasıyla eşlik edilirler. Kadın oyunları olup, (2+3+2+2) ölçüsü hakimdir. Gakgili: Teke yöresinde Dattirilerin çalgı ile çalınmasına verilen addır. Çalgı ile çalındığı için daha ağırdır. Okşama: Yörede kadın oyunlarına verilen addır. Zil Okşaması, Gelin-Güvey Okşaması, Davul Okşaması, Kına Okşaması, Sağdıç Okşaması gibi türleri vardır. Gelin-Güveyi okşamalarında övme, övünme duygusu hakimdir. Okşamalar, ağır ve yürük olmak üzere iki biçimde oynanır. Garilom, Gabardıç, Sağdıç Dolanması gibi oyunlar yürük, diğer okşamalar ise ağırdır. Kadın meclislerinde okşamaları defçi kadınlar çalıp söylerler. Teke oyunu olarak tanınan okşamalar, bazı bölgelerde zeybek olarak sayılmaktadır. Isparta, Yenice, Eğirdir gibi yörelerde bu ad verilir. Yörede, ayrıca zeybek oyunlarının yanı sıra samahlar da oynanmaktadır. Isparta’nın çeşitli yerlerinde yerleşen Tahtacı ve Abdalların da, açık olmayan ve kendilerine has ayinlerinde (cemlerinde) oynadıkları oyunlar “Samah” ya da “Semah” olarak adlandırılır. Semahlar bağlama ve bazen de kemanenin eşliğinde, çoğu kez deyiş veya nefeslerin söylendiği, o esnada daha ziyade gençler olmak üzere kadınlı erkekli çiftlerde oluşan gurupların belli bir düzen içinde oynadıkları dini rakslardır. Isparta’da, özellikle düğünlerde kadın kına gecelerinde veya erkeklerin kendi aralarında bir araya geldiği güvey okşamalarında oyunlar oynanarak yaratılan eğlenceye yine “Samah” denilir. Ancak ayin veya dini raks samahları ile bir ilgisi yoktur. Bazı gelin okşamalarında, mısra sonlarında "hı, hı, hıı" ve "ay babam /anam / ağabeyciğim/ kızım/ hı, hı, hıı" gibi ifadelere rastlanmaktadır. Bu ifadeler ile türküde anlatılmak istenen konu daha acıklı ve üzüntülü bir duruma getirilmektedir. Gelin okşamaları; düğün esnasında, gelin hamamında ve kına gecelerinde bir kadın tarafından söylenmektedir. Bu kadın, gelin ve yakınlarına türküler söylemekle birlikte onların ağızlarından da bu tür türküler söylemektedir. Yörede, güvey okşamaları ise kına gecesinde, bir erkek tarafından kına yakılırken söylenir. Bu türküler ile güvey övülür ve düğününün kutlu olması temenni edilir. Boğaz Havası: Teke yöresi Yörüklerinin parmaklarını gırtlakları üzerine bastırarak, bastırma gücü ve parmakların yer değiştirmesi ile elde ettikleri ezgilerin tümüne verilen addır. “Boğaz vurmak”, “Boğaz çalmak” gibi tanımlamalar da boğaz havasını bir ezgi ile söylemek anlamında kullanılmıştır. Boğaz havaları bazı Yörüklerin dilinde “Hada” ve “Doa” gibi isimler almıştır. Boğaz havalarının yörede özel bir önemi vardır. Erkek çobanların kaval, düdük çalmalarına karşılık kız-kadın çobanlar “Boğaz” çalarlar. Nadiren erkeklerin “Boğaz” çaldıkları da görülür. Yörük çoban kızları dağlarda hayvanlarını otlatırken, birbirleri ile haberleşmek, müzik gereksinimlerini karşılamak, atışmak amaçlarıyla kullandıkları bilinmektedir. Teke yöresinde kaval, boğaz havası biçiminde üflenirse, buna “Nefesleme” denir. Bu tür havalara “Boğaz Oyun Havası” da denir. Boğaz havalarını Yörük boğazları diye anılanlar; Sarı Keçili Kızımın Boğazı, Hayta Kızımın Boğazı, Saçı Kınalı Boğazı, Kocakarı Boğazı, Eski Yörük Boğazı, Guguk Boğazı vb. Yörede, boğazlar çalınırken oyun havalarının arasına ayrıca birtakım üflemeler eklenir (gelmiş, şimdi gelmiş, hoyda, hayda vb.) gibi. Boğaz havaları cura ile çalındığında tezene kullanılmaz, curanın tellerine parmakla vurularak ve teli sap ile parmak arasına sıkıştırarak parmakla teli çekerek ses çıkartılır. Kesinti: Sözlü oyunların bitiminde gelen bölüme denir. Bu bölümde yapılan oyunlar şu biçimlerde görülür; Kesinti-sözlü müzik-kesinti, Sözlü müzik-kesinti-sözlü müzik- kesinti, sözlü müzik kesinti sözlü müzik, sözlü müzik-kesinti, kesinti-sözlü müzik-kesinti-sözlü müzik. Kesinti sözcüğü belli bir fasıldaki türkü ve oyunların sonunda, ortasında veya başında çalınan müzik olmak üzere iki anlamda kullanılır. Oyun adı başa eklenerek söylenir, Serenler Kesintisi gibi. Serbest biçimdeki oyun havalarına da aynı ad verilir. Bu durumda kesinti sözcüğü başa gelir. Kesinti Havası, Kesinti Zeybeği gibi. Kaydalama: Teke oyunlarında keklik gibi sekerek yürümek, kanat çırpar gibi el çırpma, eğilerek dönme ve yer değiştirme ile yapılan oyunlara “Kaydalama” adı verilir. Kadınlar arasında, iki kişi ile ve def vurularak oynanır. Deyiş: Alevî-Bektaşî geleneğinde, uluların, dedelerin, babaların ve Pîr Sultan, Kul Himmet, Hatayî gibi şairlerin müzik eşliğinde söylenen şiirleridir. Cem törenlerinde mutlaka deyişler okunur. Isparta sözlü ezgilerinin konuları aşk, doğa, hayvan ve çocuk sevgisi, meslek aşkı, yiğitlik, gurbet, ölüm, erken ve ani ölümlerde duyulan acı, övgü, yergi, kutsal değerlere bağlılık, Allah-Muhammed-Ali sevgisi gibi konulardır. Isparta Halk Müziğinde Kullanılan Çalgılar: Yörede halk müziği ve oyunlarında tezeneli sazlardan divan, cura bağlama, tanbura çalınır. Cura, parmakla “şelpe” tekniğiyle de çalınır. Bağlamalarda “Bozuk” veya “Bağlama” düzeni yaygın olarak kullanılır. Zeybekler çalınırken “Zeybek Tezenesi, Teke havaları çalınırken de “Teke Tezenesi” denilen tezene vurma tekniği kullanıldığı görülür. Tahtacılar arasında düzenlenen cemlerde genellikle iki bağlama, bir cura, bir de kemane bulunur. Yaylılar içinde kabak kemane ve kemane (Kıbrıs Kemanesi) kullanılır. İnce saz takımında Avrupa Kemane yer almaktadır. Üflemeli çalgılardan sipsi, dilli ve dilsiz kaval, zurna yaygındır. Vurmalı çalgılardan erkeklerin çaldığı davul, darbuka yanında kadınların çaldığı def (zilli, zilsiz) dümbelek leğen, şişe, bardak, kaşık başlıca çalgılardır. İnce saz takımında klarnet de yer alır. Bu çalgılara kemik düdük ve çifteyi (çifte kaval) de ekleyebiliriz. Düğünlerde imkanı olanlar ud, cümbüş, klarnet, tef, darbuka zilden oluşan çalgıcı takımını tutarlar. Düğünlerde tefçi kadınlar ön planda yer alır. Ancak son yıllarda düğünlerde keman, cümbüş, dümbelek, darbuka çalan kadınlara rastlanılmaktadır |
Cevap: Isparta il arşivi Isparta Türküleri “TRT, Sesli Yazılı ve Görsel Müzik Arşivinin Tespiti ve Satışa Sunulması” projesi kapsamında, Isparta Valiliği- İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile TRT İşbirliğince Türk Halk Müziğinin doğru icralarını kayıt altına almak, yozlaşmasını önlemek, gelecek nesillere mevcut kültür mirasını bırakmak, yaşatmak, sevdirmek ve müzik severlere ulaştırmak amacıyla, TRT’nin radyo sanatçıları tarafından seslendirilen “İl İl Türkülerimiz” müzik -----ü doğrultusunda 3 CD ve 50 Türküden oluşan “Isparta Türküleri CD” si hazırlanmıştır. |
Cevap: Isparta il arşivi Nasıl Gidilir? ULAŞIM Otobüsle Isparta Şehirlerarası Otobüs Terminali: İstanbul Caddesi Isparta (0246) 227 20 70 Isparta Petrol Turizm Rezervasyon: 444 34 34 Isparta: (0246) 227 21 21 İstanbul: (0212) 658 09 99 Ankara: (0312) 224 04 32 İzmir: (0232) 472 03 33 Antalya: (0242) 331 12 04 İstanbul, Ankara, Antalya, Bursa ve Gaziantep, İzmir ve Edirne’ye seferleri vardır. Gürman Turizm Rezervasyon: 444 00 32 Isparta: (0246) 227 35 35 İstanbul: (0212) 658 38 38 Ankara: (0312) 224 06 32 İzmir: (0232) 472 01 96 Antalya: (0242) 331 10 62 İstanbul, Ankara, Antalya, Bursa ve İzmir’e seferleri vardır. Öz Isparta Turizm Isparta: (0246) 227 23 00 İstanbul: (0212) 658 27 40 Ka Kamil Koç Rezervasyon: 444 0 562 Isparta: (0246) 227 71 71 İstanbul: (0212) 658 20 00 Ankara: (0312) 224 17 00 İzmir: (0232) 472 00 88 Antalya: 0 242 331 11 70 Tren İstasyonu : (0246) 218 13 01 Uçakla… Türk Hava Yolları Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. face="comic sans ms">Rezervasyon: 444 0 849 Onur Hava Yolları Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. face="comic sans ms">Çağrı Merkezi: (0212) 662 97 97 İstanbul: 0212 663 23 00 Rent a Car: Star Rent a Car Tel :246-232 8180 Class Rent a Car Tel :246- 232 5895 Mırıkoğlu Rent a Car Tel& Faks :246-212 1190 Isparta İlinin Diğer İllere Olan Uzaklığı : Ankara : 422 km Antalya : 128 km Burdur : 51 km Denizli : 167 km İstanbul : 601 km İzmir : 382 km Konya : 264 km Nevşehir : 487 km Isparta Merkezinin İlçelere Uzaklığı : Aksu : 63 km Atabey : 24 km Gelendost : 82 km Gönen : 24 km Eğirdir : 34 km Keçiborlu : 40 km Senirkent : 76 km Sütçüler : 103 km Şarkikaraağaç : 121 km Yalvaç : 108 km Y.bademli : 172 km |
Cevap: Isparta il arşivi Ne Yenir? Isparta'da kaldığınız günler boyunca Isparta'nın nefis fırın kebabından mutlaka yemelisiniz. Fırın kebabını en iyi yapan yerler Kebapçı Kadir, Ferah Kebap, Hacıbenli Kebap'dır. Ayrıca muhteşem manzarası ile Gökçay'daki Kervansaray Lokantası iştahınızı daha da kabartacaktır. Nefis Isparta yemeklerini için Gülsofrası, Büyük Isparta Oteli ve Basmacıoğlu Oteli de gidebileceğiniz yerler arasındadır. Eğer canınız balık yemek isterse, Eğirdir Gölünün doyumsuz manzarası karşısında, levrek, sazan veya alabalığınızı yiyebilirsiniz. Yeşilada'da bulunan restaurantların hepsini, güleryüzlü hizmeti ve muhteşem manzarası ile, tereddüt etmeden tercih edebilirsiniz. Eğirdir'e gittiğinizde en az dört kişi veya daha kalabalıksanız mutlaka sazan dolması yemelisiniz. Isparta yemeğinin üstüne Yalvaç Güllacını, Isparta Kabak Tatlısını veya İlimiz helvasını yemeden ayrılmayın. Sütçüler Yazılı Kanyon'a giderseniz, kanyonun iştahınızı arttıran o temiz havasını aldıktan sonra Canlar veya Baysallar Alabalık Lokantasında fırında pişen nefis alabalığı yemeden dönmeyin. |
Cevap: Isparta il arşivi Ne Alınır? Isparta modern alışveriş merkezlerinin yanında geleneksel ürünlerin bulunabileceği satış merkezlerine de sahiptir. Özellikle gül ürünleri ve el dokuma halıları her mevsim satın alınabilir. Mimar Sinan Caddesi'nde gül ve gül ürünleri imalatçısı firmaların satış mağzalarında, Gül tesbihinden Gül kokan seccadeye, Gül kreminden Gül lokumuna kadar gülle yapılmış ürünleri bulabilirsiniz. Yine Mimar Sinan Caddesi üzerinde bulunun Halı Sarayı'ndan istediğiniz ölçüde Isparta El halılarını yada minyatür halıları bulabilirsiniz. Isparta merkezde Firdevs Bey Bedestenine ve Üzüm Pazarına, Halısarayına, Mimar Sinan Caddesinde gül ürünleri satan mağazalara, Eğirdir'de Dündar Bey Pazarına, Yalvaç'ta Geleneksel El Sanatları'nın bulunduğu Rampalı Çarşıya uğramadan ayrılmayın. Eşinize, arkadaşınıza ve bir dostunuza mutlaka hediye edeceğiniz bir ürün bulacaksınız. |
Cevap: Isparta il arşivi Yapmadan Dönme ♣ Isparta’dan gülyağı, gülsuyu, gül kremi, gül yapraklı gül lokumu, elma cipsi (çıtır elma) ve halı almadan, ♣ Isparta’nın gül bahçelerinde gül toplamadan, ♣ Isparta’nın Kelebek Vadisinde fotoğraf çekmeden, ♣ Isparta’nın nefis fırın kebabından, kabune pilavından ve Yalvaç güllacından yemeden, ♣ Gülbeyaz Davraz Kayak Merkezinde kayak yaparken, Eğirdir Gölünü seyretmeden, ♣ Haziran ayında yapılan Isparta Uluslararası Gül-Halı, Kültür ve Turizm Festivali'ni görmeden, ♣ Isparta ve Yalvaç Müzesini gezmeden, ♣ Aksu Zindan Mağarasında asırların birikimini fotoğraflamadan, ♣ Atabey Ertokuş Medresesinden gökyüzünü seyretmeden, ♣ İslamköy Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesini gezmeden, ♣ Eğirdir’in Canada ve Yeşiladasını görmeden, Yeşilada’da balık yemeden, ♣ Eğirdir Hızırbey Camisini görmeden, ♣ Eğirdir Akpınar Köyüne çıkıp, gölün manzarasını fotoğraflamadan, ♣ Kovada Gölü Milli Parkında ve göllerin kıyısında yürüyüş yapmadan, piknik yapıp fotoğraf çekmeden, ♣ Eğirdir ve Gelendost’un elmasını tatmadan, ♣ Gelendost Ertokuş Kervansarayını gezmeden, ♣ Sütçüler Yazılı Kanyonda Kral Yolunda nehirle birlikte yürümeden, ♣ Sütçüler’in dutunu yemeden, ♣ Şarkikaraağaç Kızıldağ Milli Parkı ve Mavi Sedir Ormanında yürümeden, bol oksijen depolamadan, ♣ Uluborlu’nun kirazını tatmadan, ♣ Yalvaç Pisidia Antiokheia Antik Kentini gezmeden, ♣ Yalvaç Men Kutsal Alanını görmeden, ♣ Yalvaç Çınaraltı’nda oturup sohbet etmeden, ♣ Yalvaç’ın kök boyalı kilimini, el işlemeli deri ürünlerini almadan, ♣ Yenişarbademli Dedegül Dağı’na tırmanmadan, Melikler Yaylası’nda kamp yapmadan, ♣ Yenişarbademli Pınargözü Mağarasından çıkan suda serinlenmeden, Dönmeyin… |
Cevap: Isparta il arşivi Türkiye'nin Gül Bahçesi ISPARTA GÜLÜ TARİHÇESİ İnsanın günlük yaşamında çok özel bir yeri olan gül; aşkın, güzelliğin, sevginin ve saygının ifadesini en güzel bir şekilde bünyesinde toplayan bir çiçektir. Kuzey yarım küre bitkisi olan gülün orijini Doğu Asya'dır. Kesin olmamakla birlikte gül yağı ve gül suyunun ilk olarak İran veya Hindistan'da üretildiği, buradan Anadolu, Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya'ya yayıldığı bildirilmiştir. Fosil kaynaklı kayıtlara göre, gülün yeryüzündeki varlığı en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahiptir. Gül çiçeğinin insanlık tarihindeki yeri ve önemi ise en az 5000 yıllık çok renkli bir geçmişe dayanır. Anavatanı olan Orta Asya’dan ticaret yolu ile dünyanın diğer bölgelerine ulaşmış olan gül, güzel kokusu, tıbbi değeri ve beslenmedeki yeri dolayısıyla antik çağlardan beri efsanelere konu olmuş ve güzel kokunun peşinde olanlar için vazgeçilmeyen bir çiçek olmuştur. Hatta öyle ki, antik dönemde Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar için gül bahçeleri, en az buğday tarlaları ve meyve bahçeleri kadar önem taşımıştır. Gül kokusunu kalıcı yapmak için tarihte ilk yöntem antik çağlarda Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi medeniyetler tarafından kullanılan yağlarla maserasyon (gül çiçeklerinin uygun yağlarda belli bir süre bekletilme yöntemi) olmuştur. Daha sonra ise M.Ö. 3500’de keşfedilen su ile ekstraksiyon (belli metodlarla gül çiçeklerinin suda bekletilmesi ve sonra süzülerek bu suların kullanılması) yöntemi uygulanmıştır. Daha sonra, M.Ö. 50’de insanlığın keşfettiği “ruhunu yakalamak” usulü yani damıtma ile elde edilen ürünler ortaya çıkmış, gülsuyu haline gelmiştir. Son aşamada da bu gülsuyunun içindeki güzel kokulu yağ taneciklerini toplamak için çaba harcayarak gül yağı dediğimiz gül esansını elde etmek olmuştur. ISPARTA DA GÜL ÜRETİMİ NASIL BAŞLADI? Isparta da gülcülüğün binlerce yıl gerilere giden, eski, köklü bir tarihi yoktur. Isparta gülcülüğü, en çok 150 yılı bile geçmeyen bir tarihe sahiptir. Daha gülcülük Isparta'da bilinmez iken Burdur, Denizli, Çal yörelerinde Gül tarımının yapılmakta olduğu bilinmektedir. Gülcülüğü Isparta'ya, Yalvaç ilçesinden gelip Isparta'ya yerleşen Meydanbeyoğlu, Mehmet İzzet'in oğlu İsmail Efendi getirmiştir. Bu getirişin de çileli, çok ilginç bir öyküsü vardır. İsmail Efendi, iyi bir medrese eğitimi almış ve kendini sürekli geliştirerek görüş açısı oldukça geniş bir kişi olarak yetişmiştir. Gülcüzade İsmail Efendi’nin ilk ticari teşebbüsü dokumacılık olmuş, çeşitli ustalardan aldığı bilgilerle kurduğu dokuma tezgahları sayesinde bu mesleğin Isparta ve Burdur çevresinde hızla yayılmasını ve bir çok kişinin bu mesleği öğrenmesini sağlamıştır. 1889 yılında Bulgaristan’a bağlı Kızanlık bölgesinden Denizli’nin Çal ilçesine gelen bir tapu memurunun gül çiçeğinden yağ elde edebildiğini öğrenmesi ile bu kişi ile mektuplaşmış ve Gülcülük üzerine geniş bilgilere sahip olmuştur. İ İsmail Efendi her Isparta'lı gibi bilinçli, uyanık, yeni bir şeyler öğrenmeye, yapmaya susamış, kendine güvenli, çalışkan, sabırlı, hırslı, direnme gücü olan, inatçı kişiliğe sahip bir kişi idi. O vakte dek, Isparta ovasına ne ekilip dikilir ise pek gelir getirmiyor, çalışıp çabalamalar boşa gidiyordu. İsmail Efendi şöyle komşu illere Burdur, Denizli, Çal yörelerine doğru bir geziye çıktı. Oralarda ne ekip dikiyorlar, topraktan nasıl daha çok gelir sağlıyorlar baktı, çekti. Gülcülük büyük oranda yapılır ise iyi para getirir, Isparta topraklarında da gül yetişir, kanısına vardı. Hiç vakit geçirmeden otuz dekar toprak sağladı. Çukurları açtırdı. Çevrede bulunan süs güllerinin içinden yağ gülü olabileceklerden, fidanlar aldı. Otuz dönüm yerin otuz dönümüne de gül dikti. Yeni dikilen gülün üç ile beş yıl sonra en iyi ürün vereceğini biliyordu. sabırla gül bahçesini aksatmadan suladı, yabani otları yoldu, çapaladı, o günlerin koşullarına göre zararlı böcekleri öldürücü ilaçlar attı. Daha üçüncü verim yılı gelmeden gülyağı çıkarma işinde kendine gerekli olacak araçların bazılarını yerli ustalara Isparta'da yaptırdı. Ustaların yapma güçlerinin dışında kalanları da Bulgaristan'a dek gitti; oradan aldı, geldi. Güzelce, noksansız bahçesine kurdu. Gülyağı çıkarırken gerekecek suyu da "Bambullu Ceviz" denen yerden getirdi, bahçesine akıttıktan sonra, sabırla üçüncü ürün yılını beklemeye başladı Parasal yönden de sıkıntı, bunaltı içindeydi. Müthiş paraya gereksinmesi vardı. Büyük bir girişimde bulunmuş, atılım yapmıştı. Otuz dönüm toprak sağlamış, çukur kazdırmış, gül fidanlarını diktirmiş, gülyağı çıkarılmasında gerekli olacak araçlara da pek çok para vermiş, yatırım yapmıştı. İyi ürün alır, gülyağı çıkarır, eline toptan para geçerse, harcını borcunu ödemeyi düşlüyordu. Dört gözle beklemekte olduğu üçüncü ürün yılı geldi. Don, kar, kış, rüzgar, yağmur, dolu... anlayamadığı bir tabiat olayı nedeniyle gül fidanları hiç çiçek vermediler. Emekleri, harcadığı bunca para boşa gitti. Umudunu bir yıl sonrasına, dördüncü ürün yılına bağladı. O yıl da bahçesi iyi çiçek verdi; bu kez gülyağı çıkarma yöntemini bilmeyişi yüzünden başarılı olamadı... DELİRDİ KEÇİLERİ KAÇIRDI BU ADAM. ALLAH AKIL FİKİR VERSİN! Gözler İsmail Efendi'nin üstündeydi. Halk, ilgiyle onu izliyor; yolda, sokakta, kahvede, handa evde yerde... hep onun bu girişimi konuşuluyor, çektiği emeğin, harcadığı paranın hesabı, kitabı yapılıyor, alaya alınıyor, eğleniliyor; "Delirdi, keçileri kaçırdı bu adam, Allah akıl fikir versin" deniyordu. Gülcü İsmail Efendi, direnme gücünü yitirmedi. Kulaklarını çevrede söylenenlere tıkadı. Başarısızlığının nedenleri üzerinde durdu. Sordu, soruşturdu, inceledi, araştırdı. Çalıştı, çabaladı gülyağı çıkarma yöntemini en küçük ayrıntısına varana dek öğrendi. Kendini, bir sonraki ürün yılına iyiden iyiye hazırladı. ÇUVAL ÇUVAL GÜL ÇİÇEĞİ; DESTE DESTE PARA Kış mevsiminin soğuklu, karlı günleri geçip, gittiler. İlkbahar mevsimi gelir gelmez, Gülcü İsmail Efendi'nin bahçesinde bir diriliş, bir canlanma görüldü.. Bakımlı, tertemiz bahçedeki insan boyunu aşan gül ağaçları, önce yeşil yeşil yaprak, sonra da pembe gül tomurcukları vermeye başladılar. Mayıs ayının ilk haftasında havalar ısınınca bahçe, top top koca koca yapraklı, pembe renkli güllerle, doldu kaldı.. Öyle de bir güzelleşmiş, iç açıcı olmuştu ki.. Güllerin içinden yanık yanık bülbüllerin sesleri geliyor, çevreye insanın iliklerine işleyen hoş bir gül kokusu yayılıyordu... Ne idi bu gül çiçeğinin bolluğu böyle? Görülmüş şey değil. Kadınlı erkekli yüzlerce kişi sabahın alaca karanlığında bahçeye geliyor, akşama dek çuval çuval toplanan gülleri taşıya taşıya bitiremiyorlardı. Gül sezonu bir ay kadar sürdü. Gülcü İsmail Efendi de eline geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirdi. Binbir güçlük, zorluk, çile ve çaba.. ile üretmeyi başardığı katkısız arı "Gülyağı" ve "Gül Suları" nı değerince sattı; eline parasını aldı. İlk iş olarak her doğru, dürüst, namuslu... insanın yaptığı gibi borçlarını ödedi. Yeni bir ev yaptırdı. Evini de o günün gelenek, görenek, töresine göre dayadı, döşedi. Daha elinde pek çok parası kalmıştı. Bunu da çarçur etmedi; otuz dönüm gül bahçesini 50, 75, 100... dönüme çıkarmak, yaptığı gülcülüğü daha da büyütmek, genişletmek işinde kullandı. TOPRAKLARIMIZA BİZDE GÜL DİKELİM. GÜLCÜLÜKTE İYİ PARA VAR! Isparta halkı, İsmail Efendinin deneyinden, Isparta topraklarının gül yetiştirmeye çok elverişli olduğunu öğrenmiş oldu. Gülün iyi para getirdiğini de gözleri ile gördükten sonra "Tarlalarımıza bizde gül dikelim, gülcülükte iyi para var!" demeye başladı. Gülcü İsmail Efendi, kıskançlık, çekememezlik etmedi. Gül dikecek olanlara yardımcı oldu. Karık nasıl açılır gösterdi. Fidan dikiminde başlarında bulundu... Bir kaç yıl içinde de her yere gül dikilmiş, Isparta Kenti de Gül Bahçelerinin içinde kalmış oldu. Isparta bundan sonra gül üretmesiyle tanındı, gülcü oluşuyla da anıldı.Gül Yetiştiriciliği: Yağ gülü (rose damascena) Anadolu’ya 1870’li yılların başında Bulgaristan’dan gelen göçmenler tarafından getirilmiştir. Isparta’da ise yağ gülü üretimi 1888 yılında, gülyağı üretimi de 1892 yılında “Müftüzade İsmail Efendi” isimli şahıs tarafından gerçekleştirilmiştir. Müftüzade İsmail Efendi tarafından imbik adı verilen basit ve ilkel kazanlarda üretilmeye başlanan gülyağı uzun yıllar yaygınlaşarak, bu metotla üretilmeye devam edilmiştir. Köy tipi gülyağı üretimi; Atatürk’ün Isparta’ya gelişinde verdiği talimat uyarınca, “İktisat Vekaleti” tarafından modern gülyağı fabrikasının 1935 yılında kurulması sonucu yerini büyük ölçüde sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmaya başlamıştır Gülbirlik’in 1958 yılında kurduğu İslamköy Gülyağı Fabrikası, 1976 yılında kurduğu diğer gülyağı tesisleri ile Türk gülcülüğü ve gülyağı üretimi şekil değiştirmiştir. Günümüzde köy tipi gülyağı üretimi, yerini tamamen sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmıştır. Isparta ili, Türkiye’de özellikle gül yağı ve gül ürünleri üzerine önemli bir merkez haline gelmiştir. Yörede bir çok yerli ve yabancı gül işleme fabrikaları bulunmaktadır. İlde Gülbirlik’e ve özel kuruluşlara ait, 5 adedi büyük olmak üzere toplam 15 adet gül yağı fabrikası bulunmaktadır. ISPARTA GÜLÜ’NÜN ÖZELLİKLERİ Yağ gülü (Rosa damascena Mill.), bitkiler aleminin Spermatophyta (tohunlu bitkiler) bölümünün Angiospermae (kapalı tohumlular) alt bölümünden Rosales takımı, Rosaceae familyası, Rosa cinsi içerisinde yer almaktadır. Dünyada yaklaşık 1350 Rosa (gül) türü tanımlanmıştır. Türkiye florasında 24 gül türü kayıtlı olmasına rağmen gül yağı elde etmek amacıyla kullanılan tür Rosa damascena Mill'dir. Rosa damascena türünün bir çok çeşidi olmakla birlikte özellikle "Trigintipetale" çeşidi başta Bulgaristan ve Türkiye olmak üzere Fas, Mısır, İran, Suriye, Hindistan ve Kafkaslar'da gülyağı elde etmek amacıyla yetiştirilmektedir. Rosa damascena; Isparta Gülü, Pembe Yağ Gülü, Yağ Gülü, Sakız Gülü ve Şam Gülü adlarıyla da bilinen pembe renkli, yarım katmerli ve kuvvetli kokulu, çok yıllık, dikenli ve kışa dayanımı yüksek bir bitkidir. Rosa damascena bitkileri, 1,5-3 m arasında boylanmaktadır. Gövde silindir biçimli, içi dolu, esmer renkli, çok dallı ve dallar çok sayıdaki irili ufaklı sert dikenlerle çevrilidir. Yapraklar yumuşak yapılı ve ince tüylerle kaplı, alternans dizlişli, saplı ve stipulalı (kulakçık), 5-7 foliolludur. Folioller (yaprakçık) 3-4 cm uzunluğunda oval şekilli, basit dişli kenarlı ve alt yüzleri tüylüdür. Çiçekler hafifçe sarkık, az ya da çok koyu pembe renklidir. Tek renkli olan çiçeklerde içteki taç yapraklar dıştakilerden daha küçük yapılı olup, çiçeklenme çalı formundaki bir bitkide görülen biçimdedir. Kaliks (çanak yapraklar), korollodan (taç yapraklar) daha uzun, çok parçalı 5 sepalden (çanak yaprak) ibarettir. Korolla çok petalli, petaller (taç yaprak) oval şekilli, soluk pembe renkli, kaideleri beyaz lekelidir. GÜLÜN FAYDALARI Gül yağı başta tabipler, sonra kadınlar için vazgeçemedikleri bir madde olarak bugüne dek gelmiştir. Tedavide gül, geleneksel tıp dünyasında ilaç olarak kullanılmıştır. Gülsuyu, Gül Macunu ve Gül yağı olarak işlenen gül, bu üç ayrı şekliyle baş ağrısı, ateşlenme, bayılma, mide ağrısı, göz kanlanması gibi rahatsızlıkları tedavi etmekte faydalı olduğu geleneksel tıp kitaplarında yazmaktadır. Gülbirlik: Yağ gülü (Rose Damescana) ve gülyağı üretimi 100 yılı aşkın bir süredir Isparta yöresinde gerçekleştirilmektedir. Bu özelliğiyle de Isparta’ya “Güller Diyarı” denilmektedir. Isparta’nın gül ürününü devletin destek ve yardımlarıyla en iyi biçimde değerlendiren Gülbirlik, 1954 yılında 9 kurucu birim kooperatifinin oluşturduğu Kooperatifler Birliği olarak kurulmuştur. Gülbirlik’in halen 6 birim kooperatifi, 8000 üretici ortağı, 5 ayrı yerde kurulu 7 ünite gülyağı tesisi ile 1 ünite gül konkreti tesisi mevcuttur. Gülbirlik mevcut tesislerinde günlük 360 ton gül çiçeği işleyerek, Türk ve Dünya standartlarına uygun gülyağı ve gül konkreti üretimini gerçekleştiren, Türkiye’nin ve dünyanın bu alanda en büyük üretici ve ihracatçı kuruluşudur. Gülbirlik, 45 yılı aşkın bir süredir istikrarlı bir biçimde sağladığı döviz girdisi ile ülkemize, üreticinin ürününü değerlendirmesi ile de yöre halkına ekonomik ve sosyal refah getirmektedir. Halen dünya parfüm ve kozmetik sanayiinin önde gelen kuruluşlarının gülyağı ve gül konkreti ihtiyaçlarını karşılayan Gülbirlik, bu alanda konumunu muhafaza etmekte ve geliştirmektedir. Ayrıca Gülbirlik, 1998 yılı başında kozmetik üretimine de başlamıştır. Gülyağı: Parfüm ve kozmetik sanayiinin en önemli ve pahalı hammaddelerinden olan gülyağı pembe yağ güllerinin buharlı distilasyon yöntemiyle kaynatılmasıyla üretilir. Dünya standartlarına uygun kalitede gülyağı, deniz seviyesinden 1050 m ve daha fazla yükseklikte yer alan, Isparta ve yöresinde yetiştirilen güllerden elde edilir. Her yıl Mayıs ve Haziran aylarında toplanan güller, hava şartlarının da katkısı sonucu üstün kalitede gülyağı üretiminin gerçekleştirilmesini sağlar. Gül Konkreti: Fermantasyona uğramamış, rengini ve kendine has yapısını bozmamış son derece taze pembe güllerin extraction metodu ile işlenmesinden elde edilen krem kıvamında, koyu vişne çürüğü rengi görünümünde katı gülyağıdır. Parfüm ve kozmetik sanayiinin hammaddelerinden biri olan absolüt üretiminde kullanılır. Gülsuyu: Gülyağı üretimi esnasında elde edilen yağlı suyun (mayanın) bire bir oranında damıtılmış, saf temiz ve sıcak su ile karıştırılması sonucunda elde edilen gül kokulu naturel sudur. Naturel olarak üretilen gülsuları defalarca filtreden geçirilerek, şişelere dolumu yapılır ve ambalajlanıp satışa sunulmaktadır. Gülsularının naturel olması, zararlı madde içermemesi nedeniyle bazı yiyecek maddeleri ve tatlılarda aroma olarak, cildi besleyici ve dokuları gerginleştirici özelliği nedeniyle vücut ve makyaj temizliğinde kullanılmaktadır. Kozmetikler: Ülkedeki en iyi kaliteli ürünlere eş değer formülasyonlarla el ve cilt kremi, el ve vücut losyonu, değişik saç tiplerine yönelik şampuanlar üretilmektedir. Ürünler modern kalite kontrol laboratuarlarında kalite ve sağlık kontrollerinden geçirildikten sonra piyasaya sunulmaktadır. Fabrikalarda üretilen ürün yelpazesi yakın bir gelecekte daha da genişletilmesi amaçlanmaktadır. |
Cevap: Isparta il arşivi St. Paul (Aziz Paulus) “Ben Kilikya’dan Tarsuslu bir Yahudi, ehemmiyetsiz olmayan bir şehrin ahalisindenim” St. Paul, Resullerin İşleri, ACTS 21: 39 Türkiye, Hıristiyanlığın en önemli ve kutsal sayılan yerleşimlerinden, kilise ve anıtlarından birçoğuna ev sahipliği yaptığı gibi, Hıristiyanlık tarihi açısından büyük önemi olan olaylara da sahne olmuştur. Bu olayların ilk sırada yer alanlarından birisi de kuşkusuz Aziz Paul’un yaptığı seyahatlerdir. Hem baskı merkezleri olan Kudüs ve Roma’dan uzak hem de dinlerin birbirlerine hoşgörüyle yaklaştıkları bir yer olan Türkiye, Aziz Paulus’un yaptığı bu seyahatler sayesinde Kudüs’te yapılan baskılarla yok olma tehlikesi geçiren Hıristiyanlığın ilk kilise toplulukları halinde ortaya çıktığı ve tüm dünyaya yayıldığı bir köprü haline gelmiştir. DİNLERİN BULUŞMA NOKTASI TÜRKİYE’DE BİR AZİZ: AZİZ PAUL Aziz Pierre ile birlikte erken Hıristiyan misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi olarak kabul edilen Aziz Paul’un doğum yeri olan ve aynı zamanda yaptığı tüm yolculuklarda uğradığı, ilk Hıristiyanlık topluluklarını oluşturduğu yerleşimlerin büyük bölümü Türkiye sınırları içerisindedir. Hıristiyanlığın Kudüs’ten Anadolu’ya buradan da Avrupa’nın içlerine yayılmasında en büyük pay kuşkusuz Aziz Paul’undur. Günümüzün en modern ulaşım araçlarıyla bile aylar sürecek olan yolları, karşılaştığı birçok zorluğa rağmen takip etmekten vazgeçmemiş, Hz. İsa’nın öğretilerini gece gündüz demeden korkusuzca yaymış, Roma’nın aşırı tepkisine ve sonunda ölüme gidecek kaderini bilmesine rağmen yolunu terk etmemiştir. Suriye, Kıbrıs ve Yunanistan’da da yolculuklar yapmışsa de kuşkusuz en çok vakit geçirdiği ve öğretilerini yaydığı, en güney ucundan en batısına kadar neredeyse tamamını dolaştığı yer Türkiye’dir. 2008’de iki bininci yaş gününü kutlayacak bu azizin anısını yaşatan kentler, yollar ve kiliseler Türkiye’nin birçok bölgesine yayılmış durumdadır. Türkiye’ye yapacağınız bir yolculukla bu azizin doğum yerini, dünyanın ilk kilisesinin de arasında olduğu vaaz verdiği çok sayıda kiliseyi, yolculuklarında uğradığı kentleri görebilir, ayak bastığı antik yolları siz de adımlayabilirsiniz. Aziz Paul, önceleri Hıristiyan yanlısı olmayan hatta İncil’de ilk başlarda Hıristiyanlara korku salan, onları tehdit eden ve cezalandıran biri olarak tasvir edilir. Ancak Hz. İsa’nın kendisine görünmesinin ardından bir mucize gerçekleşerek gözleri kör olur. Hz. İsa’nın adını diğer uluslara duyurmak için seçildiği kendisine bildirildikten sonra gözleri açılmış, vaftiz olarak Hıristiyan olmuştur. Bu mucizeden sonra Hıristiyanlığın en büyük savunucularından olan ve zorluklarla dolu uzun yolculuklarla Hz. İsa’nın öğretilerini yaymayı başaran Aziz Paul başta Anadolu olmak üzere tüm Akdeniz çevresinde ilk Hıristiyan topluluklarını oluşturmayı başarmıştır. Hz. İsa’nın 12 havarisinden olmamasına rağmen Küçük Asya (Anadolu) havarisi olarak adlandırılmasının nedeni de Hıristiyanlık yolunda verdiği bu hizmetlerdir. Aziz Paul’un hayatı ve Anadolu’da yaptığı yolculuklara ilişkin bilgilere Yeni Ahit’in Elçilerin İşleri bölümünde yer verilmiştir. Kendisine Hz. İsa’nın göründüğü 9. bölümden sonrası Aziz Paul’un Hz. İsa adını yaymak için giriştiği yolculuklar ve çektiği sıkıntılarla ilişkilidir ve bu yolculukların büyük bölümünde Türkiye’deki kentlerin adı geçmektedir. AZİZ PAULUS’UN 1. YOLU (M.S.46-48): Aziz Paulus’un hayatında, Kudüs’ten ayrılana kadar yolculuklar görülmez. Paulus’un ve Barnabas’ın görevlendirilmesi İncil’de “Elçiler’in İşleri” kısmında 13. bölümde anlatılmaktadır. İncil’de 13.-21. bölümler Aziz Paulus’un Anadolu’da yaptığı yolculukları, ardından, Roma’da geçirdiği ve yargılandığı günleri anlatmaktadır. Elçileri’in İşleri’ne genel olarak bakıldığında Paulus’un ve çevresinde insanların sürekli haraket halinde, bir kentten diğerine, hatta bir ülkeden başka bir ülkeye gidiş gelişlerine tanık oluruz. Yolculuklarının ön hazırlıkları konusunda bilgi verilmemesinden, bu aşamanın kısıtlı bir süre içerisinde gerçekleştiği, amacın yalnızca Hristiyanlık inancını benimseyen insanların çoğalmasını sağlamak ya da inanmış olan insanların inançlarının başka öğretilerle sarsılmasını önlemek ya da denetim altında tutmak olduğu anlaşılmaktadır. Elçilerin İşleri, o dönemki kara ve deniz yolculukları hakkında, ayrıntılı olmasa da, bilgi edinilmesini sağlamaktadır. Metinde Antik Çağ’da denizden yapılan yolculukların, karadan yapılan yolculuklara oranla tercih edildiğine ilişkin bilgiler yeralmaktadır. Kara yolculukları yavaş, rahatsız, pahalı, zahmetli ve tehlikeli olması bunda rol oynar. Deniz yolculukları hava, rüzgâr, iklim koşullarına göre farklı tehlikeler barındırmasına karşın, daha rahat ve karlıdır. Paulus’un deniz yolculuğunun yoğunluğuna bakılacak olursa, kendisinin zorunlu durumlar dışında, kara yolculuğunu tercih etmediği, Perge’den Anadolu’nun iç bölgelerine giderken, doğal olarak karayolunu kullandığı anlaşılmaktadır. Aziz Paulus, M.S. 46-48 yılları arasında Antiokheia’dan(Antakya) yolculuğuna başlamış ve bir liman kenti olan Seleukeia Pieria’ya (Samandağ) gelerek, buradan bir gemiyle, Kıbrıs (Salamis ve Paphus) üzerinden Attalia (Antalya) Limanı’na, ulaşmıştır. Kara yolu ile Perge’ye (Aksu) ve Kestros (Aksu) Vadisi’nden, Psidia Antiokheia’ya (Yalvaç) ulaşmıştır. Yolculuğuna devam ederek, İconium (Konya), Lystra (Hatunsaray Kasabası) ve Derbe (Aşıran Köyü) kentlerini ziyaret eder. Aynı güzergâhtan geri dönerek Psidia Antiokheia (Yalvaç) ve Kestros (Aksu) Vadisi üzerinden, Perge’ye (Aksu) oradan Attalia’ya (Antalya) ulaşır. Daha sonra deniz yolu ile Kıbrıs’a uğramadan Seleukeia Pieria (Samandağ) ve Antiokheia’ya (Antakya) ulaşarak yolculuğunu tamamlar. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] AZİZ PAULUS’UN 2.YOLU(M.S. 49–52): San Paulus’un İkinci yolculuğun başlangıç noktası Jerusalem’dir. (Kudüs) Jerusalem’de (Kudüs) yapılan bir toplantıda alınan karar gereği, karayolu ile Antiokheia’ya (Antakya) gider. Bu yolculuğu birlikte kararlaştırmışsa da Aziz Barnabas’la aralarındaki bir anlaşmazlık yüzünden onunla değil de Aziz Silas ile birlikte yolculuğa çıkarlar. Antiokheia’dan (Antakya), Tarsus, Derbe (Aşıran Köyü), Lystra (Hatunsaray Kasabası), İconium (Konya), Psidia Antiokheia’dan (Yalvaç), Troas’a (Çanakkale) geçiş yaparak, oradan da deniz yolu ile Macedonia Neapolis’ine ulaşır. Karayoluyla (2 numaralı haritada gösterilen güzergâhtaki) Macedonia kentleri olan Philippi, Amphipolis, Apollonia, Thesallonica ve Borea’yı ziyaret eder. Buradan deniz yoluyla Kıta Yunanistan’daki Athens, Korinth’e ve Cencrea kentlerine gider. Deniz yoluyla yolculuğuna devam ederek tekrar Anadolu’ya geçer ve Efes’e (Selçuk) ulaşır. Yine deniz yoluyla Rhodes(Rodos) Adası üzerinden Caesarea’ya (Suriye) ulaşır. Jerusalem (Kudüs) yolculuktaki son duraktır. Bir süre sonra yine karayolu ile Galatya ve Frigya Bölgeleri’ni bir kez daha dolaşarak daha önceki yolculuklarında Hristiyan olan kişilerin ne durumda olduğunu olduklarını görerek, ruhen pekişmelerini sağlamak ve durumlarını görmek üzere 3. yolculuğa çıkmak için Antakya(Antiokheia) geçer. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] AZİZ PAULUS’UN 3. YOLU(M.S. 53-57): Antiokheia’dan (Antakya) karayolu ile önce Tarsus’a sonra Kilikia Bölgesi sınırları içerisinden devam ederek, Derbe (Aşıran Köyü), Lystra (Hatunsaray Kasabası), İconium (Konya), Psidia Antiocheia (Yalvaç) kentlerini ziyaret ettikten sonra, Efes’e (Selçuk) ulaşır. Efes’ten de Troas’a (Çanakkale) geçer. Deniz yoluyla Makedonia’ya devam eder ve Macedonia Kentleri olan Neapolis, Philippi, Amphipolis, Apollonia, Thessaionica ve Borea kentlerine uğrar. Daha sonra karayoluyla Kıta Yunanistan’da bulunan Athens ve Korinth’e ulaşır. Korinth’den geriye dönerek yine aynı güzergahı takip eder ve yine Troas’a (Çanakkale) ulaşır. Assos’a (Behramkale), Ege Denizi’ndeki adaları ve Miletus’a (Balat) ziyaretinin devamında Cos (Kos) Adası ve Rhodes (Rodos) Adası, bir sonraki durağı olacaktır. Rhodes’den(Rodos) Anadolu’ya geçer ve Patara’ya (Kalkan) ulaşır. Tekrar Deniz yoluyla yolculuğuna devam ederek Phonecia’daki Tyre, Ptolemais kentleri üzerinden Caeserias ve Jerusalem’e (Kudüs) gelerek yolculuğunu tamamlar. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] AZİZ PAULUS’UN 4. YOLU(M.S. 59-69): Jerusalem’de (Küdüs), Roma askerleri tarafından tutuklanır ve yargılanır. Yargılama sonrası deniz yoluyla Caesarea’dan, önce Sidon’a oradan Antiokheia’ya (Antakya) ve Tarsus’a geçtikten sonra, Myra (Demre), Cnidus (Datça) Kentlerine, Crete (Girit) ve Malta adalarına uğrar. Devam ederek Sicilia (Syracusa), İtalya’nın Rhegium ve Puteoli kentlerini ziyareti ardından karayoluyla Taverns üzerinden Rome’ye (Roma) getirilir ve Rome’de hapse atılır. Daha sonra da M.S. 64 veya 67 yılında idam edilir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] AZİZ PAUL’UN YOLCULUKLARINDA UĞRADIĞI KENTLER AZİZ PAUL MERSİN’DE Türkiye’nin güney kıyılarındaki önemli yerleşimlerden olan Mersin’de ikinci seyahati sırasında izlediği yolları takip ederek sırasıyla Tarsus, Silifke ve Mut ilçelerinde Aziz Paul’un doğduğu ve yaşadığı yerleri, kendisinin ve diğer Hıristiyan azizlerin anısına yapılmış erken dönem kiliselerini görebilirsiniz. TARSUS: Aziz Paul’un doğum yeri olması ve İncil’de de Tarsuslu Paul olarak geçmesi nedeniyle Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemli bir yerleşim olan Tarsus, UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde de yer alan Aziz Paul Kilisesi, Aziz Paul Kuyusu ve çevresi ile Aziz Paul yılında ziyaret edilmesi gereken yerler arasında ilk sırada geliyor. Tarsus, Aziz Paul’un Hıristiyanlığı kabul edip onun uğrunda çalışmaya başlamasından sonra da zaman zaman sığınağı olmuş, Kudüs’te Hıristiyanlığı yaymaya çalışmasından rahatsız olanlar tarafından öldürülmek istendiği zaman Kudüs’ten kaçırılarak doğum yeri olan Tarsus’a getirilmiştir. Antakya ile birlikte Tarsus’un Hıristiyanlık için bir diğer önemi de Aziz Paul’un Hıristiyanlık uğruna mücadele ve bu uğurda kilometrelerce yol kat etme kararını verdiği yerler olmasından kaynaklanmaktadır. Aziz Paul Kilisesi: Ulu Cami Semti’nde yer alır. M.S.11.–12.yüzyıllarda Aziz Paul’e adanarak inşa edilen kilise 1862 yılında büyük ölçüde tamir edilmiştir. Tavanındaki Hz. İsa ve dört İncil yazarı ile melek freskolarının yer aldığı, Hıristiyanlığın önemli hac merkezlerinden olan kilise, 1992–1993 yılında Vatikan tarafından düzenlenen “Aziz Paul Sempozyumu ve Ayini”ne de ev sahipliği yapmıştır. Aziz Paul Kuyusu: Hıristiyanlığın önemli hac merkezlerinden birisidir. Kızılmurat Mahallesi’nde, Cumhuriyet Meydanı’nın yakınlarında Aziz Paul’un evinin avlusu olduğu düşünülen yerde bulunmaktadır. Kuyunun şifalı ve kutsal olduğuna inanılan suyu hiçbir zaman eksilmez. Antik Yol: Kuyunun bulunduğu avlunun 300 metre güneyindeki Cumhuriyet Alanı’nda yer alan bazalt taşlarla kaplı antik yol, Aziz Paul’un seyahatlerinde ve Tarsus’ta yaşadığı yıllarda kullandığı biçimiyle günümüze gelmiştir. Siz de bu yolu adımlayarak Aziz Paul’un yaşadığı yıllara bir zaman yolculuğu yapabilirsiniz. Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası: Tarsus’un 12 km kuzeyinde Ulaş Köyü yakınlarındaki Eshab-ı Kehf mağarası Hıristiyanlığın ilk inananlarından olan yedi gencin eziyetlerden kaçmak için köpekleriyle birlikte sığındıkları ve mucizevî biçimde 300 yıl boyunca uykuya daldıkları yerdir. Hıristiyanlar tarafından olduğu kadar Müslümanlarca da kutsal sayıldığından mağaranın üzerine bir cami de inşa edilmiştir. SİLİFKE Ayatekla Kilisesi: Mersin İli’nin bir diğer ilçesi olan Silifke, Hıristiyanlığın en eski ve kutsal alanlarından bir diğeri olan Ayatekla Kilisesi’ne ev sahipliği yapar. Aslen Konyalı olan Hıristiyanlığın ilk kadın şehidi Azize Tekla, Aziz Paul’un Konya’daki vaazını üç gün boyunca yemeden, içmeden, uyumadan dinlemiş; çok etkilendiği bu konuşmaların ardından Aziz Paul’un öğrencisi olmuştur. Aziz Paul hapse atıldığında dahi, gizlice hapse girerek anlattıklarını dinlemeye devam etmiştir. Azize Tekla’nın baskılardan kaçarak ibadet ettiği doğal mağara Hıristiyanlık dini serbest bırakılana kadar gizlice ibadet yapan Hıristiyanlarca da kullanılmış ve kutsal sayılmıştır. Aziz Paul gibi Hıristiyanlığı yaymak için uğraş veren, bu arada birçok mucize gösteren Azize Tekla’nın da öldüğü ve mezarının olduğu bu yer dördüncü yüzyılda bir kiliseye dönüştürülmüştür. Her yıl 13–14 Eylül tarihlerinde Azize Tekla anısına düzenlenen anma töreninde Azize Tekla’nın da yürüdüğü ikibin yıllık Roma yolundan yürünerek mağarada ayin yapılmaktadır. Silifke’nin 20 km uzağındaki Narlıkuyu, erken Hıristiyanlık yıllarına ait kilise kalıntılarının ve doğa harikası cennet, cehennem obruklarının yer aldığı bir yerleşim. IV.-V.yüzyıllarda, daha önceki yıllara ait bir Zeus tapınağının kalıntıları kullanılarak yapılmış olan kilise Cennet Obruğunun güney ucunda yer alıyor. Cennet obruğunun içerisindeki mağaranın önüne inşa edilmiş bir diğer kilisenin girişi üzerindeki yazıttan V.yüzyılda Paulus adındaki bir dindar tarafından Meryem Ana’ya ithaf edildiği anlaşılıyor. Bu iki kilise de pagan inanış karşısında Hıristiyanlığın kazandığı zaferin anıtları olarak duruyorlar. Bu zaferin kazanılmasında kuşkusuz en önemli pay Aziz Paul’e ait. MUT: Alahan Manastırı: Aziz Paul’un seyahati sırasında konakladığı ya da yolu üzerindeki yerlerde anısına birçok kilise inşa edilmiştir. Kiliseler ve keşiş odalarının arasında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde de yer alan Alahan Manastırı da yer almaktadır. VII. yüzyıla tarihlenen manastırdaki kiliselerde büyük bir ustalık eseri olan zengin taş süsleme örneklerinden bir kaçı Aziz Paul ile birlikte Aziz Pierre, İncil yazarlarının tasvirleri, Cebrail ve Mikhail figürleri. Manastırın bulunduğu tepeye çıkmak biraz zahmetli olsa da 1200 metre yükseklikten izlediğiniz Göksu Vadisi’nin etkileyici manzarasının her şeye değdiğini anlıyorsunuz. Göksu vadisini yukarıdan izlemekle yetinmez birkaç kilometre daha yol almayı göze alırsanız vadi içinde kayalara oyulmuş kiliseleri ve kiliselerde farklı renkteki boyalarla yapılmış geometrik ve bitkisel bezemeleri görebilirsiniz. Mut ilçesine bağlı Maya Köyü’nde bulunan vadi içindeki yeraltı kilisesi, kırmızı ve yeşil renklerle boyandığı için Renkli Kilise olarak adlandırılan kiliseyi de bu seyahatiniz sırasında ziyaret etmenizi öneriyoruz. AZİZ PAUL ANTAKYA’DA Antakya adını Büyük İskender’in ardıllarından I. Seleukos’un babası Antiocheia’dan alır. Anadolu ve Ortadoğu arasındaki yolların kesişme noktasında olması ve stratejik konumu nedeniyle birçok Uygarlık tarafından yerleşim görmüştür. Roma İmparatorluğu’nun Roma, İskenderiye ve Efes’ten sonra gelen 4.büyük şehri Antakya kurulduğu yerin stratejik öneminin de etkisiyle hızla gelişmiş, bu arada dinsel merkez olarak da ön plana çıkmıştır. Ancak Antakya’nın en dikkat çekici yönü farklı dinlere ev sahipliği yapmasına rağmen, bu dinler arasında hiçbir zaman çatışmaların yaşanmamasıdır. Günümüzde de üç farklı din mensubunun bir arada yaşadığı evlerin, ibadet ettikleri sinagoglar, kiliseler ve camilerin ve hatta ölüm sonrası son mekânları olan mezarlarının yan yana görülebildiği Antakya binlerce yıllık geçmişindeki dinlerin kardeşliği ilkesini halen yaşatıyor. Aziz Paul ve inananlarının da Antakya’yı seçmelerinin nedeni belki de bu hoşgörü ve kardeşlik ilkesi. Antakya Aziz Paul ve Hıristiyanlık dini açısından önemli bir kenttir. Henüz M.S. 1.yüzyılda inananlar tarafından yerleşim gören, içlerinden öğreticilerin de olduğu inananlar topluluklarınca tapınmaların gerçekleştirilip, oruçların tutulduğu ve öğrencilerin bulunduğu bir yerleşimdir. Hıristiyanlık öğretilerinin de yayıldığı ilk yerlerden olan Antakya, Aziz Paul’un yolculuklarında da başlangıç noktası olmuştur. Hıristiyanlığı seçmesinin üzerinden kısa bir süre geçen Aziz Paul ve Aziz Barnaba’nın da aralarında bulunduğu inananlar topluluğu Antakya’da ibadetlerini yapıp oruçlarını tutarken kendilerine görünen kutsal ruh Aziz Paul ve Aziz Barnaba’nın İsa’nın adını duyurmak için görevlendirildiğini bildirmiştir. Böylece Aziz Paul’ün yıllar sürecek yolculuklarından ilki başlamıştır. Buradan yolcu edilen Aziz Paul ve Aziz Barnaba M.S.49’da Antakya’nın limanı olan Samandağ (Seleucia Pieria)den gemiye binerek Kıbrıs’a geçmişlerdir. İlk yolculuğunun bitişi de Tanrı tarafından bu yolculuk için görevlendirildikleri Antakya olacaktır. Antakya’da başlayan bu ilk yolculukta Kıbrıs ve Türkiye’nin güney kıyılarını dolaşıp gittiği kentlerde öğretilerini yayan, bu arada mucizeler gösterdiği gibi bazı güçlüklerle de karşılaştıktan sonra yine Antakya’ya dönen Aziz Paul karşılaştığı güçlüklerin kendisini yıldırmadığını aksine cesaretlendirdiğini buradaki öğrencilere “Tanrı'nın Egemenliğine, birçok sıkıntıdan geçerek girmemiz gerek” diyerek açıklamıştır. Aziz Paul’un ikinci yolculuğu da sonradan öğrencilerini ziyaret edeceği Galatya ve Frigya’ya geçmeden önce yine Antakya’da sona erecektir. Farklı dinlerin ve kentte yerleşmiş farklı kültürlerin izlerini görebileceğiniz Antakya’da dünyanın ilk kilisesi olan Aziz Pierre Kilisesi ile birlikte, Aziz Simeon Manastırı da bulunur. Hıristiyanlık açısından oldukça önemli yeri olan Antakya, birinci derecede hac merkezi olarak ilan edilmiştir ve Kudüs’ten sonra Hıristiyanlığın en kutsal kentidir. VII. yüzyılda, Hıristiyanlığın beş patriklik merkezinden birisi olarak ilan edilmesi de bu kutsallığı ile ilişkilidir. Aziz Pierre Kilisesi: Antakya’nın kuzeydoğusunda bulunan Aziz Pierre Kilisesi dünyadaki en eski kilise olmasının yanında ilk Hıristiyanlık cemaatlerinin toplandığı, , Aziz Paul’un yanında Aziz Pierre ve Barnabas’ın da vaazlar vermiştir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra ilk rahip sayılan havarisi Aziz Pierre de Antakya’ya gelmiş ve ilk dini toplantısını bu mağarada yapmış, tarihte ilk Hıristiyan adı da bu kilisenin cemaatine verilmiştir. Bu nedenle Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemlidir. Kilise, yüksekliği 7m., derinliği 13,5m. eni de 9,5 me olan oldukça küçük bir mağaranın önünde inşa edilmiştir. Mağara’nın yer aldığı dağın adı da Stauris (Hac) Dağı’dır. Döşemesinde V.yüzyıla tarihlendirilen mozaiklerin kalıntıları yer alır. Sunağın solunda yer alan tünelin ise ani bir baskın sırasında Hıristiyanların kaçmasına yardımcı olduğu düşünülmektedir. XI. yüzyılda, Haçlı Seferleri sırasında burayı ziyaret eden Haçlı birlikleri kiliseyi birkaç metre uzatmışlardır. 1863 yılında Papa IX. Pius’ta bu kiliseye özel bir önem vermiş, III. Napolyon’un da yardımlarıyla kilisenin tamiri yapılmış, 1963 yılında da Papa IV. Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri olarak ilan edilmiştir. Kilisede her yıl 29 Haziran günü, farklı yerlerden gelen birçok din adamı ve Hıristiyan cemaatin katıldığı bir ayinin düzenlenmektedir. Samandağ: Samandağ’ın en yüksek tepesinde yer alan Aziz Simon (Simeon) Manastırı sabrı, inancı ve dayanıklılığı ile 13 metre yüksekliğindeki bir sütunun üzerinde yıllarca yaşayan Aziz Simon’un anısını yaşatmak için inşa edilen bir kilisedir. Samandağ adı da Simon’un Arapça söylenişi olan Sam’an da kaynaklanmaktadır. Aziz Simon henüz hayatta iken ona bağlanan Silifkeliler tarafından inşa edilen manastırdaki kiliseler ve diğer yapılar yer yer kayalara oyulmuş, yer yer de kesme taşlardan inşa edilmiştir. Avlusunun ortasında Aziz Simon’un 45 yıl yaşadığı sütunu da görebilmeniz mümkündür. Antakya sınırları içinde yer alan Amanos dağlarının güneyi de Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren yoğun bir dini merkez olarak dikkati çeker. Bölgede günümüze gelemeyen çok sayıda kilisenin kalıntıları ile birlikte, ulaşılmazı oldukça zor kayalıklara açılmış münzevilerin yaşadığı mağaraları görebilmeniz mümkündür. Antakya dinler tarihi açısından önemi Hıristiyanlık ile de sınırlı değildir. İnanışa göre Yunus Peygamber’in yunusun karnından çıktığı yer İskenderun’dur. Bu olayın gerçekleştiği yer de bulunan Yunus sütunu aynı zamanda kentin giriş kapısının kalıntısıdır. AZİZ PAUL PERGE’DE Perge, Aziz Paul’ün ilk yolculuğunda iki kez ziyaret ettiği kentler arasında yer alır. Birinci yolculuğunun başlangıcında deniz yoluyla Perge’ye gelmiştir. İlk yolculuğunun geri dönüşü sırasında da Perge’ye uğramış ve Tanrının sözlerini Perge halkına aktarmıştır. Perge, Kate Clow tarafından ortaya çıkartılan St. Paul yolunun da başlangıç noktası. Aziz Paul’ün de adımlarını attığı yüzlerce yıl bozulmadan günümüze gelmeyi başarmış antik yollarda siz de yürümek isterseniz bu tura katılabilir, en azından bir bölümünü takip edebilirsiniz. Perge’de günümüze gelebilen genelde bazilikal planlı kiliseler yanında bir manastır kompleksinin parçası olarak düşünülen kiliselerin büyük bir bölümü V.-VI. yüzyıllara ait. Perge’nin simgesi olan paralel kuleler bir zamanlar kentin en önemli kapısının iki yanında yer alıyordu. Muhtemelen Aziz Paul de kente girerken bu kapıyı ve ardından uzanan sütunlu caddeyi kullanmış olmalıdır. AZİZ PAUL YALVAÇ’TA Aziz Paulus’un ilk yolculuğunda üç kez uğradığı bir kent olan Yalvaç’ın bitişiğindeki Pisidia Antiokheia’dır. Aziz Paulus, Psidia Antiokheia’ya, Aksu (Kestros) Vadisi’nden o günkü yerleşim yerlerine uğrayarak gelmiştir. Burada Sebt günü sinagoga girip yaptığı konuşmada Kutsal Yasa’dan ve peygamberin yazılarından metinler okur. Bu konuşma Aziz Paulus’un misyonerlik görevinde yaptığı ilk konuşması olarak bilinmektedir. Paulus’un İsa’nın gelişiyle birlikte, ona inananların da kurtuluşunun gerçekleşeceğini bildiren konuşması, “şunu bilin ki, kardeşler, bu kişi aracılığıyla günahlarınızın bağışlanacağı size duyurulmuş bulunuyor; Musa Yasasıyla aklanamadığınız her şeyden, iman eden herkes O’nun aracılığıyla aklanacaktır” biçiminde canlı ve merak uyandırıcı bir tonlamayla sürdürünce konuşmasıyla birçok kişiyi o kadar etkilemiştir ki, başka bir Sebt gününde bir kez daha konuşma yapması, kendisinden istenmiştir. Konuşma 7 gün sonra Sebt günü tekrarlanır. Hemen hemen tüm Psidia Antiokheia halkı Aziz Paulus’u dinlemek için toplanmış ve yapılan konuşmalar ardından, Hıristiyanlığa toplu geçişler yaşanmıştır. Ancak kentteki bu yeni dine karşıt kişilerden bazıları, kentin ileri gelenlerini kışkırtarak Aziz Paulus ve Barnabas’a karşı bir baskı hareketi başlatmışlardır. Onları öldüresiye dövdükten sonra, her ikisini de kent sınırları dışına atmışlardır. Ancak bu kovuluş bile Aziz Paulus’un amacına hizmet etmiştir. Buradan ayrılarak Konya’ya (İconia) giden Aziz Paulus burada da pek çok insanı etkileyerek iman etmesini sağlamıştır. Psidia Antiocheia’da bugün hala kalıntıları görülebilen Aziz Paulus Kilisesi vaaz verdiği ilk sinagog’un üzerine 325 yıllarında inşa edilmiştir. Aziz Paulus’un adına yapılmış en eski kilise olarak bilinir ve mozaik kaplamalı tabanı ile de dikkat çeker. 381 yılında kenti; İstanbul’da yapılan ekümenik toplantı da temsil eden Piskopos Optimiusu’un adı burada saptanan mozaikler üzerinde yer almaktadır. Kilise kalıntılarında yapılan detaylı inceleme ve kazılar bize, yapının ilk yapım evresinden sonra eklemelerle genişletildiğini göstermektedir. Günümüzde görülebilen 70 x 27 m. Boyutlarındaki kilisenin, narteksi bir sütun sırasıyla ikiye bölünmüş ve üç nefli bazilikal planlıdır. Ortadaki nefin üzerinin yüksek bir çatıyla kapatılmış olduğu düşünülmektedir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Psidia Antiocheia, Aziz Paulus’un ziyaret ettiği M.S. 46–57 yılları arasında 70.000 kişiye varan nüfusu ile Roma İmparatorluğu’nun büyük kentlerinden bir tanesiydi. Mevcut durumdaki pek çok kalıntı, kent yayılım alanın çok geniş olduğunu bize açıkça göstermektedir. Kentin en yüksek alanına inşa edilmiş Augustus Tapınağı yer almaktadır. Yapı elemanları üzerinde kanatlı Genius ve Nike kabartmalarının yer aldığı propylon, tapınak alanına girişi sağlamaktadır. Tiyatro, anıtsal çeşme, Roma hamamı, ölümüne dövüşlerin yapıldığı stadyum ( bugün yeri hala belirsizdir), hamam gibi yapı kalıntılar, kentte görebileceğiniz göze çarpan önemli sosyal yapılardır. Psidia Antiocheia, Aziz Paulus’un izinden giden Azize Tekla’nın da ziyaret ettiği önemli bir merkezdir. Antik kentte Azize Tekla’nın tiyatroyu ziyaret ettiği ve çeşitli eziyetlere uğramasına rağmen inancından vazgeçmediği bilinmektedir. Aziz Paulus’un çabalarıyla Hıristiyanlığın şekillenmeye başladığı ilk kentlerden olan Psidia Antiokheia’ya bağlı bir tapınım alanı olan Men Tapınak Alanı, yüzyıllar boyunca tüm antik coğrafyalardan gelen insanlara ev sahipliği yapmıştır. Ay Tanrı’sı Men adına bırakılan adak stellerini günümüzde yapı kalıntılarında görmek mümkündür. Hristyanlığın Roma’nın resmi dini olarak kabul edildiği M.S. 4. da tapınak tahrip edilerek Hristiyanlığın, pagan (çok tanrılı) inançlar karşısındaki zaferini temsil edercesine günümüze kadar ulaşmıştır. Aziz Paul’un ardından, birçok azizin vaazlar verdiği Psidia Antiokheia’da bulunan yedi kilise kentin uzun zamanlar boyunca dini merkez olduğunu göstermektedir. Şu anki adı olan ve Resul anlamına gelen Yalvaç, Selçuklular döneminden günümüze kadar da kentin Aziz Paul’un anısının hala yaşatıldığı akla getirir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...][Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] AZİZ PAUL KONYA’DA Aziz Paul ve Barnaba’nın Yalvaç’tan ayrıldıktan sonra Sultan dağlarını geçmeden Ilgın, Ladik yolu üzerinde yer alan doğu ticaret rotası ve kral yolunu takip ederek Konya’ya ulaşmışlardır. Konya birçok etkili konuşma yaptıkları ve çok sayıda kişiyi Hıristiyan yapmayı başardıkları bir yer olmuştur. Bu kişiler arasında da en önemlisi Aziz Paul’un vaazlarından çok etkilenen, Hıristiyanlığın öncü misyonerlerinden ve ilk kadın şehidi olacak olan Azize Tekla (Hagia Thecla)’dır. Yapılan etkili konuşmalara rağmen halk birtakım kışkırtmalar neticesinde ikiye bölünür. Bir kısmı Aziz Paul’un tarafını tutarken bir grup da Aziz Paul’e karşı bir tutum takınmıştır. Kendisine karşı olan kişilerin varlığından haberdar olmasına rağmen Aziz Paul inanç ve cesaretini yitirmemiş ve Konya’da uzun bir süre kalarak insanların Hz. İsa’nın yolunu seçmesi için çalışmıştır. Ancak, kendilerine karşı olan bir grubun saldırmayı düşündüğünü öğrenen Aziz Paul ve Barnaba buradan kaçıp Lystra ve Derbe kentlerine giderek inancını burada yaymaya başlamıştır. Konya il merkezinin 8 km kadar kuzeybatısında yer alan Sille Erken Hıristiyanlık döneminin önemli merkezlerinden olup kayaya oyulmuş kilise, şapeller ve hücrelerden oluşan Ak Manastır (Aziz Chariton) dünyanın ilk manastırları arasında gösterilmektedir. Aya Elana Kilisesi: Bizans İmparatoru Constantin’in annesi Helena’da Hac yolculuğu sırasında Konya’daki erken Hıristiyanlık dönemine ait oyma kiliseleri görmüş ve Sille’de bu mabedi yaptırmaya karar vermiştir. Kesme taştan yapılmış kilisenin duvarlarında Hz. İsa, Hz. Meryem ve havarilere ait resimleri görmek mümkündür. AZİZ PAUL HATUNSARAY (LYSTRA) VE DERBE’DE Konya’da kendilerine düzenlenmesi planlanan saldırıdan kaçarak Hatunsaray (Lystra)’ya gelen Aziz Paul doğuştan kötürüm olan ve hayatında hiç yürüyememiş bir adamı bir mucize göstererek yürütmeyi başarmıştır. Bu mucizevî olay karşısında çok etkilenen Lystra halkı Aziz Paul ve Barnabas’a pagan tanrılarının isimlerini vermiş ve onların tanrı olduğunu düşünmüşler, kent kapılarında kendilerini törenler ve kurbanlarla karşılamak istemişlerdir. Bunu duyan Aziz Paul ve Barnabas giysilerini yırtarak halkın arasına karışmış ve “biz de sizin gibi insanız ve size müjde getirdik bu gibi boş şeyleri bırakın ve her şeyi yaratan Tanrıya dönün diyerek” kendilerine kurban sunulmasını engellemişlerdir. Ancak, kente dışarıdan gelen Hıristiyanlık düşmanları Lystra halkını kendi taraflarına çekerek Aziz Paul e taşlı saldırı düzenlemişlerdir. Aldığı ağır yaralara rağmen dinlenmeye çekilmeden Aziz Barnaba ile birlikte Derbe’ye giderek sözleriyle birçok kişinin Hıristiyan olmasını sağlamıştır. Bu kent ilk yolculuğunda uğranan son kent olmuştur. Buradan tekrar geldikleri yola geri dönmüşler, dönüş yolunda da daha önce iman etmiş olanlarla bir kez daha konuşmuşlar ve onları imanlarını korumaları yönünde cesaretlendirmişlerdir. Daha sonra Perge ve Antalya üzerinden Antakya’ya geri dönmüşlerdir. Derbe ve Lystra Aziz Paul’ün ikinci yolcuğunda da uğradığı yerlerdendir. Buraya gelerek daha önce iman edenlerin ne durumda olduklarını görmek istemiştir. Lystra’da Timotheus adında Aziz Paul’un en büyük destekçilerinden birisini de yanlarına almışlar ve yollarına birlikte devam etmişlerdir. Lystra’da günümüze gelebilen bir höyük dışında Aziz Paul’un ziyaret ettiği yıllardaki durumunu canlandırmamıza yardımcı olabilecek anıtlar çok azdır. Hıristiyanlık ile ilgili en önemli anıtları barındıran yer ise Lystra’nın 12 km batısında yer alan Gökyurt Köyü (Kilistra) antik kentidir. Kayalara oyulmuş sarnıçlar, kuleler ile Kapadokya’da olduğunuzu düşündürecek olan kentteki kiliseler, inziva odaları ve manastırların Lystra’daki baskılar neticesinde ayrılarak buraya gelen ilk Hıristiyanlar tarafından oluşturulduğu yönünde düşünceler de mevcutsa da araştırmacılar tarafından biraz daha geç bir döneme, genel olarak M.S VIII.-X.yüzyıllara tarihlendiriliyorlar. Lystra’dan Kilistra’ya ulaşan ve kent içinde de devam eden taş döşemeli Kral Yolu’nun Aziz Paul tarafından da kullanılmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Hatta bugün kentte Sümbül Kilisesinin bulunduğu yerin adı “Paulönü Mevkii”. Antik kentte sadece iç kısmının değil, dış kısmının da çatı biçiminde kayaya oyulmasıyla ender rastlanan bir örnek olan Sandıkkaya, Sümbül Kilise başta olmak üzere kayaya oyulmuş şapeller ve yamaç evler mutlaka görmeniz gereken yerler arasında. Derbe ve çevresinde Aziz Paul’ün çabaları neticesinde Hz. İsa’nın öğretilerinin ne kadar hızlı yayıldığının göstergesi olan genel itibariyle IV.-IX. yüzyıllar arasına tarihlendirilen yüzlerce kilise inşa edilmiştir. Bu nedenle bölge günümüzde “Binbirkilise” adıyla anılır. AZİZ PAUL EFES’TE Aziz Paul Efes’e ilk olarak ikinci seyahatinde uğramıştır. Burada havralara giderek çeşitli konularda konuşmalara yapan Aziz Paul Efeslilerin daha uzun süre kalması yönündeki isteklerine “Tanrı dilerse yanınıza yine döneceğim” şeklinde cevap vermiş ve bir süre sonra üçüncü yolculuğunda bir kez daha geldiği Efes’te çok uzun bir süre kalacaktır. Efes’e geldiğinde ilk iş olarak buradaki Hıristiyanların vaftiz olmasını sağlamıştır. Daha sonra Hz. İsa’nın öğretilerini havralarda yaymaya çalışmış, çeşitli tartışmalar yaşamış, kendisine karşı alınan tavır ve düşmanlıklar, kötülemeler karşısında usanmamış ve yıllar boyunca yaptığı konuşmalarla hangi din ve hangi milletten olursa olsun herkesin Hz. İsa’nın sözlerini işitmesini sağlamıştır. Vaazlarını açık alanlarda, havralarda verdiği gibi evden eve dolaşarak dahi konuşmalar yapmaktan çekinmemiştir. Bu arada birçok da mucize göstermiştir. Aziz Paul’un bedenine değen mendiller, bezler hasta olanlara içlerine kötü ruh girenlere götürüldüğüne hızla iyileştikleri görülmüştür. Bu mucizeler Hz. İsa’nın ve Aziz Paul’un isminin daha büyük saygıyla anılmasını sağlamıştır. Tüm bu mucizeler karşısında Hıristiyanlığın hızla yayılmasından ve Efes’in tanrısı Artemis tapınağının hiçe sayılmasından endişe duyanlar tarafından kışkırtılan halk Aziz Paul’un yandaşlarından bazılarını sürükleyerek kentin tiyatrosuna götürmüşler ve burada kargaşalık çıkarmışlardır. Bu kargaşa ortamından sonra Aziz Paul Hıristiyanlığa yeni müritler kazandırmak için Makedonya’ya gider. Makedonya’dan Milet’e geldikten sonra Efeslilere haber yollamış, topluluğun ihtiyarlarını yanına çağırarak onlara çektiği sıkıntılar, dışlanmalara rağmen tam bir alçak gönüllükle, gözyaşları içinde Rab’be nasıl kulluk ettiğini ve sözlerini yaymak için nelere katlandığını ancak artık Kudüs’e gitmesi gerektiğini anlatmıştır. Aziz Paul M.S.51–54 yılları arasını Efes’te geçirmiştir ve İncil’de Efeslilere, Galatya gibi farklı uluslara Tanrı’nın buyruklarını ileten mektuplarını burada yazmıştır. Efes’in Hıristiyanlık açısından en önemli kentlerden birisidir. İncil’de geçen yedi kiliseden en önemlisi olarak gösterilen kilise de Efes’te yer almakta olup, M.S. 431’de üçüncü evrensel konsül toplantısının yapıldığı yer Efes olmuştur. Dört kutsal İncil’den birisinin yazarı olan ve Türkiye’deki ilk yedi kiliseyi kuran Aziz Jean kilisesine de adını veren İncilci Yahya’nın da yaşadığı yer Efes’tir. Anadolu’da yaygın bir inanış olan Yedi Uyurlar Efsanesi’nin geçtiğine inanılan mağaralardan bir diğeri buradadır. Meryem Ana Evi: Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem son yıllarını Efes’te Bülbül Dağı’nda küçük bir evde geçirmiş ve burada vefat etmiştir. Hıristiyanlığın hac merkezi olduğu gibi Müslümanlarca da kutsal sayılan bu ev, Vatikan tarafından da kutsanmış olup her yıl 15 Ağustosta dini törenler düzenlenmektedir. Saint Jean Kilisesi: Hz. Meryem ile birlikte Efes’e gelen İncilci Yahya, İmparator Domitianus tarafından burada öldürülmek istenmiş, ancak her seferinde bir mucize göstererek öldürme teşebbüslerinden kurtulmuştur. Bir süre sürgüne gönderildikten sonra yaşlılığında tekrar Efes’e gelmiş ve burada ölmüştür. Yaşadığı ve öldüğü yerin Ayasuluk Tepesi’nin etekleri olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle burada adına ilk olarak 2.-3.yüzyılda bir bir mezar anıtı yapılmış, 4. yüzyılda bunun yerini bir kilise almış ardından İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’ni de inşa ettirmiş olan İmparator Justinianus ve karısı Theodora tarafından birtakım değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Ayasofya’dan sonra Anadolu’da inşa ettirilmiş en anıtsal yapı olması dolayısıyla da oldukça önemlidir. İncilci Yahya’nın mezarının da bu kilisenin içinde yer aldığına inanılır. AZİZ PAUL ÇANAKKALE’DE İlk olarak ikinci yolculuğunda Makedonya’ya geçmek için Çanakkale’ye uğrayan Aziz Paul, üçüncü yolculuğunda burada daha uzun süre kalmıştır. Deniz yoluyla Çanakkale’ye (Troas) giderek burada kendisini bekleyenlerle buluşmuş ve yedi gün boyunca burada kalarak vaazlar vermiştir. Kendisini dinlerken pencereden düşerek ölen bir çocuğu diriltme mucizesini de Çanakkale’de göstermiştir. Çanakkale’den ayrıldıktan sonra yanındakiler deniz yoluyla Aziz Paul ise yürümeyi tercih ettiği için karadan Behramkale (Assos) kentine doğru yol almıştır. Behramkale’de (Assos) buluşan Aziz Paul ve yandaşları daha sonra denizden Milet’e geçmişlerdir. Aziz Paul tarafından takip edilen taş kaplı antik yolların bir bölümü antik Çağ’ın en büyük ve zengin limanlarından birisi olan Alexandria Troas’da yer alıyor. Yüzlerce yıl değişmeden ve bozulmadan günümüze gelmeyi başarmış bu yolları adımlayarak Azizin anısını canlandırabilirsiniz. AZİZ PAUL DEMRE’DE Aziz Paul’un tutuklanarak Roma’ya götürülmesi azizin yaptığı dördüncü yolculuk olarak da gösterilmektedir. Her ne kadar tutuklu olarak yargılanmak üzere Roma’ya götürülmüş olsa da gemide kendisine oldukça iyi davranılmıştır. Aziz Paul’ün bindirildiği gemi Akdeniz güney kıyılarından geçirilerek Kilikya ve Pamfilya açıklarından geçmiş, Demre kentinde konaklamıştır. Buradan İtalya’ya giden bir gemiye bindirilmiş yine güney kıyılarında yer alan Datça (Knidos)’a uğramıştır. Demre’nin asıl önemi doğum yeri Patara olmasına karşın çocukların ve denizcilerin koruyucusu Noel Baba ile özdeşleşmesinden ileri gelmektedir. Bütün dünyada Noel Baba olarak bilinen Aziz Nicholas, Patara’da doğmuş, Demre Piskoposu olarak da hizmet vermiştir Günümüzde genel olarak bilindiği üzere sadece çocuklara değil, tüm insanlara elinden gelen yardımları esirgemeyen bu azizin adına yapılmış kilisede balık pulu desenleriyle bezeli Noel Baba’nın lahdini de görebilirsiniz. Tüm Hıristiyan âleminde her yıl kutlanan Noel bu azizin ilk kez 270 yılında fakir ailelerin kapılarına bıraktığı hediye torbalarının bir yansıması olarak devam ettiriliyor. Lahitindeki balık pulları fakirlerin olduğu kadar denizcilerin de koruyucusu olduğunu gösteriyor. Aziz Nicholas’ın 6 Aralık tarihinde Demre’de öldüğüne inanılmakta olup, bu tarihte mezarının bulunduğu kilisede her yıl düzenli olarak dünya çocuklarının katılımı ile düzenlenen törenlerle anılmaktadır. KAPADOKYA Günümüzde kayalara oyulmuş yüzlerce kilisenin varlığıyla Bizans döneminde yoğun bir Hıristiyan yerleşimine sahne olmuş, dinsel merkezlerden birisi olan Kapadokya’da da ilk Hıristiyan topluluklarının oluşmasını sağlayan olayın Aziz Paul’un yaptığı ikinci yolculuk olabileceği düşünülmektedir. Her ne kadar adı geçmiyor olsa da Galatya bölgesine giderken muhtemelen Kapadokya’ya da uğramış olmalıdır. Havari Petrus da birinci mektubunda burada yaşayan Hıristiyanlardan söz eder. Doğa harikası peribacalarıyla birlikte oldukça geniş bir alana yayılmış kiliselerin, şapellerin, manastır topluluklarının yer aldığı Kapadokya, Hıristiyanlığın baskı altında olduğu yıllarda Hıristiyanlara, mistik atmosferiyle kendi ile baş başa kalmak isteyen münzevilere kucak açmıştır. AZİZ PAUL’UN MEKTUPLARI Aziz Paul İncilde’de yer alan mektuplarından birini günümüzde Türkiye’nin orta kesimlerinde yer alan Galatya halkına, bir diğerini ise uzun yıllarını geçirdiği Efes halkına hitaben yazmıştır. Mektupları günümüzde dahi geçerliliği olan ve insanlık sevgisi, yardımseverlik, kardeşlik gibi konularda herkesin ders alabileceği nitelikler taşımaktadırlar. Galatya günümüzde Türkiye’nin başkenti Ankara ve çevresindeki bölge için M.Ö. III. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmış bir isimdir. Aziz Paul Galatya halkına yazdığı mektupta onlar için taşıdığı kaygılardan söz etmektedir. Galatyalıların tekrar eski inançlarına ve sözde Tanrılarına dönmelerinden çekinmekte asıl Tanrı’yı kendilerine tanıtmak için verdiği mücadelelerin boşuna olmasından korkmaktadır. Yazdığı mektupla Galatyalılar’ın kendisini horlamadan kabul ettiğinden ve çok iyi karşıladığından söz ettiği gibi kendilerini kandırmak ve doğru yoldan döndürmek için yapılan çabalara kulak asmamalarını tembihlemiş, bu durumun kendisini çok üzdüğünü ve dayanılmaz acılar verdiğini söylemiştir. Artık özgür olduklarını inançlarından dönerlerse tekrar köle olacakları konusunda Galatyalılar’ı uyarmıştır. “Mesih bizleri özgür kıldı. Bunun için mücadele edin. Bir daha kölelik boyunduruğu takmayın”. Kendisini oldukça iyi karşılayan ve Hıristiyanlığı koşulsuz kabul edip gereklerini eksiksiz yere getirirken birdenbire gerçeklere uymaktan alınmaları Aziz Paul’u üzmekte ve şaşırtmaktadır. Ancak güveni hala zedelenmemiştir. Aziz Paul’u üzen bir diğer şey ise birbirlerini sevmeleri, yardımcı olmaları gerekirken birbirleriyle kavga etmeleridir. Benliklerinin değil ruhlarının yönetiminde olmalarının kendilerinin yararına olacağı da değindiği diğer bir husustur. İyilik yapmaktan asla vazgeçmemeler, bir insan kötülük yapsa bile onu cezalandırmak için yol getirmeye çalışmalarını, birbirlerine her konuda yardımcı olmalarını, herkesin başkalarının işiyle uğraşmaları yerine kendi işleriyle ilgilenmelerini gerektiğini söylemiştir. AZİZ PAUL’UN ROTASI’NDA TÜRKİYE KIYILARI Aziz Paul yolculuklarının önemli bir kısmını da deniz yolu ile yapmış ve Türkiye’nin batı ve güney kıyılarının büyük bir bölümünü dolaşmıştır. İlk yolculuğuna deniz yoluyla başladığı gibi Roma’ya giden son yolculuğunda da deniz yolunu kullanmış her yolculuğunda Anadolu’nun limanlarına birden çok kez uğramıştır. Günümüzde de yüzlerce yıllık tarihi ile günümüze gelmeyi başaran antik kentlere ev sahipliği yapan Türkiye’nin kıyı bölgelerinde Aziz Paul’un izlerini deniz yolu ile aramayı tercih ederseniz alternatif rotalardan size en cazip gelenlerinden birini tercih etmeniz mümkün. AZİZ PAUL’UN DENİZ YOLU İLE YAPTIĞI SEYAHATLERDE UĞRADIĞI KENTLER - Selefkiye - Samandağ (Antakya), - Perge (Antalya), - Antalya - Tarsus (Mersin), - Troas (Çanakkale), - Efes (İzmir) - Behramkale (Assos) - Milet - Patara (Antalya-Kaş) - Demre - Knidos (Muğla-Datça) |
Cevap: Isparta il arşivi Isparta Valisi Memduh OĞUZ 1948 yılında Nevşehir’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Sırasıyla Avanos, Çayeli, Afşin, Derinkuyu, Dicle, Hayrabolu kaymakamlıklarında bulundu. Hayrabolu Kaymakamı iken aynı zamanda 2 yıl Belediye Başkanlığı görevini yerine getirdi. 1982 yılında Mülkiye Başmüfettişi oldu. Bu görevde iken İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğine getirildi. 1988 yılında Burdur Valisi oldu. Daha sonra Tekirdağ, Kocaeli ve Kırklareli Valiliklerinde bulundu. 30.12.2010 tarihinden itibaren Isparta Valiliği görevini yürütmektedir. Sosyoloji öğretmeni Canan OĞUZ ile evli olup, 2 oğlu ve 2 torunu vardır. |
Cevap: Isparta il arşivi T.C ISPARTA SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ Ege Üniversitesi’nden bir heyetin 1969 yılında izmir, Eskişehir ve Antalya üçgeni arasında yaptıkları bir teknik incelemenin sonunda Ege Üniversitesi’ne bağlı olarak ikinci bir Tıp Fakültesinin Isparta’da açılabileceğini belirtmeleri bu şehirde yükseköğretim birimi açılması yolunda ilk umudu yaratır. Tesiri birkaç yıl süren bu heyecanla bazi adimlar atilir.Ancak o yillarda Isparta’yi ümitlendiren tip fakültesi rüyasi büyük ölçüde Isparta’nin disinda gelisen nedenlerle hayata geçmez. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]21 subat 1976’da 1418 sayili kanunla Isparta Devlet Mimarlik ve Mühendislik Akademisi açilir. Akademi baskanligina önce Prof. Dr. Faruk Suner, kisa bir süre sonra da Prof. Dr. ihsan Koz atanir. Ayni yil Isparta’da Milli Egitim Bakanligina bagli olarak YAY-KUR kapsaminda bir de Meslek Yüksekokulu açilir. Bu okul da tipki Akademi gibi daha sonra SDÜ’ye dahil olacaktir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Akademinin baslangıçta bir çok sorunu vardır. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda akademisyen kadrosuyla eğitim vermeye çalışır. istanbul’dan ve Ankara’dan gelip giden ögretim üyelerinin ulasimindan konaklamasina, bina yetersizliginden araç gereç eksikligine, yemek probleminden kütüphane olusturmaya kadar hemen her alanda çekilen sikintilar o dönem yöneticilerinin her gün bogusmak zorunda kaldiklari sorunlar olacaktir.Diger taraftan Akademinin kampus ihtiyacini karsilamak için önce köy konumunda olan ve mahalle haline getirilen Çünür’de 870 dönümlük bir alan kamulastirilir ve üzerinde insa edilecek akademi binalarinin mimari projeleri de kisa sürede bakanligin açtigi bir yarisma sonucunda sekillenir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 1982 yilinda ülkemizde yüksekögretim kurumlari yeniden düzenlenir ve kisa adi YÖK olan Yüksekögretim Kurulu, bütün üniversiteleri, akademileri ve farkli isimlerle kurulmus yüksekokullari yeni bir düzenleme ile tek çati altinda toplar. Isparta’nin hayali de bu paketin içerisinde bir üniversiteye kavusmaktir ama bu düzenleme ile yeni üniversite Isparta’da degil Antalya’da kurulur ve Akademi, Akdeniz Üniversitesi’ne baglanarak Isparta Mühendislik Fakültesi adini alir. Ayni kanunla Isparta ve Burdur Meslek Yüksekokullari ile Egirdir’de yeni kurulan Egirdir Su Ürünleri Yüksekokulu da Isparta Mühendislik Fakültesi’ne baglanir. Ayrica Akdeniz Üniversitesi’nin Fen Bilimleri Enstitüsü de Isparta’da kurulur. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Daha önce kamulastirma çalismalari büyük ölçüde tamamlanmis ve önemli ölçüde agaçlandirilmis olan Çünür’deki kampus alaninda ilk insaat 1984 yilinda baslar.Bütçe ödenekleri ile yapilan ilk egitim bloku ile isitma merkezinin yani sira isadami sevket Demirel’in öncülügünde Göltas A. s. Tarafindan yaptirilan ve Üniversitenin elde ettigi ilk yapisal destek sayilan genel yönetim binasinin tamamlanmasindan sonra fakülte 1988 yilinda kendi kampusüne tasinir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Isparta’nin üniversitelesme yolunda attigi çok önemli adimlardan biri de kurulusu 80’li yillarda gerçeklesen Isparta Yüksek Ögretim Vakfidir. Basta valilik olmak üzere akademik yöneticilerin kamuoyuna yönelik yogun çabalari sonucunda 1984 yilinda Isparta Yüksek Ögretim Vakfi kurulur. Vakif imkanlarin yetersiz oldugu o yillarda ögretim üyelerine kira desteginden ögrenciye yönelik yardimlara, kirtasiyeden ulasim giderlerine kadar genis bir yelpazede önemli destekler saglar.Vakif o günlerde kampus girisine üzerinde “Gelecegin Isparta Üniversitesi” yazan bir tabela diktirir. Bu tabela hem insaatlarin baslamasindan duyulan sevincin, hem de gelecekteki üniversiteyi tetikleme arzusunun önemli bir göstergesi olarak algilanacaktir. |
Cevap: Isparta il arşivi Adını taşımaktan gurur duyduğumuz 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, 1 Kasım 1924’te Isparta'nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy'de doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon'da bitirdi. Şubat 1949'da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi' nde göreve başladı. Önce 1949-1950, daha sonra 1954-1955 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri'nde barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 1954 yılında Barajlar Dairesi Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldu. 1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde su mühendisliği konusunda dersler verdi |
Cevap: Isparta il arşivi Japonya’da 100 bin tirajlı bir derginin editörlüğünü yapan Enomoto Kenta, yılda 40 bin Japonun Bulgaristan’a gül terapisi ve gül bahçelerini görmek için gittiği söyledi. Yaptıkları inceleme ve araştırmalar sonrasında Isparta gülü ve gül yağının Bulgaristan gülünden daha kaliteli olduğunu ifade eden Kenta, “Isparta, bu konuda büyük bir potansiyele sahip. Gül turizmi dünyada hızla gelişen bir sektör. Isparta’nın turizminden pay alması ciddi bir çalışma ve tanıtım yapması halinde Japon turistlerin büyük bir kısmının kentinize geleceğini düşünüyorum.” dedi. Enomoto, Isparta’nın, dünyanın kozmetik sektörünün ana hammaddesi olan gülyağı ihtiyacının yüzde 40’ını karşılamasının önemli bir potansiyel olduğunu ifade ederek, bunun turizme yansımalarını önemli ekonomik girdiler sağlayacağını anlattı. Isparta’nın, gül bahçeleri için dönüşte yayınlarında sayfalarca yer ayıracaklarını ifade eden Enomoto, Mart 2012’de Japonya’da yapılacak turizm fuarına Batı Akdeniz (BAKA)'nın da katılarak tanıtım yapmasının faydalı olacağını kaydetti. BAKA Isparta Yatırım Destek Ofisi Koordinatörü Ali Galip Bilgili, BAKA Dış İlişkiler Birimi Başkanı Mehmet Pehlivan ile uzmanlar Bayram Altıntaş ve Muhsin Vural ile de bir süre görüştü. BAKA ekibi de Isparta’nın gül bahçeleri, kozmetik üretimi konusunda bilgilerle birlikte daha önce hazırlanan gül raporunu heyete verdi. BAKA Isparta Yatırım Destek Ofisi Koordinatörü Ali Galip Bilgili de kente gül turizmi yoğunluğunun artırılması için projeler hazırladıklarını söyledi. Bilgili, bu doğrultuda BAKA olarak Isparta’ya ‘Gül Park’ yapılacağını ve böylece gül turizminin geliştirilebileceğini belirterek, Japon turistlerin Isparta'ya getirilmesi konusunda da bir organizasyon düşündüklerini belirtti. |
| Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:20. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk