![]() |
![]() |
|
![]() | #1 | |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar" "Mustafa Kemâl Paşa'nın Falih Rıfkı'ya Verdiği Mülâkat" ''Milletimiz zafer neşesi ile gerçek ve hayatî çıkarlarını unutacak kadar uyuşup, sersemleşmemiştir!'' İzmir - Gazi Başkumandanımız ''Akşam'' için bugün görüşme yapmayı kabul etti. İzmir denizi karşısında, millet ordularının başkumandanından kazandığımız savaşın olağanüstü anılarını dinliyoruz. Önce kendilerinden hücum kararının ne zaman verildiğini sorduk: ''- Sakarya meydan savaşını sonuçlandıran saldırımız, memleketi düşman ordusundan temizleyinceye kadar harekete devam etmek kararının başlangıcı idi. Biliyorsunuz ki Sakarya savaşının son günlerinde Yunan sol tarafına ordumuz karşı saldırıda bulundu, işte Yunan ordusunu geri çekilmeye zorlayan o karşı saldırıdır ki ordumuz İzmir'e gelinceye kadar devam etti." - Saldırı kararının uygulanmasında bir senelik bir duraksama var. Harekâtın duraksamaksızın niçin devam etmediğini açıklar mısınız? ''- Aksine kesintisiz devam etti. Ancak büyük bir saldırı kararının uygulaması birtakım mantıksal kararlar almayı gerektirir. Bu kararların alınmasında bir zamana gereksinim vardır. Ancak gecikme ve bekleme hiç olmadı denilemez, bunun nedenlerini de siyasî düşüncelerde aramak gerekir. Yine de ordularımız çok önceden bugünkü sonuca varmak gücünü elde etmişti.'' - Bu son askeri harekât ile gerçekleşen büyük başarı, özellikle düşman ordusunun seri bir şekilde yok edilmesi, gerçekte bu ordunun maddî ve manevî kuvveti ile devlet yönetimindeki sarsılmadan mı ileri geldi? Trakya'ya gönderilmiş kuvvetlerin bıraktığı boşluk önemli miydi? ''- Bütün dünya bilir ki Yunan ordusu ......................... (noktalı yerler İngiliz sansürü tarafından çıkarılmıştır) bilimsel ve askerî buyruklara uymaya tamamen uygun şekilde oluşturulmuş ve düzenlenmiş kuvvetli bir ordu idi ve Yunan devletinin şimdiye kadar sahip olduğu orduların hepsinden kuvvetli idi. Moral durumunda da yayıldığı gibi, bir karışıklık olduğuna ilişkin gerçek hiçbir belirti yoktu. Yunan askerlerinin, askerlerimizle karşılaştıkları zaman kendilerini gevşemiş gibi göstererek ve gerçekteyse bizi gevşetmeye yöneltilmiş aşılamada bulunduklarına bakılırsa, bütün bu duyurmadaki amacın ne olduğunu ortaya çıkartır. Bu şekilde bize Yunan ordusunun dağılmasını bekleyerek sorunun çözülebileceği ümidini vermek istediler ve bu boş bekleyiş ile geçecek zamanın bizim ordumuzu dağıtacağını sandılar. Son çatışmalarda özellikle Afyon-Karahisar , Dumlupınar büyük meydan savaşı günlerinde düşmanın karşı koyma, mücadele ve bütün girişimleri ciddi ve önemli idi. Düşman ordusundan Trakya'ya önemli bir kuvvet geçirilmemiştir. Abartılarak anılan bu kuvvet, yeni oluşmuş etmiş yahut teşkilâtı henüz son bulmamış ve bir kısmı silâhsız iki üç alaydan meydana geliyordu. Yunan ordusu bütün silahları ve bütün araçları ile Anadolu'nun içinde milletin kalbine saplanmış bir hançer durumunda idi.'' - Paşa hazretleri, Yunan ordusu daha iyi gönderilip ve yönetilseydi uğradığı sonuçtan kurtulamaz mı idi? ''- Düşman ordusu kumanda ve subay heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kumanda ve subay heyetinden aşağı olduğuna şüphe yoktur. Ancak Yunan kumandanları ve subayları ordularını kurtarmak için her çareye büyük çabayla giriştiler.'' - İstanbul'da ordularımızın düşmana baskın yaparak hücum ettiği söylendi, bu noktayı da açıklar mısınız? ''- Ordularımızın strateji ve taktik harekâtı günlerce düşmanın gözü önünde ve keşif uçakları altında gerçekleşti. Bu harekâtımızı baskın sanıyorlarsa söylediklerinin doğru olması gerekirdi. Fakat ben sanıyordum ki Yunan kumandanlarıyla askerleri ordularımızın hazırlığından ve harekâtından haberdar idi. Ancak ordularına ve özellikle Afyonkarahisar, Seyitgazi, Eskişehir ve bütün cephelerde bir seneden beri çalışarak oluşturdukları ve her tür araçla pekiştirip ve donattıkları sağlamlaştırılmış yerlerde, çok sayıdaki topçularına, sonsuz cephane ve savaş gereçleri kaynaklarına gereğinden fazla güveniyorlardı. Şu gerçekte yanılıyorlardı ki insanların mücadelesinde en kuvvetli düşmanı durduracak olan iman dolu göğüslerdir!'' - Taarruzdan iki gün evvel Ankara'da gazetecilere sizin tarafınızdan bir çay ziyafeti verildiğini işitmiştik. Hattâ İstanbul gazeteleri bu ziyafete ilişkin telgraflar yayınladılar. Buna göre harekâtın başlangıcında sizin Ankara'da bulunduğunuzu zannediyorduk. ''- Doğrusu bu ziyafetten söz edildiğini ben de duydum. Fakat bu ziyafet değildi. Bazen insanlara yararlanmadıkları çok ziyafetler mal edilir!..'' Şimdi görüşmenin asıl önemli bölümüne gelmiştik: Taarruz harekâtı nasıl başladı ve nasıl gelişti? Bu olağanüstü Türk zaferinin hikâyesini, en yüksek etkileyici anlatıcıdan dinlemekte heyecan verici bir şey var. ''- Taarruz hareketi Afyonkarahisar cenup cephesinde düşmanın bir kısım müstahkem hatlarını çiğneyerek uygulanmış bir yarma hareketi ile başladı. Bundan sonra düşman ordusu kuvay-ı esaslarının bir araya gelerek hazır bulunduğu Afyonkarahisar - Dumlupınar meydan savaşı olarak adlandırılan ve beş gün devam eden mücadeleler sonucunda düşman ordusunun kuvay-ı esası artık kuvvet olmaktan çıkarılmıştı.'' - ''Başkumandan Savaşı" adını alan harp hangisi idi? ''- Bu isim, büyük meydan savaşının son kısmını oluşturan eden savaşa verilmiştir. Düşman ordusu meydan savaşı esnasında ikiye parçalanmıştı. Bunun büyük bir kısmı Dumlupınar kuzeyinde Adatepe civarında bir dereye sıkıştırıldı ve orada yok veya esir edildi.'' - izin verilirse resmi bildirilerimiz hakkında bir açıklamada bulunacağım: Bildirilerimizde başarılarımız tamamıyla anlatılmıyordu. Hatta biz kendi zaferlerimizin derecesini Yunan haberlerinden öğreniyorduk. ''- Hakkımız var. Biz resmî haberlerimizde sadece askeri harekâtın devamını ve gelişim şeklini göstermekle yetindik. Elde ettiğimiz başarıların önemi ve büyüklüğünü o kadar yakından anlamıştık ki bunun ilânını düşmanlarımıza bırakmakta sakınca görmüyorduk. Başarılarımızın düşman ağzından ifade edildiğini işitmek ayrıca bir zevk değil midir?'' - Akıncı denilen ayrılmış kuvvetlerimizin görevi ne oldu? ''- Bu isim altında resmî bildirilerde gördüğünüz kuvvetler düşman gerilerinde çalışmalarda görevlendirilmiş süvari kıtalarıyla bir kısım atlı piyadelerimizdir. Bu kuvvetler önemli işler gördüler, özetle birçok kasaba ve köylerimizi yangın ve yıkımdan kurtarmışlardır.'' Zaferin İstanbul'u ve bütün dünyayı şaşırtan akıllara hayret veren taraflarından biri de hızlılığıydı. Askerlerimiz İzmir'e girdiği zaman, Yunan ordusunun artakalan kısmı henüz şehri terk etmemişti. Bu çabukluğun nasıl olabildiğini Paşa hazretlerinden sorduk: ''Ordumuzun hızlı ve şiddetli uygulamasıyla! Gerçekten daha saldırı başlamazdan önce, dört yüz kilometreyi aşan uzaklık üzerinde durmaksızın ve bütün ordularla; düşmana nefes aldırmayacak kadar hızlı bir izleme noktasında etkili hazırlıklarda bulunmuş ve önlemler almıştık. Düşman kuvvetleri büyük meydan savaşında yenik düştükten sonra Dumlupınar yöresinde, Uşak'ın doğusunda Takmak, Alaşehir, Salihli civarlarında ve son defa olmak üzere İzmir'in yirmi beş-otuz kilometre doğusundaki hazırlanmış bir çok yerde savunma girişiminde bulundu. Bu girişimlerin her birinde düşman ordusundan kalanlar bir defa daha yenilip ve perişan edilip ordumuz İzmir'e girdi.'' - Harekâtta hedef tutulan amaç önce yalnız İzmir'e girmek mi idi! Bursa'ya harekât nasıl yöneltildi! ''- Askeri düzenimiz ve ayrılan kuvvetlerimiz, her iki hedefe kuvvet ve güvenliği ulaştıracak derecede idi. Sonuçta tasarladığımızın doğru olduğu İzmir'in sabah, Bursa'nın akşam olmak üzere ikisinin ayni günde kurtarılmış olmasından ortaya çıkar.'' Görüşme bundan sonra siyasi durum konusuna geçti. Bu konuya ilişkin Başkumandanımızın açıklaması şöyle özetlenebilir: "Ordularımızın ilk hedefi Akdeniz'di. Ordularımız Misak-ı Milli egemenliğini tamamıyla gerçekleştirdiği zaman ikinci ve üçüncü hedeflerine ulaşmış olacaklardır." Paşa hazretleri son söz olarak dediler ki: ''Milletimiz zafer neşesi ile gerçek ve hayatî çıkarlarını unutacak kadar uyuşup, sersemleşmemiştir!'' FALİH RIFKI | |
| ![]() |
![]() | #2 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar" "Mustafa Kemâl Paşa'nın Yakup Kadri ve Cemâl Nuri'ye Verdiği Mülâkat" ''Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulurken hangi konuları hayatî ve sağlanması gerekli görmüş ise bugün dahi yine aynı şeyleri söz konusu eder.'' MUSTAFA KEMÂL'İN YAKUP KADRİ İLE GÖRÜŞMESİ İzmir- Buraya geldiğim günden beri hep karargah çevresinde ve kumandanlarla askerler arasında bulunuyorum. Bunun içindir ki bana, Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri'ni sık sık görmek kısmet oluyor. Başkumandan İzmir şehrine girdikten sonra siyasî kişiliği, askerî kişiliği kadar belirginleşmeye başladı. Barış için ne düşünüyor, ne söyleyecek, kendisine kadar ulaşacak önerileri nasıl değerlendirecek, bu, dünyanın merak veren hattâ heyecan veren bilmecelerinden biridir. Başını çevreleyen görkemli zafer tacı ile olayların, dünyanın ön sırasında duruyor, fakat herkese yine her zamandan çok uzak görünüyor ve o zafer hâlesinin ışığı yüzüne, bir türlü, siyaset meraklılarının aradığı aydınlığı veremiyor. Ben kendileriyle ilk görüşmemde asıl bu anlaşılmayan taraflarını öğrenmek istedim, onun içindir ki, ilk sorum düne kadar yaptığı işlere ait olmadı, yarın ne yapmak fikrinde bulunduğunu sordum. Dedim ki: - Paşa hazretleri, Dumlupınar Meydan Savaşını kazanıldıktan sonra ordulara ilk hedefin Akdeniz olduğunu söylemiştiniz. ''İlk hedef'' deyimini kullanmakla izlenmesi gereken ikinci ve üçüncü hedeflerin var olduğunu üstü kapalı bir şekilde sezdirildiği anlaşılıyor. Lûtfen bu konuda biraz bilgi verir misiniz? Duraksamadan cevap verdiler, dediler ki: ''- Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının görevi Misak-ı Millî kararlarını yerine getirmektir. Türkiye halkı, millî sınırları içinde bütün uygar insanlar gibi tam anlamı ve kapsamıyla özgür ve bağımsız yaşayacaktır. Fakat bilirsiniz ki askeri hareket, siyasi çalışmaların ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güvenli bir şekilde gelişi orduların hareketinden daha seri hedeflere varışı sağlayabilir.'' Başkumandanın şu son cümlesi bana gelecekteki soruyu sormak cesaretini verdi: - Herhalde, dedim; bu hedeflere ordu ile veya diplomasi ile ulaşma konularındaki görüş tarzınızı bilmek pek faydalı olur kanısındayım. Paşa hazretleri ayni kesin tavırla: ''- Hiçbir zaman gereksiz yere kan dökmek istemedik ve istemeyiz. Milletimizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gerçek anlayışı böyledir. Şimdiye kadar dökülen kanların sorumluları uygarlık dünyasınca tanınmış ise felaketin devamına yer yoktur.'' Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerine tasarladığı barışın niteliği hakkında bir soru daha sormak istedim; dedim ki: - Yunan ordusunu, senelerce kendi topraklarını bile savunmakta güçsüz bırakacak biçimde dağıtıp ve perişan ettiniz! Böyle büyük ve yok edici bir zaferden sonra barışın oluşturulmasında siyasi görüşmeleri çetinleştirecek bazı yeni şartlar söz konusu olacak mıdır! Başkumandan gülümsedi: ''- Bu soruyu sormakla faydalı bir iş yaptığınızı düşünüyorum. Yalnız sizin değil, bütün dünyanın bize böyle bir soru yöneltmeye hakkı var ve yine alacağınız cevapla bütün dünyayı doyuma ulaştırmakta aracılık etmiş olacaksınız. Önce herkesin kesinlikle bilmesi gerekir ki, Türkiye halkının kendi kaderine kendisinin sahip olmasıyla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, ve yine herkesin açık olarak bilmesi gerekir ki bugünkü Türkiye halkı asırlarca kendi iradesini başkasının elinde görmeye katlanabilen halk değildir, ve asıl bilinmesi gereken tarafı bugünkü Türkiye halkının ve hükûmetinin aşırı istekler peşinde koşup kendi evini unutan ve harap bırakan maceracı insanlardan olmadığıdır. Bundan ötürü tam bir kesinlikle açıklayabilirim ki hükûmetimiz zafer sevinciyle gerçek çıkarını ve yaşamsal önemini unutacak kadar sersem olmamıştır. Biz yalnız açık hukukumuzu güvenle elde etmekten oluşan esasları izleriz. Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulurken hangi konuların hayatî ve sağlanması gerekli görmüş ise bugün dahi yine aynı şeyleri söz konusu eder.'' YAKUP KADRİ (İkdam'dan: 22 Eylûl 1922) MUSTAFA KEMAL'İN CELÂL NURİ İLE GÖRÜŞMESİ: İzmir - Bu Mektubumda Mustafa Kemâl Paşa'dan bahsedeceğim. Koca Gazi'miz Rıhtım boyunda -şimdi yanmış olan- bir gün önce bir sahil hanede oturuyordu. Her zamandan genç, çevik... - Paşam! Bu zaferi mantığım kavrayamıyor. Ver, elini öpeyim. Karşımda yüzyılımızın en büyük kılıcının sahibi duruyor. Son zafer kendisini her zamankinden çok güler yüzlü etmiş. Paşa, bundan sonra her türlü milli işlerimize hem de pek yakında erişeceğimize inanıyor, Büyük Başkumandanımız zaferin hızına hayran: - Ne dersiniz! Piyade de İzmir'e süvarilerle beraber girdi...Bu ne olağanüstü mekânı yok etmek ! Paşa söylüyor: ''-Askere dinlenmeyi emrediyorum. Asker dinlemiyor, ve, İzmir'de dinleniriz karşılığı vererek cenk ediyorlar!...'' İyice anladım ki Mustafa Kemâl Paşa bu savaşta yeni bir savaşma şekli seçmiş ve herkesi şaşırtmıştır. Bu saldırı ve hücumda uygulanan gizlilik bir şaheserdir. Bu kararı kumandanlar bile bilmiyorlardı. Bunun yalnız üç beş sırdaşı vardı. İşte o kadar... Paşa söylüyor: ''- Artık Yunan ordusu adına hiçbir şey bulunmuyordu. Hattâ Yunan devleti bile yoktur. Rumeli'deki bir iki tümenden başka Yunan'ın hiçbir kuvveti kalmamıştır.'' Kutsal milliyet ateşi Mustafa Kemâl Paşa'nın gözlerinde parlıyordu. Çok defa Paşa, dünyanın bizi henüz anlayamadığını, ve bu harikayı göstermekte yeterince başarılı olmayacağımızı sandığını söylüyordu. Gösteriş yapmadan ve alçakgönüllülüğü son dereceye götüren paşa, zaferi oluşturanı olmak üzere kutsal ve yüce Mehmetçiğimizi gösteriyor. Ancak bu hakkını bir çekince kaydı ile kabul ederiz: Mehmetçik ve kumandanlarımız! Bu savaştaki hız insanı şaşırtıyor. 26 Ağustos'ta başlayan zafer ve ilerleyiş hareketi 9 Eylül'de yetkinliğe ulaşmış ve bitmiştir. On beş günde önceki cepheden savaş ede ede İzmir'e varmak... Bu işte, ordumuzun ve kumandanlarımızın olağan üstü bir zafer gizidir. Bu koşullar altında değil savaşarak, yolculuk ederek bile iki haftada Afyon Karahisarı'ndan İzmir'e gitmek asla olamaz şeylerdendir. Savaş Mustafa Kemâl Paşa'yı hiç yormamış. Şurasını anladım ki zafer ve galibiyet her türlü yorgunluğu gideriyor ve insana yeni bir direnç yeteneği katıyor. CELÂL NURİ (İleri'den, 24 Eylül 1922) |
| ![]() |
![]() | #3 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar" "Mustafa Kemâl Paşa'nın United Press Ve Petit Parisien'e Verdiği Mülâkat" "Düşünceme göre yeryüzünde buna benzeyen diğer bir hükûmet mevcut değildir. Çünkü biz ne Bolşeviğiz, ne de komünist!." UNITED PRESS MUHABİRİNİN TELGRAFLA GÖRÜŞMESİ Bursa: 22 Eylül 922 - (Özel muhabirimizden) Sekizyüz Amerikan gazetesi adına hareket eden United Press muhabiri Doktor Edward King İstanbul'dan Başkumandan Paşa Hazretleriyle telgrafla bir görüşme yapmıştır. Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri Amerikan muhabirinin sorularına çok önemli cevaplar vermişlerdir. Muhabirin sorularını ve Paşa Hazretlerinin cevaplarını aynen gönderiyorum: - Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin barış programındaki esaslı noktalar nelerdir? ''- Misak-ı Milli.'' - Boğazlar konusunun çözümü için öneriler açıkladınız, çözüm şekli nedir? ''- İstanbul ve Marmara'nın güvenliği korunmak şartıyla Boğazların dünyaya açık bulunması temel amacımızdır. Bu konuda ilgili devletler ile beraber bulacağımız şekil, akıllıca ve değerli olacaktır.'' - Amerika Birleşik Devletleri hakkında ne türlü bir iktisadi siyaset izleyeceksiniz! ''- Amerika'nın milli çıkarlarımızı üst derecede tahmin edebilecek olan geniş sermaye ve kaynaklarından yararlanmayı önemsiyoruz.'' - Amerika ve Avrupa halkına daha başka şeyler bildirmek istiyor musunuz? ''- Amerika, Avrupa ve bütün uygar dünya bilmelidir ki Türkiye halkı her uygar ve yetenekli millet gibi kayıtsız şartsız hür ve bağımsız yaşamaya kesinlikle karar vermiştir. Bu yasal kararı bozmaya yönelik her kuvvet Türkiye'nin daima düşmanı kalır. Bu konuda insanlığın ve uygarlığın vicdanı kesinlikle Türkiye ile beraberdir. Memleketimizin uğradığı tahribatı imar ve senelerden beri türlü türlü engeller altında sıkıştırılan ekonomimizin yasal gelişimini sağlayan ve fen ve kültür içinde çalışan bir hayata kavuşmak başlıca ilkemizdir.'' EDWARD KİNG (Hâkimiyet-i Milliye'den, 24 Ekim 1922) PETIT PARISIEN MUHABİRİNİN GÖRÜŞMESİ Paris'te yayımlanan ve dünyanın en çok tiraja sahip gazetesi olan Petit Parisien Bursa'daki muhabiri aracılığıyla Başkumandan Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri ile bir görüşme yapmıştır. Fransız muhabiri, Gazi Başkumandanın sadeliğini ve onun yüzündeki kararlılık belirtilerini aktardıktan sonra diyor ki: Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri'ne doğuda yabancılara karşı başlayan ve Ankara'dan gelir gibi görünen hareketin Fransız Kamuoyunda oluşturduğu endişeden bahsettim. İzmir'de, Bursa'da, Ankara'nın siyaseti yüzünden Fransız çıkarlarının zarar görmeye başladığını, Fransızlar Türkler hakkındaki dostane siyasetlerinden ötürü bütün bütün müttefiklerinden ve özellikle Romanya ve Sırbistan'dan türlü sitem ve hücumlarla karşı karşıya kalırken, Türklerden zorluk görmeleri onları acıklı bir şaşkınlığa düşürdüğünü, Fransa Hükümeti Türk iddialarını ateşli şekilde savunduğu bir sırada Anadolu'da Fransız ticaret ve endüstrisinin sarsıntısını gerektirecek bir meslek tutulmakta olmasını anlayamadığımızı söyledim, ve Türk dostu bir Fransız sanatkârının bana dediği gibi Kuvay-ı Milliye ordusunun zaferi doğuda Fransız yararlarını mahvetmek demek olup olmadığını sordum. Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri sözlerimi pek fazla dikkatle dinledi. Gazi Mustafa Kemâl Paşa Anadolu'da yaşayan Fransız ve yabancıların birkaç haftadan beri işlerini düzelterek ve milliyet duygusunun yüksek bir devreye girmiş olan bu memleketi boşaltarak diğer Hıristiyanlar gibi göçe zorunlu kalmak üzere bulunduklarını bilecek kadar durumdan haberdardır. Gazi Başkumandan söze başlayarak dedi ki: ''- Bana, Avrupalıların ve özellikle Fransızların doğudaki çıkarlarından söz ediyorsunuz. Her şeyden önce şurası bilinmelidir ki Büyük Millet Meclisi Hükümeti kapitülasyonların bırakılmasını asla kabul etmeyecektir. Eğer yabancı tebaa eskiden olduğu gibi bundan sonra da kapitülasyonlardan yararlanmayı düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Kapitülasyonlar bizim için var olmamıştır ve asla var olmayacaktır. Fakat Türkiye'nin bağımsızlığı her alanda tamamen ve açıklıkla onaylanmak koşuluyla kapılarımız bütün yabancılara genişçe açık olacaktır. Türkiye ve büyük devletler arasında sonradan yapılacak sözleşmelere uyarak, yabancılarla iyi ilişkiler kurup ve devam ettireceğiz. Size güvence veririm ki bu nedenden ötürü müttefiklerin çıkarlarında beliren endişe gereksizdir. Birtakım ekonomik meseleler vardır ki biz bunları kendi kaynaklarımızla halledemeyiz ve bize yardım edecek dostlar aramaya zorunluyuz. Halkımızın Fransa hakkında dostluk duyguları beslemesi doğaldır, çünkü Fransa Kamuoyu'nun Türklere uygun olduğunu gördük ve her gün görüyoruz.'' - Türklerin Barış Konferansı'nda ileri sürecekleri önerilerin esas hatlarını lütfen açıklar mısınız? ''- Şartlarımız çok açık ve çok sadedir. Bağımsızlığımızın kayıtsız, şartsız onaylanmasını istiyoruz. Bu kısa cümlede programımızın bütün temel çerçevesi bulunmaktadır. Milli Sınırlarımız içerisinde bulunan toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu topraklar içerisinde tamamıyla bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz. İşte bütün istediklerimiz budur. Şu aralık ortada dünyayı ilgilendiren bir konu vardır ki bu da Boğazlar konusudur. Boğazlardan geçiş serbestliğinin sağlanması bizim için bir esas olduğunu bütün dünya bilir. Biz Boğazların açılışını ve serbestisinin güvencesini veriyoruz . Biz bu meselede tek bir şart ileri sürüyoruz. O da İstanbul'un ve Marmara Denizi'nin güvenliği konusudur. Bu konunun yalnız Türkiye'nin arzu ve özel çıkarları çerçevesinde çözülmeyeceğini bilmez değiliz. Bu işte Avrupa'nın genel çıkarlarını da göz önüne almak gerektiğini biliyoruz ve bunun için konferansta belirlenecek bir şekli kabule biz de hazırız.'' Paşa Hazretleri'ne sordum: - Şu halde M. Poincare tarafından barış konferansının iki bölüme ayrılmasıyla ortaya atılan öneriyi siz de kabul ediyorsunuz demektir. Gazi Mustafa Kemâl Paşa cevap verdi: ''- Türkiye, müttefikler ve Yunanistan arasında barış anlaşması için düzenlenmesi gereken sorunlar özellikle işbu devletleri ilgilendirir. Ancak Çanakkale meselesinin halli için özel bir konferans gerçekleştirilmesi ve bu konferansa bütün ilgili devletlerin ve özellikle Sovyet Hükümeti'nin katılmasını uygun buluyoruz.'' Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri'ne şu soruyu yönelttim: - Ankara Büyük Millet Meclis Hükümeti'nin Anadolu'da oturan yabancılara karşı hareket tarzı Bolşevikler tarafından kabul edilmiş olan önlemlere pek benziyor, kısaca İzmir'de bazı bankalarda ve hatta Fransız bankalarında yabancılara ait kasaların zorla açılması İstanbul'da müttefiklerin düşüncelerinde pek acıklı bir etki yaratmıştır. Türkiye'de komünizm şeklinde bir idare mi kurmak istiyorsunuz? Gazi Mustafa Kemâl Paşa şu cevabı verdi: ''- Yeni Türkiye'nin eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur. Tabii millet değişmemiştir. Aynı Türk unsuru bu milleti oluşturuyor. Ancak yönetim şekli değişiyor. Ankara Hükümeti'nden evvel İstanbul'da bir sultan ve bunun hükümeti vardı. Millet, memleketin işlerine, görevi kanun yapmaktan ibaret olan bir Meclis aracılığıyla katılabiliyordu. Bu şekildeki hükümet, millete arzuladığı bağımsızlık ve özgürlüğü vermeye yeterli değildi. ......................................... (noktalı yerler sansür tarafından çıkarılmıştır). Yaşamak ve bunun için de ne gerekirse onu yapmak istiyoruz. İşte bunun içindir ki üç seneden beri idaresini değiştirdi. Yukarıda açıkladığım hükümete karşılık, doğrudan doğruya milletten çıkan bir hükümeti kabul etti. Bu yeni hükümet milletin içinden, millet tarafında seçilmiş ve aynı zamanda hem yürütme, hem de yasama gücü olan vekillerden oluşur. Bu vekillerin bazıları önemli idarenin ayrıntılarını yürütmeye ve halk komiserleri görevini yerine getirmekle görevlidir. Gerçekte hâkim olan ve her şeyi idare eden merci, Millet Meclisidir. Düşünceme göre yeryüzünde buna benzeyen diğer bir hükûmet mevcut değildir. Şurasını unutmamalı ki bu idare şekli tamamen bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü biz ne Bolşeviğiz, ne de komünist! Ne Bolşevik ne de komünist olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize saygılıyız. Sonuçta bizim hükûmet şeklimiz tam bir demokrat hükûmetidir. Ve dilimizde bu hükûmet ''halk hükûmeti'' diye anılır. Bu hükûmet doğrudan doğruya milletin isteklerini gerçekleştirmeye hizmet eder ve millet, memleketin idaresine bizzat sahiptir. Bu önemle, kendi geleceğini kendisi belirler. Memleketimizdeki dare şubelerimizin tümünde uygulanacak olan yöntem de budur.'' - İstanbul'a dönüşünüzde padişahı tanıyacak mısınız? ''- Yirminci asırda bizim elimizden özgürlüğümüzü alıp başkalarının egemenlik yetkisine vermek ve kurmak olamaz. Hilâfeti koruyacağız. Şu şartla ki Büyük Millet Meclisi ve millet, halifenin yaslanacağı bir temel ve kuvvet olacaktır.'' - Hilâfette şimdiki kalıtım şeklini koruyacak mısınız? Gazi Mustafa Kemâl Paşa burada biraz kararsızlıktan sonra: ''- Bu noktada kesin bir şey söyleyemem. Yine de şimdiki usulün korunmasına öncelik tanınacağını düşünüyorum. Çünkü en sade ve en kolay uygulanan yol budur. Aslında bu konu yalnız Türkiye'ye ait olmayıp bütün İslâm âlemini ilgilendiren bir konudur.'' (İkdam'dan: 3 Kasım 1922) |
| ![]() |
![]() | #4 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar" "Mustafa Kemâl Paşa'nın Hakkı Tarık'a Verdiği Mülâkat" ''Bugün Türkiye devleti doğrudan doğruya bir Meclis, bir danışma hükûmeti ile idare olunur ve sonsuza değin böyle idare olunacaktır.'' - Paşa hazretleri hem 10 temmuzun, hem 1 Kasımın başarılı bir kumandanıdırlar. İki devrim arasındaki farkı, devletin başındaki ağzıdan işitmek isteriz. ''- Bu iki devrim arasındaki fark, tanımlanmayacak derecede büyüktür sanıyorum. Birincisi, milletin doğasında aradığı özgürlük havasını soluduğunu düşündürten bir harekettir; fakat ikincisi milletin özgürlük ve egemenliğini gerçekten ve olaylarla belirleyen ve ilân eden bir ongun devrimdir ve şüphe yok, yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada dikkate alınacak öneme yaraşır bir yeniliktir. - Bazıları iki devrimin içerdiği yönetim şekli arasında bir fark olmadığına inanıyor görünüyorlar. Örneğin: ''Meşrutiyette sorumluluğu olmayan bir makamda tutulan hükümdar ise de kendiliğinden bir başvekil atama yapar görünmektedir; fakat bir deneme devresinden sonra bu başvekili güvenle yerinde tutup tutmamak yine Millet Meclisi'nin elindedir ve bütün yürütme işlerinde sadrazamın imzası olmadan hükümdarın imzası bir değer taşımaz. Şu halde bugünkü yürütme vekilleri heyeti, dünkü bakanlar heyeti ile karşılaştırırsak, iki şekli idarede büyük bir fark görmemek gerekir'' diyorlar. ''- 10 Temmuz devrimi bir hükümdarı zorbalıkla millet arasında en sonunda kayıt ve şart ile denge arayan bir anlayışı elde etmeye yönelmiş idi. Oysa son devrim, hükümdarın yönettiği parlamento şeklini dahi özgürlük ve milletin geleceği için yeterli göremez ve şartsız egemenliği, milletin sorumluluğunda tutan esaslı bir ilkeye dayanır. Bu ilkeyle ilgili şekil, hiçbir zaman eski biçim ile karşılaştırma kabul edemez. Bugün Türkiye devleti doğrudan doğruya bir Meclis, bir danışma hükûmeti ile idare olunur ve sonsuza değin böyle idare olunacaktır. Türkiye Devleti'nin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin esas niteliğini anlayabilmek için, Teşkilâtı Esasiye'sini dikkatle incelemek gerekir. Bu konuda benim tarafımdan verilen bir nutku gözden geçirmek de uygun olur.'' - Teşkilâtı Esasiye kanunumuzun incelenmesi bazılarınca bir noktadan, bir madde eklenmesine gereksinim hissettirdiği düşüncesini yaratmıştır; Meclisin iki seneden oluşan toplumsal süresi bitmeden Meclis dışındaki halkın oylarını yoklamak doğarsa uygulamasına nasıl olanak verilebilecektir! ''- Bunun için bir madde eklenmesine gerek yoktur. Gerçek durumla yüz yüze gelmesinde Meclis buna ilişkin yöntemler çerçevesinde bir karar alacak mevkidedir. - Paşa Hazretleri barış görüşmelerinde bulunuyoruz. Bugünkü Meclis, toplantı süresini, milli amacın gerçekleşmesi ile bağlamış ve sınırlamıştır. Meclis, bakanlar kurulunu barış antlaşmasının imzasına yetkili kılmak gibi bir karar alınca kendisi milli amaca ulaşmış sayılabilecek midir? ''- Şüphesiz kabule değer göreceği barış şartlarını onayladığı gün, varoluş nedeni olan olan milli görevi tamamlanmış olacaktır ve Teşkilâtı Esasiye kanununda açıklandığı üzere iki sene devam etmek üzere yeni seçimler yapılacaktır.'' - Paşa hazretleri memleketimizin her noktasını tanımış, sahip olduğu saygınlık ve bilgisini de başarılarıyla kanıtlamıştır. Özellikle işgalden kurtarılan yerleri göz önüne alarak, eğer milli çalışmaları bir sıra numarası altına almak gerekirse, en başa hangi tür uygulamaları geçireceklerdir. ''- Buna ilişkin barıştan sonra ilân edeceğim programda yeterli açıklamayı göreceksiniz. (Paşa hazretlerini programın esasları hakkında söyletmek mümkün olmadı ve ikinci bir görüşme bu sır gibi gizlenen ve kendini tutma sebebinden bir haber verdi. Dün bütün milli istekler bir ''misak (and)'' üzerinde toplanarak savunma yolunda memlekete nasıl bir dayanak noktası bulunmuş ve başarılı olunmuşsa, Paşa hazretleri yarın da milli kalkınma için öyle bir dayanak noktasını belirlerken, kendi deyişiyle, memleketin aydınlarının ''yazılı bir kongre''ye katılmasını tasarlamışlardır. O cevaplar gelip toplandıktan sonra seçilmiş, heyetin yardımıyla bunları gözden geçirecekler ve bütün halk kütlesini birden kaldıracak bir idare kaldıracını o zaman harekete getireceklerdir.) (Vakit'den: 12.Aralık.1922, Nu: 1796) |
| ![]() |
![]() | #5 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar" "Mustafa Kemâl Paşa'nın Paul Herriot'ya Verdiği Mülâkat" ''Türkiye'nin Rum Patrikhanesi içini arazisi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var?'' Paul Herriot'nun 26 Aralık 1922'de gazetesine çektiği telgraf: Ankara'ya varır varmaz Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa'dan istediğim görüşmeyi yapmak fırsatını elde ettim. Saygıdeğer kişi beni Çankaya köşkünde kabul etme alçakgönüllülüğünde bulundu. Verdikleri bu önemli demeci geleceğe aynen bildiriyorum. Mustafa Kemal Paşa hazretleri sözlerine şöyle başladılar: '- Türkiye'ye karşı daima iyi niyetler beslemiş olan Fransız kavminin Türkleri, içinde bulundukları savaştan çıkmış görmek arzusunda bulunduğuna ve Türk isteklerinin haklı ve mantıklı olduğunu kabul ettiğine içtenlikle eminim. Bununla birlikte Lozan'daki delegelerinizin seçtiği hareket çizgisinden derinden şaşkınım ve bu delegelerin memleketiniz kamuoyunun gerçek temsilcisi olduklarına inanamıyorum. Delegelerimiz hiçbir yeni istekte bulunmadılar. Kendilerinin istekleri memleketimizin yaşaması ve bağımsızlığının sağlanması için gereken koşulların en alt düzeyini içermektedir. İstanbul ve Marmara denizinin güvenlik ve saldırı dokunulmazlığı hakkında gerekli güvence verilmek koşuluyla Boğazlar serbest geçişini en önce öneren biziz. Bugüne kadar bunu yapmadılar. Bu uygulanabilir güvence talebinde bulunduğumuzdan dolayı bizi ciddi olarak hatalı bulamazlar. Bugün bizi Lozan'a davet eden kişilerin konferansın açılmasından önce İstanbul'un bize iade edileceğine söz veren insanlar olduğunu anımsarsak bu söz verişin bize iyi niyetiyle yapılmış olmasından şüphe etmeye başlıyoruz. Çünkü İstanbul'un esenlik ve güvenliği için gerekli olan koşullar hakkında bugün bizimle pazarlık yapılmak isteniyor. Yine de bu konudaki fikrimi açıklamayı Boğazlar konusunun çözüldüğünü öğreneceğim güne erteliyorum. Kapitülasyonlar 'Fakat şimdiye kadar Lozan, bize beklenmeyecek ve şaşkınlık verici diğer manzaralar da hazırlamaktan geri durmadı. Kapitülâsyonların konferansta birçok toplantıları işgal etmiş olması sebebini bir türlü anlayamıyoruz. Bu meselenin söz konusu edilmesi ve görüşülmesi bile millî gururumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülâsyonların Türk milleti için ne derece nefret edilecek bir şey olduğunu size anlatmayı başaramam. Bunları diğer şekil ve adlar altında gizleyerek bize kabul ettirmeye başaracaklarını düşünenler ve hayal edenler bu noktada pek çok aldanıyorlar. Zira Türkler kapitülasyonların devam ettirilmesi kendilerini pek az bir zamanda ölüme göndereceğini pek iyi anlamışlardır. Türkiye, esir olarak mahvolmaktansa son nefesine kadar mücadele ve çaba göstermeye azmetmiştir. Ümit ederim ki bizimle barış yapmak istediklerini açıklayanlar bakış açılarında ısrar etmeyerek, bu meselede Türk milletinin azim ve iradesi zararına yürümenin olanaklı olamayacağını anladıklarını yakından göstermeye cesaret edeceklerdir. Bir arabozucu ve ihanet ocağı bulunan, memlekette ayrılık ve uyuşmazlık saçan, Hristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa sebep olan ve felâket olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli kuruluşu memleketimizde bulundurmaya bizi mecbur etmek için ne gibi gerekçe ve sebepler gösterilebilir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi içini arazisi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının gerçek yeri Yunanistan'da değil midir? Dünyanın unutmaması gereken bir önemli nokta daha vardır: Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, taht hükümeti idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref ve onurunu, güç ve kuvvetini anlamış ve hukukunu korumak için varlığını tehlikeye atmaya da hazır ve emrindedir.'' PAUL HERRIOT (Hâkimiyet-i Milliye'den: 2 Ocak 1923) |
| ![]() |
![]() | #6 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar" "Mustafa Kemâl Paşa'nın İzmit'te İstanbul Gazetecilerine Verdiği Mülâkat" '' Olaylar ve tarihî deneyimlerimiz, milleti koyun sürüsü halinde kuralsız, çıkarların peşinde sürükleyen idarelerin kalmadığını göstermiştir.'' İzmit - Gâzi Başkumandınımız dışişleri ve gelecekteki ulusal çalışmalar konusunda kendilerinden açıklama almak üzere İzmit'e giden sabah gazeteleri yazarları ile Akşam yazarını kabul ederek aşağıdaki açıklamada bulunmuşlardır: ''- Bu amaca yarayabilecek iki ayrıntılı konuşma yapılmıştır. Elbette ben de İstanbul'un kıymetli basın mensupları ile böyle bir görüşmeye neden olduğundan ötürü fazlasıyla memnun bulunuyorum. Memnuniyetimin en önemli nedeni, bence de doğal olarak uygun bir istektir ki benim ve çalışma arkadaşlarımın iç ve dışişlerini nasıl görmekte olduğumuzu ve geleceğe ait ulusal sorunlarımızın nasıl olması gerektiği düşüncelerimizi bütün millet ve dünya bir an önce bilsin. Bunu sağlamakta bütün basın olduğu gibi, çok önemli olan İstanbul basınının yerine getireceği görevin derecesi kolaylıkla anlaşılabilir. Gerçekleşen bütün görüşmelerde adı geçen üç temel dayanak üzerinde çok ayrıntılı ve hattâ tartışmalı fikir alışverişi edildi. Ve benim arzu ettiğiniz her nokta ve bütün ayrıntılar üzerindeki açıklamalarımı dinlediniz, bu şekilde öğrendiğiniz konuların birkaç kelime ile özetini yapmak gerekirse denilebilir ki: 1- Millet üç buçuk seneden beridir göğüslediği zorluk ve özverilerinin belirgin ve olumlu sonucunu görmekle, izlenen hareketin kesinlikle mutluluk hedefine ulaşacağından emindir. Bugünkü başarıları mutlaka belirleyip ve onaylatmak için gerekli gösterilirse, şimdiye kadar olduğundan daha geniş bir kararlılık ve güvenle özverilerini ve çabasını sürdürmeye hazırdır. Milletin mutlaka barış veya mutlaka savaş arzusu gibi, başlı başına bir kesin ifadesi yoktur. Millet geleneği belirgin bir özeliğinin ifadesini kullanmaktadır: ''Hayırlı olanı isteriz!'' Hayırlı olan, bizi şimdiye kadar yararlı ve esenliğe ulaştıranların hükmedecekleri tarzdır. Milletin bu ifade ile kastettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükûmetidir. Bunların düşündüğü biran önce barışı sağlamaktır. Buna milletin ve memleketin gereksinimi olduğu kadar bütün dünyanın kesin gereksinimi vardır. Bir kere savaş durumu sürmekle önce millî arzuyu yerine getirememek, ikinci olarak dünyanın huzur ve rahatına engel olmak gibi sorumlulukların sahibi olmak doğru olmadığı gibi özellikle bu ün bütün içtenlikle çabalayarak barışı elde etmek için her türlü önleme girişmek demektir. Ve bütün kalbini ayrıcalıksız dünyaya açık olarak göstermeyi sağlamaya çalışmaktır. İtilâf devletlerinin bu gerçeği anlamamalarına olasılık vermemektedir. Eğer devletlerin ve milletlerin konferanstaki temsilcileri bu toplantıya aykırı harekete devamda ısrar gösterirler ve insanlığın ve uygarlığın can atarak beklediği barış sözleşmesini sonuçsuz bırakırlar ise Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti bundan çok üzülmüş, etkilenmiş olacaktır. Bu insanî üzüntü kendisini elbette yetersiz ve kararsız kalbe uğratmaz. Üç buçuk seneden beri elde edilmesi uğrunda katlanılmadık özveri kalmayan en temel millî hukukunu ne olursa olsun elde etme ve sağlamaktan oluşan görevin, yine bütün milletin yeteneğine, gücüne, kararlılığına ve kendisine olan güven ve inanışına dayanarak şimdiye kadar olduğundan daha büyük bir çalışmayla yerine getirmeyey devam edecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin utkulu orduları yeni zaferler elde etmeyi aşkına doymuş değildirler. Fakat bu zafer aşkı milletin esenlik ve mutluluk sağlama aşkından doğmaktadır. İkincisinin olması, birinciyi olmuş saydırabilir. 2- Hükûmet savaş durumu ve bekleyişin devamına karşın milleti, şimdiden yeni şeklimizde idarenin üzerine aldığı gerçek çıkarlardan yararlandırabilmek için gereği gibi çalışmakta, yeni bir girişim almakta veya yeni bir girişimin temellerini düşünmektedir. Memleketin en ücra köşelerinde bile huzur ve halk düzeni o derece temin edilmiştir ki bunu geçmiş zamanın en durgun bir devresindeki durum ile karşılaştırmak yersiz olur. Herkes güvenle ve özellikle çok büyük ümitlerle tarlalarında veya sanatları başında faaliyete geçmiş bulunuyor. Ve çalışma ve gayretlerinin kendilerinden izinsiz aşınmayacak ürünlerinin devşirilmesinden emindirler. Ekonomi, eğitim işleri, sosyal yardım himmetleri şimdiden görülebilir yeni sonuçlar vermiştir. Ziraat mektepleri mevcut olanlardan başka Bursa'da, Balıkesir'de, İzmir'de, Adana'da, Erzincan'da beş mektebe sahip olmakla arttırılmıştır. Savaşın ve yenileştirmenin durgunlaştırdığı ziraat bankaları yeniden çalışır hale konmuş ve birçok şube açarak halkın yardımına koşmaya başlamıştır. Birçok sığınmacı ve göçmenler gönenç ile orantılı yerlere gönderilip ve yerleştirilmiştir. Bunun daha iyi sağlanması için özel yardım bankaları kurulmak üzeredir. Köylülere önemli miktarda (2 buçuk milyon liralık) tarım alet ve parçaları çiftçiye paylaştırılmış ve bu konudaki dağıtıma devam edilmektedir. Ayrıca köylülere alet ve parçaları tarıma vermek ve bunları gerektiğinde tamir etmek için sermayenin yüzde yetmişine katılacağımız bir şirket ile anlaşılmak üzeredir. Bu, çiftçilerin çok memnuniyetini ve çıkarlarını sağlayacaktır. Bayındırlık girişimi yakında eyleme çevrilebilecek ümit verici bir yerdedir. Bunun sonucunda memleketin bütün önemli merkezleri bir diğerine az zamanda demiryolu ile bağlanacaktır. Mühim uygarlık hazineleri açılacaktır. Memleketimizin baştan sonuna kadar harap görüntüsünü bayındır duruma çevirmekten oluşan amacın temel taşları her yerde gözleri sevinç içinde bırakacaktır. Çalışmak ve mutlu olma gereksinimi bulunan bütün halkımız için, işler için geniş ve emin çalışma alanları davetlerini yapmakta gecikmeyecektir. Memleketi kalkındırmak ve milleti mutlu etmek için düşünülen ve girişilen bütün bu işlerde izlenecek programın esas noktalarına fiilen girişilmiş kabul edilebilir. Özellikle ekonomik çalışmaları dayandıracağımız esaslar her türlü bilgiyle beraber özellikle doğrudan doğruya memleketimizin topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini dinlenerek belirlenecektir. Sanayi ve ticaretimiz için dahi aynı görüşmeler yapılacaktır. Bunun içindir ki şubatın on beşinde İzmir'de belki beş bin kişinin toplanabileceği bir kongre yapılacaktır. Bu kongre bizzat millete ve bir taraftan da diğer milletlere anlatacaktır ki yeni Türkiye devleti temellerini süngü ile değil, süngünün dahi güç aldığı ekonomiyle kuracaktır. Yeni Türkiye devleti dünyayı ele geçiren bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye devleti bir ekonomi devleti olacaktır ve bu devleti en kuvvetli temeller üzerinde çok az zamanda kurmak konusunda Japonlardan az yetenekli olmadığını eylemsel olarak kanıtlayacaktır. Bu saydığım ekonomik girişimler ve sanayi içinde söz ettiğim şirketlerin, bağımsızlık ve milli egemenliğimize saygılı milletlerin güvenle hükûmetimizle ilişki kurmaları ve kanunlarımız çerçevesinde anlaşmaları ile faaliyete geçebileceklerini söylemeye gerek yoktur. Gerçekten memleketimizi az bir zamanda kalkındırmak için milletimizin gayri kâfi sermayesi karşısında dışarıdan gelen sermayesinden, araçlarından, uzmanlığından yararlanmak gerçek çıkarlarımızın arasındadır. Hükûmetimiz, açıklanmasına gerek olmayan temellerin uygulayıcısı kalacak olan her devlet ve millete karşı bu konuda güven ve içtenlikli durum takınacaktır. 3- İçinde bulunduğumuz durumda çok kuvvetli olmamızı sağlayacak ve gelecekteki girişimlerimizde mutlaka başarılı olacağımızı bize söz veren durum, milletin yenilikler ile ve mücadele ile kurulmuş olduğu bugünkü hükûmetimizin şekli ve temel içeriğidir. Hükûmetimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti millîdir, tamamıyla maddîdir, gerçekçidir. Boş idealler arkasında o ideallere varmak için değil, fakat ulaştırmak hayaliyle milleti kayalara çarparak, bataklara batırarak, en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi cinayetten çekinen bir hükûmettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarının ilkesi şu iki esastır: 1- Bağımsızlığı tam, 2- Kayıtsız şartsız Milli egemenlik. Birinci ilkenin ifadesi ''Misak-ı Millî''dir. 2'nci ve yaşamsal olan ilkenin açıklaması ''Teşkilât-ı Esasiye Kanunu''dur. Millet, Misak-ı Millî'nin anlamını seçkin evlâtlarından oluşturduğu kahraman ordularıyla fiilen elde etmiştir. ''Teşkilât-ı Esasiye Kanunu''nun asıl ruhu ise, bu kanunun kitaplara geçmesinden önce, milletin bilincinde ve vicdanında toplanmış olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere kurduğu Meclise verdiği ilk görev ile, ve senelerden beri hükümleri fiilen uygulaya gelmekte olmasıyla ve en sonunda kanun şeklinde dünyanın gözleri önüne koymasıyla yerine getirilmiştir. Hâkimiyet şartsız milletindir. Olaylar ve tarihî deneyimlerimiz bize milleti koyun sürüsü halinde, kuralsız, arzu ve tutkuların ve hiçbir şekilde tatmin edilemeyen çıkarların peşinde sürüklemekle mahvını sonucuna varmış yeni nitelikler getiren idare tarzlarının artık memleketimizde yöresel uygulamalarının kalmadığını göstermiştir. Millet hâkimiyetini değil, hâkimiyetin bir zerresini dahi başkasına terk ve vazgeçmeni gerektirecek felâketin, yıkıntının zararını, kederini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir. Zaten iradenin ve hâkimiyetin parçalanamaz ve bölünmüş olunduğunu bilimsel ve gerçekçi düşündükten sonra böyle bir görüşün eyleme geçirmeye kalkışmak ancak kuramsal ve yapay bir işe zorunlu olmadan girişmekten başka bir şekilde yorumlamak olanaklı değildir. Millet ve memleketimiz için ise bu zorunluluk ortadan kalkmıştır. Çünkü milleti bağımsızlıktan yoksun eden engel milletin kaynama ve coşmasıyla biraz zahmetli ve fakat sonucunda başarılıyla ortadan kaldırılmıştır. Yok olmuşun diriltilmesine kalkışmak ise doğal olarak imkansızın olası olduğu zan ve saçmalığında inat olur. Bu, dik kafalıların ki milletin çektiği acıyı bilerek veya bilmeyerek istekli olanlar, gerçek pişmanlıklarını ve acının zararını gerektirmesinden başka bir sonuç vermez. Artık millete karşı namuslu, açık, kaçınılmaz gerçeği açıklayanlar çoktur. Milletimiz ise iyi niyetli ve gerektiğinde uygulamaya çok uygun ve yatkındır. Bu doğuştan gelen yeteneği kanıtlamak için yakın tarihin bile verebileceği örnekler boldur. Felâketini anlayan milletimiz, ne İslam şeyhlerine gereken dindir diye irticayı davet eden fetvalarına, ve ne de halife ve padişahın camilerden çalınan ayet ve tekrarlanan hadisler ile süslenip ve yaldızlanmış sancakları başlarında taşıyan hilâfet ordularına ve ne de milli mücadele süresince hiçbir şey elde edilememsinden başka büsbütün yıkıntı ve çöküntünün nedeni olacağını söylemekle milleti bağımsızlık ve egemenliğinde kabul edilir kılmaya güç harcayan Osmanlı hükümetinin hatalı çalışması cahilcesine ve en sonunda uçakları ile halife ve padişahın bildirilerini savaşan ordumuz saflarına atan ve halife adına hareket ettiğini söyleyen Yunan ordusunun aldatmalarına zerre kadar ilgi göstermedi; gösteremez ve göstermeyecektir. Özellikle bundan sonra kesinlikle gösteremeyecektir. Çünkü bu millet asırlardan beri bu gibi gericilerin, cahillerin, ikiyüzlülerin, çıkarcıların, serserilerin, sözlerine inanmak saflığını gösterdiğinden dolayıdır ki bugün çamurdan ve sazdan izbelerde oturmaya mahkûm çıplak ayaklarıyla ve çıplak vücutlarıyla çamurların, karların, yağmurların amansız şamarları altında yeniden aklını başına toplamak zorunda kalmıştır. 4- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti, memleketin bütün vicdanlı ve namuslu aydınları, millete ve memlekete karşı önce bu millet ve memleketin birer evlâdı olmasıyla, sonra bağlı oldukları toplumsal grupların dünya uygarlığında derecesini yükselttikçe bunun kendileri için ne derece gereken onur ve mutluluk olacağını düşünmekle kendilerine yönelik görevin memleketi ve milleti uygarlığı insanlık gereklerinin zorunlu kıldığı olgunlaşma düzeyine getirmek için bütün varlığıyla her türlü çalışma şubelerinde en doğru yolları aramak ve bulmak, bunun en doğru olduğunu millete anlatmakla beraber üzerinde hızlı ve geniş adımlarla yürümeyi ve bütün milleti yürütmeyi sağlamaktır. Bunda başarının gerektirdiği nitelikleri düşünerek, bu niteliklerde var olanlarını yararlanılacak seviyeye koymak ve bulunmayanları bulmaya çalışmak konusundaki çabanın ne kadar ciddî olması gerekeceğini anlıyoruz. Milli Hedef belirlenmiştir. Ona ulaştıracak yolları bulmak zor değildir, önemli olan, çetin olan o yollar üzerinde çalışmaktır. Denilebilir ki hiçbir şeye gereksinimimiz yok. Yalnız bir tek şeye ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak! Sosyal hastalıklarımızı incelersek asıl olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık keşfedemeyiz, hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı iyice tedavi etmektir, milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan bolluk ve mutluluk yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. 5- Ayrıcalıksız bizim milletimizin bireyleri çalışmaya isteklidir. Fakat harcanan mesaiden âzami istifade, sa'yde tatbik olunan usul ile mütenasiptir. Evvelâ usullerimizi en çok semerebahş tarçz-ı medenide tesbit etmeliyiz. Bir de mesai müteferrik çalışma çeşitli) oldukça netaciyi (sonuçları) o mesainin muhassala halinde vereceği neticeden çok dündur (aşağıdır). Bunun için milletin ihtiyacat-ı içtimaiyesini ve mazideki zararlarını tatmin ve telâfi edebilecek (giderebilecek) en mâkul programı tesbit etmeye mecburuz. Program bütün milletçe tatbik olunmalıdır. Bu ancak bir teşekkül-ü siyasî ile mümkün olur. İşte bu gerçeğin gerektirmesi ve zorlaması üzerinedir ki, bütün sınıfları bir diğerine ayrılması olanaksız çünkü çıkarları bir diğerinden ayrılmayan, halkımızın ortak ve genel olan yararlarını ve mutluluğunu sağlamak için ''Halk Fırkası'' adı altında bir parti kurulması düşünülmektedir. Fakat millî ereklerimizden çok kişisel çıkarlar temeline dayanan siyasî örgütlerden ve bu kuruluşların aldatmalarından, çatışmalarından doğmuş olan tarzların hala cezasını çekmekte olan milletin aynı nitelikte birtakım faydasız uğraşlara yöneltmek kadar büyükten günah yoktur. Mondros Ateşkes hükümlerinin haksız ve adaletsiz bir şekilde fiilen bozulmuş olmasından bütün memleket için çok felâketler doğmuştur. Bu felâketlerin en korkuncuna sahne olan yerlerden biri de İstanbul'dur. İstanbul yalnız yabancıların saldırısına, baskısına ve aşağılatmasına göğüs germemiştir. İstanbul aynı zamanda asırlardan beri milletin başında taşıdığı bir tacın ve onun aracılığıyla da kederle ağlamaklı olmuştur.'' |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
atatürkle konuşmalar |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |