IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 25 Temmuz 2008, 05:46   #41
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana




Türk Devrimi'nin ve Anadolu Türk Aydınlanması'nın yaratıcısı olan Atatürk, kısacık hayatının 26 yılını asker olarak yaşamış ve bunun da 11 yılında, savaş alanlarında muzaffer bir komutan olarak bulunmuştur.
Henüz 16 yaşındayken, Manastır Askeri Lisesi'nde sıtmaya yakalanmış, Trablusgarp'ta gözlerinden ve dünya savaşının sonlarında böbreklerinden rahatsızlanmıştı. 1920'de dalak büyümesi saptanmış, Cumhuriyetin ilan edildiği günlerde ve 1927'de iki kez kalp krizi geçirmişti. Görüldüğü gibi Atatürk ne yazık ki sağlıklı bir bünyeye sahip değildi. Atatürk'ün sağlığı 1935'ten sonra bozulmaya başladı denilebilir. Karaciğer yetersizliğinin ilk belirtileri olan kaşıntı, burun kanaması, halsizlik ve yorgunluk 1937 yılında başlamıştır. Bu dönemde karaciğer hastalığı olabileceği düşünülmediği gibi şikâyetleri günübirlik giderilmeye çalışıldı. Atatürk 21 Ocak 1938'de kaplıca sularından faydalanmak ümidiyle Yalova'ya gider. Kaplıca Prof. Nihat Reşat Belger 'in yönetimindedir. Belger, karaciğerde büyüme ve sertleşme saptar. Kaşıntı ve burun kanamasını da buna bağlayarak siroz tanısı koyar.
'Çabuk ol çocuk'

Etraftakiler telaşlanırlar ve hemen Ankara'dan özel doktoru olan Neşet Ömer çağrılır. Neşet Ömer de muayene eder, tanı doğrudur. Ne yazık ki tanıda bir gecikme olmuştur. Eğer erken tanı konulsaydı, Atatürk daha bir süre yaşayabilirdi belki, ama onun gibi yüksek şahsiyetler kendi alışkanlıkları içinde kendilerini bulurlar ve bu alışkanlıklar içinde yaşarlar. Atatürk Yalova'da 11 gün gerekli istirahat ve tedaviden sonra kısmen iyilik hali üzerine Bursa'ya gelir ve Merinos'un açılışını yapar. Akşam Çelik Palas'ta şerefine verilen baloda vals yapar, sonra orkestradan Sarı Zeybek çalmasını rica eder. Bir kahramanlık ayini yaparcasına Zeybek'i oynayan Atatürk, kadere ve doğaya karşı başkaldırıp yıkılmadığını, ayakta kaldığını ispat etmek ister gibidir. Balodan çıkışta tek başına yürürken yorulduğunu hisseder, arabasına bindiğinde şoföre "Çabuk ol çocuk, üşür gibi oluyorum..." der.
Uyandığında ateşi vardır, Neşet Ömer "zatürree" tanısı koyar. Bir hafta tedaviden sonra Balkan Antantı sebebiyle Ankara'ya geçer. 27 Şubat'ta Balkan devlet adamlarıyla görüşmelerde bulunur, akşam verilen davete katılırsa da ayakta duramayacak haldedir. Başbakan Bayar, yurtdışından uzman getirilmesine izin istediği halde Atatürk, "Ortada Hatay sorunu var. Hastalığım hariçte duyulursa fena olur" diyerek karşı çıkar. Atatürk'ün sağlık durumu hakkında ilk konsültasyon 6 Mart günü yapılır. Türklüğün bu büyük dehası artık dönülmez bir yolda ve sonsuz ölüm ülkesinin eşiğine doğru ağır ağır ilerlemektedir. 16 Mart günü Bayar'a "Çocuk, ne yapacaksan çabuk yap. Ben hastayım" demesi üzerine Paris Tıp Fakültesi'nden aynı zamanda patalog da olan, karaciğer uzmanı Prof. Fissenger davet edilir. Fissenger 28 Mart günü Çankaya'da Atatürk'ü muayene eder ve karaciğerde büyüme ile karında sıvı saptar. Ayrılırken Fissenger, Başbakan Bayar'a "Söylediklerimi yaparsa 7-8 yıl daha yaşayabilir" demesine karşın Atatürk sadece 3 gün önerilerine uyar. 19 Mayıs törenleri onun Ankaralılarla son buluşması olacaktır. Törenden hemen sonra Hatay sorununa verdiği önemi göstermek amacıyla, kendisine son darbeyi vuracak olan yorucu Mersin ve Adana seyahatlerine çıkar.
Bu seyahatler sonunda Fransız hükümeti Hatay konusunda tüm koşullarımızı kabul ettiklerini açıklar. Adana'dan Ankara'ya döndüğünde bitkindir, ertesi gün pek yorgun olarak İstanbul'a giderken istasyonda Şükrü Saracoğlu 'nun Falih Rıfkı'ya "Falih, Atatürk'ün derisinin rengine bak. Bu bir ölü rengi" sözleri, durumu açıklar gibidir. 27 Mayıs'ta İstanbul'a varır. Haziran ile birlikte sıkıntıları giderek artmaya başlar. 8 Haziran'da ikinci gelişinde Fissenger hastalığın ilerlemiş olduğunu görür. 19 Haziran'da Romanya Kralı Karol 'u kabul edip ertesi gün de 4.5 saat süren Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder. Durumu giderek bozulunca 8 Eylül'de Fissenger 3. kez tekrar gelir. Her ne kadar Atatürk'ün ölümüne sebep olan hastalığın "alkole bağlı siroz" olduğu kabul edilse ve Türk doktorlar ile Avrupa'dan çağrılanlar arasında görüş birliği var gibi görülse de, 8 Eylül'de Neşet Ömer, Nihat Reşat Belger ve Fissenger tarafından imzalanan ortak raporda Fissenger, "Laennec tipi skleroz hepatit, yani alkole bağlı siroz olamaz. Söz konusu olan hanot tipi hipertrofik skleroz hepatittir, yani alkol dışı bir nedene bağlı sirozdur" notunu düşmüştür. Atatürk doktorların alkol konusundaki uyarılarını hem ciddiye almıyor hem de inanmıyordu.
'Beynimi yavaşlatamıyorum'

Bir gün Hasan Rıza Soyak , Atatürk'e dilinin döndüğü kadar ve nezaketle, hoşgörüsüne sığınarak "her akşam içmekten vazgeçmesini ve böylece bundan kendisinin de memnun kalacağını" ifade edince, "Haklısın, bunları ben de bilmez değilim çocuk. Fakat ne yapayım ki içmeye mecburum. Kafam çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor. Vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum..." demiştir. Daha hastalığın başlangıcında İsmet Paşa 'ya "Ben bunun alkole bağlı olmadığını göstereceğim" dediyse de ne kendisi ne de bundan kuşkulananlar gerçeği zamanın koşulları içinde hiçbir zaman öğrenemediler.
Tanıda geç kalındığını Atatürk kendisi de fark eder ve Cenevre'de bulunan Afet İnan 'a 14 Haziran'daki mektubunda şunları söyler: "Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri nedeniyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Zamansız ayağa kalkmak, yürümek, burunda yapılan atuşmanlar üzerine gelen kusma, yapılan istirahatleri hiçe indirmiştir." Çok istemesine karşın o yılki Zafer Bayramı törenlerine katılamaz. Sabiha Gökçen 'e "Ulusal heyecan 1922'lerdeki gibi ayakta tutulabiliyor mu? Gazeteler 30 Ağustos'un önemini iyi belirtmişler ve iyi değerlendirmişler mi" diye sorar. O günlerde Berlin'den G. Bergmann ve Viyana'dan H. Eppinger gibi uzmanların gelmesi de durumu değiştirmez. 7 ve 21 Eylül'de kendisine çok sıkıntı veren karındaki sıvı alınır, fakat alınan sıvı süratle yeniden birikmektedir.
'Öngörüleri hep doğrulardı'

15 Eylül'de vasiyetini yazdırır. 18 Eylül'de Dolmabahçe'de Başbakan Bayar ile 4 yıllık ekonomik planı görüşür. Bayar'a "Bizim bu işleri bitirebilmemiz için en çok 3 yıla ihtiyacımız var... Bir umumi harbi bu yıl değil, gelecek yıldan itibaren beklemelidir" sözleriyle bir öngörüde daha bulunur. İlk komaya 21 Eylül'de girer.
İki gün sonra gözlerini açtığında başucunda bekleyen Afet İnan'a "...Ölüm demek böyle olacakmış, kızım" sözleri dökülür ağzından. 16 Ekim günü 4 gün süren bir koma dönemi daha olur. 29 Ekim'de durumu iyice ciddileşince, törenlere katılamayacağını anlar ve yapacağı konuşmayı Bayar'dan rica eder.
Dolmabahçe önünden geçen gençlerin coşkusu karşısında Neşet Ömer ve Salih Bozok 'a "Duyuyor musunuz? Cumhuriyeti emanet ettiğimiz gençlerimiz... Öyle bir nesil yetişiyor ki, bu neslin heyecanı, yurt ve bayrak aşkı köreltilmeyecek olursa, dünyanın en mutlu ülkesi biliniz ki Türkiye olacaktır. Gençliği köreltmek isteyenler çıkacaktır. Tarihe bakınız, ulusların mutluluğuna, esenliğine gölge düşürecek bedbahtların çıktığını görürsünüz" diyerek bir kez daha gençliğe verdiği önemi dile getirir.
8 Kasım'da girdiği komadan çıkamayan Atatürk, son nefesini verirken, başucundaki doktorlar derin bir sessizlik ve keder içinde ölüm raporunu düzenlediklerinde Hasan Rıza Soyak'ın şu sözleri yankılanır: "Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor." Hayatını ve kişiliğini Türk ulusunun hizmetine sunan, Türk'ün gıpta ettiği, övdüğü ve övündüğü niteliklerin hepsini kişiliğinde barındıran Atatürk, hâlâ Türk ulusuna ruhundaki ateşten canlılık vermektedir. Aziz hatırası sönmez bir meşale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutmaya devam edecektir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 25 Temmuz 2008, 05:47   #42
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana




Mustafa Kemal’in dostları arasında İğneciyan adında bir de Ermeni vatandaş vardı. Zengin bir kişidir. Sık sık Mustafa Kemal’i Şişli’deki evinde ziyaret etmekte ve kendisine birçok yardımlarda bulunmaktadır.

Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtikten sonra bir Ermeni örgütü ile ilgisi olduğu iddiasıyla İğneciyan’ı tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar. Tüm servetine el konuluyor.

İğneciyan Malta’dan döndükten sonra üzerinde bir elbisesinden başka hiçbir şeyi olmayan fakir bir kişi durumundadır. Bir de kızı vardır. Yedikule’de bir gecekonduya sığınmışlardır.

Atatürk 1927’de ilk kez İstanbul’a gelmiştir. Bu İğneciyan için iyi bir fırsattır. Hem dostunu görmek, hem de uğradığı haksızlığı anlatmak için doğruca Dolmabahçe sarayına gider. İlgili memura başvurur:


- Sen kimsin?
- Ben İğneciyan... Gazi’nin eski bir dostuyum, arkadaşıyım.

Memur, İğneciyan’ı baştan aşağı süzer. Kılık kıyafeti pek güven verici değildir. Bir bahane uydurarak atlatır. Birkaç kez daha başvurur, fakat sonuç alamaz.
Bir gün de kızını alıp birlikte saraya giderler. O gün sarayın önünde olağanüstü bir hal vardır. Motor sesleri, sağa sola koşturan insanlar. Bu, Gazi’nin bir geziye çıkacağına işarettir.
Polisler ve muhafızlar oradan uzaklaşması için İğneciyan’a işaret ederler. O sırada Gazi de Saray’dan çıkmıştır. Etrafındaki insan çemberi arasında otomobiline doğru ilerlemektedir.
O anda İğneciyan’ın kızı fırlayarak insan çemberini yarıp Gazi’nin karşısına sokulur. Gazi sorar:
- Kim bu kız?
Kız cevap verir:
- Ben İğneciyan’ın kızıyım.
- Nerede baban?
- Dışarıda bekliyor, sokmuyorlar...
Gazi hemen emir verir.İğneciyan’ı huzuruna alırlar.İki dost özlem içinde kucaklaşırlar.İğneciyan başından geçenleri anlatır. Gazi’nin gözleri dolu dolu olur. Emir verir. Gerekli soruşturma yapılır.İğneciyan’ın haklı olduğu anlaşılır ve alınan malları geri verilir.
Yıl 1938... Kasım’ın 12’si... Atatürk’ün acı kaybına dayanamayan İğneciyan üzüntüsünden ölür.

Bu ölümlü dünyanın en güzel şeyi karşılıklı vefalardır

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 25 Temmuz 2008, 05:47   #43
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana




Atatürk'ün cebinden saat çıkarıp armağan ettiği çocuklardan biride küçük Altan'dır. 1937 Haziran ayında İstanbul da ünlü Park Otel'de , küçük Altan'la konuşmalarından duygulanan Atatürk, değerli saatini vererek onu da ödüllendirmiştir. Bu olaydan iki yıl sonra (1939) Galatasaray Lisesi'nin ilk okul bölümünde okuyan küçük Altan, yaşantısındaki bu mutlu olayı bir gazeteciye şöyle anlatmıştır.



"İstanbul, 1937 Haziran. O gece erken yatmıştım. Annem, teyzesinin oğlu ile eve dönerken, Park Otel'in önünde bir kalabalık görmüşler. Atatürk'ün orada olduğunu anlayınca içeri girmişler. Derken annemin aklına ben gelmişim. Ağabeyime:

"Altan'ı çağıralım demiş. Gece yarısı karyolamı biri sallıyordu, gözlerimi açtım, karşımda Etem Ağabeyim:

'Çabuk Altan'

'Ne var?'

'Seni Atatürk'e ***üreceğim'

Rüya görüyorum sandım.

'Atatürk mü? Ağabey beni aldatıyorsun. Atatürk gözle görülür mü hiç? Daha o zaman 6 yaşındaydım. Okula bile gitmiyordum. Anneme bazen sorardım:

'Anne Atatürk kimdir?

'Büyük adamdır'

'Büyük adamlar bizim gibi yer bizim gibi konuşurlar mı?' Ağabeyim böyle gece yarısı 'Seni Atatürk'e ***üreceğim' deyince,anneme sorduğum şeyler birer birer aklıma geldi. Onun için inanamadım:

'Hiç Atatürk gözle görülür mü?'

Fakat ağabeyim: 'Vallahi atmıyorum, kalk! 'deyince fırladım.

'Şimdi Atatürk'ü görecek miyim?'

'Göreceksin!'

Artık iyice inanmıştım. Çabucak giyindim. Park otele gittik. Gittik ama Atatürk'ü hemencecik göremedim. Bir çok adamlar etrafını sarmışlardı. Annem beni kucağına alarak kalabalık arasında onu bana göstermeye çalışıyordu. En sonunda, iki kişinin omuzları arasından başımı uzatarak baktım. Bakar bakmaz da:

'Aaaaa anne , işte Atatürk! 'diye bağırdım.

Derken Atatürk eli ile bir işaret yaptı. Bu işareti yaparken anneme doğru bakıyordu. Fakat annem dalmıştı farkında olmadı. Atatürk bir daha işaret etti. Annem bu işareti de görmeyince yüksek sesle yaverine emir verdi:

'Hanıma söyleyin, lütfen yanındaki çocuğu buraya göndersin.'

A! Gösterdiği çocuk bendim. Atatürk beni çağırıyordu. Annem ne yapacağını şaşırmış her tarafı titriyordu,bana:

'Haydi Altan koş! Atatürk'e git' dedi. Ama onunla nasıl konuşacağını bana öğretmedi. Zaten vakitte yoktu ki…

Ben büyük bir adam gibi Ata'nın huzuruna çıktım, hemen sarılıp iki elini birden öptüm. O sordu:

'En çok kimi seviyorsun bakayım, anneni mi,babanı mı?' hemen atıldım:

'Ben en çok seni severim' 'Atatürk olduğum için mi?'

'Evet'

'Ne yaptım ki bu kadar çok seviyorsun?'

'Düşmanları denize döktün. Memleketi sen kurtardım.' Dedim.

Beni masanın üzerine çıkararak etrafındakilere gösterdi ve :

'Ne sevimli çocuk değil mi?' sonra beni sevip okşadı:

'Büyüdüğün zaman ne olmak istersin?'

Amcam Mualla tayyareci idi. Aklıma geldi:

'Tayyareci olacağım' dedim.

Atatürk o zaman kulağıma eğilerek şu sözleri söyledi:

'Çocuğum sen ne tayyareci, ne mühendis,ne de doktor olma. Büyük adam ol.'

'Söyle bakayım: Büyük adam olacağım de'. Ben tekrar ettim.

'Büyük adam olacağım'

'Aferin çocuğum'.

Atatürk, o gece hep benimle ilgilendi bilmem böyle ne kadar yanında kalmıştım. Galiba sabah oluyordu. Bir aralık:

'Dur' dedi,

'Sana bir hediye vereyim'

Annemim, 'kimseden bir şey alma 'diye sıkı sıkıya tembih ettiği aklıma geldi. 'Teşekkür ederim. Ben bir şey istemem,sonra annem darılır' dedim. Ben bunu söylerken, Atatürk elini cebine sokmuştu. Oradan çıkardığı bir saati,kordonundan tutarak boynumdan geçirdi.

'İleride büyüdüğün zaman kullanır, beni hatırlarsın' Ayrılırken tekrar anlımdan öptü. 'Bu günden sonra sen benim çocuğumsun. Verdiğin sözü unutma…Çalışıp çabalayacak büyük adam olacaksın ha!'

Atatürk'ün Altan' a verdiği değerli saate ilgili olarak da Altan 'ın annesi Bayan Didar, aynı gazeteciye şu bilgileri vermiştir:

'Atatürk'ün hediyesini o geceden beri,canımız gibi saklıyoruz. İlk zamanlar maddi değeri hakkında bir fikrimiz yoktu. Sonra onu bir kuyumcuya gösterdik. Onbeşbin lira değer biçti. Ziraat bankasında saklanan saat o gün için masanın üzerindeydi. İki buçuk mm kalınlığında, som platin bir saat bu. Gene platinden yapılmış kordona takılı,iki ucu mor yakutla kaplanmış platin bir kalemi de var. Saatin üzerinde gayet ince bir yazı ile şunlar okunuyordu:

-Turhal Şeker Fabrikası -arkasında da Gazi Mustafa Kemal'in ilk harfleri GMK. 'Fakat bizce onun en büyük kıymeti Atatürk'ün yadigarı oluşudur. Altan' ın üzerine nasıl titrediğini bir görseniz.' Küçük Altan, Atatürk'ün hediye ettiği bu saati büyüdüğü zaman annesinden alıp kullanacakmış. Sordum:

'Atatürk'e verdiğin sözü unutmuyorsun değil mi?' 'Unutmuyorum. Mutlaka büyük adam olacağım. Karnemde hiç kırık numaram yok'

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 25 Temmuz 2008, 05:48   #44
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Günlerden birgün İtalyan büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura davet edilir. O günün muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra büyükelçi: '' Ekselans dün Roma ile yaptığım bir görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem söylendi.'' der. Odada bir an sessizlik olur. Ata büyükelçiye birşeyler daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile başbaşa bırakır. Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması ve belinde tabancası vardır. Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak'ın bağlanmasını ister ve Çakmak'a:'' Paşa İtalyan dostlarımız Hatay'a gelmek istiyorlar hazır mıyız?'' der. Fevzi Çakmak durumu anlar ve '' Biz hazırız Paşam. '' diye yanıtlar. Ata büyükelçiye döner ve: '' Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse Hatay'ı gelip alabilirler.''

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 25 Temmuz 2008, 05:49   #45
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana




Atatürk'ün Ezana Saygısı

Dolmabahçe önünde demir atmış olan Savarona'nın güvertesinde, hasır koltuğunda güneşin batışını seyrediyordu. Ufuk, minarelerin arkasında kıpkızıl bir renk almıştı. İstanbul, camileriyle ateşten bir fona yaslanmış gibiydi. Füreya, Atatürk'e son okuduğu kitabı getirmiş, yanı başında oturtuyordu. "Söyler misiniz, bana bir Münir çalsınlar," dedi Atatürk. Yaveri koşup gramofona bir taş plak koydu. Az sonra, minarelerin birinde yanık sesli bir müezzinin ezanı duyuldu. Atatürk başıyla işaret verdi. Plağı susturdular. Hepsi huşu içinde ezanı dinlediler. Füreya, başını öteye, camilerden yana çevirmiş olan Ata'nın göz pınarlarında yaşların biriktiğini gördü. Bir damla süzülmüş, yanağından aşağı akıyordu. Atatürk, uzun müddet yanındakilere doğru dönmedi. Nihayet başını çevirdiğinde, hem ezan bitmişti, hem o kendini toparlamıştı. "Ne yazık ki ezanı tekrar ettirmemize imkan yok, Füreyacım," dedi yumuşak bir sesle. "Sabah ezanını bekler, hep birlikte dinleriz Paşam," dedi Füreya.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 25 Temmuz 2008, 05:49   #46
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana




Suikastcıyı Tanıması

16 Mart 1920'de İstanbul'un işgal edilmesi üzerine, Kemalettin Sami Paşa Anadolu'ya geçerken gemide bir Hintli ile tanışır. Bu adam Mustafa Sagir'dir.

Milli harekete yardım için Hint Müslümanları'nın kendisini gönderdiklerini söyler. Böylelikle paşayı etkilemiştir. Ankara'ya telgraf çeken Sami Paşa, Mustafa Sagir'e ilgi gösterilmesini ister. Bir süre sonra Sami Paşa Atatürk'te Hintliyi anlatır ve görüşmesini rica eder. Ertesi gün Atatürk, Mustafa Sagir'i kabul eder.

Bu görüşme uzun sürer. Hintli gönderilir. İki paşa yalnız kalınca Atatürk: "Bana bak Kemal bu adam casus!..." der. Kemalettin Sami Paşa: "Aman paşam siz de çok şüphecisiniz "diyerek Atatürk'e inanmaz.

Atatürk konuşmayı keserek yaveri Hayati Bey'i çağırır ve şu emri verir: "Bu Hintli İngiliz casusu olacak. Kendisini takip etsinler. Mektuplarını da sansürde çok dikkatli okusunlar!..."

Bundan sonra Hintli'nin mektupları o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey'e verilir. Bir iki tecrübeden sonra gizli yazılar bulunur. Mustafa Sagir yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 25 Temmuz 2008, 05:50   #47
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Gaziyi Görmeye Gelen Ana




atatürk'ten çok güzel bir cevap...

>>Cumhuriyet'in ilânından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir. Tüm
>>dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeleri de davet edilir. Davet güzel bir
>>şekilde devam etmektedir fakat İngiliz ateşesi olan binbaşının bakışları
>>Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz. bütün davet boyunca kendisine dik dik
>>bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir. ne olduğunu öğrenmek için yaverini
>>gönderir. Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
>>- Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana
>>Mustafa Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
>>bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:
>>- Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
ana, gaziyi, gelen, görmeye


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Gaziyi Görmeye Gelen Ana Kalemzede Atatürk Köşesi 0 15 Eylül 2011 19:51
Son gaziyi kaybettik. Lee Haber Arşivi 2 03 Nisan 2008 15:59