|
|
| | #11 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | TEMEL ASTROLOJİ - MİTOLOJİ - Yay burcu Bu alanda YAY Burcu ile ilgili mitolojik hikayeler paylaşılacaktır Zodyak (Burçlar) kuşağındaki Sagittarius, yarı at yarı insan yaratıklar olan Centaur’ların kralı Cherion’u temsil etmektedir. Yarı at yarı insan olan Centaur’ların birçoğu zalim olarak bilinirler. Ayrıca bunlar kaba, güvenilmez, vahşi, aldatıcı ve çok içen yaratıklardır. Cherion bu yaratıklardan farklıdır. Cherion’u Güneş tanrısı Apollon, Ay tanrıçası Artemis (Diana) ve vahşi hayvanlar yetiştirmişlerdir. Bu yüzden Cherion kibar, başkalarını düşünen ve bilgili biridir. Cherion’un yetenekleri ve bilgileri herkes tarafından kabul edilirdi. Cherion’a, birçok ünlü kralın çocukları, yeteneklerini ve bilgilerini öğretmesi için gönderilirdi. Öğrencileri arasında Herkül’de vardır. Herkül yolculuğa çıktığı birgün yolda çok susar ve Cherion’un yanına uğrar. Cherion’dan, evinde sakladığı ama yarı at yarı insan yaratıklara ait olan şarabı açmasını ister. Cherion bu isteği kabul eder. Şarabı açınca güzel kokusu memleketin dışına kadar yayılır ve bu kokuyu alan Centaur’lar büyük bir hışımla eve gelirler. Centaur’lar, kendilerinden habersiz şaraplarını açtıkları için Herkül ve Cherion’a saldırırlar. Herkül, Centaur’ların birçoğunu öldürür. Geri kalanını da şehrin dışına sürer. Cherion olaya hiç karışmamakla beraber Herkül’ün yanında olayı dikkatle izler. Herkül o kargaşada yanlışlıkla zehirli oklarından biriyle Cherion’u da vurur. Herkül bu duruma çok üzülür. Herkül’ün üzüntüsünü gören Zeus bu iyi Centaur’u yıldızlar arasına yerleştirir. Sagittarius, bir erkek vücudunun belden üst kısmıyla bir atın birleşimini temsil eder. Ayrıca bu takımyıldızının Argonaunt’lara yolculukları sırasında rehberlik etmesi için gökyüzüne yerleştirildiğine inanılır ** Yay burcunun simgesi olan centaurlar, yarı insan yarı at bedenli yaratıklardır. Cepheden bakıldığı zaman, başları, göğüsleri, kolları kimi zaman ön bacakları da insan organlarıdır, sadece karınlarından arkası at biçimindedir. Efsaneye göre, centaurlar, Hera'ya âşık olup, ancak Zeus'un aldatmacası ile Hera'nın yalnızca görüntüsüyle birleşen Iksion'dan doğmuştur. Bunların arasında, sadece Cheiron ve Phalos'un doğumundan Iksion sorumlu değildir.
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| | |
| | #12 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | TEMEL ASTROLOJİ - MİTOLOJİ - Oğlak burcu Bu alanda OĞLAK Burcu ile ilgili mitolojik hikayeler paylaşılacaktır Capricornus, dağlık bir bölge olan Arkadia’da küçükbaş hayvanların ve çobanların tanrısıdır. Tanrıların, çoğunlukla insan kılığında değil de hayvan kılığında düşünüldüğü ilk zamanlarda, Pan da keçi kafalıdır. Sonradan keçi kafasında sadece boynuzlar ve sakalı kalır, yüzü de insan yüzü olur. Oğlak Yunan tanrılarından Pan ile bağlantılıdır. Pan, tarım yapan köylülerin, kırsal kesimde yaşayan insanların tanrısıdır. Bazı kaynaklara göre bereket ve doğurganlık tanrısıdır. Tanrıların habercisi Pan, Hermes’in oğludur. Hermes onu sıcak tilki postuna sararak Olympos’a götürdüğünde, bu gülünç varlığı gören bütün tanrılar gülmekten kırılırlar ve ona ‘ bütün’ anlamına gelen PAN derler. Müziği çok severdi ve kendi adını verdiği ve zamanımızın armonikası diyebileceğimiz bir müzik aleti halen onun adıyla anılır. Zamanını genellikle hanımların peşinde koşarak geçirir ve eğlencesinin sonuçlarını fazla düşünmez. Kendisi çok güçlü bir sese sahiptir. İnsanların, hayvanların uyuduğu kızgın, ıssız yaz öğlenlerinde birden bire beklenmedik gürültüler koparıp, dört bir yana Pan’a özgü (panik) korkular saçarmış. ‘Panik’ sözcüğünün de bu tanrının adından türediği söylenmektedir. Marathon savaşının devam ettiği bir gece, Pers’leri bu şekilde paniğe uğrattığı ve Atina’lıların savaşı kazanmalarını sağladığı için, Atina’lılar, savaştan sonra tanrı Pan’a bir tapınak yaparlar. Pan sözü Yunancada bütün anlamına geldiğinden, sonraları Pan’a, her şeyi yapabilir bir tanrı payesi çıkarılmıştır. Pan’ın müzik aleti, Pan’a peri Syrinx’i etkilemek istemesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Peri Syrinx, Pan’ın aşırı ilgisinden kaçmak için kendisini saz kamışına çevirir. Pan, tam periyi kucakladığında, sadece bir demet saz olduğunu görüp hayal kırıklığına uğramıştır. O sırada sazlar arasından esen rüzgârın sesi Pan’ı büyüler. O da farklı boyda sazlar seçip onları bal mumu ile birleştirerek flütünü yapar. Müzik aletinin ilham kaynağı peri Syrinx olduğu için, flütün adı daha sonra Syrinx olarak da anılır. Pan kısa boylu, tüylü, alnında iki boynuzu olan keçi görünümlü bir tanrıydı. Hristiyan tasvirlerindeki şeytana benzerliği dikkat çekicidir. Tek farkı Pan kırmızılar içinde değildir. Capricornus’un şekli, Zeus gibi yeni nesil tanrılar ile Titan gibi eski nesil yaşlı tanrılar arasında geçen büyük kozmik savaştaki bir olayın anısını yansıtır. Bu savaş sonucunda yeni nesil tanrılar savaşı kazanıp, evrenin hâkimiyetini ele almışlardır. Ancak eski ana tanrıça olan Gaia, yeni nesil tanrıların davranışları karşısında öfkelenmiş ve Typhon adında çok güçlü bir canavarı, yeni nesil tanrıların üzerine yollamıştır. Bu canavar yaptığı yıkımlar ve olağanüstü gücüyle yeni tanrılar için büyük tehlike anlamına gelir. Canavar yeni nesil tanrılara saldırmak için yaklaşırken, Pan olayı fark edip diğer tanrıları uyarır. Hepsinin canavardan korunmak için birer hayvan kılığına girmelerini söyler. Kendisi de bir balık kılığına girmeye çalışır. Ama aceleden tam olarak değişemez. Ve arka kısmı balık olmasına rağmen ön kısmı değişmemiştir. Capricornus takımyıldızı genelde balığın kuyruğundan çıkan keçinin ön ayakları olarak betimlenir. Daha sonra Zeus canavarla çok çetin bir mücadeleye girer. Pek çok yerinden yaralanmıştır. Ancak Hermes ve Pan’ın yardımıyla tedavi olur ve gücünü yeniden kazanarak canavarı yıldırımlarla yaralar. Typhon’u Etna Dağı’nın derinliklerine hapsetmiştir. Masala göre bu bölgede gerçekleşen deprem ve volkanik etkinliklerin nedeni Typhon’un gürültülü horultuları olduğundan söz edilir. Tüm bu olaylardan sonra Zeus, Titan’a karşı olan savaşta yaptığı önemli işler nedeniyle, Pan’ı gökyüzünde yıldızlar arasına koyarak onurlandırmıştır. Capricornus literatürde “Boynuzlu Keçi” anlamına gelmesine rağmen, genellikle “Deniz Keçisi” ya da “Keçi Balık” olarak anılır. Eski bir takımyıldızdır ve Zodyak kuşağının ilk üyelerindendir. Boynuzlu hayvanlar, özellikle ibex (boynuzları arkaya doğru kıvrık bir dağ keçisi), tarih öncesi tapınılan resimlerde görülmektedir
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| | |
| | #13 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | TEMEL ASTROLOJİ - MİTOLOJİ - Kova burcu Bu alanda KOVA Burcu ile ilgili mitolojik hikayeler paylaşılacaktır Yunanlıların on iki büyük tanrısı (*) Olympos’ta otururdu. Olympos, Makedonya ile Tesalya arasında oldukça heybetli bir sıradağın en yüksek tepesiydi. (Olympos ismi yalnız tanrıların oturdukları; yüksekliği 2985 metreye varan meşhur dağın ismi değildir. Bizim Anadolumuzda bile bazı dağların isimleri eskiden Olympos’du. Bugün isimleri Uludağ, Aladağ ve Hisardağı olan dağların isimleri de eskiden Olympos’du.) Olympos dağının Ulu tanrısı, dünyanın sahibi, tanrıların ve insanların babası, her güzel varlığın yaratıcısı olan Zeus, yalnız kadınların güzelliğine vurgun değildi. O güzel olan her şeye, hatta delikanlılara bile gönlünü kolayca kaptırıyordu. Zeus, bir gün yeryüzünde olağanüstü güzelliğe sahip bir delikanlı gördü. Ganymedes adını taşıyan bu delikanlı, Truva şehri kralı Tros’un oğludur. Su taşıyıcısı olarak bilinen Ganymedes, Olympos dağında yaşayan tanrılara fincan veya kupalarda içecek taşımakla görevlidir. Bu delikanlı o kadar hoş ve güzeldi ki, Zeus onun cazibesinden kendini kurtaramadı. Fanilerin arasında görüp beğendiği ve sevdiği bu genci daima yanında bulundurabilmek için yeryüzünden kapıp, Olympos’a çıkarmayı düşündü. Bir gün Ganymedes, İda dağının (Bayramiç ile Erdemit arasında 1767 metre yüksekliğinde bugün Kazdağı denilen dağın eski adı İda’ydı.) yamaçlarında sürüsünü otlatıyor ve bir kayanın üzerine oturmuş kaval çalıyordu. Kocaman bir kartal şekline giren Zeus, Olympos’un tepesinden aşağı doğru süzüldü ve Ganymedes’in arkasından geldi. Ansızın üzerine çullandı ve onu kaptığı gibi doğru tanrıların dağına uçurdu. Bu genç çoban Olympos tanrılarının yiyeceği olan Ambrosia ile içenlerin ölümsüzlük kazandıkları ve tanrılara mahsus içki olan nektarla beslendi. Bu suretle güzel yüzü, hoş endamıyla tanrıların gözünü okşamak için ebedi gençliğine muhafaza etti. Başka bir masala göre Ganymedes’i kaçıran şafak tanrıçası Eos’tur. Şafak tanrıçası gül renkli parmaklara sahip, güzel ve gönül alıcı bir bakireydi. Her sabah doğu tarafından göğün kapılarını açarak Güneş’e yol verirdi. Eos, Ganymedes’e karşı tutku ve öfke karışımı bazı hisler beslemektedir. Ancak tanrıların tanrısı Zeus, Ganymedes’in çekiciliğinin farkına varıp, onu tanrıça Eos’un elinden alır. Mısır kökenli bir masalda ise Aquarius, Nil nehri tanrısı olarak bilinir. Büyük bir olasılıkla, Aquarius’un kupasından dökülen su Nil nehrinin kendisini temsil etmektedir. Aquarius su tanrısı olarak da bilinmektedir. Bazı toplumlara göre iyi bazılarına göre ise kötü bir tanrıdır. Kuru iklimlerde yaşayan Etiyopya ve Yunan toplumları için Aquarius çok iyi bir tanrıydı. Çünkü hasat zamanı kendilerine bolca yağmur getiriyordu. Ancak Babiller için iyi bir tanrı değildi, Güneş’in Aquarius’a geldiği ayda yağmurun lanetinden söz etmeye başlarlardı. Güneş Aquarius’a girdiği an yeni yıl başlar yani bahar yaklaşmaktadır ve suyun başladığı bu mevsim, bereketli ürünlerin müjdecisidir. Aquarius, kuzey yarımkürede Pisces(Balık) ve Cetus(Balina) takımyıldızlarının yanında bulunur. Su taşıyıcısı kendi kupasındaki suyu Piscis Austrinus’un (Güney balığı) ağzına dökmektedir.
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| | |
| | #14 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | TEMEL ASTROLOJİ - MİTOLOJİ - Balık burcu Bu alanda BALIK Burcu ile ilgili mitolojik hikayeler paylaşılacaktır Pisces eski bir takımyıldızdır. Bu takımyıldızın masalı, toprak ana Gaia ile ölüler ülkesinin en derin yerinde olan Tartaros’un çocuğu olan Typhon ile ilgilidir. Typhon eski Yunan tanrılarının en korkuncuydu. Bir rivayete göre Typhon’un yüz tane başı vardı. Başları yıldızlara değebilirdi. Tüm başlarından kara diller ve gözlerinden ateş çıkarırdı. Ayrıca bu dev canavarın yılan ayakları ve gökyüzünü saracak kadar uzun kolları vardı. Bu korkunç canavar ile Olympos’taki tanrılar bile dövüşmekten kaçınırlardı. Bir gün Typhon tanrıların evi olan Olympos’a saldırdı. Ve tanrılar kendilerini bir hayvana dönüştürerek kaçmaya çalıştılar. Zeus kendini bir koça dönüştürdü, şarap tanrısı Dionysos bir keçi haline geldi, tanrıların habercisi Hermes ( Merkür ) balıkçıl bir kuş şeklini aldı. Güzellik tanrıçası Aphrodite ve oğlu sevgi tanrısı Eros ise Nil nehrinden geçebilmek ve canavardan daha rahat kaçabilmek için bir çift balık halini aldılar. Athena (Minerva ) sonradan bu olayı ölümsüzleştirmek için bu iki balık figürünü yıldızların arasına yerleştirdi. Bu balıklardan biri olan, göz kamaştırıcı güzelliğe sahip Aphrodite bir efsaneye göre dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilkbahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlendi. Ve bu dalgayla birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurdu. Sedefin kapağı açıldığında içinden güzeller güzeli Aphrodite ve beraberinde aşk tanrısı olan oğlu Eros çıkmışlardır. Aphrodite güzelliğiyle sadece tanrıların değil insanlarında gönlünü fethetmiştir. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpiyor, onlara sevinç veriyordu. Aphrodite gücünü sadece insanlar üzerinde göstermezdi. O tüm tabiata söz geçirebilirdi. Aphrodite gibi Eros da tanrıların ve insanların kalplerinde aşkın ilahi ateşini yakar, onların mutluluklarını veya bahtsızlıklarını hazırlardı. Eros’un elinde oklar veya tutuşmuş kızgın bir meşale bulunurdu. İnsan ruhu, neşesini de ıstırabını da hep Eros’a borçludur. Burçlar kuşağındaki Pisces, Aphrodite ve Eros’un birbirlerine iple bağlı görünen iki balık figürünü temsil eder.
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| | |
| | #16 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | LİLİTH (yahudi ve anadolu bakışı) mitolojik açıdan farklı bir anlatım... Yahudi efsanesine göre ay ve güneş sevgiliydi ama tartışıyorlardı. Tanrı onların çekişmelerinden bıktı ve onları gökyüzünün karşıt uçlarına ayırdı. Ayrıca kocasına itaat etmediği için ceza olarak ayın parlak ışığını aldı. Utancından, sanki bir soğanın sertleşmiş katmanları gibi kendi etrafında kabuk üstüne kabuk büyümüştü. Kızı Lilith bu yüzüklerden ve bu utançtan doğmuştu. Tanrı Âdem’i yarattığında Âdem bir eş bulmakta yalnızlaştı. Tanrı farklı hayvanları huzuruna çıkardı ama Âdem onlardan seçim yapmadı. Tanrı daha sonra Lilith'i düşündü ve onun en yeni yaratılışının eşi olup olmayacağını sordu. Lilith, Âdem’e baktı ve onun güzelliğini güneşin güzelliğine benzeterek kabul etti. Ancak çok geçmeden sıkıldı ve kendisi ay ışığından yapılmışken çamurdan yapılmış bir yaratığın altına yatmayı reddetti. Kısmen küçük çocuk yüzlerine sahip oldukları için çok sevdiği meleklerle birlikte yaşamak üzere Eden'den ayrıldı. Tanrı, Lilith’ in kendisiyle yaptığı anlaşmaya karşı gelmesine öfkelendi ve onu Ölü Deniz'e attı. Efsanelerin değişmeye başladığı yer burasıdır. Bazılarında bir iblisin eşi olur ve ona binlerce iblis çocuğu doğurur, diğerlerinde ise acı ve öfkesiyle insan çocuklarını öldüren bir gece iblisine dönüşür. Başka varyasyonlar da var. Yaradılışta yemiştir bilme meyvesini kadın. Kadın bilmek, öğrenmek, yaşamak ister. Kadın rahminin bereketi soyu devam ettirmiştir, yeryüzü yaşamıştır. Yaşasın yeryüzü! İyi ve kötü, Kabil ve Habil, Lilith ve Havva, Âdem. Bakireler Tanrıçası, güçlü özne, lanetlenmiş Lilith’ in günümüzde “Albastı, Alkarısı” adıyla bilinen, loğusa kadınların korkulu rüyası “cin, şeytan” olarak var oluşu, Tanrı – devlet – erkek egemenliğin korkusu mu? Yok canım, Anadolu’mun loğusa depresyonunu motifleyişi. Lilith, Âdem’e âşıktır, Âdem de Lilith’te. Bir gün canı sevişmek ister Âdem’in, yeryüzü yaşasın diye. Koskoca Lilith, sor bakalım o isteyecek mi? “Ey Âdem: Ben de birim seninle, sen de birsin benimle.” “Sen çöpten yaratıldın Lilith.” “Bu devirde ne çöpü Ey Âdem! Ambalajından çıkacak, çürüyecek ne var?” “Sen kaburgamdan yaratıldın Lilith.” “Öyleyse neden istiyorsun benden çocuk? Kaburgalarını ufala toprağa serp. Gök yarılsın, soyun yürüsün! Âdem, ikna edemedi Lilith’i. Lilith sinirlendi Âdem’e. Aldı bavulunu gitti babasının evine. Üç melek gitti peşinden, dönmedi Lilith yeryüzüne. Âdem özür dileseydi… Tanrı’ya karşı geldi, lanetlendi Lilith. Ölecekti Lilith’ in doğacak çocukları, sonsuza kadar. Bu yüzdendir Lilith’ in kurutuşu Âdem’in soyunu. Aman ha! Gece vakti hele, asma tele yeni doğmuşların donunu! Eski sevgilisinin yeni sevgilisini gördü Lilith yüzyıllar önce, başka geçmiş zamanda, başlıca gelecek zamanda. Bilme Ağacı’nın meyvesinden ona da tattırdı kanmasın Âdem’in böbürlenişine diye. Zavallı Âdem, geldi iki kadının oyununa, bilip bilmeden! Kırıldı kalbi Lilith’ in. Huluppu Ağacı’nın köklerine saklandı. Çikolata Kavanozu Başperisi’yle görüştü bir tek. Derler ki Lilith ’ten gelir çikolata krizi, kadınları deliye döndüren. Bir adam geldi bir gün. Huluppu’nun gölgesinde soluklandı. Lilith, kimsenin bilmediği bir yerde olduğunu sanmıştı. Yine kalbi kırıldı, sinirlendi. Lanetledi Âdem’in soyundan gelen kadınları, bir ömür sığınacak limanlar arasınlar diye. Bir tas ayran içti adam. Duydu homurtuları Lilith: “Habil benimle alay ediyor, Tanrı benimle alay ediyor, Habil benimle alay ediyor, Habil beni öldürecek, Tanrı beni öldürecek.” Çıktı deliğinden Lilith: “Bu yabancı da kim?” “Ben Kabil, Adem’in oğlu, Havva’nın oğlu, Adem’in oğlu.” “Hoş geldin Kabil, üzülme.” “Üzülme mi? Kardeşim beni kıskanıyor. O kıskanmasın diye hasadımı köylülere dağıtıyorum. Bu kadar çıktı diyorum. Habil beni sevmiyor.” İyice uzandı Lilith, Huluppu’nun dibinden. Dolandı Kabil’in boynuna. “Ağlama Kabil, gözyaşların düşmesin toprağa.” “Neden?” “Kötü bir ağacın sebebi sen olursun.” “Sahi sen?” “Ben mi, ben Lilith. Baban benden bahsetmedi mi?” “Babam geçmişten bahsetmez.” “Peki, ben geçmişten değilsem?” “O zaman ben de burada oturmuyor olurum.” “Evet, Kabil, sen burada oturmuyorsun. Sen Habil’i ikna etmeye çalışıyorsun. “Edebilecek miyim?” “Edersen Kabil, kimse bizden söz etmez.” “Ben, bilmiyorum.” “Biliyorsun Kabil, toprağa sarıl. Toprağa ek tohumunu. Toprak ol, yılanlar yuva yapsın. Ademoğlu doysun. Kanı emip, kötülüğü kurutsun.” “Seni öpebilir miyim Lilith?” dedi Kabil, yanakları al al, ilk kez kabaran açlığıyla. “Beni öpüyor diye bir adam, ben vadedilen şanı, şöhreti, soyu bıraktım Kabil. Ben istemeden öpüyor diye bir adam…” “İstiyor musun?” Lilith öptü Kabil’i. Huluppu Ağacı’nın köklerine yuva yaptı yılanlar. Toprak tohumları büyüttü. Ademoğlu doydu. Kanı emdi toprak. Bir çocuk doğurdu Lilith. Adem’in oğlu Kabil’den olma. Habil koydu adını. Tanrı öldürdü Habil’i, gitti Habil, ölü kardeşlerinin diyarına. Anzu Kuşu saldı haberi yeryüzüne: “Evcilleşmeyen yılan, başkaldıran, lanetli Lilith’in insandan olma çocuğu, öldürdü Âdem’in oğlunu!” Adem gördü Lilith’i, Bilme Ağacı’nın gövdesinde. İtaat etseydi Lilith, yılan olmayacaktı. Rahattı Âdem’in içi. Söylemedi Havva’ya, onu tanıdığını, korudu Havva’yı, ısırdı elmayı. Anlamadı Havva olanları, işledi ilk günahı. Der ki Ademoğlu: “Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar!”
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| | |
| | #17 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | PUT/LAR - Mehmet Ali BAKAY Put Kavramının Düşünsel Tarihi: Heykelden Zihinsel Yapıya Bu yazı, put kavramını yalnızca dinî bir nesne olarak değil; aynı zamanda felsefi, sosyolojik, psikolojik ve estetik bir yapı olarak ele alıyor. Bacon'dan Nietzsche'ye, Freud'dan Baudrillard'a uzanan düşünsel bir yolculukla, zihinsel putların izini sürüyor. Modern dünyada ikonlar, markalar ve imgeler üzerinden şekillenen yeni putları çözümleyerek, bireyin özgürleşme imkanını tartışıyor. "Put” sözcüğü, tarih boyunca yalnızca bir taş, heykel ya da figür olarak değil; insan zihninin, toplumun ve sanatın en derin yapılarına yerleşmiş bir kavram olarak da işlemiştir. Put, ilk bakışta tapılan nesne anlamına gelse de, felsefi, sosyolojik, psikolojik ve estetik açılardan bakıldığında çok daha katmanlı bir anlam dünyasını temsil eder. Bu yazıda put kavramının tarihsel ve düşünsel dönüşümü ele alınacak; putun sadece fiziksel bir nesne değil, aynı zamanda bir zihin yapısı olduğu gösterilecektir. Putun Dinî Anlamı: Yasaklanmış Tapınma Nesnesi Put, din tarihinde çoğu zaman Tanrı'nın yerine konulan, kutsallık atfedilen nesne olarak anlaşılır. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi tektanrılı dinlerde putperestlik (idolatria) sapkınlık ve Tanrı'ya ortak koşmak olarak değerIendirilmiştir. Kur'an, Tevrat ve İncil'de putlara tapma eylemi ahlaki bir sapma, imanın zayıflaması olarak yorumlanır. Kur'an'da Mekke toplumunun taş ve metalden yaptığı putlar (Örn: Lat, Menat, Uzza) eleştirilir. Tevrat'ta Musa Sina Dağı'ndayken halkın altından buzağı yaparak ona tapması Tanrı'ya ihanettir. Bu anlamda put, Tanrı'nın yerine geçirilen her şeydir. Dolayısıyla dinlerde putlar sadece taş değil, aynı zamanda kalpten çıkarılması gereken sahte tanrılardır. Bacon ve Modern Felsefede Put: Zihinsel Engeller 17. yüzyılda Francis Bacon, modern bilimsel düşüncenin temelini atarken, "put" kavramını entelektüel bir metafor olarak kullanır. Bacon'a göre insan aklının doğruya ulaşmasını engelleyen şeyler, birer "put"tur. Novum Organum adlı eserinde bu putları dört kategoride açıklar: Kabile Putları (1dola Tribus): İnsan doğasının evrensel yanılgıları. Mağara Putları (1dola Specus): Bireyin kişisel alışkanlık ve ön yargıları. Çarşı-Pazar Putları (1dola Fori): Dilin kargaşası ve sözcüklerin yanıltması. Tiyatro Putları (1dola Theatri): Düşünce sistemleri, ideolojiler, felsefi dogmalar. Bu düzlemde put, doğruyu perdeleyen zihin kalıplarıdır. Bacon, bilimsel aklın bu putları yıkarak temizlenmesi gerektiğini savunur. Din Sosyolojisinde Put: Kolektif Temsil Nesnesi Emile Durkheim, dinin aslında toplumun kendini kutsaması olduğunu söyler. Totemler, putlar ve semboller, toplumun değerlerini somutlaştırdığı nesnelerdir. Bu bağlamda put, kolektif hafızanın bir kristalleşmesidir. Putlar sadece tanrıları değil, toplumun kendisini yücelttiği imgeleri de temsil eder. Durkheim'a göre bu imgeler, bireylerin birliğini sağlayan, ortak bilinç duygusunu taşyan simgelerdir. Max Weber ise liderliğin "karizmatik" figürüne işaret eder. Ona göre bir kişiye kutsal, ilahi ya da yüce nitelikler atfetmek, onu putlaştırmaktır. Yani put, sadece dini değil; politik, ideolojik ve toplumsal düzeyde de kendini gösterir. Psikanalizde Put: Aktarım Nesnesi Freud, bireyin bilinçdışı arzularını dışsal nesnelere aktarabileceğini savunur. Bu aktarım, bir kişiyi ya da nesneyi idealize ederek putlaştırma davranışına yol açar. Sevgi nesnesi, Tanrı figürü ya da ebeveyn imgeleri, psikanalizde "aktarım objesi" haline gelir. Jung ise bu durumu daha kolektif bir düzeyde değerlendirin Jung'a göre Tanrı, kahraman, ana tanrıça gibi figürler, insanlığın ortak bilinçdışı yapıları olan arketiplerdir. Bu imgeler zaman içinde nesnelleştirilip putlaştırılabilir. Put bu durumda, sadece tapılan nesne değil, içselleştirilmiş bir arzu nesnesi haline gelir. Sanatta Put: Temsilin Krizi Sanat tarihinde put sorunu, en çarpıcı haliyle ikonoklazm hareketinde ortaya çıkmıştır. 8. yüzyılda Bizans'ta başlayan bu hareket, Tanrı'nın betimlenemeyeceği gerekçesiyle ikonların (resimlerin) yok edilmesini savunuyordu. Resme tapmak, onu temsil aracı olmaktan çıkarıp put haline getirmekti. Bu tartışma, görüntüyle gerçek arasındaki ilişkinin sarsılmasına yol açtı. Batı sanatı bu krizden, Rönesans'ta "göz için gerçeklik" ilkesiyle çıkmaya çalıştıysa da, modern sanatta bu yeniden sorgulanacaktır. 20. yüzyıl modern sanatında, Dadaistler, Sürrealistler ve Konseptüel sanatçılar, sanatın kutsallığına saldırır. Marcel Duchamp'un pisuarı sanat eseri olarak sunması, sanatın putlarını yıkmanın ironik bir örneğidir. Günümüzde Put: Medya, Tüketim ve Simülasyon Bugün putlar taştan ya da metalden değil; plastikten, ekrandan ve fikirden yapılıyor. Tüketim toplumu, markaları, ünlülerı, siyasi figürleri, yaşam tarzlarını putlaştırıyor. Jean Baudrillard, bu durumu şu sözlerle açıklar: "Gerçekliğin yerini simülasyon aldı." Artık insanlar nesnenin kendisine değil, onun görüntüsüne, temsiline tapıyor. Instagram hesapları, reklam görselleri, süslenmiş imgeler; güncel dünyanın ikonları haline geliyor. Bunlar, modern dünyanın putlarıdır. Putu Yıkmak, Zihni Özgürleştirmektir "Put" kavramını yalnızca bir heykel olarak anlamak, onun derin düşünsel ve sembolik boyutunu görmezden gelmek olur. Felsefede put, zihinsel engeldin Dinde, sahte tanrı. Sanatta, temsil krizidir. Psikanalizde, aktarım nesnesidir. Toplumda, yüceltilmiş semboldür. Bu nedenle "put kırıcılık" sadece taşa değil, zihne, dile, simgeye ve alışkanlığa yönelik bir eleştiridir. Nietzsche, "Tanrı öldü" derken putların yıkılmasını, ama yerine yenilerinin geçmemesi gerektiğini de ima eder. Gerçek anlamda felsefe, sanat ve etik; bireyin kendi zihin putlarıyla hesaplaşmasını gerektirir. Bu yazı, o hesaplaşmanın kapısını aralamaya yönelik bir davettir.
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... Konu shera_hanif tarafından (06 Kasım 2025 Saat 11:41 ) değiştirilmiştir. |
| | |
| | #18 |
| Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: PUT/LAR - Mehmet Ali BAKAY Asaf Halet Celebi'nin "İbrahim” şiiri Üzerine: Put, Gönül ve Yıkım Arasında Bir Mistik Hesaplaşma Asaf Halet Çelebi'nin "İbrahim” şiiri, tasawufi düşünce ile Yeni Platonculuk arasında kurulan derin bir diyalektik yapıyı ortaya koyar. Bu yazı, şiiri üç mertebeli mistik bir yolculuk olarak yorumlarken, put kırma metaforunu felsefi, ruhsal ve estetik düzlemlerde çözümler. Put, gönül, hakikat ve birlik gibi temalar etrafında örülen metin, hem içsel bir miraç hem de modern şiirin varoluşsal açılımlarına ışık tutuyor. İbrahim içimdeki putları devir elindeki baltayla kırılan putların yerine yenilerini koyan kim? Güneş buzdan evimi yıktı koca buzlar düştü putların boyunları kırıldı İbrahim güneşi evime sokan kim? Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri Buhtunnasır put yaptı ben ki zamansız bahçeleri kucakladım güzeller bende kaldı İbrahim gönlümü put sanıp da kıran kim? Asaf Halet Çelebi Asaf Halet Çelebi, modern Türk şiirinde mistik duyarlığın, felsefi sorgunun ve metafizik derinliğin nadir temsilcilerindendir. Onun "İbrahim" adlı şiiri, hem geleneksel dinler tarihine hem de bireysel varoluşun derinliklerine dokunan simgesel ve metaforik bir metindir. Bu şiirde Çelebi, İbrahim Peygamber'in put kırma mitosunu bir metafor olarak kullanarak, bireyin içsel yıkımını, sorgulamasını ve yeniden doğma arzusu içindeki çelişkilerine bakalım. İbrahim Kimdir? Put Kıran mı, Put Yaratan mı? Tevrat ve Kur'an'da İbrahim, babasının ve kavminin yücelttiği putları kıran, tek Tanrı'ya inanan ilk öncül peygamberlerden biridir. Bu anlatı, tarih boyunca "put kırıcılığın" (İkonoklazm) simgesine dönüşmüştür. Ancak Asaf Halet'in şiirinde İbrahim, sırf dış putları kıran biri olarak değil; içsel putlarla da yüzleşen, fakat belki de yeni putlar yaratan bir figür olarak ortaya çıkar. "İbrahim / içimdeki putları devir” dizesi, şairin kendi bilinçdışındaki ya da ruhsal dünyasındaki sahte tanrılara, takıntılara, yüceleştirilmiş anlamlara yönelik bir yıkım talebidir. Ama hemen ardından gelen şu soruyla bu istek sorgulanır: "Kırılan putların yerine / yenilerini koyan kim?" Bu dizeyle şair, put kırmanın sonu olmadığını, insanın yeni putlar yaratmaya meyilli olduğunu ima eder. Düşünce yapıları, ideolojiler, aşklar, tutkular, hatta Tanrı tasarımları bile birer put haline gelir. Güneş ve Buz: Aydınlanma ile Kırılma Arasında "Güneş buzdan evimi yıktı / koca buzlar düştü / putların boyunları kırıldı” dizesi, bir aydınlanma anının getirdiği yıkımı anlatır. Buzdan ev, belki de şairin çekildiği korunaklı bir iç dünya, bir savunma alanıdır. Ancak güneş, yani hakikat, bilgi ya da aşk, bu koruma alanını yerle bir eder. Putların boyunlarının kırılması, bu yıkımın öznesi olarak güneşin işaret edilmesi, bize şu soruyu getirir: "İbrahim / güneşi evime sokan kim?" Bu dize, sürecin özne-nesne ilişkisini sorgular. Güneşi getiren İbrahim midir? Yoksa şairin kendisi mi bu aydınlanmayı talep etmiştir? Burada bir çelişki doğar: Aydınlanma yıkıma neden olur. Hakikat, her zaman iyileştirici değil; bazen yıkıcıdır. Güzelliğin Putlaşması: Buhtunnasır ve Bahçeler '"'Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri / Buhtunnasır put yaptı" dizesi, estetik olanın iktidar tarafından nesneleştirilmesini eleştirir. Bahçelerde serbestçe dolaşan güzellik, artık bir imgede donmuş, yaşayan bir varlık olmaktan çıkmıştır. İktidar, estetiği dondurarak kendi söyleminin aracı yapar. Buhtunnasır (Babil kralı), bu anlamda hem tarihsel hem alegorik bir figürdür: güzelliği dondurup putlaştıran gücün simgesidir. Ancak şair, "güzeller bende kaldı” diyerek bu putlaşmayı reddeder. O, estetik olanla yaşayan bir ilişki kurmuş, onu zihinsel ya da ideolojik bir nesneye dönüştürmeden sürdürmeyi başarmıştır. Gönül de Bir Put Olabilir mi? Şiirin son dizesi belki de en çarpıcısı: "İbrahim / gönlümü put sanıp da kıran kim?" Burada şair, gönlümü, yani en samimi, en içten duygularıyla hareket etmiş; fakat bu duygular başkaları tarafından put olarak algılanmış ve kırılmıştır. Bu dize, hem aşka hem inanca hem de içsel duyarlığa yönelik bir hayal kırıklığını dile getirir. Gönül burada, put kırıcılığın kurbanı olur. Belki de gerçek put, şairin duyguları değil; bu duyguların algılanma biçimidir. Diyalektik ve Üç Mertebeli Yüzleşme. • Yeni Platonculuk ve Tasavvufi Yükseliş Bu şiir, yapısı gereği üç bölümlü bir kompozisyona sahiptir ve bu bölümleme diyalektik bir çatışmayla ilerler: her mertebede bir karşıtlık, bir gerilim ve onun aşımı vardır. Bu yapı, Yeni Platonculuk'un ve tasavvufun özsel çıkış dizgesiyle birebir örtüşür: Dışsal Yıkım - Madde ve Suret Düzlemi: Putların baltayla kırıldığı bölüm, fiziksel olanın reddini simgelen Yeni Platonculukta "madde", tasavvufta "nefs-i emmâre" katmanına denk düşen Işıkla Gelen Yıkım - Us ve Hakikat Arasında: Güneş, bilgi ve ilhamın temsilcisidir ama yıkıcıdır. Bu, "nous" katmanına, tasavvufta "nefs-i levvâme" ya da "kalp" düzeyine denk gelir. Gönül ve Güzellik — Birlik ve Sezgi Katmanı: Zamansız bahçeler, estetize edilmiş düşünceyi aşar. Gönül put sanılıp kırılır. Bu noktada vahdet, yani birliğe erişme arzusu ortaya çıkar; Yeni Platonculukta "Bir", tasavvufta ise "fenâ" makamına tekabül eden Bu üçlü mertebe, aşağıdan yukarıya, dıştan içe doğru bir manevi seyrin şiirsel yansımasıdır. Her aşamada hem olumlu bir açılım hem de olumsuzlayıcı bir sarsılma vardır. Bu da şiirin tinselliğini ve dramatik derinliğini oluşturur. Asaf Halet'in Şiirinde Put, Bir Zihinsel Kurgudur "Put” bu şiirde yalnızca bir dini nesne değil, zihinsel bir yapı, bir kurgu, bir yansımadır. İbrahim ise, bu yapıyla hesaplaşan, ama hesaplaştıkça daha fazla çelişkiye gömülen bir bilincin sembolüdür. Asaf Halet Çelebi, bu şiirle sadece mistik geleneği yorumlamakla kalmaz, aynı zamanda modern bireyin putlarla yüzleşmesini, bu putların yeniden üreyebilme tehlikesini ve içsel yıkımın yaratıcı boyutunu ortaya koyar. İbrahim bir simgedir: Düşünceye balta indiren; ama her baltanın ardından yeni bir soru, yeni bir put bırakan simge. Bu şiiri, mistik modernizmin özeti saymak mümkün: Gelenekle hesaplaşan, ama onu tekrar etmeyen; metafizik sorulara açık, ama cevapları kesinleştirmeyen bir şiir dili. İbrahim ise bu dilin öznesi değil; sorusudur.
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| | |
![]() |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |