IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29 Ocak 2010, 05:35   #1
Çevrimdışı
Phi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Tumeller




Hristiyan dini henüz yaygınlaşmaya yeni yeni başladığı dönemlerde felsefe ile uzlaşma gereği duyuldu.O dönemlerde yunan felsefesi hakim durumda olduğu için din görüşlerini yayanların bu felsefeyle bağlantı kurmaları normaldi. Aksi halde inançlarını ifade edecekleri düşünceler kolayca yenik düşebilirdi. Bir bakıma güç dengeleri eşitsiz olan rakiplerin mücadelesi gibi olurdu. Hristiyanlığın yaygınlaştığı ilk yüzyıllarda,bu dinin savunucuları arasında düşünürlerin sayısının fazla olması da dikkati çeker. Özellikle İskenderiye Klisesi’ne mensup din uluları bir taraftan tanrının özü konusunda çeşitli görüşler ileri sürüyor,diğer taraftan felsefe sorularına cevap arıyorlardı. Dokuzuncu yüzyılda hristiyanlık ile yeni-platonculuk uzlaşmıştı. Ancak gerçek skolastik felsefe 11.yüzyılda oluştu.

Genel olarak ele alacak olursak, skolastik felsefenin amacının ne olduğunu görmemiz gerekir. Bu amaç onun aynı zamanda temel problemidir. Her problem gibi onun da çözümü istenmiştir. Gaye, dine ait ilkelerin akıl ile uyumlu olmasıdır. Dine ait ilkeler derken,bundan ‘dogma’ları, daha eski bir dille ‘nas’ ları anlamalıyız. Şöyle bir tanım da yapmak mümkündür:İnanç yani iman ile bilgiyi uzlaştırmak. Böyle bir tanımlama, o dönemlerin düşünsel uygulamalarına açıklık getirmektedir. Zaten skolastik, filkir alanında konulmuş belli temellere ve ilkelere uygun olarak düşünmektir.Bu haliyle de özgür değildir, araştırıcı niteliği yoktur, hele eleştiriye tamamen kapalıdır.

Skolastiğin temel amacı olarak imanla aklı ve dinle felsefeyi uzlaştırmak şeklinde belirlenince kilisenin ileri sürdüğü dogmalar hem felsefe hem de bilgi açısından yorumlandı.Böylelikle bu düşünürlere göre bilimsel bir sistem oluşmuştu.Unutmayalım ki o dönemlerde bilim ve felsefe iç içedir.Din ise zaten tüm yaşamı içine alıyordu.Düşüncelerin adeta kalıp şeklini aldığı bu durumda skolastik düşünürlerin hepsi,üzerinde tartışılması söz konusu olmayan birtakım ilkelerden yola çıkıyorlardı.O ilkeler ki doğru olup olmadıklarını araştırmak bile kimsenin aklına gelemezdi.Üstelik araştırmak ve tartışmak şöyle dursun,onlara iman edilmesi gerekiyordu.

Skolastiğin tam oluşmuş şekliyle temsilcisi olan Anselmus’un felsefe tarihine geçen ünlü sözü,bu konunun özeti gibidir:’Anlayayım diye iman ediyorum.’Diğer taraftan Tanrı’nın varlığını ve hristiyan dinine ait dogmaları savunmak için Platon ve Aristo felsefeleri iyice inceleniyordu.Tabii ki yorumlar, din adamı-filozof kişilerin katı düşünce kalıplarına uygun hale getirilerek yapılıyordu.Gene de düşünürler arasında ufak tefek yorum farkları vardı.Örneğin Aquino’lu Thomas aklın kavrayış gücünü ön planda tutarken,Duns Scotus irade gücünü önemli görüyordu.Ama bu ufak tefek çatlaklar bir süre sonra çok büyüyecekti.

Bizler,şimdi yani bugün için genel fikirlerden ve kavramlardan söz ederiz.Örneğin çevremizde çeşitli ağaçlar görürüz.Bu ağaçları duyu organlarımız ve algılarımız ile yani onların aracılığı ile tanırız.Bir elma ağacını ve bir erik ağacını duyu organlarımız ve algılarımız aracılığı ile tanıdığımız gibi aralarındaki farkı da biliriz.Ama bütün bu bilgilerimizden genel bir fikir,bilmiş olduğumuz bütün fikirleri kapsayan bir kavram ortaya koyarız.Bu kavrama ‘ağaç’ deriz.Bu ağaç kavramı,elma,erik gibi tek tek ağaçları değil onların özünü,yaygın niteliğini veya ilkesini ifade eden genel bir fikirdir.Platon buna idea adını vermişti.

Skolastik felsefenin yaygın olduğu çağlarda idealar,tümeller olarak ele alınıyordu.Tümeller varlıkların özleridir.Her varlıkta bulunan,hepsinin ortak noktasını oluşturan genel kavramlardır.Bütün varolan şeylerin içinde toplandığı sınıflardır veya türlerdir.Platon bu tümellerin varlıklardan önce ve onların dışında mevcut olduğunu düşünmüştü.Onlar ayrı ve nesnel bir varlığa,ayrı bir gerçeğe sahiptiler.Ortaçağdaki hristiyan felsefesinde Platon’un bu görüşlerini kabul eden kişilere ‘gerçekçiler’ bu görüşe ise ‘gerçekçilik’ yani realizm adı verilmiştir.Sözünü ettiğimiz bu gerçekçilik,tümellerin gerçek olduğunu kabul etmek anlamına geliyor.Elbette bu kavramı,o dönemlere ait şekliyle ele alıyoruz.Bugünkü anlamıyla ele alırsak,tümeller maddesel değil düşünceyle ilgili yani manevi bir gerçek taşıdıkları için bu görüşe idealizm diyoruz.Zaten doğru tanım da budur.Maddeden önce düşüncenin,veya kavramın geldiğini kabul etmek felsefi anlamıyla idealist bir düşüncedir.Tam tersi durumu,yani maddenin ve varlığın düşünceden veya soyuttan önce geldiğini ileri sürenlere bugün gerçekçi denir.Ortaçağ ile bugünün kavramlarını birbirine karıştırmamak şartı ile,kısaca ortaçağda tümellerin varlıklardan önce geldiğini ileri sürenlere gerçekçi dendiğini tekrarlayalım.

Aristo,tümellerin nesnelerden ayrı bir gerçeklikleri olmadığını,tam tersine nesnelerin içinde bulunduklarını ileri sürmüştü.Yani Platon’dan farklı düşünüyordu. Aquino’lu Thomas başta olmak üzere bazı düşünürler Aristo’nun fikrini benimsediler.Gene de bu görüşler tümellerin gerçek olduğunu ortadan kaldırmıyordu,olsa olsa kavramı katı bir tanımdan daha yumuşak bir şekle taşıyordu.Ama kısa bir süre sonra ‘gerçekçilik’ görüşüne tam karşıt olarak bir başka görüş oluştu.Buna göre, tümeller nesnelerin dışında varolmadıkları gibi nesnelerin içinde de varolmazlar.Tümellerin hiçbir şekilde varlığı yoktur.Onlar sadece birer isimdirler.Ancak bir ‘ad’ olarak yalnızca bizim düşüncelerimizde yer alırlar.Tümellerin nesnel olmadığını,birer ad olduğunu ileri süren bu görüşe ‘isimcilik’ veya nominalizm denir.

Anselmus tümellerin gerçek olduğunu ileri sürenlerin başında geliyordu.Buna karşılık nominalistlerin en önemli temsilcileri Duns Scotus ve Occam’lı William’dır.Nominalistlerin varlıklara ait özlerin,başka bir deyişle ideaların,mevcudiyetlerinin dışında nesnel olarak varolmadıklarını,sadece isimlerden ibaret olduklarını ileri sürmeleri ne anlama geliyordu?En başta hristiyanlık dininin resmi hale gelmiş olan skolastik felsefe ile çatışan bir düşünceydi.Zira hristiyanlığın dogma şeklinde ifade edilen skolastik ilkeleri,tanrı veya ruh gibi gerçeklerin birer isim olmadıklarını,bunların bağımsız ve nesnel bir varlığı olduğu temeline dayanıyordu.Oysa bu tümellerin sadece birer isim veya ad olduğunu söylemek,üstelik sadece düşüncelerimizde(başka yerde değil) mevcut olduklarını ileri sürmek dinin dogmalarını reddetmek anlamına geliyordu.

Elbette nominalistler dinsiz kişiler değillerdi ve hristiyanlığı yıkmak gibi bir amaçları yoktu.Tam tersine dini daha sağlam temellere oturtmak istiyorlardı.Kalıplaşmış düşünce formlarını kırıp serbest düşünce ile manevi kavramlara ulaşmanın daha uygun olduğunu kanıtlamışlardı.Din alanında ulaştıkları bu zafer,bilim alanındaki düşünürleri o devirde göreceli olarak oldukça rahat bir konuma getirmişti.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 29 Ocak 2010, 12:54   #2
Pentagram
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Tumeller




Alıntı:
Elbette nominalistler dinsiz kişiler değillerdi ve hristiyanlığı yıkmak gibi bir amaçları yoktu.Tam tersine dini daha sağlam temellere oturtmak istiyorlardı.Kalıplaşmış düşünce formlarını kırıp serbest düşünce ile manevi kavramlara ulaşmanın daha uygun olduğunu kanıtlamışlardı.Din alanında ulaştıkları bu zafer,bilim alanındaki düşünürleri o devirde göreceli olarak oldukça rahat bir konuma getirmişti.

kilisenin otoritesiyle çatışmamak için geliştirilmiş güzel bir düzen açıkcası.Ayrıca rönesans dönemi din anlayışında da Deizmi (Yaradancılık) görmekteyiz kilisenin otoritesiyle çatışmamak için

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
tumeller


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık