![]() |
Felsefik Hikayeler "Kapıyı hızlı çarpıp çıkma. Geri dönmek zorunda kalabilirsin" demiş büyüklerimiz... "Kapıdan kapıya değişir" diye düşünebilirsiniz. Değişmez aslında. Öfke, hırs ya da intikam, kalbinizi kapının çarpma hızından daha hızlı çarpar. Sevgilinizi, işinizi ya da en iyi arkadaşınızı terk ederken çarptığınız kapılar aynıdır. Hepsinde geride bıraktığınız insanlar vardır. Onları“sizsizliğe” mahkum edip mutlu olurken, farkında olmadan kendinizi de onlardan “eksiltmiş” olursunuz. Bazen çarpma öncesinde “neden” sorusu gelir. Gelmezse bilin ki çarptığınız kapı bir daha size hiç açılmayacaktır. Hayat politika gibi değildir. Pişkinlik ve yüzsüzlük kaldırmaz. Pişmanlığa bile esnekliği çok azdır. Terazisi, “ çıkarlardan” çok,“duygularla” tartar. Kefe'nin birine kırık bir kalp koyduğunuzda, diğerine ne koyarsanız koyun dengelemez. Kalp cam gibidir. Kırıkları yapıştırsanız da izleri yok edemezsiniz. Sevgilinizi, “sevgisizlikten” değil,“bencillikten” terk ediyorsanız, bundan sonra çarpacağınız daha çok kapı var demektir. Her “çarpıntı” hayatınıza attığınız bir çarpıdır. Bu çarpı, matematikteki görevini üstlenip “artırıcı” etki yapmaz. Görevini, “eksi”ye devreder. İşyerinizi, yeni bir iş bulduğunuz için terk ediyorsanız, kapıdan girerken verdiğiniz sözleri hatırlamanız gerekir. Kimse hayatını aynı işyerinde geçirmek zorunda değilse de, sözlerini tutmak zorundadır. Tabi bu sözleri tutmak kendi elinde olduğu sürece... Yasal zorunlulukları bir kenara atın. Patronun sizi Pazartesi çağırıp, Salı günü atma lüksünü de... Patron sizi gönderirken, geride kalanların durumundan çok kurumun devamlılığını düşünür. Kurum yoksa iş de yoktur. Hedeflenen satışa, kâra ve verimliliğe ulaşmadıkça Pazartesi-Salı döngüsünden sıyrılmak da mümkün olmaz. Siz giderken durum biraz daha farklıdır. Sevgilinizi terk etme nedeniniz işiniz için de ortaya çıkarsa“çarpı” işaretinin “eksiltici”etkisi bir kez daha devreye girer. Elinizdeki işleri devretmeden, geride kalanları zor durumda bırakarak “çarparsanız” bu kez birden çok kişiyi hayatınızdan eksiltirsiniz. En iyi arkadaşınızı terk ediyorsanız vay halinize. Kaç kişinin “en iyi” arkadaşı vardır? “En iyi” arkadaşı edinmek kaç yıllık emek ister? “Kaç yılda” edinilen “en iyi” arkadaş, “kaç saniyede” harcanır? “En iyi”nin boşalttığı yeri doldurmak için kaç tane“iyi” gerekir? Kapıları çarptıktan sonra kafayı çarpmamak için düşünmekte fayda var. alıntı |
Cevap: Felsefik Hikayeler Gül yaprağı Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki budist rahip, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı, tapınağın bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı içerideki budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Ön Yargı Birbirlerini çok seven, fakir oldukları kadar kimsesiz bir çift.Sadece küçük bir tarlaları ve tarlanın yanında tek odalı derme çatma bir evleri var Ama günlerden bir gün adamın ölümü daha kötü günlerin başlamasına sebep çünkü kadın hamile... Tüm acısına rağmen geçirdiği hamilelik döneminde, karnında taşıdığı bebeği ile sürekli konuşarak avunur kadın. Ve günlerden bir gün doğum gerçekleşir. nur topu gibi bir bebektir bu.. her gün onunla tarlaya gider, sırtında taşır akşama kadar çalışır ve birlikte eve dönerler .. bebek büyürken yine günlerden bir gün bir kunduz bulurlar . her gün onlarla birlikte ve onları takip ederek eve gider kunduz. Sabah yine onları bekler ve onlarla tarlaya gider. Kadın kunduzla bebeği hiç yalnız bırakmaz tabiî ki.. Bir süre sonra evde birlikte yaşamaya başlarlar. Bebek evde uyurken kadın da evin önünü süpürmek ister kısa bir süre de olsa..geri geldiğinde kunduzun ağzı kan içindedir.. hemen elindeki süpürgenin sopasıyla kunduza vura vura öldürür. hemen bebeğin yanına gelir.. BEBEK MIŞIL MIŞIL UYURKEN AYAKUCUNDA KAFASI KOPARTILMIŞ BİR YILAN BULUR ANNE. ---------- KIRILMAZ CAM TESADUFEN BULUNMUŞ 1904 yılında Benedictus adli bir Fransız bilgini labaratuvarinda calisyordu.Rafların birinde içi bos bir şişeyi almak isterken elinden düşürdü. Tas zemin üzerine düsen sise belki bin parça olmuş, fakat parçalar birbirinden ayrılmamıştı, sise gene eski biçimini muhafaza ediyordu. Bu olay Benedictus' u çok şaşırttı. Düşündü, düşündü sonunda şişeye bir kolodyon bileşiği koymuş olduğunu hatırladı. Bileşikteki eritici madde zamanla uçmuş , geriye kalan selüloz nitrat , şişenin duvarlarına sıvanmıştı. İlk bakışta şişeyi bos sanması bileşiğin saydamlığından ötürü idi. Birkaç gün sonra gazetelerde bir otomobil kazası okudu. Otomobilde bulunanlardan biri ,kırılıp dağılan cam parçalarından ciddi bir bicimde yaralanmıştı. Benedictus kararını vermişti. Bu konuda ilk adımları atacaktı ve artik oto camları kırıldığı zaman dağılmayacaktı. |
Cevap: Felsefik Hikayeler BAŞARI,ZENGİNLİK VE SEVGİ Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek birşeyler hazırlayayım." Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi. Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların budavranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı", dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve." Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?" Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir. Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu "Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın", dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin." Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur." Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?", dedi. Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?", dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak" Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..." Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..." Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim." Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; "Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize." Ve kadının "niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Önemli Olan Tad Almak Amerikalı piyanist ve besteci Eubie Blake öldüğünde 104 yaşındaydı. Blake 102 yaşındayken televizyonda bir söyleşi yapıyordu. Sordular: “102 yaşında olmak, nasıl bir duygu?” Blake cevapladı: “Yaşın pek tadı yok. Yaşamanın tadını çıkartmak güzel…” |
Cevap: Felsefik Hikayeler Tuz ve Su Yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - “Tadı nasıl? ” diye soran yaşlı adama öfkeyle: - “Acı” diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - “Tadı nasıl? ” “Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak. - “Tuzun tadını aldın mı? ” diye sordu yaşlı adam, “Hayır” diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: - “Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.” |
Cevap: Felsefik Hikayeler Tavla ve Satranç Pers imparatorunun basverziri Büzur Mehir tarafindan 1400 yil önce tasarlanan tavla oyunu; Dünyanin en popüler oyunlarindan biridir. Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlananan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birligi olarak tavla bir tanedir. Tavlanin içindeki karsilikli 6'sar hane 12 ayi temsil eder. 15 açik ve 15 koyu renkli pul, Ayin 15 gece ve 15 gündüzünü simgeler. Karsilikli 12'ser hane günün 24 saatidir. Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranç oyunun Pers Imparatoruna, yaninda bir mektup ile hediye olarak göndermistir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açiklama yapmazken söyle bir mesaj yazmistir. Pers Imparatoruna; Kim daha çok düsünüyor, kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanir. Iste hayat budur... Pers Imparatoru dönemin en alim veziri olan Büzur Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karsilik olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek üzere baska bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca çalistiktan sonra gönderilen satrancin her tas hareketini ve oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayi icad eder ve imparatora sunar. Hint Imparatoruna tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere söyle bir mesaj hazirlanir. Hint Imparatoruna; Evet, Kim daha çok düsünüyor, kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanir. AMA BIRAZ DA SANSTIR. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Meşhur bir filozofa: - “Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?” diye sorulduğunda: - “Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan” demiş. ---------- Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş. Bir gün eşi Sokrates’e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. Bakmış kocası hiç bir tepki göstermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrates, gayet sakin: - “Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum” demiş. ---------- Öğrenci; -Hocam,diye sormuş.İnsan,maymunun gelişmiş şeklidir”diyorlar.Ne dersiniz? Seyid Ahmet Arvasi cevap vermiş. -O mantığa göre çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir. |
Cevap: Felsefik Hikayeler İngiliz Büyükelçisi, eski Osmanlı evlerinin dış duvarlarına asılan “Yâ Hafîz” (Muhafaza eden Allah (c.c.) ) levhalarını görünce dayanamamış ve Keçecizade Fuad Paşa’ya bunların ne olduğunu sormuş. Fuad Paşa, İngilizin anlayacağı dille cevap vermiş: - O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır. ---------- Sahabelerden biri, Hz. Ebûbekir’in yanına gelerek: - Çok günahkarım, der. Benim için dua eder misiniz? Hz. Ebûbekir: - Yâ Rabbi, der. Bir günahkar, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle. ---------- Bir talebe, hikmet sahibi bir zât ile sohbet ederken: - Cennet’te küçük bir yerim olsa bana yeter deyince, o zât şu cevabı verdi: - Âhiret için ettiğin kanaati, keşke dünya için de etseydin. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Hayatın Tadı İki gezgin melek, geceyi geçirmek için, son derece varlıklı bir ailenin evinin kapısını çalmışlar. Aile, pek kaba bir üslupla, meleklere yatacak yer olarak koca malikanenin konuk odalarından birini vermek yerine, soğuk bodrumdaki küçük bir köşeyi göstermiş. Melekler, buz gibi odanın soğuk ve sert zemininde kendilerine yatacak bir yer hazırlamaya çalışırlarken, yaşlı melek duvarda bir delik görmüş ve kalkıp deliği onarmaya girişmiş. Genç melek, yaşlı meleğe bu hareketinin nedenini sorunca, yaşlı melek hafifçe gülümsemiş: - Her şey, her zaman, göründüğü gibi değildir... Sabah malikaneden ayrılan melekler, gece bastırınca, bir kez daha kalacak yer bulmak umuduyla, bu defa çok fakir bir çiftçi ailesinin kapısını çalmışlar. Son derece misafirperver olan fakir karıkoca, sofralarında ne var ne yoksa meleklerle paylaştıktan sonra, onlara rahatça uyumaları için kendi yataklarını vererek yanlarından ayrılmışlar. Sabah güneş doğduğunda, melekler, zavallı karıkocayı gözyaşları içinde bulmuşlar: Yegane geçim kaynakları olan tek inek de tarlalarının ortasında cansız yatmaktaymış. Genç melek, bu sefer iyice öfkelenerek yaşlı meleğe isyan etmiş: - Bunun olmasına nasıl izin verebildin? O varlıklı kaba adamın her şeyi vardı; ama sen kalktın, ona yine de yardım ettin. Bu iyi yürekli fakir ailenin ise o tek inekten başka hiçbir şeyleri yoktu. Buna rağmen onu bile paylaşmaya gönüllü oldular. Ama sen, o ineği de yitirmelerine izin verdin! Bunun üzerine yaşlı melek, genç meleğe dönerek şu cevabı vermiş: - Her şey, her zaman, göründüğü gibi değildir. O zengin malikanenin bodrumunda kaldığımız gece, duvardaki deliğin dibinde külçe külçe altın saklı olduğunu fark ettim. Malikanenin sahibi, bu kadar açgözlü olduğu ve kendisine verilmiş şans sayesinde edindiği zenginliğin bir parçasını bile paylaşmaya yanaşmadığı için, ben de o deliği öyle bir kapatıp mühürledim ki artık arayıp bulsa da açamaz. Ve devam etmiş: - Sonra, dün gece biz çiftçi ailesinin yatağında uyurken, ölüm meleğinin o çiftçinin karısını almaya geldiğini gördüm. Ben de onun yerine, ölüm meleğine ineği verdim. Yaşlı melek, gülümseyerek bir kez daha eklemiş: - Her şey, her zaman, göründüğü gibi değildir. Bazen işler istediğimiz gibi sonuçlanmadığında, aslında bizim de başımıza gelen tam da budur işte. İnanıyorsanız, yapmanız gereken şey, sadece her sonucun her zaman sizin lehinize olduğuna güvenmektir. Bunun böyle olduğunu, ancak belirli bir zaman sonra öğrenebilecek olsanız bile. Bazı insanlar, hayatımıza girerler ve çabucak çıkarlar. Bazıları ise dostumuz olur ve bir süre orada kalırlar. Yüreklerimizde o güzel ayak izlerini bırakarak… Ve bu, iyi bir dost kazandığımız için, bir daha asla eskisi gibi olmayacağız demektir! Dün, tarih oldu. Yarın, bir gizemdir. Bugün ise bir armağan. Bu yüzden İngilizcede “present”, hem “şu an”, hem de “armağan” anlamına gelir! Her anı doyasıya yaşayın ve tadını çıkarmaya bakın. Hayat, bir kostümlü prova değildir!.. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Bir sohbet sırasında, Ârif Nihat Asya’ya: -Eğilir, bükülür, katlanır ve istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş, derler. Ârif Nihat Asya, şöyle cevap verir: - Desenize, eninde sonunda camı da kendimize benzettik! ---------- Öğrenci; -Hocam,diye sormuş.İnsan,maymunun gelişmiş şeklidir”diyorlar.Ne dersiniz? Seyid Ahmet Arvasi cevap vermiş. -O mantığa göre çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir ---------- Sokrat ölüme mahkum edildiğinde esi: -Haksiz yere öldürülüyorsun diye ağlamaya başlayınca, Sokrat: -Ne yani, bir de hakli yere mi öldürülseydim? |
Cevap: Felsefik Hikayeler Bir filozofa sormuşlar: -Sansa inanır misiniz? -Evet, yoksa sevmediğim insanların basarisini neyle açıklardım. ---------- Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile’ye hasımlarından biri: -Efendim,kulaklarınız bir insan için büyük değil mi? Galile cevaplamış: -Doğru,benim kulaklarım bir insan için büyük ama,seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mi? ---------- Komedyen Eddie Cortar’a, -Hastalanınca ne yapmak gerekir?diye sorulduğunda: -Mutlaka doktora gidin demiş. Zira doktorun yaşaması gerek.Verdiği ilacıda alın, çünkü eczanecinin de yaşaması gerek. Fakat ilaçları sakın içmeye kalkmayın, zira sizinde yaşamanız gerek. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Amerika’lı iş adamı, bir Çinli’yle alay ederek sormuş: - Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek? Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş: - Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman. ---------- -Hayat kırkından sonra başlar, diyen bir kişiye Said Turhan şu karşılığı vermiş; -Eğer otuz beşinde ölmezsen! ---------- Talebelerinden biri, Konfüçyüs’e: -“Ölüm nedir?” diye sorduğunda, Konfüçyüz’ün cevabı şu olmuş; -Hayat hakkında ne biliyorsun ki, sana ölümden bahsedeyim. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Harun Reşit, kendisini sık sık ikaz eden Behlül Dânâ Hazretlerine: - Sen kendi işine bak, dermiş. Her koyun kendi bacağından asılır. Bir gün sarayı pis bir koku kaplamış. Sebebini araştırdıklarında, üst kattaki bir odada bacağından asılı bir koyun bulmuşlar. Bu işi yapanı da keşfetmişler tabi ki: Behlül. Halife, kendisini sıkıştırdığında: - Gördüğünüz gibi, her koyun kendi bacağından asılır efendim, demiş. Fakat etrafı kokuttuğu için, herkesi rahatsız eder. ---------- Adamın biri, Hz. Ali’yi gıyabında yani ardından kötülediği halde yüzüne karşı övmeye başlayınca, ondan şu karşılığı almıştır: - Söylediklerinden daha aşağı, fakat içinden geçirdiklerinden daha üstünüm. ---------- Behlül Dânâ’ya biri sorar: - Oğlum öldü. Mezar taşına ne yazdırayım? Behlül Dânâ şu cevabı verir: - Şunu yazdır: “Dün altında olan çimenler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki, şu toprak günahtan gayri her şeyi örter.” |
Cevap: Felsefik Hikayeler Churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili, Churchill’ e kızgın kızgın şöyle seslenir: - “Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım.” Churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır: - “Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim.” ---------- Dostlarından biri, Fransız kralı 15. Lui’ ye: - Majesteleri, akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder. Kral, alaylı alaylı gülerek: - Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum. ---------- Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon’ un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek: - Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zaptetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon: - Evet, Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Sultan Alparslan 27 bin askeriyle bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla: - 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der. Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: - Bizde onlara yaklaşıyoruz. ---------- Kadıköy camiinde vaaz vermekte olan Demirci hocaya: -Hocam diye sormuşlar. At nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi? Demirci hoca: - Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. O nallardan her atta dört tane var amma, bütün gün kamçı yeyip duruyorlar. ---------- İngiliz garson Türk müşteriye: -Çanakkale de çok askerimizi öldürdüğünüz için sizleri pek sevmeyiz, deyince. Bizimkinden gayet soğuk kanlı şu cevabı almış: -Orada ne işiniz vardı? |
Cevap: Felsefik Hikayeler Mehmet Akif Ersoy’u ilk devre milletvekilliği sırasında ziyerete gelenler, bir takım idareciler hakkında kanaatini sormuşlar. Şu cevabı vermiş: -Memleketten ümidinizi kesmek istemiyorsanız, büyük adamları yakından tanımayınız. ---------- Bir sohbet sırasında, Ârif Nihat Asya’ya: -Eğilir, bükülür, katlanır ve istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş, derler. Ârif Nihat Asya, şöyle cevap verir: - Desenize, eninde sonunda camı da kendimize benzettik! ---------- Eflâtun, bir grup arkadaşı arasında oturan Sokrat’a: - Geçen gün bir arkadaşını herkesin arasında azarladın, diye çıkışmış. O sözleri başbaşa kaldığın zaman söyleyemez miydin? Sokrat, soruya soruyla karşılık vermiş: - Beni böyle azarlamak için, başbaşa kalmamızı bekleyemez miydin? |
Cevap: Felsefik Hikayeler İngiliz Büyükelçisi, eski Osmanlı evlerinin dış duvarlarına asılan “Yâ Hafîz” (Muhafaza eden Allah (c.c.) ) levhalarını görünce dayanamamış ve Keçecizade Fuad Paşa’ya bunların ne olduğunu sormuş. Fuad Paşa, İngilizin anlayacağı dille cevap vermiş: - O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır. ---------- Sahabelerden biri, Hz. Ebûbekir’in yanına gelerek: - Çok günahkarım, der. Benim için dua eder misiniz? Hz. Ebûbekir: - Yâ Rabbi, der. Bir günahkar, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle. ---------- Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş. Bernard Shaw, bir oyununun ilk gecesine, Churchill’ i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş: - “Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa.” Churchill, hemen cevap göndermiş: - “Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece de oynarsa.” |
Cevap: Felsefik Hikayeler Fino'yu gören Aslan, deliler gibi gülümsemeye başladı. Bir yandan da, "Bu kadar küçük hayvan olur mu?" diye söyleniyordu. "Küçük olabilirim efendim," dedi Fino gururla. "Ama dikkatinizi çekerim ki, sapına kadar köpeğim ben!" |
Cevap: Felsefik Hikayeler Gerçek Hangi Diyarda? Çölde yolculuk eden Adam, bir Kadın'a rastladı. "Kimsin?" diye sordu. "Neden bu korkunç yerde yaşıyorsun?" "Adım Gerçek'tir," diye yanıtladı Kadın. "Bana tapanlar toplumdan kovulduklarında onlara yakın olabileyim diye çölde yaşıyorum. Hepsi eninde sonunda buraya gelir." "Öyle mi?" diyerek ıssız çevreye bakındı Adam. "burda öyle aman aman bir kalabalık yok doğrusu." |
Cevap: Felsefik Hikayeler İyi Haber Arjantinli ünlü golfçü Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı. Kadının anlattığı öykü de Vincenzo’yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona; "Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi. Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneğinin bir görevlisi yanına gelerek; "Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi. De Vincenzo, evet anlamında başını salladı. "evet" dedi. Görevli, "Size bir haberim var. O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."De vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" Dedi. "Hayır, yok" dedi görevli. "İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" dedi, de Vincenzo. |
Cevap: Felsefik Hikayeler BABANIN NASİHATI Evvel zamanda, aklı başında, yüce, zengin bir adam varmış. Bu adamın bir de oğlu varmış. Bu oğlan yetişme çağındayken babası aniden hastalanmış. Oğlu, babasının yanına gittiğinde, adam: “Ey oğlum, artık dünyadan ayrılma vaktim gelmiştir. Benim sana söyleyecek çok önemli sözlerim, nasihatlerim olacak.” demiş. Oğlu da: “Tamam babacığım, nasihatlerin başım üstüne, sen nasıl istersen ben öyle yaparım.” demiş.Babası: “Ey oğlum, benim ölümümden sonra sen, haftada bir evlen, attan başka bir şeye binme ve baldan başka bir şey de yeme.” demiş. Kısa bir zaman sonra babası vefat etmiş. Oğlan da babasının dediği gibi her hafta bir kızla evlenip, attan başka hiçbir bineğe binmemiş ve baldan başka hiçbir şey yememiş. Böylece biraz zaman geçtikten sonra oğlan babasından kalan mirası tüketmiş, sonra da yemeğe ekmek bulamayacak hale gelmiş. Oğlanın bu durumunu gören hanımları da onu terk etmiş, kendisi ise onun bunun kapısında gezerek ekmek dilenmeye başlamış. Oğlan, dilendiği bir gün, yaşlı bir adama rastlamış. Yaşlı adam, bu oğlanın babasını hatırlamış ve oğlanın nasıl oldu da bu hale düştüğünü oğlandan sormuş. Bunun üzerine oğlan başından geçenleri tek tek anlatmış yaşlı adama.Oğlanın söylediklerini dinleyen yaşlı adam, kafasını sallayarak: “Oğlum sen babanın ne demek istediğini tam olarak anlamamışsın. Onun ‘Her hafta bir kızla evlen.’ dediği, ‘Git çalış, zahmet çek, haftada bir gün karının yanında olsan karın sana bir kız gibi görünür.’ dediğidir. ‘Attan başka bir şeye binme.’ dediği ise, ‘Çalışarak yorulduktan sonra eşeğe binsen de, ata binmiş gibi olursun’ dediğidir. ‘Baldan başka bir şey yeme’ dediği ise, ‘Zahmet çekerek onun meyvesini yesen, baldan daha tatlıdır.’ dediğidir. Sen bunları anlamamışsın ay oğul!” demiş yaşlı adam. Oğlan: “Ah, böyle mi olacaktı?” diyerek hayıflanmış. Oğlan, babasının vasiyetini tam olarak anladıktan sonra tekrar çalışmaya başlamış ve zengin olup muradına ermiş. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Derviş Kaşıkları Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" "Bakın göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen, ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte" demiş ermiş, "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..." |
Cevap: Felsefik Hikayeler Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm. Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi .Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. Köylüler ağzı açık bakakaldı. Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Ne bazeni, çoğu zaman.Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.Kör kuyuda olsak bile... dipnot: şuanki durumuna çok anlamlı bi hikaye .. hepimizin zaman zaman zorluklarla karşılaşıyoruz yakınmak yerıne o sorunlarla nasıl baş edebileceğimizi öğrenmeyi araştırmaliyız. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Su Damlası Bilge usta, çırağına sorar: -Bir su damlasını buharlaşıp yok olmaktan nasıl kurtarabilirsin? Çırak hayranlıkla ve yine bilemeyeceğim endişesiyle yanıtlar: -Nasıl? -Onu okyanustaki diğer su damlalarının arasına bırakarak. |
Cevap: Felsefik Hikayeler ARİSTO'NUN ÖFKELİ MAKEDONYA KRALI PHİLİPPE'E CEVABI Makendonya Kralı Phillippe oğlunun öğretmeni olan Aristo'ya kızmıştı. - Ne olacak sanki, dedi.Senin yerine bir köle tutar ona baktırırım. Bunun üzerine Aristo - Evet majeste,dedi.O zaman iki köleniz olur! [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Felsefik Hikayeler Hakim sakalı uzamış Necip Fazıl'a "maymuna dönmüşsün Necip" demiş; Necip Fazıl duvara dönerek "şimdide duvara döndüm." demiş. |
Cevap: Felsefik Hikayeler İNSANI DÜZELTME Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu... sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. ; Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü; Oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesorunu bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez. Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk; bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ. |
Cevap: Felsefik Hikayeler O Zaman Oyun Biter ! İş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar; "Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..." Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde beş yüz bin, diğer elinde beş milyonluk bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: "Hangisini istiyorsan alabilirsin?" Çocuk dalgın dalgın bir beş yüz bine bir de beş milyona bakar ve sonunda beş yüz binlik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim." der.Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden beş milyonluk değil de, beş yüz binlik banknotu aldığını sorar.Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir : - Eğer beş milyonluğu alırsam oyun biter!" Allah'ın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken... Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle yargılama hakkına sahip olabiliyoruz! |
Cevap: Felsefik Hikayeler Önemli Olan Tad Almak Amerikalı piyanist ve besteci Eubie Blake öldüğünde 104 yaşındaydı. Blake 102 yaşındayken televizyonda bir söyleşi yapıyordu. Sordular: “102 yaşında olmak, nasıl bir duygu?” Blake cevapladı: “Yaşın pek tadı yok. Yaşamanın tadını çıkartmak güzel…” |
Cevap: Felsefik Hikayeler Hayatı tersine yaşamak Hayat tersine yaşanmalıydı bence.. Önce ölümü savuşturmalıydık başımızdan. Yirmi yılımızı huzurevinde geçirip Çok gençleştiğimiz için atılmalıydık. Altın bir saatimiz olduktan sonra işe başlamalıydık Kırk yıl çalışmalıydık ta ki emekliliğin tadını çıkarabilecek denli gençleştiğimiz güne kadar. Üniversiteye gitmeliydik sonra liseye hazır hale gelinceye dek PARTİ yapmalıydık. İyice ufalmalıydık oyun oynayıp sorumlulukları unutmalıydık... Küçük bir kız ya da erkek bebek olunca annemize dönmeli son dokuz ayımızı yüzerek geçirmeli ve.. sevgi dolu bir bakışta son bulmalıydık. Norman GLASS |
Cevap: Felsefik Hikayeler Ünlü aktör Bert Lahr’e yönetmenler: “Saçların bembeyaz oldu. Artık yaşlandın. Üzgünüz bu rolü sana veremeyiz…” demişler. Aktör, kendine güvenen bir üslupla cevap vermiş ve rolü almış:“Damın karlı olması evin içinde ateş olmadığı anlamına gelmez…” |
Cevap: Felsefik Hikayeler Bilgenin birine sorarlar: - Padişahlara hazine gerek midir? Bilge : - Bir asıl hazine vardır,o gerektir. - Asıl hazine nedir diye,Arif cevaben: - Halkının hayır duaları,padişahlara hazinedir. |
Dil Yarası [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Dilin önemine vakıf olan ünlü filozof Konfiçyüs’a; bir öğrencisi, ‘’İmparator olsan ne yapardın?’’ şeklinde bir soru yöneltir. Konfiçyüs hiç tereddüt etmeden ‘’Dili düzeltirdim’’ diye cevap verir. Öğrenci tatmin olmaz ve sormaya devam eder. Niçin? Konfiçyüs bütün bilgeliği ile cevap verir: ‘’Çünkü dil bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa ahlak ve aile bozulur, ahlak bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk ve siyaset bozulursa devlet çöker ve yıkılır.’’ Doğal olarak devletlerini yitiren toplumlar ve milletler, tarihi tecrübe delili ile sabittir ki, ya tamamen başka toplumların sömürgesi olurlar ya da belli bir zaman dilimi içerisinde tamamen kendi tarihsel ve toplumsal değerlerini kaybederek, kendilerine yabancılaşmak sureti ile başka bir toplumun içerisinde asimile olur, tarih sahnesinden büsbütün silinirler. |
Cevap: Felsefik Hikayeler BAŞARI,ZENGİNLİK VE SEVGİ Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembe BAŞARI,ZENGİNLİK VE SEVGİ Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek birşeyler hazırlayayım." Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi. Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların budavranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı", dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve." Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?" Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir. Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu "Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın", dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin." Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur." Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?", dedi. Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?", dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak" Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..." Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..." Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim." Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; "Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize." Ve kadının "niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz. Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi. Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların budavranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı", dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve." Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?" Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir. Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu "Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın", dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin." Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur." Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?", dedi. Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?", dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak" Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..." Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..." Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim." Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; "Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize." Ve kadının "niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz. |
Cevap: Felsefik Hikayeler EFLATUN’A SORULAN 2 SORU Eflatun´a iki soru sormuşlar: - Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir? - Eflatun tek tek sıralamış: - "Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler." Sıra gelmiş ikinci soruya; - "Peki sen ne öneriyorsun?" Bilge yine sıralamış: - "Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli Olan; Hayatta En Çok Şeye Sahip Olmak Değil, En Az Şeye İhtiyaç Duymaktır. |
Cevap: Felsefik Hikayeler ALBERT EİNSTEİN Bir üniversite profesörü öğrencilerine şu soruyu sorar; -'Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?' Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar. -'Evet her şeyi Tanrı yarattı!' Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'evet efendim ' diye yanıtlar. Profesör devam eder; -'Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmışolur veçalışmalarımızda uyguladığım 'Kesinleştirme' prensibine göre de Tanrı şeytandır.’ Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencilerine bir kez dahaTanrı’nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.Buarada bir öğrenci ayağa kalkar ve -Bir soru sorabilir miyim profesör? der.Profesörde sorabileceğini söyler. Öğrenci ayağa kalkar ve-'Soğuk var mıdır? Diye sorar. Profesör; -'Nasıl bir soru bu böyle,tabi ki vardır ' diye yanıtlar. 'Sen hiç soğuktan üşümedin mi?'Öğrenci ;- 'Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur. yaşamda/realitede biz soğuğu sıcaklığın yokluğuolarak düşünürüz.Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (-460 derece F)sıcaklığın kesin yokluğudur (hiç olmadığı seviyedir). Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur,o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızıtarif etmek için yarattığımız bir kelimedir' der ve devam eder, - Profesör, karanlık var mıdır? Profesör ;-'Tabi ki vardır'. Öğrenci yanıtlar, -'Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü, karanlık da yoktur.Yasamda/realitede karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte,biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık isini karanlık bir mekanı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekanın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz!Bu doğrudur değil mi? Karanlık, insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/mekan için kullanılan bir kelimedir.Son olarak öğrenci profesöre gene sorar; -'Efendim şeytan var mıdır? Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte yanıtlar; -'Tabi ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün ,her yerde onu görürüz. Şeytan/kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insaniyetsizliğinin bir örneğidir. O , dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir.' der.Öğrenci devam eder;-'Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur. Şeytan basitolarak Tanrı’nın yokluğudur. O aynen karanlık ve soğuk da olduğu gibi insanın Tanrı’nın yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı, şeytanı yaratmadı. Şeytan/kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.Profesör yerine oturur. Genç öğrencinin adi ALBERT EINSTEIN’dır. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Ünlü Yunan filozof Sokrates her nasılsa bir ev yaptırmış: Eş dost merak etmiş nasıl bir ev diye, görünce evi, kimse dememiş güzel olmuş diye… Başlamışlar kusur bulmaya: Kimi içini beğenmemiş, kızmayın ama şanınıza layık değil odaları demişler. Kimi cephesine laf etmiş: Karşıdan görünüşü çirkinmiş. Hepsinin ortak görüşü de çok darmış bu ev. Kim sığarmış canım bu ev denen kulübeye? Ardından Koca Filozof Sokrates konuşmuş: - Ah! Keşke bu evin alabileceği kadar gerçek dostum olsa! |
Cevap: Felsefik Hikayeler Konfüçyüs bir süre için şehrin yönetiminde görev alır ve yedi gün sadece şehirde olanları izler. Yedinci gün şehirdeki en yüksek memur Shao-Cheng’i idam ettirir. Bu davranış üzerine öğrencileri çok şaşırırlar, yanına giderler ve sorarlar: - Shao-Cheng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Şehrin yönetiminin de yetki aldıktan sonra ilk işiniz onu idam ettirmek oldu. Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı. Bunu neden yaptınız? Konfüçyüs, öğrencilerine neden yaptığını anlattı; - Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık bunlardan sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır: 1. İyi eğitimli ve bilgili olmasını gizlice kendi fırsatları için kullanan. 2. Aşırıya kaçan bir hayat tarzı ile inatçılık 3. Doğruyu söylemese de insanları yanıltabilen 4. Sadece olumsuz olaylar ve her şeyin hep kötü yanları hakkında konuşan 5. Yanlış olduğunu bildiği şeyleri sanki doğruymuş gibi gösteren ve destekleyen Shao-Cheng’de bunların hepsi vardı. Nereye gitse taraftar topluyor, isyanlar yaratabiliyordu. Aldatıcı fikirlerini parlak konuşmaların arkasına gizleyebiliyordu. Doğruyu ve yanlışı karıştırıyordu. Ben de şehir halkı için üzülmek yerine bu adamdan kurtulmayı tercih ettim. |
Cevap: Felsefik Hikayeler Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip: - Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz? Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra: - Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir.. Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp: - Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam: - Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar. Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından: - Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun! Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız. Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi. |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 23:21. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk