IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 07 Ekim 2011, 15:57   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Felsefe Tarihinde Türkler II




-II-


İlkçağ’dan başlayıp gelecek çağlara uzanan felsefe, insan aklının ve zekâsının, çağlar boyunca hiç eskimeyen, eskimeyecek olan düşüncelerini, buluşlarını, yaratılarını daima yenileyerek, bilim hayatının gelişmesine paralel olarak kâinat içinde insanın yeri ve hayatın mânâsı üzerine düşünmeye devam edecektir.

Geçmişte ki felsefeleri bilmeden bugünün ve geleceğin felsefesini anlamak mümkün değildir.

Evrensel felsefeye katkıları bakımından Türk aklının ve zekâsının Felsefe Tarihindeki ve felsefi düşüncenin aşamalarındaki yeri Batılı felsefecilerin ilgisini ve takdirlerini çekmeye devam etmektedir.

Dünyanın sayılı Felsefe Tarihi otoritelerinden Prof. Dr. ERNST VON ASTER 1930’lar Türkiye'sinin aydınlıklarına, aydınlıklar sunan bir ilim adamı olarak Ankara Üniversitesinde Felsefe Tarihi Dersleri veren büyük hocalarımızdandı.

Türkiye ikinci Tarih Kongresinde Ernst Von Aster’in verdiği, FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER (1937) konulu konferansının metnini izleyicilerimize sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

Düşünen Adam dergimiz, bu diziden sonra eski Türk Filozofları üzerine yapılan irdelemeleri de yayınlamayı sürdürecektir. Saygılarımızla.

Hıristiyan Avrupa’nın iskolastik adını taşıyan Ortaçağ felsefesi birbirinden açıkça ayırt edilebilen iki aşamaya ayrılmaktadır; birinci aşama ile ikinci aşamanın arasındaki esas farkı, ikincisinde Aristo’nun eserlerinin İslâm düşünce aleminden Batıya geçmiş olması teşkil eder. Aristo’nun kavimler göçü sırasında kaybolup gitmiş olan eserlerin Arapça tercüme ve tefsirler sayesinde Doğudan Batıya tekrar intikal ettiği malûmdur. Batıda ise Aristo’nun başlıca yazıları, Eflâtun’la Yeni Eflâtuncuların eserleri ile birlikte, muhafaza edilmiş bulunuyor. Yahut şöyle diyebiliriz: Tâ ilk zamanlardan beri Doğuda, Eflâtun ile Pisagor’un fikirleri ile birlikte Aristoculuğa ve Revakiliğe ait unsurları ihtiva eden Yeni Eflâtunculuk, Elkindi, Farabi ve İbni Sina gibi şahsiyetlerde Eflâtun’la Aristo’yu ahenkli bir surette birleştiren bir felsefe karakterini –Batıda olduğundan daha yüksek bir derecede- muhafaza etmiştir. Sonraları, İslâm kültür çevresi içinde de Aristo hakim mevkie çıkmıştır; fakat bu, ancak Mağrib, yani Endülüs-Fas çevresinin ve bilhassa İbni Rüşd’ün tesiri ile gerçekleştirilmiştir. Ancak İbni Rüşd’den itibarendir ki Hıristiyan Ortaçağ felsefesi, Ortodoks bir Aristoculuk manasında otoriteye boyun eğen bir karakter kazanmıştır ve İbni Rüşd’ün bu istikamette yaptığı tesir, Sen Toma’nın İbni Rüşd ve taraftarlarına (Averroistlere) karşı açtığı mücadeleye ve belirli noktalarda bizzat kendi tefsirinin Aristo’dan hayli sapmasına rağmen, pek büyük bir önemi içermektedir. İbni Rüşd, sık sık İbni Sina’ya ve bazen de Farabi’ye karşı keskin surette hücum ettiği vakit, dayandığı yer , Aristo’nun, doğruluğunu onlara karşı ispata kalkıştığı metinleridir. Böylece Hıristiyan yüksek iskolastiği, kökeni daha ziyade Fas ve İspanya olan Ortodoks bir Aristoculuğun tesiri altında bulunmaktadır; halbuki Türk-İslâm yüksek iskolastiği, daha ziyade doğrudan doğruya Farabi ile İbni Sina’ya dayanmaktadır.

Bundan başka, Avrupai Hıristiyan iskolastiği ilk dönemi esas itibariyle teolojiden ibarettir; daha doğrusu, Hristiyan doğmalarını akla kabul ettirmeyi, bunları imanla bilginin, meşhur “Credo ut intelligam” (=Evvelâ inanıyorum ve inandığımın doğruluğunu ondan sonra aklımla idrak ediyorum) sözleri ile tespit edilmiş olan münasebetine bağlayan mantıkla temellendirmeyi kendisine vazife bilen bir teolojidir. Şüphesiz Farabi ve İbni Sina gibi düşünürler de imanla bilginin çelişik olamayacağına inanmış, samimi mü’minlerdir. Fakat bunlarda, fikir ve lisan bakımından kesin olarak tespit edilmiş doğmaların sonradan ispatı meselesi çok önemsiz bir rol oynamaktadır. İslâm felsefesinde Allah’ın iskolastik tarzda ispatlarının mevcut olduğuna, fakat bunların Hıristiyanlarda oynadığı rolden çok daha az bir rol oynadığına çok defa işaret edilmiştir. Bunun sebebi Hıristiyan iskolastiğinin Allah’ın mevcudiyetini kabul için ispatsız olarak kabul etmeleri değildir; hakiki sebep şudur: “dogma”nın kilise otoritesi altında kesin bir şekilde formüle etmiş olduğu münferit bir kuralı, mektebe uygun tarzda ispat niteliğin, İslâm feylesoflarına önemsiz tali derecede olan bir iş olarak görünmektedir.

Ortaçağın İslâm ve Hıristiyan felsefelerinde görülen müşterek noktalardan biri, tabiat ilimlerine karşı alakanın yavaş yavaş kuvvetlenmesi ve tabiat hadiselerinin izah ve tasavvurunun Yeni Eflâtunculuktan ziyade Aristo tarzına yaklaşmasıdır. Ortaçağ İslâm felsefesinde de esas itibariyle Yeni Eflâtunculuğa eğilimli bir felsefeden, Aristo’ya dönük bir felsefeye geçişi müşahede etmekteyiz; yalnız, buradaki geçit Avrupa’dakinden daha yavaş, daha içten olmuştur.

__________________

English Preparatory Department
School of Foreign Languages
Assistant English Teacher
Ankara Baskent University
2017-18

“Benim, senden öncem ve senden sonram yok, yalnızca sen varsın...”
C.A - 31.12.2010 - ∞

English Language and Literature
Faculty of Humanities and Letters
Ankara Bilkent University
2010-15
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
felsefe, ii, tarihinde, türkler


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Felsefe Tarihinde Türkler Kalemzede Felsefe 0 07 Ekim 2011 15:55
Felsefe Tarihinin ilk ilkeleri.. (İlk İkeleri İle Felsefe) Sevda Felsefe 0 10 Ağustos 2011 05:03
Felsefe Dersleri - Sokrates Öncesi Antik Felsefe YapraK Felsefe 12 13 Nisan 2009 04:50