IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Kalemzede

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 23 Ekim 2011, 10:16   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Eflatun




Yaşlı Dionysios'un kayınbiraderi Dion tarafından Sicilya'ya çağrıldı; burada Dion'u filozof bir hükümdar olarak yetiştir¬meğe çalıştıysa da başarı sağlayamadı. Ati¬na'ya döndü (387). Akademia adında bir felsefe okulu kurdu: yazılarıyla kendini bir okul önderi olarak kabul ettirdi. Yaşlı Dionysios'un ölümünden sonra iki defa da¬ha (367 ve 361) Sicilya'ya gittiyse de Genç Dionysios'u etkileyemedi. Sicilyalı öğrencisi olan Dion, 354'te, Sicilya'ya yaptığı silahlı bir çıkartmadan sonra öldürüldü. Eflatun 80 yaşlarında öldüğü zaman Akademiyi, ye¬ğeni Speusippos'a bıraktı. Eflatun'un eseri, 28 diyalog tutar, bunlar¬dan ikisi (Devlet ve Kanunlar) büyük çapta birer inceleme niteliğindedir. Eflatun ayrıca mektuplar bıraktı; mektuplarda yedinci ve sekizinci, Sicilya'daki siyasî serüvenlerini an¬latır (öteki on bir mektubun Eflatun tara¬fından yazıldığını kesinlikle söylemek müm¬kün değildir). Diyalog'ların hemen hepsinde Sokrates tartışmayı başlatan bir kişi olarak görünür; her diyalog adını, Sokrates'e kar¬şı tartışmayı sürdüren kişinin adından alır.
Diyalogların tarihlerinin kesinlikle bilinme¬mesi yüzünden, bunların üç grupta toplanması genellikle kabul edilmiştir. Bu üç grup, Eflatun'un düşüncesinin üç evresini karşılar.

Gençlik dönemi diyalogları: Bu diyalog¬larda Sokrates metodu savunulur ve açıklanır. Sokrates, hâkimler önünde kendini savunur (Sokrates'in Savunması) ve kurtuluşu kaç makta aramaktansa yasaların katı hükümle¬riyle yüzleşmeyi seçerek bir yurttaşlık dersi verir (Kriton). Sokrates'in dayandığı metot açıktır: sıkı bir tartışma yoluyla belirli bir tanım veya meseleyi karşısındakine onaylat¬mak. Bunun için tartışmacıya önce, bilmedi¬ğini bildirmek gerekir. Sokrates böylece, birbirini takip eden birtakım sorularla tar¬tışmacıyı sarsıp şaşırtarak, onu kendi ken¬disiyle çelişkiye düşürür: Sokrates'ci alaycı¬lık (Eironeia) budur. Bundan sonra tartışmacıya, kendi kendine doğru tanımlara ulaşabilme gücüne sahip olduğu gösterilir. Bu yeni aşamada tartışmacı, bu doğru tanımı bildiğini bilmez. Bu sebepten burada maieutike (doğurtma) metodu kullanılır.

Bu metotla zihin doğruyu ortaya çıkarma¬ğa, doğrunun «doğurtulmasına» yöneltilir. Eflatun'un ilk diyalog'u bu metodun ör¬neklerini verir: dine bağlılık nedir? (Euthyphron), cesaret nedir? (Lakhes), bil¬gelik nedir? (Kharmides), dostluk nedir? (Lysis), adalet nedir? (Devlet'in ilk kitabı), Erdem öğretilebilir mi? (Protagoras, Menon), Retorikin özü ve nitelikleri nelerdir? (Gorgias). Eğer çoğu zaman olduğu gibi, doğru bir tanıma Yanlamıyorsa bunun se¬bebi, Sokrates'ci metodun yapıcı olmaktan çok tenkitçi bir özellik taşımasıdır. Soruyu ortaya koymak İçin eironeia yetmektedir, fakat maieutike'yi sağlamak için bir teori gereklidir.

Olgunluk dönemi diyalogları: Bu diyalog¬lar Sokrates'çi metotla, Eflatun'un ge¬tirdiği yenilikleri ve idea'lar nazariyesine dayanan diyalektik metodu birleştirirler, İdea'Iar veya Biçimler mutlak, bir tek, değişmez ve sürekli olan gerçeği; duyularla algılanan dünya ise çoklu, değişken ve ölümlü olanı gösterir. Bu dünya, idea'lar dünyasının kop¬yası ve bozulmuşudur, idea'ya ancak bir diyalog sanatı olan diyalektik ile yarılır. Di¬yalektik, sayısız görünüşler Ötesindeki tek gerçekliği, duyulur örnekler Ötesindeki dü¬şünülür örneği ortaya koyar. Diyalektik, geniş bir deney alanına dayanır. Mesela ölümün bir kurtuluş olduğu düşün¬cesinde ruh, kendisini, beden hapishanesin¬den kurtarmağa çalışır, İdea'ların hatırlanışında bir önceki hayatın kesinliğini, ru¬hun idea ile olan yakınlığında da, gelecek¬teki hayatın umudunu (Phaidon) bulur. Bir de, sevginin diyalektiği yardır: arzu, bedenin güzelliğinden ruhun güzelliğine, sonra da bilginin güzelliğine yükselir, sonunda mut¬lak güzelliğe erişir (Şölen). Eflatun'culuğun en yüksek noktası, bilimin diyalektiğidir: diyalektik, duyulur dünyada imgelerden eş¬yaya, düşünülür dünyada da, matematik kavramlardan idea'lara doğru ilerler. Bil¬ginin bir üst derecesi her zaman birlik'in bir üst derecesidir. Böylece, idea'nın mutlak birliğine ulaşan sezgisel zekâ (mis), gidimli zekâdan (dîanoia) daha üstündür; gidimli zekâ, çeşitli ve çok sayıdaki ara¬cılar yoluyla, varsayımlardan sonuçlara ula¬şır. Eflatun, İdea'lardan da üstün bir ger¬çeklik derecesi de sezer: o da bütün var¬lıkların ve bilimlerin ilkesi olan, fakat bil¬ginin Ötesinde kalan iyiliktir (Devlet). idea'lar nazariyesi, Eflatun'un siyasi görüş¬lerine ve psikolojisine de ışık tutar. Bir «hiyerarşi saygısı» olarak tanımlanan Ada¬let İdea'sı yönetim, savunma, iktisat gibi devlet fonksiyonlarının sınıflanmasını ve bir¬birine bağlı olmasını sağlar, örnek dev¬let, bireyin işlevlerinin (zekâ, irade ve istekler) büyütülmüş bir imgesidir. Diyalektik me¬totla yetişmiş bulunan felsefeci, kendi ken¬disini yönetebildiği gibi devleti de yönete¬bilir, fakat Adalet İdea'sı yoksa, devlet düzeni bozulur, birey yozlaşır (Devlet).

Son diyaloglar: Eflatun, bu diyaloglar¬da, idea'larla ilgili ilk görüşlerinin eksikli¬ğini sezer; bu eksiklikleri gidermek amacıyla yeni görüşler getirmeğe çalışır. Birlik ve mutlak arılıkla, açıklanan İdea'lar, ne kendi aralarında, ne duyulur dünya ile, ne de İnsan zihniyle ilişki kurabilirler (Parmenides). İdea'ların kendi aralarındaki ilişkiyi açık¬layabilmek için, arı özdeşlik anlamına gel¬meyen bir gerçeklik biçimi benimsemek ge¬rekir.
Başkası kategorisi böyledir (Sofist). Elatun, genel olarak yalnız saf biçimlere değil (Polirikos, Philebos), «karma» biçimlere de bir gerçeklik tanımağa çalışır. Böylece duyulur dünya, sanki bîr zanaatçı tarafından şekil¬siz bir maddeden idea'lar örnek alınarak yapılmış gibi, değişmezlikle değişirliğin karı¬şımıdır; zaman «hareketsiz ebedîliğin hare¬ketli bir imajı»; kısacası, karma bîr ger¬çektir. Maddî nesneler saf ve temelli 4 nesnenin karışımıdır (Timaios). Ahlâk ve siyasete gelince, bunlar daha az mutlaktır: mutluluk, haz ve zekânın karışı¬mıdır. Devlet, Eflatun'un son eserinde, ar¬tık örnek bir tasarı değildir; yapısı bir mo¬narşi ile demokrasinin karışımıdır (Kanun¬lar). Bu diyaloglarda diyalektik de gelişmiş, bir¬leştirmekten çok ayrıştırmağa, bir sınıflama metodu olmağa yönelmiştir (Sophistes, Politikos, Philebos).

Eflatun'culuğun kaynakları ve orijinalliği: Eflatun'un felsefesinde, yunan düşüncesinin iki büyük akımı görülür: akılcılık ve spiritüalizm.
Akılcılık, fizikçilerde, matematikçi Pythagorasçılarda, Parmenides ve Sokrates'te sağlam ve belirli biçimleri kullanarak, görünüş¬lerin ve sanıların (doksa) değişkenliğinden kaçan yolları arar.

Dinci Pythagoras'çılıkta ve orpheusçu dokt¬rinlerden gelen spiritüalizm, bu dünyadaki hayatın bir hol olduğunu kabul eder, ruhun ölümsüzlüğünü ve gelecekteki hayatın bize yüklediği zorunlukları gösterir. Eflatun'culuğun belli başlı temalarını bu iki akımın sentezi meydana getirir; bun¬lar, anlaşılır bir dünyada idea'ların gerçek varlığı, Ruh ile idea'ların yakın akrabalığı, bilginin kaynağı olan anımsama ve bilginin üstün derecesi olan zihni sezgidir, özetle söylemek gerekirse Eflatun'culuk, hem bir bilgi, hem de gerçek dünyanın mutlulu¬ğuna erişme nazariyesidir.

Yazar olarak Eflatun: Filozof, yazıların¬da en soyut üslûptan şiire kadar (Şölen, Pfıaidon) değişik ifade biçim¬leri kullanır. En sevdiği deyişler ise, belâgate olan tutkusunu yansıtan parçalardır (Gorgias, Şulen, Phaidros, Meneksenos). Ef¬latun bize, Sokrates'ten renkli çizgiler (Şö¬len), ayrıca Sokrates'in ölümünü anlatan dokunaklı bir eser (Phaidon) bırakmıştır. Diyaloglarında alegorik hikâyeler biçimin¬de soyutlamalar yapar; «Mağara» alegorisi (Devlet), ölümden sonra ruhun öbür dün¬yaya göçüşü (Gorgias, Phaidon, Devlet).
İkonogr: Eflatun'un ünlü bronz heyke¬lini Eskiçağda (IV. yy.) Silanion yaptı. İngiltere'de muhafaza edilen bir roma hey¬keli, Silanion'unkinin bir benzeridir. Daha başka büstleri de vardır: bunlardan bazıla¬rı Vatikan'da, bazıları Berlin'de, bazıları Siracusa'da ve Roma'da, Terme müzesindedir.

PLATON VE İDEALARI
Seçtiği meslek ne olursa olsun, her okumuş insan "Platon" adını bilir. Daha orta okul kitaplarında, Platon'un Yunan Felsefesinin en seçkin simalarından biri olduğunu okumuştur. Şurada burada, günlük konuşmalarda "Platonik Aşk" sözüne sık sık rastlanır, ve bu aşktan anlaşılan, maddenin karışmadığı bir aşktır. Ama Platon'un aşkı nedir? Bu pek düşünülmez. Platon felsefesinin en büyük özel¬liği nedir? diyecek olsak, çok kimseden "İdealar Öğretisi" karşılı¬ğını alırız. Ama idealar nedir? Platon, ideaları ile bize neyi anlat¬mak, bizi nasıl bir görüşe yükseltmek istemiştir? İşte bu soruna açıklık getirecek insanı bulmak kolay değildir.

İDEALAR NASIL GÖRÜLÜYOR?
îşin garip, garip olduğu kadar da acı olan yanı şudur ki, ideaları bildiği sanılan, bunu başkalarına anlatmak, başkalarına öğret¬mek durumunda olanların sözlerinde de bir açıklık yoktur. Birinin söylediği bir başkasınınkine uymamakla da kalmaz; çok defa ayni kitabın değişik sayfalarında, birbirini tutmayan, mantıkla bağdaşmayan sözler yer alır. Felsefe tarihlerinin söylediğine göre, Platon'un İdeaları genel kavramlardır. Hem ayrı ayrı vardırlar, hem birlikleri vardır.

PLATON'UN ESERLERİ
MEKTUPLAR VE D1ALOGLAR
Platon'un elimizdeki eserleri Mektupları ile Dialoglarıdır. Sayısı on üç olan Mektuplardan birkaçı bir iki sayfalık küçük mektuplar¬dır. Ötekiler biraz daha uzamakta; ve VII. Mektup, mektup sınırım bir hayli aşmaktadır. Çok küçük bir mektup olan XII. Mektubun ise, Platon'un olduğu kabul edilmemektedir.
Platon'un Mektupları, daha çok Sicilya seyahati ile, Sicilya'da geçirdiği günlerle, alacakları, verecekleri ile ilgilidir. Bazı olayları, bazı durumları Filozofun nasıl karşıladığını, nelere canının sıkıldığını, umduğunu bulamamaktan, tasarladığını gerçekleştirememekten doğan hayal kırıklığını göstermeleri bakımından çok dikkat çekici olan bu Mektuplar, ayni zamanda Platon'un felsefesini de yansıtmaktadır. Bu Mektuplarda da, Dialoglarda öne sürülen görüşler savunulmakta; burada da, zamanı zaman idealara değinilmektedir.

ESERLERİ İLE TANINAN PLATON ESERLERİNDE İZLENEN FELSEFESÎ
DİALOGLARIN EN BELİRGİN NİTELİĞİ
Yazdıklarının bir bölümü kaybolsa da, Platon'un elimizdeki eserleri, onun her şeyden önce bir ahlâkçı olduğunu göstermekte¬dir. Yalnız hocası Sokrates'in etkisinde olduğu söylenen gençlik Dialoglarında değil, olgunluk çağında ve ileri yaşta yazılanlarda da, metafizik pek küçük bir yer tutmakta; daha çok ahlâk problemleri ele alınmaktadır. Hep insan ruhunda esen fırtınalar, duyguların akılla çatışmasından doğan huzursuzluklar, toplum ilişkileri,devlet yönetimi, hukuk düzeni üzerinde durulmaktadır; hep kişinin ve toplumun nasıl mutlu olacağı araştırılmakta, nasıl mutlu olacağı söylenmektedir. Dialoglar, akla ayları davranışların, ne yaptığını bilmez insanların, yetersiz yöneticilerin dolaylı bu eleştirisinden başka bir şey değildir.

Bir insan kendi kendisine "Acaba Sophistes'teki yabancı kime sözcülük ediyor?" gibi bir soru yöneltirse, ve bu insan felsefe tarih¬lerinin Platon için "Gençlik yıllarında Elea Okulunun etkisinde kal¬mıştır" dediklerim hatırlarsa, ister istemez bu yabancının Platon'a sözcülük ettiğini düşünecektir. Dialog boyunca yabancıyı izledikten ve onun idealarla ilgili sözlerini dinledikten sonra ise, bu düşünce bir inanca dönecektir.

Bizim Dialoglarda gördüğümüz yabancı, yalnız bu Elealı yabancı da değildir, içinde evrenin doğusu ile, insan vücudunun yapısı ve ge¬lişmesi ile ilgili birçok görüşe yer verilen Timaios'ta da, Sokrates'in baştan sona bir dinleyici olarak kaldığı görülmektedir. Konuşan, İtalya’nın Lukres şehrinden olduğuna ve çok iyi astronomi bildiğine işa¬ret edilen Tünaios'tur. Timaios ise, öteki konuşmacılardan farklı olarak, yalnız Platon'un Dialogları ile tanınan, gerçekten yaşadığı söylenemeyen bir kişidir. Epinomis'te, Politikos'ta ve son eseri Kanunlar'da da, konuşmaların bütün ağırlığını Atinalı yabancılar ta¬şımaktadır. Bu durum bir rastlantı olmasa gerektir.
Kanımızca, Pla¬ton kendisine özgü bir düşünceyi Sokrates'e söyletmeyi doğru bulma¬dığı için, bu yabancıları sahneye getirmiştir. Kendisine onların sözcülük etmesini istemiştir. Bu hem akla daha yakın gelen bir tutum, hem Platon gibi bir büyük adama daha çok yakışan bir davranıştır. Sıradan bir kimse yapmış olsa ayıplanacak bir hareket, bir insanın söylemediği bir şeyi söylemiş göstermek gibi dürüstlükle bağdaşmaz bir hareket), Platon'dan nasıl beklenebilir?

İDEALAR NEDİR? İDEA ÖĞRETİSİNDEN NE BEKLENİR?
Platon'un Dialoglarında Sokrates'in ahlâk görüşü savunulmakla beraber, değişik görüşlere ve birtakım mythoslara yer verilmekle beraber bütün bunların üstünde Platon'un kendisine özgü bir felse¬fesi olduğu şüphesizdir; ve bu felsefenin en büyük özelliği, İdealar Öğretişidir. Bu Öğreti, Aristoteles'in göstermek istediği gibi- bir şair hayali, anlaşılmaz bir düşünce değil, duyular dünyasının akla dayanılarak yapılan bir açıklamasıdır; ve kendi, içinde çok tutarlıdır. Yalnız İdealar üzerinde Platon uzun uzun konuşmadığı, onlardan hep şurada burada söz ettiği için, bu düşünceyi kavramak pek kolay de¬ğildir.
eserde, vücutla birleşmeden önce gerçekleri seyretmiş olan ruhun bir güzellikle karşılaştığı zaman gerçek güzelliği hatırlayacağı, ve ger¬çek güzelliğe yöneleceği söylenir. Symposion'da Sokrates'in Diotima adlı bir kadından duydum diyerek anlattığına göre de, insanın ruhu güzel bir vücuttaki güzellikten güzel vücutlardaki güzelliğe, oradan güzel düşüncelere, güzel düşüncelerden de gerçek güzele geçebilir; güzelin kendisine kadar yükselebilir. Devlet'e bakacak olursak, İdealar nesnelerin modelidir. Sophistes'te Ideaların birbirinden ayrı ol¬madıklarına, aralarında süreklilik bulunduğuna, birçok şekli kapsa¬yan bir tek şeklin varlığına işaret edilir. Pannenides'te önce Birin varlığı sonra Birin yokluğu ele alınır. Burada Birin hem bir hem birçok, hem bütün hem parçalı olduğu, hem zamandan önceliliği hem zamandan sonralılığı tartışılır. Timaios'ta evrenin ilksiz bir modele gö¬re Tanrı tarafından yaratıldığı açıkça belirtilir; ve beraber yara¬tılmış olan evrenle zamanın, yok olmaları gerekirse, beraber yok ola¬caklarına değinilir. Philebos'ta ise, nesnelerin birkaç ideası olabileceğinden söz edilir.

1. İdealar nesnelerin nedenidir. Çünkü Tanrı, meydana getir¬diği şeylere onların şeklini vermiştir. Platon'un Bemiurgos dediği işçi Tanrıdan, çok büyük, çok güçlü bir yaratıcının anlaşılması gerekir. Onum baktığı model, dışta bir model olmayıp, kendi düşüncesidir. Ev¬ren, Tanrının düşüncesini gerçekleştirmesi sonunda meydana gelmiş¬tir; ilksiz bir modele göre, sayısız örnekten meydana gelen bir bütüne göre yaratılmıştır.
2. Nesnelerin İdealardan pay alması, İdealara katılması, on¬lara 'benzemesi demektir. Bir nesne, ayni zamanda birkaç İdeadan pay alabilir, örneğin yeşil bir ağaç, hem ağaç hem yeşil hem yaprak İdeasından pay almıştır. Fakat sonbaharda yaprakların rengi sararınca, loş gelip yapraklar dökülünce, yeşil ideası ile, yaprak ideası ile bir ilişkisi kalmaz. İdeanın nesneye gelip gittiği sözünden, bu gibi değişiklikler anlaşılmalıdır.
3. "İyi", «iyi ideası", "En Yüksek iyi ideası" birbirine karıştırılmamalıdır. Aslında iyi, doğru düşüncedir, akla uygun olan şeydir. Tanrı en yüksek varlık olduğuna göre, onun düşüncesinin en doğru düşünce, bu düşünceye uygun olan şeyin de iyi olması gere¬kir. Bu görüşü benimseyen kimse için, “iyi” sözü, Tanrı, tanrılık düşünce ve bu düşünceye uygun şey anlamınadır. Böyle olunca, “iyi ideası"na, doğru durumdaki aklın, bilgece yaşayışın modeli den¬se; "En Yüksek iyi İdeası" sözünden de, bütün İdeaları kapsa¬yan bir İdea anlaşılsa yeridir. Yani "En Yüksek iyi İdeası", evren henüz yokken, evrenin Tanrı düşüncesindeki modelidir. "En Yüksek iyi" ise, tanrılık akıldır; Tanrının kendisidir, "iyi ideası" sözünden anlaşılması gereken de, Tanrı değil, Tanrının bilgeliğidir.
4. İdealar arasında birlik olması, En Yüksek iyi ideasının bütün ideaları kapsaması, aklın almayacağı bir şey değildir. Bir sınıf, bir kitaplık, bîr konferans salonu, ayrı şeyler olduğu, başka işlere yaradığı ve tek tek tasarlanabildiği halde, bunların hepsi bir okulun içinde değil midir? Üstelik bu okul, büsbütün başka işlerde kullanılan birçok yapı ile bir şehrin içindedir. Her memlekette böyle birçok şehir her kıtada birçok memleket vardır; ve biz dünya derken, hem bütün kıtaları hem bütün denizleri düşünürüz. Üzerinde canlı ve cansız sayısız şey bulunan dünyamızın ise, evrenin çok küçük bir parçası olduğunu bilmekteyiz, işte tıpkı bunun gibi, bir tasan bir başka tasan içinde olabilir; ve tanrılık bir düşünce, birbiri içme gi¬ren sayısız şeyi bir bütün olarak tasarlayabilir.
5. İnsan ruhunun vücuda bağlanmadan önce ideaları seyret¬tiği sözü, ayrı bir idealar dünyası olduğu, İdeaların orada teker teker varlıklarını sürdürdüğü anlamına değildir. Platon Phaidros'ta, okuyucuyu bir şiir havası ile sarmış; ona hiç tanımadığı bir âlemi bu ha¬va içinde tanıtmak istemiş; gözle görülemeyeni duyurmaya çalışmış¬tır, idealar alemi, madde alemi gibi düşünülmemelidir. İdeaları sey¬redenin etim ve kemikten bir insan değil, saf ruh olduğu unutulma¬malıdır. Bu ruhun yetenekleri elbette bir insanınkine benzemeyecektir. Yani saf ruh, ideaları, bir insanın herhangi bir şeyi gördüğü gibi değil, Tanrı tasarısı olarak (görmüştür; ve sonra unutmuştur. Bir bü¬yük yapının planını gören bir insan, .günün birinde o planın uygulanması ile ortaya çıkan eseri görecek olursa, nasıl görmüş olduğu planı ve onu çizen mimarı hatırlarsa; insan da duyular dünyasındaki nesneleri görerek, unuttuğu ideaları hatırlayabilir.

6. Saf ruhun İdeaları seyretmesini bir sür havası ile anlat¬tığı, bunu kesin çizgilerle belirtmediği, belli bir yerde göstermediği için Platon'un eleştirilmesi, büyük bir haksızlıktır. Düşünen, ama kendi düşüncesinin nerede olduğunu bilemeyen insanlar, geçmiş olay¬ları hatırlayan, gelecek üzerine hesaplar yapan, ama anılarının, planlarının nerede saklandığını göremeyen, hele o kadar çok düşüncenin, o kadar anının, gelecekle ilgili o kadar planın küçücük bir başa nasıl sığdığına ve nasıl birbirine karışmadığına akıl erdiremeyen insanlar, Platon'a ideaların yerini sormamalıdır. Bir şeyin varlığı için. bir, yeri zorunlu görüyorlarsa, bunu önce madde âlemi için düşünmeli; kendi¬leri kendi düşüncelerine bir yer göstermelidir. Platon'dan bu yana bilim o kadar ilerlediği halde, mademki bunu yapamıyorlar; öyle ise, idealara bir yer aramaktan da vazgeçmelidirler. Bir insanın yapacağı birçok şeyi önceden tasarladığını, kendi zihninde birçok tasarının ayni zamanda bulunduğunu gören Platon, evreni meydana getiren bir Tanrı kabul ettikten sonra, o evrende yer alacak nesneleri, o evrenin düzenini Tanrının önceden tasarladığını söylüyorsa, bu kimseyi şaşırtmamalıdır.
7. İdealar üzerindeki yanılmaların en büyük nedeni, Devlet'in "VII. kitabındaki mağara mythosunun yanlış yorumudur.” Genellikle, sözü edilen mağara dışındaki gerçek varlıklardan İdealar, mağaranın duvarına düşen gölgelerden de duyular dünyasındaki nesneler anla¬şılıyor. Fakat nedense, dışarısının güneşli olduğuna hiç dikkat edil¬miyor. Halbuki, güneş olmadan mağara duvarına bir gölge düşmeyeceği gibi, Tanrı olmadan da duyular dünyasındaki nesneler meyda¬na gelemez; ideaların şeklini alamazlar. Yâni, duyular dünyasının gerçek nedeni Tanrıdır; nesnelere şekillerini veren sanatkâr¬dır. İdealar, başlı başına birer varlık oldukları için değil, Tanrı düşüncesi oldukları, Tanrının tasarladığı modelde yer aldıkları için ideadır.

DÜŞÜNEN VE DÜŞÜNDÜREN PLATON
Platon'un eserleri, felsefesinin bir ahlâk felsefesi olduğunu; Ho¬cası Sokrates'in, ahlâk anlayışı ile, onu çok etkilediğini göstermek¬tedir. Böyle olmakla beraber, Filozofla Hocasının görüşleri arasın¬da bir fark bulunmadığını, Sokrates'in her söylediğinin kendi gö¬rüşünü yansıttığını düşünmek doğru değildir. Önce de söylediğimiz gibi, Sokrates inançla konuşmadığı zaman, söylediğinden şüphe eder göründüğü zaman, söylenenleri ona inal etmek için hiçbir neden yoktur. Ama, bunların hepsini Platon'un benimsediğini düşünmek, acaba doğru mudur? Biz bu soruya "evet" diyemiyoruz; diyenlerin de yanıldığını sanıyoruz. Platon Devlette, yöneticilere mal edinmeyi yasaklıyor. Onları genel sofralarda doyuruyor. Çocuklarının bakımını, yetiştirilmesini devlete bırakıyor.
Platon'un aile bağlarına böyle el atması, alışıla¬gelen yaşayışı değiştirmeye kalkması da, yalnız o günün insanla¬rını değil, bugünün okuyucusunu da şaşırtıyor. Platon'un buna ne¬den gerek duyduğu sorusu, zihinleri kurcalayıp, duruyor.
Dialoglarında hep Sokrates ahlâkını savunan Platon'un burada tuttuğu yol da Sokrates'in Maieutike (doğurtmaca) metodudur. İstediği kendi görüşünün benimsenmesi değil, düşünerek bir sonu¬ca varılmasıdır. Arayıp bulamadıklarının başkaları tarafından aranması, ileride doğacak imkânlardan yararlanılarak bulunmasıdır, işte bunun için, Dialoglarda yalnız Sokrates'in, yalnız kendisinin gö¬rüşünü öne sürmemiş; başka görüşlere de yer vermiştir. Bazen bir mythos havasına girmiş; bazen aklına gelen bir soruyu ortaya atmıştır, inandığı yerde kesin konuşmuş; kanıtlayamadığı zaman, akla ters düşmeyen bir açıklama ile yetinmiştir. Fakat hepsin¬den önce okuyucunun düşünmesini istemiştir. Kanımızca, her söyleneni Sokrates'e mal etmek de, her söyleneni Platon'un kabul et¬tiğini sanmak da doğru değildir.

PLATON'UN DEVLETİ İÇİN NELER SÖYLENİYOR?
Bir devlet tasarısı söz konusu olunca, belki ilk akla gelecek o devletin şeklidir. Halbuki Platon, hiçbir zaman belli bir devlet seklini ısrarla savunmamış; her toplumu mutlu kılacak, her çağ için geçerli olacak katı bir devlet tasarısı ile karşımıza çıkmamıştır. Kanunlarda da, kanun koyucunun birkaç tasarı hazırlayacağına, ve yönetici du¬rumundaki insanın kendi toplumu için uygun bulduğunu alacağına değinmiştir. Yalnız hangi model seçilirse seçilsin, o modelin gerekle¬rine uyulmasına, tutarlı davranılmasına önem vermiştir. Başına buy¬ruk zorbaların, aklı fikri parada olanların yönetimi dışında, her yö¬netime anlayışla bakmış; devletin mutluluğunu, şekline değil, yöneti¬cilerin bilgisine ve erdemine bağlamıştır. Eğitime önem verilmesi, yö¬neticilerin tokgözlü, dürüst ve bilgili kimseler olması, devlette birli¬ğin ve beraberliğin sağlanması gibi birtakım ilkeler kabul etmiş; üst tarafını geleceğin yöneticilerine, geleceğin kanun koyucularına bırakmıştır. Platon'un devlet tasarısı, donmuş, kalıplaşmış bir devlet şekli değil, gelişmeye, evrime açık bir anlayıştır.
Böyle olduğu halde ara sıra krallık bilimi, aristokrasi dediğin¬den olsa gerek- Platon'un Devlet'te aristokratik bir monarşiyi, Ka¬nunlar'da da monarşi ile aristokrasi karışımı bir yönetimi savunduğu söylenmektedir. Oysa Platon, yöneticilerden birinin daha yetkili ol¬ması ile devletin eşit yetkiye sahip kimseler tarafından yönetilmesi arasında bir fark görmemiştir. Aristokrasi kelimesini de, bugünkü an¬lamında, yâni bir soylular yönetimi anlamında değil, en iyilerin yöne¬timi karşılığında kullanmıştır.

__________________

English Preparatory Department
School of Foreign Languages
Assistant English Teacher
Ankara Baskent University
2017-18

“Benim, senden öncem ve senden sonram yok, yalnızca sen varsın...”
C.A - 31.12.2010 - ∞

English Language and Literature
Faculty of Humanities and Letters
Ankara Bilkent University
2010-15
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
eflatun


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Eflatun Masal AngeLus Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 1 31 Ağustos 2010 15:40
Bir Eflatun Ölüm Candy Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 0 31 Ağustos 2010 15:33
Mor Ve Eflatun Renkler pyracantha Ah Kadınlar 0 12 Haziran 2010 12:53
Eflatun Masal Asimavi Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 0 22 Haziran 2009 18:13