IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Kasım 2011, 09:32   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İbn-i Battuta




İsmi, Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tanci olup, künyesi Ebu Abdullah'tır. 1303 senesinde Kuzey-Batı Afrika (Fas) şehirlerinden Tanca'da doğan İbn-i Battuta, küçük yaşta ilim tahsiline başlamış, temel din bilgilerini ve yardımcı ilimleri öğrenmiş, Maliki mezhebi fıkıh bilgilerinde alim olmuştur. Tanca'da tahsilini tamamladıktan sonra, 14 Haziran 1325te, hacca gitmek için memleketinden ayrıldı. Yolculuğunda, uğradığı yerlerdeki camileri, medreseleri ve türbeleri ziyaret edip, halka vaaz ve nasihatte bulundu. Gittiği beldelerin ileri gelenleriyle ve meşhur kimseleriyle görüştü. Bu seyahati, onda diğer İslâm memleketlerini de gezmek hevesini uyandırdı. Bu maksatla yirmi dokuz sene süren üç ayrı seyahate çıktı. O zamanki vasıtalarla imkânsız sayılacak kadar uzun seyahatler yaparak Müslümanlar ve Müslümanlıkla irtibatı olan bütün memleketleri gezdi. Onların tarihi, coğrafi, etnik ve kültürel durumları hakkında bilgi sahibi oldu. Dolaştığı her yerde ülkenin hekimleri, ileri gelenleri ve her tabakadan insanlarla tanıştı. Onların âdetlerini, törelerini, yaşayışlarını, yediklerini, içtiklerini ayrıntılı olarak tespit etti. Hükümdarların, makam sahiplerinin anlaşmazlıklarını, mücadele ve savaşlarına ait önemli bilgileri not etti. Seyahatleri sonunda vatanı Tancâ’ya döndüğünde tuttuğu notları, görüp işittiği önemli hadiseleri, Fas Merihi Sultanı Ebu İnari'nin arzusu üzerine kâtip İbn-i Cüzey'e anlattı. İbn-i Cüzey, bazı tarihi eksiklikleri de ilave ederek, eseri 1355 senesinde tamamladı. Tuhfet-ün-Nüzzar fi Garaib-il-Emsal ve Acaib-il-Efsar adı verilen ve kısaca Rıhle veya Seyahatname diye bilinen eser, Sultan Ebu İnan'a takdim edildi.

Ülkemizde İbn-i Battuta Seyahatnamesi adıyla tanınan bu eser, yazıldığı asrın İslâm ülkeleri ve diğer ülkelerin tarihi, coğrafyası, folklor ve etnolojisi, dini, içtimai ve ilmi durumu hakkında kıymetli, sağlam ve aydınlatıcı bilgiler vermekte, Hint fakirlerinden, Anadolu ahilerinden, İran'daki Batınilik hareketinden bahsetmektedir.

Ayrıca görüp işittiği bazı alim ve veliler, meşhur ziyaretgâhlar hakkında menkıbeler ve kısa biyografik bilgiler de vermiştir. Seyahatname, yemek, giyim, kuşam ve geleneklerle ilgili etnoloji ve folklor malzemesi içermesi yanı sıra, İslâm dünyasının ekonomik ve sosyo-kültürel yapısına büyük ölçüde ışık tutması açısından yazıldığı devrin önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmiştir. İbn-i Battuta, eserini yazdıktan bir süre sonra 1368 senesinde memleketi Tancâ’da vefat etmiştir.

AHİLİK

İbn Battuta’yı yorumlarken onu yaşadığı zamanın en etkin kurumu olan ahilik teşkilatından ayrı değerlendirmek çok zordur.

Terim olarak Ahîlik, Türk illerinde yayılmış bulunan "dinî-meslekî" karakterli kurumlardır Bu birlikler, başta mensupları olmak üzere, insanlar arasında dayanışma ve yardımlaşma kurmaya çalışmışlardır. Ahî kelimesi ise, terim olarak Ahî birliklerinin başında bulunan kişilere (reislere) verilen bir unvan olarak kullanılmıştır. İbn Battuta’dan öğrendiğimize göre; "Ahî; sanat sahibi olan kimselerin kendi aralarında bir topluluk meydana getirerek, aralarında seçtikleri reislerdir."

Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklıydı. Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun gerekleri arasında saymıştır.

Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine inanılırdı. Ahilik felsefesinde "ben” veya “benim” kelimelerine pek fazla rastlanmadığı gibi maddiyata dönük faaliyetlerde bile önce karşısındaki ön planda tutulurdu. İmkanlara göre konuk odası, zaviye, yol, çeşme, vakıf gibi topluma hizmet eden tesisler kurulur, yanında çalışanlarına veya meslektaşlarına iş yeri açmak için maddi destekte bulunulurdu. Bu davranışlar toplumda zengin ve fakir arasında bir kıskançlık doğmasını engellerdi. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri vardır.

Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de 13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde ahiler mahalli halk idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Ahilerin Fatih dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonlarını ortaya koymaktadır. Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber gönderilir, Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirirlerdi. gerekirse teşkilat, komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak hazırlıklarını tamamlardı.

Gerek teşkilat yapısı, gerekse çalışma prensipleriyle günümüzün sivil toplum kuruluşlarına örnek olan Ahi birlikleri, idarecilerini seçimle belirler ve yönetimin aldığı kararları uygulamakta tereddüt etmezlerdi. Ahilikte tüm seçimler demokratik usullerle yapılır, idari görevler belirli grupların tekeline verilmezdi. Seçilenlerin ortak vasfı ahlaki üstünlük ve meslekte başarı idi.

Bu bilgilerden Ahilerin yedi yüzyıl önce, bugünkü sivil toplum kuruluşlarından çok daha etkili, çok daha demokrat ve yapıcı siyasal bilince sahip halk kuruluşları olduğu görülmektedir.

Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır. Ahi zaviyeleri, mesleğinde başarılı olan zengin, iyi ahlâklı ve cömert kişiler tarafından kurulurdu. Ahi zaviyelerinde konuk ağırlama hizmetleri yapıldığı gibi, gençlere öğretmen, müderris, kadı, hatip ve emir gibi şehrin ileri gelenleri tarafından düzenli olarak dersler de verilirdi.

İbn-i Battuta’nın da övgü ile bahsettiği Ahi zaviyeleri bir çok yerde "konuk odası" olarak görev yapmaktaydı. Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan aileler tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin yeme, içme, konaklama gibi her türlü hizmetleri buralarda ücretsiz bir şekilde karşılanırdı. Hayatını seyyahlıkla geçiren İbn Battuta için bu konuk odalarının önemi çok büyüktür. Gittiği bütün şehirlerde, o şehirlerin ahileri tarafından karşılanmış ve en iyi şekilde ağırlanmıştır. Misafirperverlikleriyle bilinen Ahiler konuklarını ağırlamanın dışında onlara para ve türlü hediyeler de verirlerdi. Konukseverlikte öyle ileri gitmişlerdi ki iki farklı ahi tekkesinin İbn Battuta’yı misafir etmek için tartıştıkları e en son kura çekmek yoluyla uzlaşmaya vardıkları görülmüştür.

GEZDİĞİ ŞEHİRLER VE ORALARDAKİ YÖNETİM ANLAYIŞI

İbn Battuta’nın yaşadığı yıllarda Anadolu’da siyasi bir birlik bulunmamaktadır. İrili ufaklı birçok beylik ve devlet siyasi hayatını sürdürmektedir. Birçoğunun Müslüman oluşu gibi ortak özelliklerinin yanı sıra, bu beyliklerin birbirlerinden farklı özellikleri de vardır.
Yöneticilerine verdikleri isimler bey, melik, hükümdar, han, sultan, şeklinde farklılaşabiliyordu. Hükümdarlık babadan oğula geçerdi. Halk yöneticilerine son derece bağlıydı, hükümdarların halkın üzerindeki bu etkisini belirtmek için kullanılan “Ahali hükümdarının izinde gider.” sözü de bunun bir kanıtıdır.

Hükümdarlar şehirlerine gelen kimselere karşı misafirperver davranırlardı. Onları ya kendileri ziyaret eder ya da yanlarına çağırırlardı. Evlerinde en iyi şekilde ağırlar, onlarla sohbet eder, para, hediyeler ve özellikle at verir, öyle uğurlarlardı. Ancak bu kimselere karşı gösterdikleri samimiyetin ölçütü, konuk gelen kimsenin ona gösterdiği saygıyla orantılıydı. Örneğin ilk karşılaşmada, karşısındaki kişi selam vermek için atından inerse hükümdar da inerdi. Tersi durumunda ise atından inmez ve bunu saygısızlık olarak yorumlardı.

Müslümanların yaşadığı yerlerde dini inanışlar çok kuvvetliydi. Kadercilik ve ölüm karşısında çaresizlik anlayışı hakimdi. Ölülerinin arkasından çok fazla feryat figan etmemeleri de bu sebeptendir. Arap toplumuyla olan etkileşimler sonucu Türkler sadece Müslümanlığı kabul etmekle kalmamış aynı zamanda Arap toplumunun birçok adetini de kapmıştır. Örneğin Türkler de Araplar gibi çocuklarına ad koyarken fal açarlardı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
battuta, ibni, İbni


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık