IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Kasım 2011, 10:07   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Kant ve Alman İdealizmi




Kant felsefesi için çıkış noktası Aydınlanma düşüncesinin Almanya’da kazandığı başlıca bir form olan Leibniz-Wolff felsefesidir. Kant ilk bilgilerini bu felsefelerden edinmiş, ilk yapıtlarını bu felsefenin anlayışı çerçevesinde yazmış, sonra da bu felsefe ile tartışa tartışa kendi görüşüne varmıştır. Bu bakımdan bir yere kadar Kant da Aydınlanma Felsefesi içinde yer alır; o da bu felsefe içinde yetişmiş,bu felsefenin sorunlarını ele alıp işlemiştir;yalnız bunları sonuna kadar götürüp, sonunda da bu düşünceyi aşmıştır. Renaissance’tan beri gelişen bir anlayışın büyük ölçüde son hesabını çıkarmakla, Kant bir dönüm noktası olmuştur: O bir yandan kendisinden önceki düşüncenin bütün çizgilerini kendi felsefesinde toplar; öbür yandan da kendisinden sonraki gelişmenin birçok yönleri doğrudan doğruya ondan çıkarlar ya da dolayısıyla dönüp ona varırlar. Nitekim 19.yüzyilın ilk yarısını kaplayan Alman İdealizminin çıkış-noktası Kant felsefesidir; özellikle 20.yüzyılın ilk dörtte birinde önemli bir felsefe çığırı olarak beliren Yeni-Kantçılığın kaynağı yine Kant felsefesidir. Bu Kantçı çığırlara aykırı olan akımlar da yine Kant felsefesi ile bir tartışmadan doğmuşlardır.; dolayısıyla da olsa bu felsefe ile sıkı bir ilgileri vardır.

Kant’ın ilk felsefi düşüncelerini kendisinden devşirdiği Leibniz-Wolff felsefesi rationalist bir felsefedir. Rationalizm, doğru bilgiye vardıran organın kendisinde tümel olarak geçen kavramların, bilgiler ile kuralların yerleşik (a priori) bulunduğu akıl olduğuna inanır. Yeniçağ’da bu rationalist anlayışın oluşmasına da başlıca matematik fizik yol açmıştı. Renaissance sonlarından beri ilerleyip olgunlaşan matematik fizik, doğanın renkli canlı tablosu yerine kesin matematik kavramlar konulabileceğini, canlı doğanın bir matematik oranlar şemasına geri götürülebileceğini göstermişti. Bu yoldan kesin kavramlara dayanan doğa yasalarına varılmıştı.
Bu kavramlar matematik düşüncenin ürünleri idi;onlar doğadan türetilmemişlerdi, doğrudan doğruya zihinden çıkma idiler ve böyle oldukları halde objeye uyuyorlardı; dolayısıyla nesne ile düşünce arasında bir uygunluk vardı. Doğa ile akıl arasında bulduğu bu uygunluktan cesaret alan aydınlanma düşüncesi bundan sonra, yalnız doğa olaylarını değil, manevi olayları da akılda yerleşik olan ilkeler ile açıklamaya girişmiş, akıl için <doğuştan> olan kavramlar ve ilkeler ile <Tanrı >yı da <iyi>yi de, <adalet>i de bileceğimize inanmıştır.
Bundan da, Aydınlama’nın akıl dini akıl ahlakı ve doğal hukuku doğmuştur. İmdi insan böyle bir akla nasıl varmıştır? Tanrısal akıldan pay aldığından varmıştır. İlk temel akıl olan Tanrı,yaratması sırasında bir yandan evren, öbür yandan da insan ruhuna sözü geçen ilkeleri yerleştirmiştir, Aydınlanma’da kullanılan bir değişle: ekmiştir. İşte nesne ile düşünce arasındaki uygunluk da bu yüzdendir. Onun içindir ki,evreni yaratırken Tanrı’nın ne düşünüp tasarladığını anlayabilirsek,bu ilk düşünceye kadar geri gidebilirsek,evrenin yapılış ve kuruluşunu kavrayabiliriz. Leibniz yanında Newton gibi doğa araştırıcıları bile böyle düşünüp Tanrı düşüncesini bilimsel bir açıklama ilkesi olarak kullanırlar:Aydınlanma için çok tipik bir çığır olan deizmin,rationalizmin bu en aşırı biçimini anlayışına göre, Tanrı evrenin içine matematik-mekanik ilkeler yerleştirmiştir, dolayısıyla Tanrı büyük bir mantıkçı, matematikçi gibidir; o,istese bile, evrene yerleştirmiş olduğu rationel düzene karşı gelemez;onun istenci bile bu rationel ilkelere bağlıdır. Bu anlayışta Tanrı’nın gücü artık sonsuz değildir; onun evren için şu ya da bu düzeni seçmesine aklı kılavuzluk etmiştir, dolayısıyla akıl <akıl>, <istenç>ten öncedir. Onun için, aklının kurdurduğu bu düzen dışında kalan bir şeyi Tanrı yapamaz, yani bu dünyada mucizenin yeri yoktur. Tanrı evreni mucizelerle değil, rationel yasalarla yönetir. Gerçi bu yasaları o kendisi koymuştur, ama bir defa yaratıldıktan sonra evrenin gidişine artık karışmaz olmuş, onu kendi kendine işlemeğe bırakmıştır. Tanrı, kendisini işleten ilkeleri <önceden kurmuş> olduğu doğanın aracılığı ile hükmünü yürütür. Mucizenin olması, Tanrı’nın kendi egemenliğinin araçları olan doğa yasalarına aykırı olurdu. <Tanrı> ile <doğa yasalarının> bir sayıldığı bu anlayışta, doğa, Tanrı’nın kendini göstermesidir, önceden kurulmuş olan bir uyumdur. Bundan dolayı Tanrı’nın bizi şaşırtacağından korkamayız; düzensiz, khaotik bir şey bekleyemeyiz; bu dünyada her şey yolundadır, iyidir; Tanrı’dan kötü şey gelmez.

İşte Kant, Aydınlanma’nın ana çizgileriyle belirtilen bu rationalizmini, o sıralarda Almanya’da bir çeşit <okul felsefesi> haline gelen Leibniz-Wolff felsefesi örneğinde eleştirmiştir. Leibniz-Wolff felsefesi yanında, ayrıca, Martin Knutzen’in (1713-1751) estetiği başlı başına bir bilgi kolu haline getirmesi ve ona adını takması dolayısıyla felsefe tarihinde bir adı olan Alexander Baumgarten’ın (1714-1762) metafiziklerini de yakından tanımıştır. Baumgarten’ın <Metaphysica>sını uzun yıllar – o zamanlar adet olduğu üzere – derslerinde metin kitabı olarak kullanmıştır. Bu arada bir de, Hume’un etkisini anmalıyız. Kant, Hume’un <kendisini dogmatik uykularından uyandırdığını> söyler.
Immanuel Kant 1724 yılının 22 Nisan günü Doğu Prusya’da Königsberg şehrinde bir saraç ustasının oğlu olarak dünyaya geldi. Dar ve sade koşullar içinde büyüyüp yetişti, çocukluğu ile gençliği pietist etkiler altında geçti. Bu pietist öğeler, sonra Kant’ın din felsefesinde kendilerini göstereceklerdir. 1732 yılında verildiği Collegium Friderciannum lisesi de pietist ruh üzerinde kurulmuş bir okuldu. 1740 yılında Könisberg üniversitesine giren Kant burada başlıca felsefe ile doğa bilimleri okudu ve Gedanken von der wahren Schaentzung der lebendigen Kraefte (Canlı Kuvvetlerin Doğru Takdiri Üzerine Düşünceler) adlı bir fizik tezi ile üniversiteyi bitirdi. Bu ilk yapıtı ile Kant Descartes ile Leibniz arasında fiziki kuvvetlerin matematik olarak anlatımı konusundaki ayrılığa kendi ölçüsünde katılmış oluyordu.
Üniversiteyi bitirince, devrin birçok genç aydınları gibi, o da bir aralık özel öğretmenlik yaptı. 1755 yılında Könisberg’e döndü. Magister sınavını vererek, üniversitede ders vermek hakkını kazandı. Üniversitede Kant yalnız felsefe üzerine değil fiziki coğrafya konusunda da dersler verdi. Fiziki coğrafya onun çok sevdiği bir bilimdi. Birçok yıllar ders verdiği bu konu üzerinde 1755 yılında yayımladığı Genel Doğa Kanunu ve Gök Teorisi adındaki yapıtında, evrenin oluşunu(genesis) tamamıyla mekanik ilkeler ile açıklamak denemesi yapılır ve bu açıklama Laplace’ın bu konudaki teorisi ile aynı sonuçlara varır. Ancak, kitabı basan yayın evi iflas ettiğinden Kant’ın teorisi önce duyulamamış, sonra Laplace’ın Kant’tan bağımsız olarak geliştirdiği teori ile birleştirilip, evrenin oluşumunu açıklamada bugün bile değerini yitirmemiş olan Kant-Laplace teorisi şeklini almıştır. Kant. 1170 yılında Duyu Dünyası ile Düşünce Dünyasının Formu ve İlkeleri Üzerine adını taşıyan ve gelişmesinde önemli bir adım olan bir tez ile Königsberg Üniversitesine Metafizik ve Mantık Ordinairüsü oldu ve 1796 yılına kadar ders verdi. 1770 yılında çıkan tezi kendi kritik felsefesine doğru bir ilerleme idi. Buna kadar o Leibniz-Wolff felsefesinin kadrosu içinde idi. Bundan sonra Kant on bir yıl susacak esaslı bir şey yayımlamayacaktır. Bu susma, onun için bir hazırlanma, için için bir olgunlaşma idi; asıl kendi felsefesi olan kritik felsefesinin sorunları üzerinde derinden derine bir düşünme aralığı idi. Nihayet, 1781 yılında kritik felsefesinin ilk büyük gerçekleşmesi olan “Salt Akın Kritiği” çıktı. Bu yapıtıyla Kant, hem kendi felsefesinin temelini kurmuş, hem de felsefe tarihinde çok çeşitli gelişmelere kaynak olacak bir çığır açmıştır. 1787 yılında ikinci basımı yayımlanan bu yapıtın hemen ardından öteki büyük kritiği de çıktı. 1788’de “Pratik Aklın Kritiği” 1790 da da “Yargı Gücünün Kritiği” Kant’ın bir bilgin olarak yetişmesinin başlıca evreleri bunlardır ve bunların dışında belirtilmeye değer bir olay da pek yoktur. Bu. Çok disiplinli, çok çalışkan bir bilginin sakin, gürültüsüz geçen hayatıdır. Memleketi Doğu Prusya’dan hiç çıkmayan Kant’ın yalnız din sorunları üzerindeki bir yazısından dolayı Prusya Hükümeti ile bir çatışması var; bu da, Kant’ın uysallığı yüzünden kolayca yatıştırılmıştır. Bu disiplinli hayatı yaşan insan kuru ve yavan değil, zengin bir hayal gücü var. Dostları ve yakınlarının anlattıklarına göre cemiyet insanı imiş, ince bir nüktesi varmış, nitekim popüler yazılarında da bu görülmektedir. 1801 yılı 12 şubat günü yine Königsberg’te öldü.
Yapıtları:Kant irili ufaklı birçok eser yazmıştır. Sözü geçenlerden başka şunları da analım. “İlerideki her bir Metafiziğe Giriş” “Dünya Yurttaşlığı Bakımından Bir Genel Tarih Tasarımı” “Törelerin Metafiziğine Temel Atma” “Doğa Biliminin Metafizik Öğeleri” “Sırf Aklın Sınırları İçindeki Din” “Töreler Metafiziği” “Pragmatik Bakımdan Antropoloji”.
Gelişmesi bakımından Kant felsefesi iki döneme ayrılır: 1. Kritik öncesi sönemi, 2. Kritik dönemi. 1781 yılında yayımlanan “Salt Aklın Kritiği” ile Kant’ın kendisinin olan ve “kritisizm” ya da “kritik felsefe” denen felsefe görüşü başlamıştır. “Salt Aklın Kritiği” bu görüşün teorik temelini kurmuştur. Kant’ın bu temel üzerinde düşünüp çalıştığı döneme, bundan dolayı “kritik dönem” denmiştir. Bundan önce Kant aşağı yukarı Leibniz-wolf felsefesinin çerçevesi içinde düşünmektedir. Bu döneminde ilkin doğa bilimi ile ilgili konular üzerinde durmuştur. Bu yıllarında-yukarda sözü geçenlerden başka- yayımlamış olduğu yazıların birkaçının başlıkları “Yer, ekseni etrafında dönerken birtakım değişikliklere uğradı mı?” “Yer ihtiyarlıyor mu?” “Ateş üzerine” “Deprem üzerine”. Bunların hepsinin fizik konuları olduğu görülüyor. Ancak, Kant bu konuları bir fizikçi gibi değil, bir filozof gibi, yani belli bir felsefe görüşü çerçevesinde ele alıp işlemiştir. Kritik öncesi dönemin ikinci kısmında Kant’ın daha çok metafizik sorunlar üzerinde, bu arada özellikle de rationel teoloji sorunları üzerinde durduğunu görürüz. Bu yıllarda yayımladığı yapıtlarında bir ikisinin adları:”Tanrı’nın Varlığını Tanıtma İçin Mümkün Olan Tek Kanıt.Yeni Bir Tanrı Tanıtlaması”; “Bir Spritistin Metafiziğin Rüyaları İle Açıklanmış Olan Rüyaları”. Bütün bu çalışmalarında Kant, henüz Leibniz-Wolf metafiziğine dayanmaktadır.

Kant’ın bu düşünce çevresinden ayrılmaya başladığının ilk belirtisi, “Duyu Dünyası İle Düşünce Dünyasının Formu Ve İlkeleri” adlı dissertation’udur. Bu yapıt kritik öncesi ilk kritik dönem arasında bir köprü gibidir. Burada duyu dünyası ile düşünce dünyası birbirinden ayırt edilir. Bu iki ayrı dünya için değerleri başka başka olan iki ayrı bilgi ileri sürülür. Buraya kadar bir yenilik yok. Bu ayırma öteden beri ta Elelalılardan beri var. Bu iki bilgi çeşidinden düşünce bilgisinin değerce üstün tutulması da yeni değil bütün rationalistler böyle düşünür.
Yenilik, Kant’ın salt kavramını genişletmesi ile başlamaktadır. Salt deyince bilen süjede bulunan deneyden gelmemiş olan bir form öğesini anlarsak böyle bir şeyin düşünce bilgisinde bulunduğu öteden beri ileri sürülmüştür. Rationalistlerin “a priori” ya da doğuştan dedikleri kavramlar, ilkeler, bilgiler hep salt öğelerdir. İmdi ‘Kant, duyu bilgisinin de salt öğeleri olduğunu ileri sürer. İşte bu anlayış, felsefe tarihi için tamamiyle yenidir. Ona göre duyu bilgisinin salt ögeleri uzay ile zamandır. Bunlar duyu bilgisinin oluşmasının koşullarıdır. Bunlarsız duyu bilgisi olamaz. Uzay ile zaman kavram değil birer görüdürler. Kavram değildirler çünkü tek tek uzaylar uzay kavramının altına konamazlar. Tek tek uzayların uzay ile ilintileri parçaların bütüne olan ilintisi gibidir. Tek tek uzaylar bir ve aynı uzayın içinde yer alırlar.
Zaman içinde de durum böylerdir. Uzay için söyşenenlere paraleldir. Uzay ile zaman pek özel şeylerdir. Kavramlarla edinilemezler, ancak görülebilirler. Örneğin sağ ile solu tanımlayamayız, ancak gösterebiliriz. Dolayısıyla bunların bilinmeleri yalnız görü ile olabiliyor. Uzay ile zaman süjenin gözlükleri gibidirler. Bunlarsız duyu dünyasını bilemeyiz. Salt görünün formları olan uzay ile zaman iki kesin bilimimizle ilişkili olmaları dolaysıyla ayrıca önemlidirler. Uzay ile ilişkili olan bilim ise matematik, özellikle de geometridir. Zaman ile ilişkili olan bilim ise teorik mekaniktir. Bu iki bilimi duyarlığın iki a priori formu ile kurduğumuz için kesin olabiliyorlar. Bu salt görü öğretisi duyu bilgidsinin a priori formları olduğu anlayışı, sonra “Salt Aklın Kritiği” nde “Transzendentale Aesthetik” bölümünün konusu olacaktır. Bu bölümün “Salt Aklın Kritiği”nde özel bir yeri vardır; bir çeşit önyapı gibidir; yapının bütününe ancak bununla girilebilir. Burada geliştirilecek olan uzzy-zaman teorisi 1770 Dissertation’ undakinin aşağı yukarı aynıdır.

Aslı kendinin olan görüşlerin ortaya konacağı kritik dönemde Kant, öteki irili ufaklı yapıtlarından başka üç “Kritik”yayımlamıştır. Bunlardan ilki olan “Salt Aklın Kritiği”, yalnız Kant için değil, felsefe için de yeni bir çığır açmıştır. Bu yapıt, “Kritik Felsefe” nin ekseni, ana dayanağıdır. Eser kendisine bilginin ne olduğunu ve sınırlarını gösterip kritiğini yapmayı ödev edinmekte, şu ya da bu bilginin doğru olmak iddiaları haklımı? Bunu ayırt etmeyi göz önünde bulundurmaktadır. “kritik” deyiminden anlaşılan da bu “ayırt etme” işidir. Bu eleştirmedir. Eserin kuruluşu, önce, öteden beri bilinen bir mantık şemasına uygundur: ilkin bilginin öğeleri-kavramlar, yargılar, usavuramlar-incelenir,sonra yöntem öğretisi ele alınır. Yalnız bu mantık yapısına “duyarlık” ile girilir. Salt görü formları da bilginin öğeleri arasında yer alır. Eserde başka sınıflama açılarını da buluruz. Bunardan biri bilimler bakımındandır;önce matematik ile fizik gözden geçirilir,sonra da bilimsel bir metafiziğin olup olmayacağı araştırılır. Burada asıl göz önünde bulundurulan metafiziğin eleştirilmesidir. Birbaşka sınıflama şeması da bilgi yetilerine göredir. Bu bakımdan bilginin oluşmasında payları olan yetiler:duyarlık,anlık ve akıl sırasıyla ele alınarak eleştirmeden geçirilir.

Kant aklın gördüğü işi inceleyip eleştirecek yönteme, bu kendi yöntemine, yine kendisinin olan bir deyimle transcendental adını vermektedir. Transcendental yöntem, şu ya da bu objeye yönelmiş olan bilgiyi değil bilginin kendisini inceleyen yöntemdir. Bilginin kritiğidir,bilgi öğretisidir. Transcendental deyimi, bir bakımdan da trancendent in karşıtıdır. Transcendent bilgi mümkün bilginin sınırlarını aşan bilgidir. Transcendental bilgi ise, bu sınırları aşmayıp araştıran bilgidir. Nitekim salt aklın kritiğinin sorunu, insana bilgidsinin yapısı ile sınırlarını araştırmaktır. Yalnız,Kant’ın burad araştırdığı,her türde bilgi olmayıp yalnız a priori olan bilgidir. Bu çeşitli bilgi de duyarlığın verilerinden edinilmemiş olan bilgidir. Kanta göre hem görüde, hem de düşüncede a priori olan bilgi öğeleri vardır ve onu ilgilendirende, kesin a priori dir, yani deney ile hiçbir şekilde karışmamış olan bilgi öğeleridir. Onun a prori ye bu ilgisi bir yandan konuları gereği a priori bilgilerle çalışan metafiziği eleştirmeyi asıl göz önünde bulundurduğundandır. Öbür yandan da a priori bilgiyi deney bilgisinden üztün saydığındandır. Çünkü a priori bilgi, zorunlu ve tümel gerçeği olan bilgidir. A priori bilgiyi a posteriori bilgiden,deneyden türemiş olan bilgiden ayıran da bu ölçüdür. A posteriori olan bilgiler sallantılıdırlar,yani gözlemlerle boyuna düzelirler. Buna karşılık, a priori bilgiler zorunludurlar, yani deneyin bunların başka türlü de olabileceklerini göstermesine olanak yoktur. Bu çeşit yargıların zorunlu oluşu, yalnız benim için değil, bilen süjelerin tümü içindir.

Kant yargıları önce iki bakımdan ikişer ikişer ayırır, sonra da bunları aralarında birleştirir. Bir bakıma a priori ve a posteriori yargılar,öbür yandan da analitik ve sentetik yargılar ayırt edilir. Analitik yargılar, yalnız kavramları, kavramın tanımında esasen saklı olanı aydınlatan yargılardır. Cisimler yer kaplarlar yargısında yeni bir şey öğrenemeyiz çünkü yer kaplama zaten cismin tanımının içinde yer almaktadır. Buna karşılık, sentetik yargılar bilgimizi genişletirler. Çünkü bunlarda kavramamızın dışına çıkıp onu başka kavramlar ile birleştiririz. Onunla başka kavramlar arasında bağlantılar kurarız. Analitik yargılar, karakterleri gereği, hep a prioridirler. Onun için a posteriori olan analitik yargılar olamaz. Buna karşılık, sentetik yargılar içinde a posteriori olanlar da, a priori olanlar da vardır. Birinciler yargıların normal halidir, en çok rastlanan formudur. İkincilere gelince, Kant’ı ilgilendirenler de asıl bunlardır. Hem sentetik, hem de a priori olan yargılardır. Onun bütün araştırmasının asıl göz önünde bulundurduğu yargı çeşidi budur.

İmdi sentetik a priori yargı ne demektir? Eldeki kavramların dışına çıkan, ama buna rağmen deneye dayanmayıp a priori olan yargı demektir. Kant’ın ana düşüncesi şu: Bilgide kesinlik, ancak salt deney bilgisinin dışına çıkıp bu gibi sentetik a priori yargıları kullanmağa hakkımız olan yerde olabilir. Matematik yargıların hepsi sentetiktir. Çünkü bunlar salt tanımlardan çıkarılamazlar. Örneğin doğru iki nokta arasında en kısa yoldur. Yargısını sırf doğru kavramından türetemem. Burada yeni bir şey söylenmektedir. Buna rağmen, bu önerme için mutlak olan bir tümel geçerlik öne sürerim. Yani bu; deney ile bozulabilecek bir yargı değildir. O halde yalnız sentetik değil, bir de a prioridir. Bu gibi yargılara matematik fizik de sahip olmak iddiasındadır. Örneğin her değişmenin bir nedeni vardır derken, bu önermedeki değişme kavramının içinde neden kavramı bulunmamaktadır. Öyle ise bu yargı analitik değil, sentetik ve böyle olduğu halde mutlak geçerlik iddiasındadır. Demek ki hem sentetiktir, hem de deney ile temellendirilmediğinden a prori’dir. Konusu gereği deneye dayanmayan metafiziğin yargılarının hepsi a prioridir. İmdi metafizikte bu gibi sentetik a priori yargılar mümkün mü? İşte Kant için bütün dava buradadır. Çünkü Salt Aklın Kritiği nin ana problemi Metafizik mümkün müdür? Sorusudur. Kant’a göre gerçi doğal bir metafizik vardır, istesin istemesin insanın aklına metafizik nitelikte birtakım sorular dadanır. Ama bilimsel bir metafiziğe henüz varılamamıştır. Bu don düşünceleri Kant Salt Aklın Kritiği’nin araştırdığı konuları özetleyen şu üç soruda toplar:1. Matemetik Nasıl Mümkündür? 2. Doğa Bilimi Nasıl Mümkündür? 3. Bir Bilim Olarak Metafizik Nasıl Mümkündür?. Sonuncu soruda Kant’ın demek istediği metafiziğin bir bilim olması mümkünmüdür? Ya da tıpkı matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik olabilir mi?

Buna göre metafiziği güvenilir bir temele dayatmak için Kant’ın giriştiği iş, çok basit bir adımla başlıyor; çünkü bu güç problem tek bir formüle dayanmaktadır. A priori olan sentetik yargılar nasıl mümkündür? Salt Aklın Kritiği için bir çıkış noktası olan bu formülün anlatmak istediği şudur. 1. Varlığı yalnız kavramlarla kavrayamam. Yalnız kavramlarla çalışan klasik rationalizm,örneğin ruhun ölümsüzlüğünü şöyle tanıtlar: Ruh maddi olmayan bir tozdur, maddi olmadığı için yer kaplayamaz, yer kaplayamayınca bölünemez,bölünemeyince de yok edilemez, dolayısıyla ruh ölümsüzdür. Bu tanıtlamada çelişmezlik ilkesine dayanılmaktadır. Başka bir deyişle önce eldeki kavramın bir tanımı yapılıyor, sonra da bundan kendisiyle çelişik olmayan sonuçlar çıkarılıyor.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
alman, idealizmi, kant, ve, İdealizmi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kant'tan sonra Alman felsefesi hangi yönlerde gelişti? Kalemzede Felsefe 0 04 Ekim 2011 23:17
Alman Papatyası - Alman Papatyası Nedir - Alman Papatyası Yetiştiriciliği YapraK Türkiye'nin Coğrafi Bölgeleri 0 05 Ocak 2010 15:33