IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Kasım 2011, 11:33   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İradenin Bunalımı/Rollo May-Aşk ve İrade




İradenin Bunalımı

Bu bizim asıl belamızdır: İnsan korkusuyla birlikte, insan sevgisini de, insan onayını da, insan olma iradesini de yitirdik. Nietzsche

Öğle yemeğine çıktığım bir arkadaşım sıkıntılı görünüyordu. Kafasının hafta sonunda olan bazı olaylara takıldığını söylediğinde daha yemeğe yeni başlamıştık. On iki ile yirmi üç yaş arasındaki üç çocuğu, onun sorunlarının sorumlusu olmasa da baş katılımcısı olduğunu söylemeye birkaç özlü saatlerini adamışlardı. Saldırılarının özeti, onlarla ilişkisinde yeterince açık kararlar vermediği, yeterince sert bir tavır almadığı ve yeterince sağlam bir yapı kurmadığıydı.


Duyarlı, hayal gücü kuvvetli, yaşamında ve işinde hatırı sayılır ölçüde başarılı olmuş olan arkadaşım katı "içe yönelimli" anne baba tarafından büyütülmüştü. Fakat çocuklarını hiçbir zaman o Viktorya dönemi "irade gücü" kalıbıyla yetiştiremeyeceğini biliyordu. Aynı zamanda, o karısı, Viktoryacılık bozguna uğradığında ortaya çıkan boşluğu dolduran yaygın aşırı serbestliğin hiçbir zaman düşkünü olmamışlardı. O konuşurken bana dokunan, neredeyse her anne babanın bugünlerde "Bir anne veya baba çocuklan hakkında nasıl karar verir? Bir baba iradesini nasıl ortaya'~ koymalı?" sorularında yatan aynı acıyı ve şaşkınlığı bir şekilde dile getirdiğini fark edişimdi.


Bu irade bunalımı "nevrotiği" de "normali" de benzeri' şekilde etkiler - divandaki hastayı da, koklukta onu dinleyen psikiyatr veya psikoloğu da. Sözünü ettiğim adam nevroz tedavisinde değildi; yine de içinde yaşadığımız geçiş dönemindeki psikolojik ayaklanmanın kaçınılmaz dışavurumu olan irade ve karar çelişkilerinin aynılarını yaşıyordu. İrade ve karar yetimizin kalıtımsal temeli, geri alınamayacak biçimde yok edilmiştir. Trajik değilse bile ironik bir şekilde, tam da gücün korkunç biçimde büyüdüğü kararların bu kadar gerekli olduğu ve geleceği bu kadar etkilediği bu uğursuz çağda kendimizi yeni bir irade temelinden yoksun buluruz.

KİŞİSEL SORUMLULUGUN ZAYIFLAMASI

Freud'un, en büyük değilse de, büyük katkılarından biri, Viktorya döneminin "irade gücünde" yatan "yararsızlık ve kendini kandırmayı" delmesidir. O "irade gücü" on dokuzuncu yüzyıldaki atalarımız tarafından, sayesinde çözüm buldukları, böylece iddiaya göre yaşamlarını kültürün gitmelerini söylediği akılcı ve ahlaki yola doğru yönlendirdikleri yeti olarak tasarlanmıştı. Bunun Freud'un belki de en büyük keşfi olduğunu söylüyorum çünkü onu "bilinçdışı" diye adlandırdığı şeye götüren, Viktorya dönemi irade gücünün kötü etkilerini araştırmasıydı. Güdülerin ve davranışların -ister çocuk büyütürken, ister sevişirken, ister iş yönetirken, ister savaş planlarken- bilinçdışı itkiler, kaygılar, korkular, tükenmez bedensel dürtüler ve içgüdüsel kuvvetler ordusu tarafından yönetildiği uçsuz bucaksız alanları ortaya çıkardı.Derin incelemeleri altında Viktorya dönemi "irade"sinin gerçekten de bir "ussallaştırma ve kendini kandırma ağı" olduğu ortaya çıktı. Artık o göklere çıkarılan Viktorya dönemi "irade gücünün hastalıklı olduğu tanısı" tamamen doğruydu.


Fakat buna kaçınılmaz bir irade ile karar zayıflaması ve bireyin sorumluluk duygusunun baltalanması eşlik etti. Ortaya çıkan, belirlenmiş bir insan görüntüsüydü; artık sürmeyen, sürülen. Freud'un Groddeck'in sözlerine katılarak belirttiği gibi, insan "bilinçdışı tarafından yaşanır". "Ruhsal özgürlük ve seçmeye duyulan köklü inanç bilime oldukça aykırıdır ve zihinsel yaşamı yöneten gerekirciliğin iddiaları karşısında geri çekilmelidir" diye yazar Freud.


Böyle bir iddianın kuramsal doğruluğu veya yanlışlığı ne olursa olsun, uygulanabilirliliğinin önemi çok büyüktü. Modem insanın en yaygın eğilimi olan -ve yirminci yüzyılın ortalarında neredeyse yerel bir hastalığa dönüşen- kendini güçlü "psikolojik dürtü makinesinin" edilgen plansız ürünü olarak görme eğilimini yansıttı, ussallaştırdı ve onunla elbirliği yaptı. (Buna Marx'ın, Freud'unkiyle aynı zekilikteki incelemeleriyle sosyo-ekonomik düzeyde gösterdiği gibi, ekonomik kuvvetler makinesini de ekleyebiliriz.)


Freud'un ve Marx'ın bu bireysel irade ve sorumluluk yitimine "neden olduklarını" söylemiyorum. Büyük adamlar daha ziyade kültürlerinin derinliklerinden ortaya çıkanları yansıtırlar, yansıttıktan sonra bulduklarını da yorumlar ve biçimlendirirler. Bulgularının yorumlarına katılmayabiliriz ancak buldukları gerçeğine katılmazlık edemeyiz. Kendimizi tarihimizden ayırmadan, bilincimizi sakatlamadan, bu bunalımı yarıp yeni bir bilinç ve bütünleşme düzlemine çıkma fırsatını kaçırmadan Freud'un keşiflerini görmezden gelemeyiz ya da bir kenara atamayız. İnsanın benlik imajı bir daha asla aynı olmayacak; tek seçeneğimiz göklere çıkarılan "irade gücü"müzün yıkımı karşısında geri çekilmek veya bilincimizi yeni düzeylerde bütünleştirmeye çabalamaktır. ilkini yapmayı dilemiyorum ya da "seçmiyorum"; fakat sonuncuyu henüz başarmadık ve irade bunalımımız öyle bir durumda ki ikisi arasında felç olmuş durumdayız.

İradenin zayıflamasından ileri gelen ikilem, Freud'un sahasında, psikanalizde sıkıntılı bir sorun haline gelmiştir. Analist AlIen Wheelis bu sorun üzerinde yazarken özellikle sezgilidir:
Bilmiş insanlar arasında "irade gücü" teriminin kullanımı, belki de en belirsiz olmayan saflık nişanı haline gel-miştir. Kişinin kendi çabalarıyla nevrotik sefaletten zorla çıkmaya çalışması modaya uymaz hale gelmiştir, çünkü irade ne kadar güçlüyse, bu çabanın "karşı fobi manevrası" olarak adlandırılma olasılığı o kadar yüksektir.


Bilinçdışı, iradenin itibarının mirasçısıdır. Kişinin kaderi eskiden nasıl irade tarafından belirleniyorduysa, şimdi de bastırılmış zihinsel yaşam tarafından belirlenir. Bilgili modernler sırtlarını divana yaslarlar ve bu sırada yükü sırtlamayabilirler. İrade nasıl değer yitirdiyse cesaret de yitirmiştir; çünkü cesaret yalnızca iradenin hizmetinde var olabilir ve hizmet ettiği şeyden daha fazla değerli olması zordur. İnsan doğasını anlarken gerekirciliği kazandık ama kararlılığı yitirdik.


Kendimizi gerekirciliğin sonuçları olarak görme eğilimi, son yıllarda, çağdaş insanın atom gücü biçimindeki bilimsel kuvvetlerin çaresiz nesnesi olduğu kanaatini de içine alacak şekilde yayılmıştır. Çaresizlik, tabii ki, genel bir vatandaşın hakkında hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüz hissettiği nükleer bombayla canlı bir biçimde temsil edilmektedir. Çoğu aydın bunun gelişini görmüş ve kendi sözcükleriyle "modem insanın modasının geçip" geçmediğini sormuşlardır. Fakat bu on yılın önemli gelişmesi, bunun televizyon izleyip sinemaya gidenlerin bile ortak farkındalığı olmasıdır. Yakın tarihli bir film açıkça belirtir: "Nükleer çağ insanın, başına gelebilecekleri etkileme yeteneğine olan inancını öldürmüştür." Gerçekten de, modem insan "nevrozu" merkezinin, kendini sorumlu olarak görüşünün zayıflaması, iradesinin ve karar verme yeteneğinin çökertmesi olduğu söylenebilir. İrade eksikliği sadece ahlaki bir sorundan fazlasıdır: Modern birey, "irade"sini -ya da hangi yanılsama onun yerine geçerse- kullansa bile, yapacaklarının bir yararı olmadığı inancını taşır. Ciddi sorunumuzu oluşturan işte bu içsel iktidarsızlık deneyimidir, bu irade çelişkisidir.

İRADEDEKİ ÇELİŞKİ

Bazı okurlar hem bireysel olanakları hem de doğa üzerindeki toplu zaferi bakımından, insanın hiçbir zaman daha güçlü olmadığı iddiasına aykırı düşeceklerdir. Kuşkusuz insanın büyük gücü üzerine olan vurgu, iradedeki çelişki diye sözünü ettiğim şeyin tamamen diğer tarafıdır. Birey kendini güçsüz hissediyor ve kararları konusunda kendinden şüphe ediyorken, aynı zamanda da modern insan olarak her şeyi yapabildiğinden emindir. Tanrı ölmüştür ve biz tanrı değilizdir - atomu laboratuvarlarımızda ve Hiroşima üzerinde parçalayarak yaratılışı yeniden canlandıran biz değil miyiz? Tabii ki biz onu tersten yaptık: Tanrı kaostan biçim yaratmıştı ve biz biçimden kaos yarattık ve kalbinin gizli bir köşesinde, kaosu çok geç olmadan tekrar biçime dönüştüremeyeceğimizden ölümüne korkmayan bir insanoğlu bulmak zordur.


Fakat kaygımız, yeni bir çağın, yılanların hiç olmayacağı bir cennet bahçesinin eşiğinde duruyor olmanın heyecanı ve görkemiyle kolayca susturulabilir. Bize yeni bir dünyanın her uçak biletinin, her hayat sigortası poliçesinin sonunda yattığını söyleyen reklamlar yağmuruna tutulmuş durumdayız.

Her saat, saat başı (reklamlarda) günlük kutsanma vaatleri alıyoruz, bilgisayarlarımızın çalışmasındaki, kitle iletişim tekniklerinde, beyin dalgalarımızı yeniden biçimlendirecek ve yeni şekillerde görmemizi ve duymamızı sağlayacak yeni elektronik çağdaki, ve güdümbilimde, teminatlı gelirde, herkes için sanatta, otomatik eğitimin yeni ve daima şaşırtan biçimlerindeki, "zihni genişleten" ve bir zamanlar psikanalizden umulan ama şimdi -tesadüfi bir keşif sağ olsun- uyuşturuculuğu sayesinde çaba harcamadan, hızlı bir şekilde büyük potansiyeli serbest bırakan LSD' de, kişiliği yeniden oluşturan kimyasal tekniklerde, yıpranmış kalpleri ve böbreklerin yerini alan plastik organların geliştirilmesinde, kişi sonsuza dek, sınırsız yaşayabilsin diye sinir yorgunluğunun nasıl önleneceğini keşfetmedeki büyük güçten haberdar ediliyoruz.

Dinleyicinin kafasının bazen kendisinin kutsanmış kişi, bu cin kutsamalarının alıcısı ya da sadece salak şamar oğlanı olup olmadığı konusunda karışması şaşırtıcı değildir. Ve elbette her ikisidir.


Tüm bu büyük güç ve özgürlük vaatlerinde, alıcı olan vatandaştan edilgen bir rol beklenir. Yalnızca reklam iletişim araçlarında değil, eğitim, sağlık ve uyuşturucu hususlarında da, yeni icatlar tarafından bir şeyler bize ve bizim için yapılır; bizim rolümüz, ne kadar hafifçe söylersek söyleyelim, teslim olmak, kutsamayı kabul etmek ve şükran duymaktır. Bu durum, atom gücü alanında ve yeni gezegenlerle bizimkini birleştirebilecek uzay keşiflerinde apaçıktır: Tek bireyler olarak senin ve benim bu başarılarda, adsız ve dolambaçlı kanallar yoluyla vergimizi vermek, uzay uçuşlarını televizyondan izlemek dışında payımız yoktur.


Örneğin yeni dünyaları uyuşturucular ya da "olaylar" yoluyla keşfetmek için kullanılan sözcük "açmak"tır. Bu sözün olumlu yanı, "ruhumun kaptanı benim", Kalvinci çabalarım ve kaslarımla zorlamazsam hiçbir şey olmaz şeklindeki Viktorya dönemi kuruntusunu -yaşantımızı gerçekten de daraltan ve duygularımızı neredeyse boğan o istemci kibrin- zayıflatmasında yatar.

"Açılmak" sözcüğü, uyarılmaya, kavranmaya, çözülmeye izin vermenin kendilindenliğine işaret eder. Fakat bu sözcüğün aynı zamanda elektriklerimizi, makinelerim"İrade" değil "arzu" ve "dürtü" tarafından nasıl harekete geçirildiğimizi anlatırken, Freud, Batılı insanın duygusal, ahlaki ve düşünsel benlik imajının temellerini sarsan bir yeni insan imajı biçimlendirdi. izi, televizyonlarınızı "açar"ken kullandığımız sözcük olması tesadüf değildir.

Çelişki açıktır: Çorak sanayi uygarlığını yaratan ve hippilerin haklı olarak karşı geldikleri Viktorya dönemi "irade gücü" ve katı ego denetiminden çıkıp, yeni bir bilinç genişlemesi değil de kendimizi daha güçlü ve gizli bir biçimde bir makine görüntüsüne dönüştürme olan bir "özgürlüğe" doğru gidiyoruz. LSD' den katılaştırıcı derecede kişilikdışı mekanik uygarlığın çaresi olarak söz edilir.

Fakat makinenin özü, bizimle doğa arasında durarak bizim için bir şey yapmasıdır.Tuhaf çıkmazımız, modern insanı bu kadar güçlü kılan Uyuşturucu alma eyleminin özünde de makine kullanmanın verdiği edilgenlik yok mudur?süreçlerin -atom ve diğer türdeki teknik enerjilerin görkemli gelişimi- bizi güçsüz kılan süreçlerle aynı oluşudur. Bir-çok insanın "iradenin zaten bir yanılsama" olduğunu söylemesi de bariz bir şeyin tekrarı gibi gelir. Laing'in dediği gibi "çılgın edilgenlik cehenneminde" kıstırılmış durumdayız.

İkilem, bizi çevreleyen ve biçimlendiren kişilik dışı güç makinesi karşısında kendimizi en güçsüz hissederken, daha büyük ve daha uğursuz seçimlerin sorumluluğunu almakla görevlendiriliyor olduğumuz gerçeğiyle daha da keskinleşir. Boş zaman konusunu bir düşünün. Gittikçe büyüyen, günde sadece dört veya altı saat çalışan insan kitlesi için seçimler gerekli olacaktır. İnsanların boşluğu anlamlı etkinliklerle doldurmadıklarında, iktidarsızlığı,bağımlılığı ve kendine zararlı bir düşmanlığı besleyen yaygın bir kayıtsızlıkla karşı karşıya kalacaklarına dair yeterince kanıt vardır. Veya doğum kontrol haplarını alın, özellikle de şu anda geliştirilen geriye etkili olanları.

Yeni özgürlük -başlıca, cinsel ilişkiler konusundaki eksiksiz seçim özgürlüğü- tam da bu "seçim" sözcüğünü ortaya çıkarır. Anarşiden başka hiçbir şey yoksa, cinsel deneyim değerlerini ya da en azından katılım nedenlerini seçmek bireye kalır. Fakat bu yeni özgürlük, normalde seçime (veya yine bir yapı gerektiren ayaklanmaya) temel oluşturan değerler kaos içinde olduğunda, toplum, aile, kilise tarafından verilen seks rehberliğinin iflasına yaklaşan bir karışıklık olduğunda ortaya çıkar. Özgürlük armağandır, evet; bireye yüklenen yük gerçekten de çok büyüktür.

Ya da bedensel sağlık alanındaki çelişkiyi düşünün. Tıbbi tekniklerdeki çarpıcı büyüme, uzmanlıkların artışıyla birlikte, hastayı kaçınılmaz olarak tedavi nesnesi haline, doktoruna hastalığı ile ilgili tavsiye almak için değil, sabah hangi uzmana ya da hangi görüntüleme merkezine veya polikliniğe gitmesi gerektiğini sormak için telefona koşan biri haline getirir. Süreç daha kişilikdışı ve Kafkavari hale geldikçe, hastanın sorumluluğu da gitgide azalır. Fakat tüm bunlar hastanın hastalığı gitgide kişisel olduğunda yaşanır.

Kalp sağlığı sorunlarında ve yaşlılık zafiyetinde olduğu gibi, hastalıklar bedenin belirli bir mekanizmasını değil tüm benliği etkiler. Bu, bedenin sınırlarını, benliğin sonluluğunu ve en sonunda ölümü kabullenmeyi gerektiren yaşlılıkta ne kadar doğrudur! Bu hastalıkların "tedavisi" veya idaresi, ancak hastanın bilincinin bedeniyle ilişkili biçimde genişlemesiyle, derinleşmesiyle ve tedavisine etkin biçimde katılımıyla gerçekleşebilir.


Kişinin kalp sağlığı sorunları, yaşlılık zafiyeti ve ölüme yakınlık gibi bedensel sınırlara karşı yıkıcı bir biçimde savaşmak yerine onları onaylamasını sağlayan bilinç türüne eskiden "ruhsal güç" denirdi. En iyi biçiminde bir kabullenme ve uzlaşma süreciydi. Bu, kişiye "yaşamak mı ölmek mi" sorusunu aşan, gerekli kararları mümkün kılan bazı bakış açıları ve değerler verirdi. Fakat bu bilincin ruhsal temeli eski biçimiyle modem laik toplumumun büyük bölümleri için geçerli değildir. Bu tür değerler ve seçenekler için yeni temelleri de henüz bulmuş değiliz.


Özellikle bedensel organların yapay olanlarıyla değiştirilme ve sinir yorgunluğunu yenme olasılığıyla, ne kadar uzun yaşayabileceğinizi seçme gerçek bir seçenek olabilir. "Yaşamak istiyor musun ve eğer istiyorsan ne kadar uzun?" sorusuna -ki eskiden intiharın mümkün olduğu kuramsal temeline dair metafizik bir soru olarak yöneltilirdi- bağlı en büyük karar, artık her birimiz için uygulanabilir bir seçenek olabilir. Tıp mesleği insanları ne kadar süre hayatta tutacağına nasıl karar vermelidir? çoğu zaman bunun yanıtı,soruyu filozoflara ve tanrıbilimcilere bırakmak gerektiğidir. Ancak bize yardım edecek olan filozoflar nerede? Felsefenin akademik anlamda Tanrı gibi "ölmüş" olduğu söylenir ve öyle veya böyle, günümüzde felsefe -varoluşçuların eşduyumlu istisnalığıyla- ciddi yaşam soruları yerine biçimsel sorunlarla ilgilenir. Ölmüş Tanrımızın cenazesinde tanrıbilimcileri uğurladıktan sonra, son vasiyetnameyi açıp mirası değerlendiriyor ve kendimizi mahrum edilmiş buluyoruz. Büyük miktarda fiziksel zenginliğin varisiyiz; fakat sorumlu seçimin temeli olan o değerlerin, onları doğuran mitlerin ve simgelerin hiçbiri bize kalmamıştır.


Viktorya döneminde şaşırtıcı bir zekayla gelecekleri gören Friedrich Nietzsche, "Tanrı öldü" duyurusunu ilk yapanlardandı. Fakat o, günümüzde ilahi ölümü ilan edenlerin aksine, sonuçlarla yüzleşme cesaretini gösterdi.
"Bu dünyayı güneşine bağlayan zinciri çözdüğümüzde ne yaptık? Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Boyuna düşmüyor muyuz? Arkaya, yana, öne, her yöne? Daha yukarısı ve aşağısı mı var? Sonsuz bir hiç için-deymiş gibi hata yapmıyor muyuz? Boşluğun nefesini hissetmiyor muyuz? Şimdi daha soğuk değil mi? Gece üzerine gece gelmiyor mu? .. Tanrı öldü!"


Derin bir alaycılıkla Nietzsche, delinin ağzından bu vahşi benlik yönelimsizliğinin ve bunun sonucu olan felç tanımını yapar. "Büyük olay hala yolda" der deli, meselin sonunda. Artık buradadır ve gerçekten de büyük bir olaydır - insanın ya yeni bir dünyanın doğumunda olacağı ya da insanlığın yıkımına başkanlık edeceği bir noktada durması. ..

Bu nedenle, irade bunalımı bireyin dünyasında gücün ne varlığında ne de yokluğundan kaynaklanır. İkisini arasındaki -sonucu irade felci olan- çelişkiden doğar.


 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bunalımı or rollo, irade, iradenin, mayaşk, ve, İrade, İradenin


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İradenin Ölümü: Yeis, Ümitsizseniz, Ümit Sizsiniz Kalemzede İslamiyet 0 09 Temmuz 2011 03:03
29 Yaş Bunalımı (Satürn Döngüsü) Perius Burçlar, Fallar ve Kehanetler 1 21 Ocak 2011 15:06
Tolstoy'un anlamsızlık bunalımı aLdiana Felsefe 0 23 Şubat 2010 15:04