IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 26 Ocak 2016, 23:22   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Deleuze, Nietzsche ve "hınç","hırs","unutmak"




Deleuze özellikle Nietzsche ve Spinoza’yla ilgili kitaplarında ahlakla etik arasında bir fark, hatta bir karşıtlık olduğunu gösteriyor. Bu yoruma göre, ahlak aşkın bir yasaya dayanarak tüm koşullardan bağımsız şekilde İyiliğin ve Kötülüğün ne olduğunu söylüyor, etik ise içkinlik düzleminde kalarak ve belirleyici koşulları da gözeterek tek tek insanlar için neyin iyi neyin kötü olduğunu gösteriyor. Etiğin biri olumsuz (ya da eleştirel) diğeri olumlu (olumlayıcı, kurucu) iki özelliği var:

1) Etik ahlakı ifşa ediyor, yani ahlakın aşkın İyilik, aşkın Kötülük olarak sunduğu şeylerin aslında bu ahlakı savunanların çıkarına olduğunu, onların “iktidarını” temellendirdiğini açığa çıkarıyor. Ahlakın koşulsuz değerler olarak sunduğu şeyleri iktidar ve güç ilişkileri çerçevesinde “yeniden değerlendiriyor”. Bunu yapabilmek için de “İyilik nedir?” sorusunun yerine “İyiliği kim istiyor, İyilik kimin işine yarıyor?” sorularını geçiriyor. Bu ifşa etmenin sonucunda ortaya çıkan şey şu: İyiliği isteyenler aslında sadece kendi çıkarlarının peşindeler; kendi konumlarını sağlamlaştırmak için, mutlak değerler üzerinden egemenlik altında tuttukları insanlarda olumsuz, tepkisel duygular, en başta da hınç duygusu uyandırıyorlar.

2) Etik ahlakın tersine İyiliği ve Kötülüğü (Bien, Mal) değil, tek tek insanlar için iyi ve kötü (bon, mauvais) olan şeyleri araştırıyor. Ahlakın kışkırttığı tepkisel kuvvetlerin, üzüntü verici tutkuların yerine etkin kuvvetleri, sevinci nasıl geçirebileceğimizi araştırıyor. Yaşama karşı hınç ve nefret duymaktan nasıl kurtulabileceğimizi araştırıyor. Etiğin önerdiği iyi ve kötünün kabaca yararlı ve zararlı şeylerden ibaret olduğunu söyleyebiliriz (Deleuze, Ethica’nın temel kavramlarını ele aldığı küçük sözlükte yararlı-zararlı için iyi-kötüye bakmamızı söylüyor, Spinoza, Philosophie pratique, Minuit, 1981, s. 148). Yaşam denen şey farklı farklı karşılaşmalardan ibaret, iyi/yararlı karşılaşmalar sevinci, etkinliği arttırırken kötü/zararlı karşılaşmalar üzüntü veriyor, etkinlikleri boğuyor. Etik de iyi karşılaşmaları çoğaltıp kötü karşılaşmaları azaltmanın yollarının araştırılması.

Ahlakın yasakçı ağırlığının karşısında etiğin özgürlükçü ve hafif olduğunu söylemek mümkün. Ama ahlakın yasa-koyuculuğunun basit bir yasakçılığa indirgenemeyeceğini söyleyip en azından belli bir anlamıyla ahlakı savunmak da mümkün. Deleuze ahlakçılara örnek olarak iktidar peşindeki din adamlarından, politikacılardan… söz ediyor, kısacası kolay hedefler gösteriyor. Ahlak yasasının hiçbir mercide, hiçbir kurumda tam olarak somutlaşamayacağını düşünen Kant gibi bir filozofu tartışmıyor örneğin.

Deleuzecü bir perspektiften bakıldığında intikam hınca yenik düşmek demek. Hıncın Fransızcası ressentiment: tekrar-duygu, yani aynı duyguyu tekrar tekrar yaşamaya mahkum olmak. Hınç duyan kişi kendisine yapılan kötülüğü unutmayı beceremediği için kötülüğe maruz kaldığı andaki duyguya saplanıp kalıyor, yediği darbeyi tekrar tekrar anımsadıkça, yenilmişlik duygusunu tekrarlayıp durdukça çareyi intikam planları yapmakta buluyor. Ayrıca Deleuze şunu da gösteriyor: pişmanlık, vicdan azabı gibi duygularla başkasından nefret etme, intikam arzusu gibi duygular aynı kaynaktan besleniyor aslında. İki durumda da tekrar-duygular var. Vicdan azabı çeken kişi başkasına yapmış olduğu şeyin ağırlığından kurtulamıyor, intikamcı ise kendisine yapılan şeyin ağırlığından. Bu ağırlıklardan kurtulmanın yolu unutma, hafifletici bir unutkanlık. Olumlayıcı unutma, yani yeniye yer açma, geçmişten kurtulup başka şeyler yapabilme gücü olarak unutma Deleuze’ün Nietzsche okumasında merkezi bir yere sahip. Oysa intikam anının saklanmasından, maruz kalınan kötülüğü unutmamaktan besleniyor (bkz. Nietzsche et la philosophie, PUF, 1962, IV. bölüm hınçtan vicdan azabına geçişi inceliyor; hınçla bellek arasındaki ilişki, geçmişin izlerine dayalı tepkisel bir bellekle söze dayalı etkin bir bellek ayrımı ve unutmanın olumlu rolü üzerine, s. 128-133; hınçla intikam arasındaki ilişki üzerine s. 132-134).

Kötülüğün dışarıdan gelmesi fikrinde de aynı iki-yanlılık var. Bir yandan Deleuze de kötülüğün dışarıdan geldiğini söylüyor, insanın içinde zaten bir kötülük olduğunu savunan (bunu yaparken de kısmen ilk günah düşüncesinden beslenen) ahlakçı söyleme karşı kötülüğün dışarıdan gelmesini bir hafiflik öğesi olarak kullanıyor. Diğer yandan Deleuze için kötülüğün dışarıdan gelmesi onun bir şekilde unutulabileceği, geride bırakılabileceği anlamına geliyor. Tekrar-duygu olarak hınç ve ondan beslenen intikam duyguları işte bu geride bırakmanın başarılamadığının göstergesi. Başka bir deyişle hınç dışarıdan gelen kötülüğün içselleştirilmesi demek. Bu yüzden Deleuze intikam duygusunun maruz kalınan şiddetin büyüklüğüyle açıklanamayacağını düşünüyor. İntikamcılığa yol açan şey dışarıdan gelen şiddet değil, “öznenin kendisindeki belli bir ilişki, onu oluşturan farklı doğadaki kuvvetler arasındaki belli bir ilişki: tip adı verilebilecek şey” (Nietzsche et la philosophie, s. 132). Kısacası intikam arzusu dışarıdan gelen şiddete değil ona maruz kalan öznenin ne “tip” bir özne olduğuna dayanıyor. İntikamcı bir tip zaten hınçla besleniyor, intikamla besleniyor, dolayısıyla maruz kaldığı şiddetle besleniyor. Hınçla intikam arasındaki bu ilişkinin apaçık ortaya çıktığı metinlerden biri de Deleuze’ün Spinoza ya da Nietzsche üzerine değil Leibniz üzerine yazdığı kitapta bulunuyor. Bu metin Deleuze’le Uyurkulak arasındaki farkı daha açık anlamayı sağlayabilir belki. Burada Deleuze, Leibniz’deki lanetlilerin Tanrı’dan nefret ettikleri için lanetlenmediklerini, bu nefrete saplanıp kaldıkları için lanetlendiklerini söylüyor. Bu düşünceyi de şöyle geliştiriyor:

Leibniz’in dediği gibi, lanetlenmiş kişi, ebediyen lanetlenmiş değildir; o yalnızca “her zaman lanetlenebilir”dir ve her an yeniden lanetlenir. Lanetliler de kutsanmışlar kadar özgürdürler, şimdide özgürdürler. Onları lanetleyen, şimdiki ruh darlıklarıdır, genişlikten yoksunluklarıdır. Bunlar, Nietzsche’nin daha sonra betimleyeceği gibi, intikam ya da hınç insanlarıdır; geçmişlerinin etkilerine maruz kaldıkları için değil, şu anda, şimdi geçmişlerinin izinden kurtulamayıp her gün, her an bu izi derinleştirdikleri için. (Kıvrım, Leibniz ve Barok, çev. H. Yücefer, Bağlam, 2006, s. 108-109, italikler benim.)

Bu zengin pasajın bize gösterdiği birçok şey var. İlk olarak, Deleuze’ün etik düşüncesi deyince akla gelen filozoflar hep Spinoza ve Nietzsche olsa da Deleuze başka filozoflardan yola çıkarak başka etikler de geliştiriyor. Deleuze’ün etik düşüncelerinde yaşamı olumlamaya dayalı Spinoza-Nietzsche hattı tartışmasız biçimde belirleyici olsa bile Deleuze’de bir başka hattan, kısmiliğin aşılmasına dayalı Hume-Leibniz hattından da söz etmek mümkün (görebildiğim kadarıyla bunlar Deleuze etiğinin iki ana hattı, ama bu, Stoacılar’dan, Lukretius’tan, edebiyattan… gelen daha gizli başka hatların olmadığı anlamına gelmiyor). İkinci olarak, Deleuze’ün Leibniz’den söz ederken bile Nietzsche’ye gönderme yapmasının da gösterdiği gibi, bu farklı etikler arasında bir kopukluk, iletişimsizlik yok. İki durumda da etik ahlakla karşıtlık içinde ele alınıyor. Yaşamı olumlamak ancak kısmiliğin ve ondan kaynaklanan bencilliğin, “ruh darlığı”nın aşılmasıyla mümkün. Kısmiliğin aşılması için de olumlama zorunlu. Yine de Deleuze’de tek bir etik olmadığını söylemek mümkün. Deleuze ahlaka karşı etikler öneriyor ve temel noktalarda anlaştıktan sonra bunlar arasından size uygun olan birini ya da birkaçını seçebilirsiniz. Üçüncü olarak, esas tartışmaya dönersek, Deleuze intikamla hıncı özdeşleştiriyor: lanetliler, “intikam ya da hınç insanları”. Bu özdeşliğin arkasında da nefret duygusu var. Nefret duygusu durmadan, “her gün, her an” tekrarlandığında hınca dönüşüyor, hınç da intikam arzusunu üretiyor. Deleuze, az önce sözünü ettiğimiz unutma temasını da bunlara bağlıyor. İntikam ya da hınç insanları şimdilerini geçmişten kurtaramıyorlar, durmadan geçmişin izini daha da derinleştiriyorlar. Dördüncü olarak, Deleuze’ün bu pasajda intikamla hıncı özdeşleştirirken düşündüğü nefret başka insanların uyandırdığı bir nefret değil Tanrıya duyulan nefret. Tanrı nefreti, belli birine, belli bir olaya, belli bir ana göreli olmadığı için zihinde kendisinden başka bir şeye yer bırakmayan, “ruh darlığı”nı sonuna dek götüren mutlak bir nefret. Nefretin bir türlü unutulamaması onu daha da mutlaklaştırıyor. Lanetlilerde hıncı intikam arzusuyla birleştiren şey nefretlerinin bu mutlaklığı.

Çok zorlanırsa her yöne çekilebilecek cümleler var Deleuze’de. Örnek: bir yandan Deleuze, Spinoza etiğini anlatırken nefretin de tiksinme, alaycılık, korku, umutsuzluk, acıma, utanç vb. gibi üzüntülü tutkulardan biri olduğunu söylüyor, hatta “yaşamı zehirleyen şey nefrettir, kendine yönelik nefret, suçluluk da buna dahil” diyor (Spinoza, Philosophie pratique, s. 39). Diğer yandan Diyaloglar’da, sevgi gibi nefretin de bir karışım olduğunu, nefretin “ancak nefret ettiği şeyle karıştığında iyi olan” bir beden olduğunu söylüyor. Hatta biraz ilerde, Guattari’yle birlikte, “delilikte saklı olan yaşamı açığa çıkarmaya çalıştıklarını, ama durmadan o yaşamı öldüren delilerden nefret ettiklerini” söylüyor (Dialogues, Flammarion, 1996, s. 66-67). Bunun gibi başka pasajlar da bulunabilir.

Nefret iki yanlı bir duygu mu? Deleuze bazı durumlarda nefretin işe yarayabileceğini mi düşünüyor? Yaşama saldıranlara, ölümden yana olanlara yönelik bir nefret, olumsuz duygunun değil baskının ve şiddetin tekrar etmesinden kaynaklanan bir nefret üzüntülü bir tutkunun ötesinde sağlık göstergesi olabilir mi? Tutkunun Fransızcası passion, sadece tutku değil edilginlik ve çile de demek. O zaman soru şu: nefretin tutku-edilginlik-çile olmadığı, sağlığa, etkinliğe, özgürleşmeye hizmet ettiği durumlar var mı? Böyle durumlar varsa bile Deleuze, en azından etikle ilgili metinlerinde bu durumları incelemiyor, nefreti hep bir tutku olarak görüyor. Ama Deleuze’ün Uyurkulak’a yaklaştığı bir yer de var. Nietzsche ve Felsefe’de Deleuze tepkisel, olumsuz hınç duygusunun karşısında olumlu bir saldırganlığın olduğunu söylüyor. Tepkisel köle “sen kötüsün, demek ki ben iyiyim” diyor. Köle kendini olumlayabilmek için başkasını olumsuzlamaya, yadsımaya muhtaç. Oysa efendi “ben iyiyim, demek ki sen kötüsün” diyor. Onun kendini olumlayışı başkasının yadsınmasından geçmiyor. Yadsıma ikincil bir şeyden ibaret, kendini olumlamanın sevincinin saldırganlık olarak ortaya çıktığı yerden ibaret (Nietzsche et la philosophie, s. 138-139). Hınçla saldırganlık arasında doğa farkı var ve bu fark olumlamanın mı olumsuzlamanın mı önce geldiğine bağlı olarak belirleniyor. Ama hıncı saldırganlıktan ayırmak her zaman da çok kolay değil. Tek tek her bir durumda, kölenin hıncı efendinin saldırganlığından nasıl ayırt edilebilir, bu konuda Deleuze yeterince açık değil gibi.
Sonuçta saldırganlığın olumlu bir anlam taşıdığı bu pasaj bir yana bırakılırsa Deleuze’de öne çıkan şey geçmişin izine takılıp kalma yerine unutma; intikam ve hınç yerine olumlama. Oysa Uyurkulak’ta öne çıkan şey unutma ve olumlama yerine intikam. Ya da hem intikam hem olumlama. Hırslı bir olumlama. Unutmanın koşulu olarak intikam. Ama ilk bakışta bile buradakinin örneğin Lars von Trier’in Dogville’indekine benzer, bireysel ya da bireyci bir intikamcılık olmadığı belli. Çünkü aslında güçsüz olanlar tek tek bireyler değil, “azınlıkta” olanlar. Romanlarda buna karşılık gelen birçok grup var: Kürtler (Xırbolar), solcular, deliler, eşcinseller, fahişeler, asker kaçakları, sahte peygamberler, bulut kılığına girip insanları izleyen benler… Azınlıkta olanlar sayıca az oldukları için azınlıkta değiller. Kendi yaşam tarzları, konuşma tarzları olduğu için azınlıktalar. İki romanda da karşımıza çıkan bol küfürlü uzun diyaloglar işte bu tarzların ortaya çıkması.

Azınlıkta olma ya da minörlük de Deleuze’ün Guattari’yle birlikte sıkça kullandığı bir kavram. Yine iki-yanlılık var. Bir yandan, Deleuze ve Guattari özellikle Kafka’dan yola çıkarak minör edebiyatı anadilini yabancı dil gibi kullanan, dili kendi sınırlarına taşıyan bir edebiyat olarak görüyorlar.


alıntı

__________________
Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
deleuze, hınç, hırs, nietzsche, unutmak, ve


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık