IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 31 Ağustos 2008, 14:48   #1
Dilara
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Türklerin Ata Dini: Kamcıllık (Şamanizm)




III. ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK İNANÇ SİSTEMİNE BİR (EZOTERİK ) YAKLAŞIM VE SEMAVİ DİNLERE ETKİSİ

Tarihçi ve yazar Enver Behnan Şapolyo, ‘Tarih Boyunca Türk Tefekkürü Şamanizm Tefekkürü” adlı kitabını Şamanizm ve Türk tefekkürüne ayırmış ve Şamanizm ile Türk inanç sistemini eş kabul ederek, bu inanç sisteminin semavi dinlerdeki ( Musevilik, Hıristiyanlık, İslam ) günümüze kadar gelen oluşum ve etkilerini incelemiştir :

İNANÇLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİN DOĞUŞ YERİ

İlk inanç tefekkürü Asya’da yaşamakta olan insanlar arasında doğup gelişmiştir. İnsanlığın ilk ulu tefekkürü Orta Asya’da Tanrı Dağı sakinlerinde doğmuştur. Bu ülkede yaşayanlar yalnızca Türkler’di. Türkler bu ilk yurtlarına “Günortaç”, doğu kesimine “Hatay Ülkesi”, batı kesimine “Horasan İli”, kuzey kesimine de “Kıpçak Ülkesi” adını vermişlerdi. Bu ülkede doğan inanç sistemi üç merkezde kendini göstermiş ve temelleşmiştir : Birincisi Günortaç’ta “Şamanizm” ; ikincisi Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç eden Sümerler’in inancı ; üçüncüsü ise yine göçün sonucu, Mısır’da Menfıs mevkiindeki “hermetizm” tefekkürüdür.

1. Şamanizm

Şamanizm ; evrenin yaradılış düşüncesidir. Bu ilk düşünceler Orta Asya’daki Eski Türkler tarafından ele alınarak yaradılış sırları çözülmeye çalışılmıştır. Sonunda bütün varlıkların, evreni kaplayan bir nur olduğu, bu nurun da “Hüsn-ü Mutlak” (mutlak güzellik) olduğu inancına varılmıştır.

Yaradılış Efsanesi

Kainat (evren) henüz yaratılmadığı zamanda, yukarıda gök, aşağıda yer ve canlı mahluk ta yoktu. Kainatı yaratan Hüsn-ü Mutlak bu güzelliği tecelli ettirmeyi düşündü, bu güzellikten bütün varlıklar bir anda hasıl oldu. Bunlar arasından insan, evrenin özvarlığını düşündü, bunun Nur-u Ziya olduğu sonucuna vardı. Gök alemini kaplayan “yaratıcı ve yaşatıcı”, nur-u ziyayı dünyaya hayat vermek üzere Güneş’i bahşetti, ayı da ona eş olarak yarattı. Güneş’e inananlar “Şamanizm” inanç sistemini oluşturdular. Böylece Şamanizm Türk tefekkürü olarak ortaya çıktı.
Şamanizmde güneşe gün ana denmekte ve göğü ve yeri aydınlatmaktadır. Ay ise ay ata’dır. Bunlar nur-u ziya varlığının kutsallarıdır. Şamanizmde güzelliğin timsali güneş olduğu için kutsaldır, tan yeri ağarırken ona ibadet edilir. Türkler’e göre evrende bütün varlıklar dört eşit parçaya bölünmüştür. Dört’te manevi cevher vardır; dört yön de dört renk te ( gök - kızıl - ak - kara ) kutsaldır. Şamanizmin din adamlarına “şaman” veya “kam” denir. Şamanın ayin yönetmek yanında, sihirle ilgili bazı görevleri de vardır. Şaman kırmızı külah giydiğinden “kızılbaş” “diye de anılır, kopuz, tef, davul çalar, raks eder. Şaman olmak birçok şarta ve merasime bağlıdır. Bunlar kainatın sırlarını çözen tefekküre sahiptirler. Bu tefekkür sisteminin izlerine İslamiyet te tasavvufta rastlıyoruz. Türkler Müslüman olduktan sonra Şamanizm, tasavvuf şeklinde Horasan Erenleri vasıtasıyla Anadolu’ya yayılmıştır. Horasan Erenleri’nin en büyüğü mutasavvuf Ahmet Yesevi’dir. Onu izleyenler Hz. Mevlana, Hacıbektaşı Veli, Ahi Evren Veli, Hacı Bayram Veli Mir. Bu kişiler tasavvuf yoluyla Şamanizmi Türk tarikatları bünyesinde asırlarca yaşatmış ve günümüze kadar gelmesine sebep olmuşlardır.

2. Sümer Medeniyeti ve İnanç Tefekkürü

Güneşe yani Nur-u Ziya denilen ebedi güzelliğe inanan dini sistem Şamanizm tefekkürü, M. Ö. 5000 dolaylarında Türkler’in Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç etmeleri sonucunda Sinear bölgesinde yerleşen Sümerler tarafından taşınmıştır. “Güneş Sistemi” olarak gelişen bu inanç sisteminde, Sümerler’in en ulu ilahı Güneş’ti.
Güneş inancı, Şamanizmden kaynaklanan ve Orta Asya’dan göç etmiş Türkler’ce oluşturulan bir inançtı. Sümer Türkleri’nin büyük bir medeniyet merkezi olan Uruk’ta yeni bir inanç gelişti : Bu yeni inanç düşüncesini Uruk’lu bir heykeltraş olan Azer’in oğlu İbrahim oluşturdu. Bu ilk tek tanrı fikridir. Bu tek tanrı tefekkürü Sümer Türkleri medeniyetinin mirasçısı olan Sami kavimlere geçti. Museviler. Hıristiyanlar ve Müslümanlar tek tanrı inancını kabul ederek üç büyük (semavi) din doğdu.

3. Mısır Medeniyeti ve İnanç Tefekkürü

Şamanizm tefekkürü Sümerler’le beraber Mısır’a yerleşen Türkler kanalıyla Hermetzim ( Hermestod ) Tefekkürünü oluşturdu. Mısır’ın deltasına yerleşen oymaklar “nom” adı ile siteler kurdular. Bunların içinde Türk oymaklarının isimlerini taşıyanlar vardır: Bunlardan birinin adı “Yuf’tur ki bu ada halen Orta Asya’nın bir çok yerinde rastlanmaktadır. Tenis şehri de “Tan” oymağının adını taşımaktadır. Nom sitelerinin devlet başlarına “sanı” denirdi. Saru eski Türkçe’de “nur” anlamındadır. Hükümdarlar güneşin nurundan unvanlarını almışlardır. Mısırlılar, güneş mabetlerine de “het saru” (nur şatosu) derlerdi. Saru Sümer dilinde “hükümdar, prens” anlamındadır. İbranice’de “şaru” kelimesi “prens” demektir. Mısırlılar’da ilk medeniyet kuranların dilleri de Ural-Altay dilinden doğmuş bir karışım olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle din, tefekkür ve ahlaka ait sözcükler Türkçe köklüdür. Mısır dini (inancı) Şamanizme pek benzemektedir: Eski Türkler’de olduğu gibi Mısır’da da güneş ve onun nuru ilahlarıdır, bu nuru kaplayan da göktür. Mısır inancında en önemli rol sahibi güneştir. Bu düşünce sistemi hermetizm olarak adlandırılan tefekkürü oluşturmuştur.

HERMETİZM ( HERMESTOD ) TEFEKKÜRÜ

M. Ö. 5000 ile 3000 yıllarında Türklerin Orta Asya’dan göçü olmuştur. Bu göçün bir kısmı Mezopotamya ‘ya yerleştikleri tarihlerde bir kısmı da Nil deltasına yönelmiştir. Tarih öncesi devir yaşanmakta olan Mısır’da birden tarih çağı başlamıştır. Mısır’ın eski tarihi incelendiğinde halkın Afrikalı, Arap ve Kafkas Ari kavimlerinden olmadığı, dilinin de Arapçayla ilgisi olmadığı anlaşılır. Mezarlardan çıkarılan mumyaların beyaz ırktan olduğu, sima, dil ve dini düşüncelerin eski Türkler’le pek benzeştiği görüldüğünden bu halkın Orta Asya’dan göç eden Türkler’den olduğu sonucu çıkmaktadır. Mısır tanrısı nur ilahıdır, güneşin timsalidir. Horus, “hor” sözcüğünden gelmekte, hor sözcüğü Türkçe’de “nar-ı beyza” anlamını taşımaktadır. Ayrıca, Mısırlılar’ın savaş ilahı “kurf’tur. Bunlar, Mısır dininin, Orta Asya kabileleri tarafından Nil vadisine getirildiğinin işaretleridir.
Mısır’ın manevi kitapları Hermes’e aittir. Hermes’in ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir, 42 tomar yazı yazdığı rivayeti vardır. Hermes’in oluşturduğu tefekkür, evrenin sırlarını aramaktır. Buna Hermetizm adı verilmiştir. Bu sırlara vakıf olmak isteyenler esrarengiz törenle “gizli mabede” alınır, orada eğitilir, aydınlatılırdı. Hermetizm ne bir din, ne de mezheptir. Yalnız tefekkür cemiyetidir, doğanın sırlarını araştırma yoludur. Bu yolda çalışanlar müspet bilimlerin köklerini keşfetmişlerdir : Astronomi, fizik, geometri, felsefe, ahlak ve teoloji bilimlerinin kökenine inilmiş, gelecek nesillere önderlik edilmiştir. Bu mabette yetişenler Mısır’da devlet idaresi ve firavunluk mertebesine erişmişlerdir. Hermetizm, Şamanizmin Mısır’da oluşan en gelişmiş şeklidir.

KABBELA TEFEKKÜRÜ

Şamanizmin bir tekamülü olan Hermetizm, Mısır’da kapalı bir tefekkür olarak yaşamış, sonunda Mısır’daki İbraniler vasıtasıyla Filistin’e geçerek Kabbela Tefekkürü olarak gelişmiştir. Kabbela “gelenek” anlamının taşımaktadır. Hz. Yusuf vasıtasıyla Mısır’a gelip yerleşen (M. Ö. 1650) İbraniler ( İsrailoğulları ) zamanla çoğaldılar. Mısırlılar tarafından hakir görülerek zulmedilmeye başlanan İbraniler’i, II. Ramses’in yeğeni olan (Hz. ) Musa kurtarmaya ahdetti. Musa, Kermes Mabedinde yetişmiş üstadlardandı. Hermes tefekkürünü İbraniler arasında gizlice öğretti, 70 kişi yetiştirdi. Mısır’dan ayrılan İbraniler tarafından oluşturulan bu düşünce sistemine Kabbela Tefekkürü denildi. Musa bu tefekkürünü “Zohar” adlı bir kitapta toplamıştır. Zohar “Nur Kitabı” anlamına gelmektedir. Bu kitapta yıldızlar aleminin gizleri yazılıdır, başta güneş ve ay gelmektedir. Bu da Şamanizmin hermetizmden sonraki şeklidir. Zoharda dört esas vardır : İlahi ruh, nesih (hava), su ve ateştir. Evrenin sırları, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta değil, Zohar’da yer almıştır. Zohar’ın içeriği Şamanizmin “hüsn-ü mutlak” tefekkürüne dayanmaktadır. Tevrat’a inananlar Yahudi cemaatini oluştururlar. Tevrat’ın, Yahudilerin Babil esaretinden sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü Tevrat’ta yer alan birçok olayın Sümerler’den alındığı anlaşılmaktadır: Tufan olayı Sümer kitaplarında aynen mevcuttur.
Hermes ve Kabbela tefekkürü Musevilik ve Hıristiyanlık dinleri içinde yer almamıştır. Dinlerin itikatları dogmatik olduğundan, düşünce hürriyeti taşıyan ve doğa olaylarını akıl yoluyla izleyen düşünce sistemleri, dinler dışında gizli-kapalı şekilde devam etmiştir. Hermetizm ve kabbela Suriye ve Anadolu’da gizli mezhepler şeklinde yaşamış, Filistin’de taşçılık yapan Kenanlılar arasında yaşatılmış, Haçlı Seferleri ile Anadolu, Suriye ve Filistin’e gelen Hıristiyanların bir kısmı, bu kapalı- gizli tefekkür ve Ahilik’le tanışmıştır. Bu yolla, eski Orta Asya dini düşüncelerini taşıyan ahiliğin, anılan temaslarla Hıristiyanlar kanalıyla Avrupa halklarına ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır.

Şamanizm ; Hermestod, Kabbela ve Epifani tefekkürü ile olgunlaşmıştır. Mısır (Menfıs) gizli mabedinden geçen bu tefekkür (Epifani ile) İtalya’ya, oradan da Fransa’ya ve İngiltere’ye geçmiştir. Bu tefekkür Orta Çağda uyumuş, haçlı seferleri ile yeniden uyanmıştır.

TASAVVUF TEFEKKÜRÜ

Tarih boyunca insanlığın tefekkürü Şamanizm, Hermetizm, Kabbela ve Epifani olmak üzere dört devre geçirmiştir. Budizm, Konfıçyüs dini ile Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık bu dört tefekkürden ilham almış fakat ayrı bir yoldan insanlığı aydınlatmışlardır. Bu dört tefekkür bütün dinlerin dışında kalmış, insanlığı akıl ve hikmet, vicdan ve güzellik duygularıyla etkilemeye çalışmışlardır. Bu tefekkürler İslam aleminde tasavvuf kisvesiyle temelleşmiştir.
Uzun ve kanlı savaşlardan sonra 10. Asırdan itibaren Müslümanlığı kabul eden Oğuz Türkleri, Şamanizm tefekkürünün yüksek tesirinden ayrılamamışlardır : İslamiyet bir dindir ve felsefesi olmaz. İslamiyet uluhiyet tanıyor, ahlak telkin ediyor ve bir hukuk müessesesi oluşturuyordu. Her din gibi o da dogmatik idi ve hür bir tefekküre meydan vermiyordu. Dinin emirlerine kayıtsız şartsız uymak imanın şartı idi. Fakat akıl ve hikmet ; insanlığı, ileriyi, yeniyi, güzeli düşünüyordu. Bu yola giren Müslümanlar İslam ın felsefesi olan “kelam”ı oluşturdular. Kelam İslami felsefedir. Bu felsefe konu olarak mezhep ve tarikatların ayrı ayrı görüşlerini incelemiştir. Dini konular ele alınarak Kur’an ve hadisler incelenmiş, ayrı yollar oluşmuştur. Bunlar mezhep olarak adlandırılır. Bu mezheplere girenler sofi olarak anılmışlardır. Arap, Hint ve İran Müslümanlarında mezhep var, tarikat yoktur. Tarikat yalnız Türkler’de doğmuştur. Türk tarikatları Şamanizmden kaynaklanır. Şamanizm, İslamiyette “tasavvuf olarak temelleşmiştir. Bütün Türk tarikatları tasavvufa dayanmaktadır. İlk mutasavvuf Ahmedi Yesevi’dir. Şamanizmi İslami akidelerle birleştirerek İslam tasavvufunun kurucusu olmuştur. Ahmedi Yesevi müritlerine “Horasan Erenleri” adı verilmiş ve bunlar, Anadolu Türkler tarafından fetholunca Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Göç edenlerin en önde gelenleri : Mevleviliği kuran Mevlana Celaleddini Rumi, Bektaşiliği ve Kızılbaşlığı kuran Hacı Bektaşi Veli, Ahiliği kuran Ahi Evran Veli’dir. Özellikle Bektaşilik’te ve Kızılbaşlık’ta Şamanizm tamamen yaşamaktadır. Ahilik te Şamanizmden doğmuştur. Haçlı Seferleri ile Anadolu’ya gelen Hıristiyanlar ahiliği incelemişlerdir

IV. ŞAMANİZMİN VE ESKİ TÜRK İNANÇLARININ GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI

Din bilimcilerin “kitaplı dinler” olarak ifade ettiği semavi dinler, eski dinlerin ve inançların etkisinden kurtulamamışlardır. Bu olgu İslam dini ve Şamanizm için de geçerlidir.
Orta Asya’da Şaman ya da Gök-Tanrı inancım taşıyan Türkler İslamiyeti kabul ederken, Müslümanlığı Arap Yarımadası’nda ortaya çıktığı şekilde değil kendi kültür ve eski inançlarıyla uyumlu olabilecek özellikleriyle birlikte benimsemişlerdir.
Tariçilere göre Türkler’le Arap İslam ordularının ilk karşılaşmaları Kafkasya üzerinden Hazar Türkleri, Horasan üzerinden de Göktürkler’le olmuştur. Müslüman Arap ordularının Orta Asya’ya yayılmak ve hakimiyet kurmak için giriştikleri savaşlar çok kanlı olmuştur. Arap orduları içindeki “bedevilere”, fethedilen yerlerde vaad edilen ganimet, Türk yurtlarında tarihin ender rastladığı vahşete ve toplu katliamlara yol açmıştır. O tarihlerde Türkler arasında en yaygın din anlayışının başında Şamanizm, budizm yer almaktaydı. Bazı bölgelerde ve Türk topluluklarında ise Hıristiyanlık, Musevilik, çintuizm ve birçok farklı inanç ta hüküm sürmekteydi. Bu nedenle bu kadar çok sayıda ve birbirinden farklı dinlerin aynı coğrafi bölgelerde birarada kavgasız yaşaması, muhtemelen Türkler’de başlangıçtan beri varolan tolerans düşüncesinin bir ürünü veya toleransın gelişip yerleşmesine neden olmuştur. Fakat Arap ordularının, zenginliği ile bilinen Türk yurtlarına karşı başlattıkları ve ganimet vaad edilen yayılma ve bir dinin zorla kabul baskılarının doğurduğu çok kanlı savaşlar, Müslümanlığın 300-350 yıl kadar süren büyük bir direnişten sonra kabulüne yol açmıştır. Hazar Türkleri arasında Müslümanlık yerleşememiştir. 8. y.y. başlarında Hazar Hakanı Yahudiliği din olarak seçmiştir. Bu bölgede islamiyet, Hazar Devletinin yıkılışından sonra Özbek Han (1313-1340) zamanında kanlı mücadeleler sonunda yerleşmiştir.
Oğuz’ların İslamlaştırılması iki asır sürmüştür. Kıpçak Türkleri’nin İslamlaşması ise 10. y.y. başlarından 14. y.y. başlarına kadar devam etmiştir.
Çok uzun süren kanlı savaşlar sonunda kabul edilen Müslümanlığa Türkler eski inançlarını da taşıdılar. Türkler bedevi İslamı aynen benimseme yerine kendi inançlarıyla harman edip yeni bir sentez oluşturdular. Bu sentez İslamın Orta Asyalılaşması olan ve başında Hoca Ahmet Yesevi’nin bulunduğu İslamın sufi yorumudur. Sufılik yani “tasavvuf, İslamiyetin siyasal mücadelelere, hırs ve menfaate alet edilmesine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu kimseler daha sonraları tıpkı Musevi, Hıristiyan ve Budist rahipler gibi kendilerini halktan ayıran giysiler “sof giymeye başladıkları için bunlara sonraları sufi adı verilmiştir. Araştırıcılara göre Türkler arasında İslamiyeti, Emevi Müslümanlığın resmi sözcüleri ve orduları yayamamışlardır. Dinin şer’i kurallarını önemsemeyen, dini sufice yorumlayan, halkın benimseyeceği biçimde ifade eden ve halkın eski inançları ile yeni dini kaynaştıran “sufiler” olmuştur.
9. ve 10. y.y. da Türkistan’ı adım adım arşınlayan dedeler, babalar, atalar ; tıpkı şaman dedeler gibi menkıbeler, nasihatler anlatan, halk üzerinde sevgi ve saygıdan kaynaklanan nüfuzları olan kimselerdi. Daha sonra bu dedeler, babalar göçlerin başında, uzun süren yolculuklar sonunda Anadolu’ya ulaştılar. Bunlar Anadolu’da, dede, baba, abdal ve gazi gibi ad ve unvanlarla Orta Asya’daki misyonlarını sürdürmek için dergahlar açtılar : Mevlana’lar, Hacı Bektaş Veli’ler, Ahi Evran Veli’ler, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus Emre’ler bu coşkun ırmağın Anadolu’daki kollarıdır.

DEDE - ŞAMAN

Anadolu’da dede olmanın temel koşulu dede soyundan gelmektir. Şamanlarda da durum aynı idi. Gerek dedelik gerek şamanlığın soydan gelme dinsel özelliği dışında, seçiliş şekilleriyle, kıyafetleriyle, gördükleri hizmetlerle ve kendilerine gösterilen sevgi ve saygıda, bu denli zaman aralığına rağmen aralarında şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır : Dedeler de şamanlar gibi tamamen hafızaya dayalı zengin halk şiirini, nefesleri, duaları ve sözlü halk geleneğini nesilden nesile aktaran iletişim organları gibidirler. Şamanlar gibi dedelerin de hastalıkları iyileştiren olağanüstü güçleri olduğuna inanılır. Şaman kendi çocukları arasında samanlığa en çok ilgisi olanı seçer ve geleceğe dayalı gizli bilgiyi de vererek yetiştirir. Bu durum aynen Anadolu Aleviliği’nde dede yetiştirme biçimine taşınmıştır. Şaman giysisindeki özellikler Bektaşi giysilerine de yansımıştır. Şamanlar ( kamlar ), tanrılar ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılırdı. Alevi ve Bektaşi tarikatlerinde de içilen içkiye “içki”, “rakı”, “şarap” denilmeyip, şaşmaz bir kural olarak tolu ya da dolu denilmesi ve içilen içkinin dem anlamına gelmesi benzerlik nedenlerini aydınlatmaktadır.
Türkler’in İslamiyeti kabulünden bugüne yaklaşık on asır geçmesine rağmen bugün, günlük yaşamımızdaki birçok kültürel, sosyal öğe İslamdan önceki izlerini taşımaktadır. Şimdi bunlardan bazılarını ele alalım :

İÇKİ İÇİLMESİ

Sadece düğün, tören, şölen gibi kutlamalarda değil, ayinlerde de içki içilmesi eski Türk kültüründe çok yaygındır; kutlamanın, ayinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Şaman ayinlerindeki dinsel toplantılarda içilen kımız, şarap v. s. bugün Anadolu’da bazı dinsel içerikli toplantılarda varlığını “dem” olarak sürdürmektedir.

MEZARTAŞI

Bu adet eski Türk ve Orta Asya, Mezopotamya kültürlerinden kalmadır. Arap -İslam ülkelerinde mezar taşına rastlanmaz. Mezarlara taş dikilmesi ve onun adeta bir güzel sanat haline gelmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da vardır ve Türkler’in “Atalar Kültü”ne dayanır. Mezarlar çok temiz ve bakımlı tutulur, süslenir, çiçeklenir. Ruhun ölmezliğine inanıldığı için “ölüm” kelimesi yerine “dünya değiştirdi”, “göçtü”, “don değiştirdi”, “hakka yürüdü” gibi terimler kullanılır.

MUM YAKILMASI

Mum yakılması ve ateş yakılması da eski Türk inançlarındandır. Bunun kökeni ateşin kutsal sayıldığı döneme dayanır. Ateşe, suya, taşa, türbeye dua edilmesi buralardan medet umulması eski inançlardan kalmadır. Anadolu’da yatır, türbe, dergah, kutsal taşlar, mezar v. b. ziyaretlere giden insan sayısı bir hayli fazladır.

BEZ BAĞLANMASI, PAÇAVRA BAĞLANMASI

Halen yatırlara, bazı ağaçlara ve kutsal sayılan yerlere bez veya paçavra bağlamak, bu yolla adakta bulunmak inancı sürmektedir. Bu inanç ta eski Türkler’in şamanın davuluna bez veya paçavra bağlanması yoluyla adakta bulunmak, dilemek gibi kansız kurban sayılan inanç ve geleneklerdendir.


Güneş’E, AY’A NİYAZ

Anadolu’da orta yaşın üzerindeki insanların çoğu, güneşin ve ayın ilk görülmesi sırasında, ya da ay hilalken niyaz eder, dua ederler, kutsarlar. Bunlar İslam da yoktur. Eski Türk inancı olan Göktanrı (Kök-tengri) inancından kaynaklanmaktadır. Akarsuların, kaynakların, göllerin, bazı ağaçların kutsal sayılması onların kesilmemesi doğa inançlarından kalmadır. Eski Türklerin Yer-su (yar-sub) kutsallarıdır.

MEVLİT OKUTULMASI

Mevlit okutmak, Kur-an’ı müzikle okutmaktır. Süleyman Çelebi’nin eserleri, Kur-an’ın ayetleri, Hz. Muhammet ve Hz. Ali’nin hayatının müzikle okunması İslam da yoktur. Bu gelenek, eski Türk inançlarından kaynaklanmaktadır. Şamanlıkta müziksiz ayin yapılmazdı. Ayinde, Şaman davulu, tefi veya kopuz olmadan şaman töreni olmazdı.
KÜMBETLER

Anadolu’da yaygın mimari yapılardan biri kümbetlerdir. Bunların mimarisine dikkat edilirse, karşıdan çadıra benzemektedirler. Yani göçebe kültürü olan “çadır’ın mimariye taşınmasıdır. Bu kümbetler aynı zamanda, Gök-tanrı inancından gelen gök kubbelerdir. Göğün mimariye “gökkubbe” olarak taşınmasıdır. Renk verilirken de, kubbelerin gökyüzünü andıran kısmı mavi olur. Bunun da, İslam öncesi Gök-Tanrı inancının mimariye yansıması kabul edilmektedir.

EŞİĞİN KUTSALLIĞI

Kapıdan içeri girilirken eşiğe basılmaması da eski Türk inancından (Şamanizmden) kalma bir inanıştır (semboldür). Eşik kapıdır. Kapı ise yeni bir dünyaya açılmaktadır. Bu nedenle saygındır, kutsaldır. Anadolu, Balkanlar ve Türkistan’daki din büyüklerinin yattığı yatırlar kitleler tarafından ziyaret edilirken eşikleri niyaz edilir, o kapıdan şefaat beklenir. Anadolu’da evlenip yeni evine giren gelin, yeni evine (yeni hayata) girerken evin eşiğini niyaz edip eve öyle girer.

HALI - KİLİM DESENLERİ

Şamanın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz v. s. yabani - zazarlı hayvan şekilleri çizerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler şaman giysilerinden aynı izleri taşımaktadır. Türkmen halı ve kilimleri üzerindeki akrep, yılan, kırkayak gibi hayvan resimleri, eski Türk inanış ve geleneklerinden kalma özelliktir. Bunun amacının zararlı olan resimdeki hayvanları kaçırmak olduğu kabul edilmektedir.

NAZAR

Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır. Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir şaman inanışıdır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
ata, dini, kamcıllık, türklerin, Şamanizm


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
şamanizm YapraK Felsefe 1 29 Mart 2009 18:49
Avcı ve göçebe inancı olarak şamanizm YapraK Felsefe 0 29 Mart 2009 18:48
Türklerin hayır diyemediği tek şey: İşte Türklerin en zayıf noktası... Süslü Genel Paylaşım 0 14 Şubat 2009 23:59