IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 22 Mart 2009, 19:41   #11
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




SİHİR BOZMA


Günümüzde pekçok insan, özellikle hanımlar sihirden (büyüden) ziyadesiyle korkmaktadırlar. Büyücüler bu korkudan istifade etmesini başararak bir sürü iğrenç ve gülünç safsatalar uydurmuşlardır. Bunlara da "Sihir bozucu Efsunlar" adını vermişlerdir. Kendisine sihir yapıldığına inananlar bu işlerle uğraşan "Cinci" hocalara(!) giderek kucak dolusu paralar ödemektedirler. Oysa bu safsataların İslâmi hiçbir dayanağı yoktur. Ancak ne hazindir ki halkımızdan pekçok insan bunlara kanmakta ve inanmaktadır.

İşte sihir bozma için yapılan efsunlardan bazı örnekler:

1. Zeytin çekirdeği, vücudun çeşitli yerlerinden koparılmış kıllar, leylek pisliği, zırnık, iğde çekirdeği gibi bazı şeyler yakılarak dumanıyla tütsülenirse sihir bozulurmuş.

2. İçine 7 dükkanın süprüntüsü, çalınmış pancar, yeşil kağıt atılmış su ile bir saçak altında yıkanılırsa yine sihir bozulurmuş.

3. Kirpi kanı içmek sihiri bozarmış. .

4. Deniz aşın seyahat yapmak yine iyi gelirmiş.

5. Nikah kıyılırken erkeği bağlamak için yapılan büyüye karşı ise iki yumurta haşlamak ve soyduktan sonra, üzerine belirli yazılar yazmak, bunlann birini erkeğe, birini kıza yedirmek gerekirmiş.

6. Bir baltanın demir kısmına yine belirli yazılar yazıp baltayı ocağa gömmek ve demiri kızannca boş bir dolapta üzerine su dökmek.

7. Değirmen dolabından veya çarkından sıçrayan su ile yıkanmak.(1)

8. 7 kapı eşiğinden birer parça koparıp ateşe atarak onun dumanıyla evin her tarafım tütsülemek.

9. Demir tortusunu suya atarak onunla yıkanmak.

10.100 dirhem pirince bazı dualar okuyarak pilavını pişirmek, bu pilavı büyünün etkisi altında kalan kimseye yedirmek.

11. Kırlangıç pisliğini kahvenin üzerine ekerek büyü etkisi altındaki kişiye içirmek.

12. Tuvalet taşına ters oturarak büyük abdest yapmak. (2)

13. Akrep tütsüsü yapmak. Öldürülen akrep bir kutuya konup saklanır. Her gün bunun bir parçasını ateşe atıp yakarak büyülü kimse ve ev tütsülenir. Tütsü güneş doğduktan sonra batıncaya kadar yapılır. Gece yapılmaz.

14. Zeytin okumak. Okuma izni olan (el-alan) kişi büyülü kişinin durumuna baktıktan sonra 7 zeytin ister. Bunlara bazı dualar okur. Sonra evden biri bu okunmuş zeytinleri alarak boş bir arsaya, boş bir toprağa atar.Böylece büyü etkisi o kişiden zeytinlerle beraber gitmiş olur.

15. Leylek pisliğini ateşte yakarak tütsülenmek, v.s.

Sihirin (büyünün) çok değişik şekilleri olduğu gibi büyü bozmanın da daha pek çok değişik yöntemleri mevcuttur. Biz en çok kullanılanlarından bazılarını nakletmekle bir fikir vermek istedik.

(1) Meydan Larousse, Büyü Maddesi, s. 685.
(2) Nazar ve Büyü, Bayram Altan, s. 113.


Konu noLove tarafından (22 Mart 2009 Saat 20:20 ) değiştirilmiştir.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 22 Mart 2009, 19:56   #12
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




İSLAM VE SİHİR


Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de sihirin niteliği ve mahiyeti hakkında haberler mevcutrur.Bakara, Araf, Yunus, Şuara, Taha, Kalem ve Felak Sûreleri'nde sihirden ve sihirbazların durumundan bilgiler verilir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.S), insanı felâkete ve helake sürükleyen "yedi büyük günahtan" biri olarak 'SİHİRİ' bildirmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de Bakara Sûresi'nin 102'nci âyetinde, yahudilerin, Allah'ın kitabını bırakarak sihre başvurduklarını Hz. Süleyman'ın devletini yıkmak ve onun peygamberliğini kabul etmemek için iftiralara başvurduklarını, Taha Suresi 56-57. ayetleri arasında ise, Firavun'un sihirbazlarıyla Musa (a.s) arasında cereyan eden bir olaydan haber verilerek, sihirbazlar tarafından atılan, ip ve değneklerin, Hazreti Musa'ya koşuyorlarmış gibi göründüğü bildirilir.
Aynı olaya işaret edilen A'RAF Sûresi'nin 116'ncı âyetinde de sihirbazların halkın gözlerini bağlayıp onlara korku saldıkları bildirilir. Buna göre sihir olayı vardır.
Ancak sihiri yapabilmek için, birtakım marifetlere, bilgilere sahip olmak gerekir. İşte bu noktada, bilgi ve marifet sözkonusu olunca sihrin de kendisine has usûl ve metotları bulunan bir ilim dalı olduğu neticesine vardır ki, her çeşit ilimde olduğu gibi, bunda da ona vakıf olmuş, usûl ve metodlarını kavramış mütehassıslar vardır ve bunlara "sihirbaz" denir.
İslâm'a göre:
"Kim sihri öğrenir ve onu ameli sahada tatbik ederse, küfür işlemiş olur, fakat onu öğrenmekte, tatbikinden sakınıldığı takdirde bir mahzur yoktur. Bu, tıpta kimyevi maddeler arasında yeralan şiddetli bir zehir gibidir ki, eczacılıkta çeşitli hastalıklar için tedavi maddesi olarak kullanıldığı halde kötü niyetli bir kişinin elinde öldürücü bir silah olur" (1)
Bu itibarla bütün İslâm müctehitlerince sihir yapmak HARAM olarak nitelendirilmiştir. Hatta bazı müctehitlere göre "sihiri öğrenip başkalarına öğreten kimseler, dinden çıkmış olurlar" (2)
Bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din îşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı'ndan 27 Ocak 1987 tarih ve 93 sayılı yazıyla verilen cevap aynen şöyledir.
"Dilimizde büyü ve efsun adı verilen sihir, «bazı acaip işler vasıtasıyla eşya ve insanlar üzerinde birtakım tesirler getirmek» şeklinde tarif edilmektedir. Sihrin gözbağcılık denilen ve gerçek olmayan çeşitleri bulunduğu gibi, gerçek netice ve tesirleri olan nevileri de vardır.
İslâm Dini, sihrin varlığım inkar etmemiş: fakat tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı ve genellikle kötüye kullanıldığı için yasaklanmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de (Taha Sûresi, Ayet: 69) "Sihirbazın felah bulmayacağı" ifade buyurulmuştur.
Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre İslâm Dini, sihrin varlığını kabul etmekte ancak, yapmayı ve yaptırmayı kesinlikle yasaklamaktadır.
Zira, "sihir: Hislere, fikirlere, eşya ve cisimlere tesir edebilmektedir" (3)
Bu itibarla sihir insanı hastalandırır, aklını bozar, kan-koca arasını açar. Hatta ölüme kadar götürebilir. Bunun içindir ki İslâm, bu işle uğraşanlara en şiddetli cezanın uygulanmasını uygun görmüştür.
Nitekim sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
Ebu Hureyre rivayet ediyor: Bir gün Peygamberimiz (S.A.S):
- Siz, (fertlerin ve milletlerin mahvına sebep olan) helak edici yedi günahtan sakınınız buyurmuştu.
Ashab-ı Kiram:
- "Ya Resulallah, bunlar hangileridir?" diye sordular. Peygamber (S.A.S):
-"Allah 'a ortak koşmak,
SİHİR (büyü)yapmak,
Haksız yere bir kimseyi öldürmek,
Faiz yemek,
Yetim malı yemek
Düşman ile savaşırken savaş alanından kaçmak,Evli ve hiçbirşeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zina isnad ve iftirasında bulunmak" (4)
Bir başka hadislerinde de Allah Elçisi şöyle buyuruyor:
"Kim bir düğüm bağlar da sonra ona üflerse sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirke (Allah'a ortak koşmaya) gitmiştir" (5)
Hz. Ayşe, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) Efendimizin şöyle dediğini rivayet ediyor.
"Melekler anâne yani bulutlara inerler de gökten geleceğe dair vaki olacak bazı şeyleri aralarında konuşurlarken şeytanlar, meleklerden bir haber kapıp, işittiklerini kahinlere -büyücülere- gizlice ulaştırırlar. Bu havadislerle beraber kendiliklerinden de yüzlerce yalan uydururlar". (6)
Sihir işi ile uğraşanlar üç kuruşluk dünya menfaati için insanlıklarından kopacaklarını unutmamalıdırlar.
Allah'a sığındıktan ve Allahda koruduktan sonra hiç bir sihirbazın sihri etkili olamaz. Çünkü Kur'ân-ı Azimüşsan'da "Sihirbazlar Allah 'ın izni olmadıkça onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir (7) buyurulur.
Yunus Sûresi 77. âyette de, "Sihirbazlar umduklarına eremezler" denilmektedir ki, doğrudur. Gerçekten Allah'ın emrine muhalif olan bu tür sihir işleriyle uğraşanlardan pekçok kimse, hayatları boyunca mutlu olamamışlar, sefalet ve rezalet içinde yaşamışlardır. Bunlardan bazıları izbe ve loş mahallerde müşteri beklemekle ömrünü tüketmiştir. Bazıları çeşitli hastalıklara yakalanarak acılar içerisinde kıvrana kıvrana yok olup gitmişlerdir. Allah'ın haram kıldığı bu tür işleri kendisine meslek edinen insan, bu dünyada huzur bulamaz. Çünkü Allah'ın "sihirbaz felah bulamaz" hükmü, her zaman tecellisini icra eyler.
İmanı tam bir müslüman Cenab-ı Hakk'ın azametine, kudretine sığınarak O'nun ilâhi kelâmındaki Fatiha, İhlas, muavezeteyn (Felak ve Nas) gibi surelerini, Âyetel Kursi gibi ayetlerini sık sık okuyarak ona iltica eder, O'na sığınırsa o kişiyi Yüce Allah korur. İhlası tam olan müslümana sihir etki yapmaz.
Burada sevgili Peygamberimiz'in bilfiil yaptığı bir adetini nakletmek isterim.
Hz. Ayşe (r.a)'den rivayet edilmiştir:
"Peygamber (S.A.S) her gece yatağına geldiği zaman iki elini birleştirerek avucunun içine; Kulhüvallâhü Ehad, Kul eûzü Eirabbi'l Felak ve Kul eûzü Birabbin-nâs sûrelerini okuyup ellerine üflerdi. Sonra iki eliyle vücudundan elinin yetiştiği yerleri sıvazlardı. Elleri ile başını, yüzünü, vücudunun ön kısmını meshetmeğe başlardı. (Sonra vücudunun arka tarafını mesh ederdi). Ve böyle okuyup üfleyerek vücudunu mesh etmeği üç defa tekrarlardı". (8)
Kur'ân-ı Kerim bu sığındırıcı 3 sûre ile son bulmuştur. Bunlar, bütün insanlığa ihsan edilmiş en güzel, en veciz ve en yüce anlamlı sığınma, korunma dualarıdır.
Bunlardan "Kul huvallahü Ehad" (ihlâs) sûresi, Allah'ın birliğini ifade ile insanı Tevhid inancına yani Allah'ın varlığına, kudretine insanı sığındırır. İnsanı müşrik ve süflî düşüncelerden arındırır.
Felak ve Nas Sûreleri de bütün mahlukatın maddi ve manevi, görünür, görünmez şeylerinden Allah'a sığındırır. Allah'a sığınıp, Allah'ın himayesine mazhar olanlar da her türlü serlerden ve kötülüklerden tam manasiyle korunmuşlardır. "Allah en hayırlı koruyucudur, o, merhamet edenlerin en merhametlisidir" (Yusuf: 60) (9)
Yukarıda adı geçen surelerin mealleri şöyledir:
İhlâs Suresi:
"1-4 (Ey Muhammed)! De ki O Allah bir tektir. 2. Allah herşeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. 3. O doğurmamış ve doğmamıştır. 4. Hiçbirşey O'na denk değildir."
Felak Suresi:
"1-5. (Ey Muhammed!) De ki: Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım."
Nas Sûresi:
"1-6 (Ey Muhammed) de ki: İnsanlardan ve cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Tanrısı, insanların hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım."


(1) Kur'ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Prof.Dr.Talat Koçyiğit, Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu, c. l, s. 182-183. (2) Büyük İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Bilmen, s. 57.
(3) Fizilâl'il Kuı'ân, c. l, s. 204.
(4) Riyazü's-Salihin, c. 3, Hadis no. 1645,
(5) El-Feth'ül-Kebir, c. 3, s. 212.
(6) Riyazü's-Salihin, c. 3, s. 218.
(7) Bakara suresi: 102.
(8) Sahih-i Müslim, ve Tercemesi, Mehmed Sofuoğlu, c. 7, s. 47.
(9) a.g.e, s. 47


Konu noLove tarafından (22 Mart 2009 Saat 20:04 ) değiştirilmiştir.
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:11   #13
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




BÜYÜCÜNÜN İSLAMİ HÜKMÜ

Verdiğimiz bilgilerden anlaşıldığına göre, İslâm Dini sihrin (büyünün) varlığını ve bir marifet olduğunu kabul etmektedir. Ancak yapmayı ve yaptırmayı kesinlikle yasaklamıştır.
Çünkü sihir insanın yararından çok zararınadır.
İslâm bilginleri "sihir şeytanî bir iştir" der. Öyleyse sihir ile uğraşanların en yakın dostu da şeytanlardır, cinnilerdir. Oysa şeytan dinimize göre insanın en büyük düşmanıdır, İslâm talimatı müslümanın şeytandan, şeytanın vesvesesinden ve bilcümle şeytanî davranışlardan uzak kalmasını emir ve telkin eder.
Büyücülük gibi işler ise insanı Allah'tan O'nun emirlerinden uzaklaştıracağı için dinimizde yasak kılınmıştır. Peygamberimiz büyüyü Allah'a ortak koşmaya eş göstermiş ve büyük günahlardan biri olarak bildirmiştir. Bu itibarla sihir yapan kişi suçlu olmaktadır.
İslâm dini inanç, ibadet ve ahlâki hükümleriyle dünyaya yepyeni bir görüş getirmiştir. Haklı ile haksızı, zalim ile mazlumu, âlim ile cahili, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı bir tutmamıştır.
İslâm'da insanlar, insan olmaları ve hakları bakımından eşittirler. İnsanların Allah katındaki mertebeleri ancak O'na karşı yaptıkları taat, tezim ve ibadetleriyle değer bulur.
Allah'ın yeryüzünde en saygıdeğer varlık olarak nitelendirdiği insan ve hakları, elbette O'nun vaz ettiği ilâhi emirlerle korunması gerekir.
Zira İslâm'da malı gasp, canı kast yoktur. Herkesin ırzı, malı, canı muhteremdir. Bu kutsal değerlere tecavüzü elbette İslâm hükümleriyle koruyacaktır.
İşte sihir genelde insanlar arasına ayncalık sokmak, malına, canına, namusuna, arzusu hilafına zarar vermek, etki altına almak gayesiyle yapıldığı içindir ki, yasaklanmıştır.
Sihir yoluyla nice körpe gençler ruhsal bunalımlara düşmüşlerdir.
Nice insanlar büyücünün, cincinin tuzağına düşerek perişan olmuşlardır.
Nice madrabaz, yalan yanlış, muska ve tılsımlarla menfaat sağlamıştır. Öyleyse İslâm buna ciddi bir tavır koymalıydı. Hükümleri koruyucu ve kurtarıcı olmalıydı.
İslâm dini bu hususta tavrını koymuş ve hükümlerini de bildirmiştir.
Öyleyse nedir İslâm'a göre büyücüye verilen ceza?..
İslâm mezhep imamlarına göre sihir yapan kişi suç işlemiş sayılır ve en ağır dünyevi cezaya çarptırılır. Meselâ: büyücü yaptığı büyünün etkisiyle birinin ölümüne sebebiyet verecek olursa İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii ve İmam-ı Ahmed'e göre kısas lazım gelir. İmam-ı Âzam'a göre ise bu işin tekrarı halinde kısas lazım gelir.
İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik ve İmam-ı Ahmed'e göre bir büyüden dolayı bir kimsenin ölümüne sebebiyet verdikten sonra tevbe edecek olursa, tevbesi kabul olur kısas yapılmaz. Ancak İmam-ı Âzam'a göre, bu durumda kısas kalkarsa da ağır hapse çarptınlır. (1)
"Rivayete göre, Hz. Ömer (RA), müslümanların temiz inançlanna etki etmeye çalışan, İslâm ahlâk ve prensiplerini yıkmaya yönelik çalışma ve gayret içinde olan büyücülerin öldürülmesi için emir vermiştir. Hatta bu maksatla üç büyük büyücünün öldürüldüğü de rivayetler arasındadır" (2)
Halen günümüzde bu işle uğraşan cincilerin ve büyücülerin var olduğu bir gerçektir.
Bizim dileğimiz, böyle kimselere Cenab-ı Hakk'ın hidayet ihsan etmesi, bunlara kanıp giden insanların da onları beslememesi, bildiklerini ilgili mercilere haber vermesidir.

(1) Kur'ân-ı Kerim ve Mezheb İmamlarımızın Görüş Farkları, Celal Yüdınm, c. 2, s. 334, istanbul, 1972.
(2) Nazar ve Büyü, Bayram Altan, s. 122.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:15   #14
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




HURAFE

Uydurulmuş hikâye ve rivayet. Bu hikâye ve rivayetleri aktarına ve benimseme tutumu. Bunlar genellikle dinin bir parçası veya gereği olarak aktarıla geldiği gibi, benimseyenlerce de dindenmiş gibi benimsenmiş olan, gerçekteyse dinle ilgisi bulunmayan, sonradan katılmış hikâye ve rivayetlerdir .
Hurafenin bu durumuna açıklık getirebilmek için, dine sonradan katılan diğer unsurları anlatan kelimelere, kavramlara da kısaca değinmek gerekecektir.

Bunları şöylece sıralayabiliriz:

a. Bid'atler: Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet'te bulunmayan ve Ashabca da bilinmeyen, özellikle din esaslarına ilişkin sonradan çıkma kimi ibadet ve davranış biçimleri ve inanca yönelik yorumlar. Mevlit okutmak, Kur'ân-ı Kerîm'in "mahlûk" olup olmadığını tartışmak gibi...

b. İsrailiyyat: Kur'ân-ı Kerîm'deki kıssaların yorumu ve benzeri durumlarda ayrıntıya ilişkin bilgi vermiş olmak adına Kitab-ı Mukaddes, özellikle Tevrat ve Tevrat yorumlarından aktarılan bilgiler. Ehli kitap rivayetleri...

c. Batıl İnançlar: Dinde kesinlikle yeri olmayan, fakat günlük hayatta dinin bir parçasıymış gibi gösterilen ve gerçekte dindışı olan, hatta dinin özüne ters düşen kimi inanç ve davranış biçimleri. Nazar boncuğu takmak gibi . . .

d. Esâtîr: Eski batıl dinlerin inanç ve yorumlarından olup da, halkın arasında sürüp giderken, müslümanlaşma sırasında "Müslümanlaştırılarak" dine katılan mitolojik hikâyeler, efsaneler . . .

e. Hurafeler: İsrailiyyat ve esâtîrden olmadığı halde bütünüyle sonradan uydurulan ve genellikle İslâm'ın gerçeğiyle bağdaşmaz batıl inançları veya çarpık davranış biçimlerini telkin eden hikâyeler.
Nitekim, "hurafe" kelimesinin kökeni de, bu tür bir olayın adlandırılmasıyla ilişkilidir. Hurafe, gerçekle, Arap kabilelerinden Uzle'ye mensup bir şahsın adı olup, anlattığı inanılmayacak şeylere de (onun adına izafetle) 'hadis-i Hurafe' denilmiştir. (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Hurafe Kelimesi).
İbarede geçen "hadis-i Hurafe"nin anlamı, "Hurafe'nin çıkardıkları, uydurdukları, ortaya attıkları, söyledikleri bütünüyle temelsiz hikâyeler"dir. Yukarıda sıralanan dine sonradan katılmış şeylerden "hikâye" türündeki İsrailiyyat'tan bir bölümü Tevrat'ta vardır. Bir bölümü ise Tevrat tefsirlerinde olup, bunlar ya esatîrden alınma ya da bütünüyle uydurmadır. Tevrat'ta bulunanların bir bölümünün de
Tevrat'ın yeniden yazılması sırasında katılmış olması mümkündür. Bu itibarla, İsrailiyyat'ın büyükçe bir bölümünün gerçek Tevrat'la ilgisi olmadığı cihetle hurafe olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Semavî kökenli olmayan batıl dinlerin mitolojisinden kaynaklanma esatîr'in ise, apaçık bir hurafe olarak değerlendirilmesi gerekir. Çünkü, bu dinlerdeki her şey insanların uydurmasıdır. Bunlara ek olarak, sonraki yıllarda yeni yeni uydurulan hikâyeler de, hep, hurafe sınıfına dahildir.

Hurafecilik'e gelince: Bu deyim, ilk bakışta hurafeleri benimsemek gibi görünüyor olsa da, boyutları bu kadar değildir. Tabiin -hatta Ashabın son dönemi- devrinden itibaren, camilerde halka öğüt verenlerden kimileri daha çok dinleyici bulup, çıkar sağlamak için anlattıklarını hikâyelerle süslemeğe başlamışlar ve bu arada İsrailiyata başvurmakla yetinmeyip, kendileri de kimi hikâyeler uydurur olmuşlardır. Gerek hadis ve gerekse tefsir tarihlerinde kendilerinden "kıssacılar" olarak söz edilen bu kişiler, halkın dinin özünü unutarak hikâyelerle oyalanmasına yol açtıkları için dine büyük zarar vermişlerdir. Hurafecilik, işte o günden bu yana sürüp gelmiştir.

(Zübeyr YETİK )

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:19   #15
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




Yaygın Hurafeler


Halkımızdan bazıları (çoğunlukla hanım müslümanlar) İSLÂM DİNÎ ile hiç alakası olmayan birtakım hurafeleri devam ettirmektedirler. Hurafe inanç ve adetlerin çok değişik şekillerini, hemen her köyümüz ve kentimizde yaygın olarak görmek mümkündür. Bu hurafe adetler uğruna zaman zaman üzücü olaylar da duyulmaktadır.
"Yıldıznameye"baktırmak, "FAL" açtırmak, "SİHİR" bozdurmak için diyar diyar hoca(!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi için "TÜRBE VE EVLİYA" mezarlarını dolaşanlar, kızının nasibini açtırmak için, il il üfürükçü arayanlar azımsanmıyacak kadar çoktur.
Göz arızasını gidermek, ağrısını dindirmek için seansına "55 bin TL." para isteyenler, göğüse ve göbeğe muska yazma cüret ve ahlâksızlığına tevessül edenler ve bunların tuzağına düşüp pişmanlığını sineye çekenler de maalesef bulunmaktadır.
Ayrıca türbe penceresine, mezar taşına mum yakmayı, falan mahalledeki ağaca çaput bağlamayı, filan yerdeki havuza para atmayı, evliya mezarına kurban adamayı, sanki dini bir vecibeymiş gibi telakki edenler de mevcuttur.
Kimi yerde gelin kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından geçerse saygılı olur", diye inanılmakta, dolayısiyle insan onuru ayaklar altına alınmaktadır.
Kimi yerde de "yeni doğan çocuğun ilk dışkısı cin çarpmasın, nazar değmesin" diyerek yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.
Daha bir sürü yanlış inanç ve adetler!..
İşte bu bölümde, halkımızdan birtakım insanların, en çok rağbet ettiği hurafelerden ve yanlış âdetlerden örnekler sunmaya çalışacağım. Ancak binlerce âdet ve inancı dar çerçeveli bir çalışma ile ele almak mümkün olmadığından, en tipiklerini belirli başlıklar altında toplayarak izahını yapmaya gayret edelim..

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:26   #16
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




ÇAPUT BAĞLAMAK

Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslaranın eski dinleri olan ŞAMANİZM'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.
Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları 'İZİ'ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan 'YER-SU' ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu 'YER-SU' denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ'ler kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanatkârdır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası ile tatmin etmek mümkündür. (1)
İşte Türkler müslüman olduktan sonra da bu âdetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslâm'da yoktur.
Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bu mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef bir çok kadın, bu mahallere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.
Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir.
Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır.

(l) Hurafeler ve Menşeleri, s. 39.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:31   #17
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




MUM YAKMAK

Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların çoğu bu adetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu söylenilmektedir. Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Türbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı.. (1)
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş...(2)
İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Müslüman-Türklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir. İslâm'a göre insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inançtır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş...
Böyle inançlar batıl itikatlardandır. İslâm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inan-dırılmıştır.
İslâm'da türbe bahçesine, kabristana ağaç ve çiçek dikilir, fakat mum yakılmaz.

(1) Hurafattan Hakikate, M. Şemsettin (Günaltay), s. 298.
(2) Hurafeler ve Menşeleri, s. 43.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:43   #18
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




KURŞUN DÖKMEK


Halkımız arasında "göz değmesi, göze gelme" diye adlandırılan bir "NAZAR" inancı vardır. Nazar isabet eden kimsenin kendisine, malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır. Bu nedenle nazarın isabetinden ve etkisinden korunmak üzere bazı tedbirlere başvurulmaktadır. Bunlar korunma ve kurtulma tedbirleri olmak üzere iki kısma ayrılır. Korunma tedbirleri olarak çocuklara, at, dana, inek, vb. hayvanlara, ev, dükkan, otomobil gibi eşyaya nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta bazı yörelerimizde de özellikle çocuklara kurt, ayı, kartal, leylek gibi hayvanların diş, tırnak ve kemiklerinden yapılan nazarlıklar takılmaktadır. Böylece nazarın isabetinden korunulacağına inanılmaktadır. Ayrıca nazar muskalarının da kullanıldığı görülmektedir. Nazar isabetinden kurtulmak için ise, kurşun veya mum döktürülmekte, nefesi keskin (izinli denilen) hocalara okutulmaktadır.Bazı yörelerimizde de "tuz çatılmakta", "un yakılmakta" , "üzerlik otu" yakılarak dumanı ile tütsülenilmektedir.

En yaygın olan uygulama kurşun veya mum dökme adetidir. Bu iş şöyle yapılmaktadır:
Nazar isabet eden hasta (genellikle çocuklar), kurşun dökücüsünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapanır. Çocuğun başı üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber;
"Kem göz çatlasın
Nazar eden patlasın"
diye beddua ederler.

Bazı yerlerde de yaygın olarak nazarlıkotu yakılır. Dumanı ile hasta tütsülenir. Bu esnada çabuk çabuk,
"Üzerliksin havasın
Her dertlere devasın
Ak göz, kara göz,
Mavi göz, ela göz
Hangisi nazar etmişse
Onların nazarını boz"
denilmektedir. Şu tekerleme de söylenilmektedir:
"Elemtere fiş
Kem gözlere şiş
Üzerlik çatlasın
Nazar eden patlasın" (1)
Bu konuda şunu ifade etmek isterim ki, nazardan korunmak veya kurtulmak için çeşitli nazar boncukları, diş, kemik, tırnak ve üzerlik otu gibi nesneleri takmak dinimiz açısından doğru değildir. Çünkü İslâmda fayda ve zarar Allah'ın takdiriyle tecelli eder. Bundan ayrılıp birtakım nesnelerden medet ummak yanlıştır, hurafedir. Zira Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S), nazar boncuğu gibi birtakım nesneleri takarak, hastalıktan kurtulmaya irikad etmeyi men etmişlerdir.
Allah Elçisi şöyle buyuruyor:
"Efsun yapmak, nazar boncuğu takmak, kadınların kocalarına kendilerini sevdirmek için sihir yapmak, ŞİRK (Allah'a ortak koşmak)tır". (2)
Ancak bir hususa değinmekte yarar görüyorum. Çünkü halkımız "nazar var mıdır, varsa İslâm'ın Bakış açışı nedir?" diye çok soru sormaktadır.
Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar: "Nazar haktır (gerçektir)."
"Nazar insanı mezara, deveyi kazana koyar" (3)
Öyleyse "İsabet-i ayn" denilen nazar vardır ve gerçektir. Peki mahiyeti ve İslâm'a göre korunma çaresi nedir? Bunu en yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, konuya ilişkin sorulan bir soruya verdiği cevaptan öğrenelim.
"Mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, nazar veya göz değmesi, yani bazı kimselerin bakışları ile bazı olumsuz etkilerin meydana gelmesi dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de (Kalem Sûresi, Ayet: 51-52)
"... İnkar edenler Kur'ân'ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi" buyrulmaktadır.
Hz. Aişe (R.A.)'nin naklettiği bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.S) "Nazardan Allah'a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır." (İbn Mâce, 2/1159 Hadis No: 3508) buyurmuştur.
Resulullah (S.A.V)'ın nazar değmesine karşı, 'Ayetü'l Kürsi' (*)ile ihlâs ve Muavvizeteyn (yani Felak ve
Nas) Sûrelerini okuduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurduğu (Tecrid tercemesi, 12/90, Hadis No: 3508) buyurmuştur.
İslâm bilginleri, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş ise kurtulmak için Kalem Sûresinin 51. ve 52. âyetlerinin okunmasını da tavsiye etmişlerdir.
"Büyük velilerden Hasan Basri Hazretleri, nazara karşı Kalem Sûresi'nin 51. ve 52. âyetlerini okur ve nazardan etkilenen kimselere de okunmasını tavsiye ederdi" (4)
Bu âyetlerle ilgili olarak "Esrar-ı Muhammediye" adlı eserde şöyle denilmiştir:
"Bu âyet-i kerime (Kalem Sûresi 51. ve 52. âyetleri) de nazarın def'i içindir. İster yazmak suretiyle taşınsın, ister o âyetin okunduğu okunmuş suyla yıkanılsın veya o âyetin okunduğu sudan içilsin hep aynıdır. Nazarın etkisinden korunmak için tavsiye edilmiştir. (5)

Kalem Sûresinde adıgeçen âyetlerin okunuşu:
"Ve in yekâdülleziyne keferû leyüzlikûneke biebsâ-rihim lemmâ semiu'z-zikre veyekûlûne innehü le-mecnun. Ve mâ hüve illâ zikrun li'l âlemin." [Lütfen Arapçasından okuyunuz..Arapça bilmiyorsanız Türkçeden okumak caiz değildir]
Âyetlerin anlamı: "Hakikat, o küfredenler zikri (Kur'ân 'ı) işittikleri zaman az kalsın seni gözleriyle yıkacaklardı. Halbuki O (Kur'ân) âlemler için (ins-ü cin için)(mahzı) şereften (öğütten) başka birşey değildir" (6)
(Kalem Sûresi, âyet: 51, 52).
İnsan hoşuna giden birşeye bakarken nazarı değmemesi için "Maaşâallah, La kuvvete illâ billah" demelidir. Bu Peygamber Efendimiz'in okuduğu bir duadır.
"Nazar değmemesi için çocuklara nazarlık veya boncuk takılması ise cahiliyet devri âdetlerindendir. (Yani batıl âdettir). Bu itibarla hiçbir faydası olmadığı gibi, dinen de caiz değildir.
Hastalanan kimselere Cenâb-ı Hak'tan şifa umarak, Kur'ân-ı Kerim ve şifa ile ilgili dualar okumak caizdir. Halkı kandırmak, başkalarına zarar vermek, gaibten haber vermek, falcılık ve sihir yapmak... gibi işler ise dinen haramdır. Bu tür maksatlar için üfürükçülük yapmak dinen caiz olmadığı gibi, kanunen de suçtur. Bu itibarla, sihirbazlık ve sihirle ilgili üfürükçülüğü meslek ve sanat edinen ve böylece saf kimseleri kandırarak menfaat sağlayan kişilerin ilgili mercilere bildirilmesi gerekir" (7)

(1) Türk Halk Bilimi, Sedat Veyis Örnek, s. 168. (2) Fethü'l-Kebir, c. l, s. 304.
(3) a.g.e., c. l, s. 253.
(*) Bakara Suresinin 255. âyeti.
(4) Nazar ve Büyü, Bayram Altan, İlaveli 2. Baskı, s. 67.
(5) a.g.e., s. 67.
(6) Kur'ân-ı Hakim ve Meali Kerim, H.Basri Çantay, C. 3, s. 1080. ikinci Baskı, İstanbul, 1958.
(7) Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun konuya ilişkin olarak sorulan bir soruya verdiği cevaptan.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:51   #19
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




FAL AÇMAK


Yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, 'FAL AÇMAK' adetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır. Bazı kimseler de: "Fala inanmıyoruz amma eğlence olsun diye açtırıyoruz" diyorlar. Bu düşünce doğru değildir.
İslâm Dinine göre hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcıların söylediklerine inanmak yasaktır.
Bu hususta Kurân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Ey iman edenler! şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha
erişesiniz" (Maide Sûresi, Ayet: 90).Konuya ilişkin olarak Allah Elçisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de şöyle söylemiştir:
"Kuşun ötmesinden, uçmasından uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar (nohut, bakla, fasulye, iskanbil kağıdı, kahve telvesi vs.) ile fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak SÎHİR ve KEHANET nevindendir" (1)
Bu ilahi emirlerden açıkça anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hükmün şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gördüklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Söylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine kanıt olamaz. Çünkü gaybı Allah'tan başka kimse bilemez.
Eğer falcılar herşeyi önceden bildiklerini iddia ediyorlarsa, sınaması kolay. Gelsinler bir araya toplansınlar; ilim adamlarından da jüri kurulsun ve dünya üzerinde herhangi bir şehir tesbit edilip, bu şehirde yarın neler olacak diye falcılara sorulsun. Bakalım bir gün evvelden o tesbit edilen yerde veya ülkede neler oluyor, tümünü haber verebilecekler mi?
İşte meydan, işte dünya !
Her yeni yıl biterken bazı kâhin ve falcıların sesleri duyulur.
Yeni yılda şu olacak, şu ölecek, şu günde dünya bozulacak vs. gibi.
Çok şükür ki onların dediklerinden hiçbirisinin gerçekleştiği (55 senedir yaşıyorum) duymadım. Çünkü geleceği falcı değil, kâinatın yaratıcısı "Âlemlerin Rabbi" Yüce Allah bilir. Allah'ın bildirmediği bir şeyi kimse bilemez.
İnsan, ancak Allah'ın yarattıkları üzerinde akıl yürütür. İlmi öğrenmeye çalışır. En akıllı ve en gelişmiş varlık insan olmasına rağmen, insanın bilgisi ve enerjisi sınırlıdır. Beşeri ve tabii kanunlar arasında sebep-sonuç münasebetleri kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi öğrenir, yeni yeni kanunları isbat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gücü bir noktaya kadardır. O noktadan ötesi insan için meçhuldür, gayb âlemidir. Gaybın sırlan ve tasarrufu ise Allah'ın ilmine ve iradesine tabidir. Bu nedenlerle Allah'ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem ilahi talimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır. Bu itibarla yukarıda söylediğimiz gibi, falcıların söylediklerinden bir kaç tanesi rastgelse bile, bu onların gaybı bildiklerim ifade etmez. Nitekim bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığından 27 Ocak 1987 tarih K6214-9/93 sayılı yazıyla aşağıdaki cevap verilmiştir."Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de (Neml Sûresi, Ayet: 65)
"Göklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka bilen yoktur" buyrulmuştur. Rasulullah (S.A.S) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (yani gaipten haber veren kişiye) inanan kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz", "Ona inanan kişi, bana indirileni (kitap ve vahyi) inkar etmiş olur" buyurmuştur.
Bu itibarla yıldızname ve benzeri fal kitaplarına itibar edilmesi ve bu tür şeylere inanılması caiz değildir."
İnsanların maddi ve manevi ilerlemesine engel olan bu tür inançlar, ilk çağların müşrik toplumlarından zamanımıza intikal etmiştir. Ne çare ki modern dünyamızın modern toplumlarında hâlâ bu tür martavallara inananlar, gönül bağlayanlar pek çoktur.
Meselâ böyle hayal üzerine yazılmış bir kitapta şöyle denilmektedir.
"Dahi 1231 kere YA MUĞNİ deye seccadesi altında akçe (yani para) bula. Kimseye demeye batıl olur" (2)
Ne saçmalık!... Hiç oturduğun yerden 'YA MUĞNİ' çekmekle seccadenin altı parayla dolar mı?.. Öyle olsaydı milyarlarca insan gecesini gündüzüne katarak geçim derdi peşinde koşar mıydı?..
İşte böyle yanlış ve batıl telkinlerdir ki, asırlardır şark memleketlerini fakr u zaruret içerisinde kıvrandırmaktadır. Bu kolaydan ve havadan para kazanma isteği tamamen tembellerin, miskinlerin falcı ve kahinlerin uydurdukları yalanlardır.
Ama bu hurafelere de en çok kanan bizim halkımızdır.
Oysa mensup olduğumuz İSLÂM DİNİ, kesinlikle tembellikten, miskinlikten yana değildir. Büyük müçtehit İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, "İslâm'ın dostu ilim, düşmanı cehalettir" demiştir. Ama buna rağmen hurafelere de en çok bizim dindaşlarımız inandırılmaktadır.
Bu, bizim halkımızı iyi eğitemediğimizi, gerçek İslâm düşüncesini iyi öğretemediğimizi gösterir. Burada suçlu İslâm değil, İslâm'ı iyi anlamayan ve anlatamayanlardır. Çünkü İslâm, daima çalışma, araştırma, okuma ve düşünmeyi teşvik etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de okuma, araştırma ve çalışma ile ilgili yüzlerce ayet-i kerime vardır.
İslâm Dinine göre meşru yoldan kazanç temini için çalışmak ibadet hükmündedir. Bu nedenle tembellik ve havadan para kazanma yollan İslâm'da reddedilmiştir. Hele eli kolu bağlı oturup da: "Kaderimde ne varsa o çıkar" düşüncesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Çünkü kutsal Kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı noksansız verilecektir"
(Necm, 39, 40, 41). Bir başka buyrukta da şöyle denilmektedir: "Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lütfundan rızık isteyin.." (Cuma, 10) Mülk Sûresi 15. âyette de şöyle bildirilir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, sonunda dönüş O'nadır."
Anlamlarını sunduğumuz bu âyetler, kişinin ve toplumun mutluluğu için çalışmanın ve araştırmanın önemine dikkatlerimizi çekmekte ve çalışmanın Allah emri olduğunu ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) de, her vesile ile çalışmayı önermiş, tembelliği kişinin yüzkarası olarak nitelemiştir. Rızık kapısının günün en yüksek noktasından yerin derinliklerine kadar açık olduğunu haber vermiştir. Sevgili Allah Elçisinin hadis kitaplarında konuya ilişkin pek çok buyruğu vardır.

Bu konuda Milli Şairimiz M. Akif ERSOY da bir beyitinde şöyle diyor:
"Bekayı hak tanıyan, say'ı bir vazife bilir,
Çalış, çalış ki beka sa 'y olursa hak edilir."

Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde insanın düşünmesi, araştırması tavsiye edilir demiştik. Ancak Kur'ân, prensiplere en genel şekli ile değinir. Ayrıntıları insanın çalışmasına, araştırmasına, idrakine bırakır. Çünkü ilerlemek, yükselmek ve başarıya ulaşmak ancak çalışmayla, bilimle elde edilir. Veren elin alan elden daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Kim iyi davranışta bulunursa kendisi için yapar, kim kötülük ederse kendisine eder. Allah kullarına zulmetmez" (Fussilet Suresi, âyet, 46). emri mevcuttur. Buna göre iyiyi yapmak, doğruyu bulmak, yararlı yönde çalışmak görevimizdir.
Unutmayalım ki ne ekersek onu biçeriz.
Burada bir noktaya daha değinmek istiyorum. O da çalışırken doğruluktan ayrılmamaktır. Çünkü Yüce Allah Hûd Sûresi 112. âyetinde: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" demektedir. Buna göre hangi iş yerinde olursak olalım ve hangi işte çalışırsak çalışalım, daima iyi niyetle doğru çalışalım. Zira İslâm'da falcılık, üfürükçülük yaparak değil, alınteri dökerek kazanç temini helaldir, insanları kandırarak, inançları sömürerek kazanç temini ise haramdır.
Unutulmamalıdır ki uygar uluslar uzayı parselleme, kâinatı feth etme yolunda yarış yaparlarken bizim, falcının söylediklerinden, kuşun ötmesinden, kahvenin telvesinden ahkâm çıkarmamız abestir.
Bu hem ilme hem de İslama saygısızlıktır. Konuyu Yüce Allah'ın buyruğu ile noktalayalım.
"Peygamber size ne emretti ise onu alın (O'nun dediği ile amel edin). Size neyi yasak etti ise ondan sakının."
(Haşr Sûresi, Âyet: 7)

(1) Riyazü's-Salihin, c. 3, Hadis No: 1702.
(2) Batıl İnanışlar, Recep Aktaş, s. 27.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 20:58   #20
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




KABİRLERDE DUA

İslâm'da dilek ve istekler sadece Allah'a arzedilir. Allah'tan başkasına sığınmak ve O'ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Gerçek böyle olmasına rağmen, halkımızdan bazıları dua şeklini ve adabını adeta değiştirmişlerdir. Duaya bir sürü bâtıl hareketleri sokmuşlardır.
Bazıları dua ederken sanki kavga ediyor gibi bağırıp çağırıyor. Kimisi dua yapmak için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar.
Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve batıldır.
Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına, yatır taşına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü İslâm'da Allah'a sığınmak, O'na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah'a iltica eder. Bu itibarla bir kimse, "Falan yatıra gittim ona dua ettim o mübarek zatın himmetiyle duam kabul oldu" derse bu caiz değildir.
Kabirler; ölümü düşünmek, ahireti hatırlamak ve insan hangi mevkide olursa olsun bir gün gelip mezarda yatan gibi toprak olacağını görmek ve ibret almak için ziyaret edilir. Nitekim Allah Elçisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadislerinde:
"Kabirleri ziyaret edin çünkü ziyaret sizi dünyada zahidâne yaşatır, size ahireti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır " (1) buyurmuşlardır.
Kabir başına varınca, ölenlerin ruhuna Kur'ân okumak, okunan Kur'ân'ın sevabını mevtaların ruhuna "Allah rızası için" armağan etmek caizdir ve sevaptır. Ancak, "Duam oraya gitmekle kabul olacak" inancı yanlıştır.
Gezliğimiz ve gördüğümüz bazı yerlerde tesbit ettik ki türbelere, kabirlere gidenler, orayı adeta bir piknik yerine çeviriyorlar. Yeme ve içmeler yapılıyor, adaklar dağıtılıyor. Kur'ân ve mevlitler de okunuyor. Fakat dua bittikten sonra, bazı türbelerin bahçelerinde salıncaklar kurulup şarkılar söyleniyor. Zevk ü sefa yapılıyor. Bu yanlıştır ve İslâm adabına uygun değildir. Türbe ve kabristanlıklarda bu'adetlere son vermek gerekir.
Bu tesbitten sonra İslâm'a göre dua nedir? Nerede ve nasıl yapılmalıdır? Kısaca bunu açıklamaya çalışalım..

(1) Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, Ömer Nasuhi Bilmen, c. 8, s. 4088.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
hurafeler, yasayan, yaşayan


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Diyanete Göre Hurafeler Listesi Hesna Burçlar, Fallar ve Kehanetler 0 09 Ocak 2010 17:03