IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Aralık 2010, 20:27   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
ümmet arasında vahdet nasıl olacak




Son zamanlardaki Kuran merkezli düşünce tabirini kullananların söylemlerini dinleyenler, bu tabirin altında yatanların ne olduğunu anladıkça bu söylemden rahatsızlık duymaya başladı. Bunlar tamamen haksız da sayılmazlar. Bugün bu yaklaşımı çok kullananlara baktığınızda; sizin inandığınız tevhit inancını öylesine yanlış, öylesine zannı algılıyor ki buna şaşırmamak mümkün değil. Hiç düşünmediğiniz akletmediğiniz bir anlayışı size yamayarak belden aşağı vuruyor allak bullak etmeye çalışıyorlar. Bu süreci yürütenler; sahabeyi, tanınmış kabul görmüş büyük alimleri hatta Hz. Peygamberi bile bir çırpıda silerken, sizin Kuran la olan bağınızı kesiyorlar. Sonuçta bir takım sihirli sözcüklerle İnsanları mevcut inançlarından koparırken, Kuran merkezli düşünceye götürüyoruz iddiasında bulunanların kendi düşüncesini Kuran ın merkezine koyduğunu göremiyorsunuz bile!. Yani Kurana gidiyorum derken, Hz peygamberi görmezden gelip kendi egosu içinde debelenenleri kendi nefsanî anlayışını Kuranla örtüştürdüğünü, burada ben de varım dediğini anlamak ilk etap da kolay olmuyor tabii.
Bunların dışında "Kur'an Müslümanlığı", "Kur'an'a yöneliş hareketi", "Kur'an bize yeter" söylemleri, "Selef Müslümanlığı", "Ehl-i Hadis Müslümanlığı" ve "Mezhepsizlik" gibi islamdaki bazı kavramların birbirinden ayrıştırılmaya çalışıldığı bariz bir gerçektir. Tarih boyunca islama hizmet etmiş islamı dünyaya yaymış anlayışı yok etmek için, son üç yüz yılda görülen olumsuzlukları sürecin tamamına kapsıyormuş gibi karalanması anlaşılır gibi değildir. Bu güzide insanların son yüz yıllardaki temsilcilerinin hizmet anlayışında islamın özünden uzaklaşılarak şekilcilik içinde çıkış yolu bulmaya çalışmaları bahane edilerek bütün saldırılarını İslamın kendisine yöneltmişlerdir. Bu yaklaşımda doğru niyet aramak tabi ki mümkün değildir. Burada aranması gereken ya gaflet ya da nefsin bir oyunu!. Ama her halükarda bunun ikisinin de etkisi görünmektedir.
Konulara çağdaş düşünce ekseninde yaklaşan bu gruplar farkında olarak yada olmayarak İslam dünyasındaki geri kalmayı, bir zamanlar islamı dünyanın önderi yapan anlayışa yıkmak istemektedirler.
Bu kadar bilgi kirliliği içinde olan insanların kime güveneceği sorusu hemen akla geliyor. O zaman şu asla unutulmamalı. Hz peygamber Kuran merkezinin dışında değildir. O merkezin tam ortasındaydı. Kuran merkezli demek Peygamber anlayışı demek olmalı. HZ Peygamberin olmadığı bir yerde KURAN merkezi de yoktur. Peygamberin olduğu yerde de sahabe vardı. Bunların üçü de birbirinin tezadı ya da alternatifi değildir.
Bazı anlayışlarda HZ peygambere tamam deseler de O’na da kendilerince bir sınır getiriyorlar. Sahih söylemlerini bulandırmaya, yok etmeye ortadan kaldırmaya yönelik ne söylenmesi gerekirse onu söylüyorlar. Yani bir şekilde HZ Peygamber sünneti ve sözleri dışında, Kuran’ı istedikleri gibi tevil ederek bir inanç ortaya koymaya çalışıyorlar.

Bu yanlış inançlara müptela olup toplumların bölük pörçük hale getirilmesine katkı sağlayanlara, nefsani arzularından dolayı ayrımcılık çıkartanlara Cenabı Allah şunu demiyor mu?
- Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir. 6/159

- Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve (Allah'a) ortak koşanlardan olmayın 30/31

- (O ortak koşanlardan olmayın ki onlar), dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her hizip (parti) kendi yanındakiyle sevin(ip övün) mektedir. 30/32

- Kâfirlere boyun eğme ve bununla (bu Kûran ile) onlara karşı büyük cihad et 25/52
İslamda fitne hareketleri malesef ki tek boyutlu değildir. Her yerde her cephede farkında olarak yada olmayarak bunu yapanlar mevcuttur. Esas konumuza dönersek;
Yani İslam dünyasının bütününde anlayış birliği bulunmamaktadır. Her geçen günde bu anlayışın daha bölük pörçük hale getirilmesi için planlı çalışmalar vardır. Hem şii dünyasında hem de diğer İslam dünyasında.
Son yüz yılda şii dünyasında büyük bir toparlanma göze çarpmakta şii fırkaları imamiye fırkası içinde erimeye yüz tutmuş görünmektedir. Ancak, bu bütünleşmenin içine giren her anlayış yine kendi yanlışlarını geldiği yere bırakmama gayreti içindedirler.

İslam inancında olanlar, hangi cenahta olursa olsun inandığı Allah ın nasıl bir Allah, kabul ettiği bir peygamberin de nasıl bir peygamber olduğunu iyi bilmek zorundadır. Bu konuyu kimsenin yorumuna teslim etmemelidir. Eğer bunu bir takım anlayışların eline bırakırsa ortada inanç diye bir şey kalmayabilir. Çünkü insan aklı öylesine fitne üretmede maharet sahibidir ki sapı samana karıştırır ekmek diye yedirebilir! İnanç dediğimiz mevhumun esaslarını inceleyip kabul etme basit bir alışverişteki özenden daha fazla özen isteyen bir husustur. Her insan gerekli özen ve itina ile orta yolu elden bırakmamalı. Ancak burada şöyle bir çıkmaz var ki, her görüş kendini orta yol ve doğruluk üzerinde göstermektedir. İnsanlar da hangi ortam ve kültürle beslenmişlerse o ortamın doğruları onun sarsılmaz doğruları olmuştur. Hakikat namına duyduğu şey eğer kendi doğruları arasında yoksa onu öğrenmek istememiş onun batıllığını sergilemek için arguman üretmeye başlamaktadırlar. Allah bu yaklaşımdan cümle insanlığı kurtarsın İnşAllah…
İnsanlar kafa karışıklığından kurtulmak için şu soruların cevabını Hz Peygamber sözünden ve sağlam delillerden öğrenmelidir.
Nasıl bir Allah’a inanıyorlar?
Allah verdiği kararlardan vazgeçer mi?
İnandıkları Allah seçtiği Peygamberini aldatır mı?
Kabul ettikleri Peygamber İnsanların şerrinden ve kıskançlığından korktuğu için Allah ın emirlerini uygulamada erteleme yapar mı?
Allah ile Peygamber arasında bir çekişme olabilir mi?
Peygamber kabul edilen bu yüce zatın küçük hesapları olur mu? Başlangıçta tek başına iken hiçbir şeyden korkmadan tebliğ eden bütün zorluklara göğüs geren bir peygamber en güçlü olduğu dönemlerde önceki şahsiyetinden farklı davranır mı?
Farklı davranırsa bu ona yakışır mı? Allah Hz peygamberden sonra “İmamet sürecini” islamın geleceği için elzem görmüşse bunu gerçekleştirmede yetersiz mi kaldı?
Allah imamet konusunu İslamın olmazsa olmazı, imanın bir parçası saymışsa, abdest namaz oruç vb. hususlar gibi aynı netlikte, Kuran da herkesin anlayacağı bir ifadeyle neden yer vermedi?
Eğer bu emir gizli ya da gizemli gönderilmişse, bunu duymayan bilmeyen insanlara bu emri neden dikkate almadınız sorgusu, Allah’a yakışır mı?
Allah Kuran ı kendisinin koruyacağını vaat etti. Böylesine imani bir konuyu açıkça kuranda ifade etmemesinin insanlar arasından bir tefrikanın meydana getireceğini göremedi mi?
Hâşâ Allah kullarına tuzak mı kurdu?
Kuran ın yorumu kuran ın kendisimidir?
Allah Kuran ı anlaşılsın diye mi gönderdi, yoksa birileri anlasın onlar herkese anlatsın diye mi gönderdi.
Eğer birileri anlasın diye gönderdiyse diğer insanların Kuran okumaya ya da anlamaya çalışmasına gerek var mı?
Hâşâ Kuran fitne bir kitap mıdır?
Eğer insanlar birileri tarafından sürü gibi güdülecekse Allah insana aklı, fikri ve vicdanı niye verdi?
Kullanılmadan birilerine kiraya verilen akıl neye yarar?

……………………………..?

Şu bir gerçektir ki, Kuran’ı kerimin aslında da imamete iman diye bir emir yoktur. Ancak, yanlış yorumlar teviller kişilerin inandıklarını kuranda bulma çabası neticesinde Kuranın anlamına yapılan yamalarda böyle anlayışlar bulabilirsiniz. Tabii buna da itibar edilmez. O ifadelerden insanın Allah’a karşı da sorumluluğu yoktur.
İkincisi Hz Peygamberin sözlerinde böyle bir anlayış ve ifade de yoktur. Ancak Hz peygambere ve imamlara sonradan onların gıyabında söylettirilmiş sözler arasında bu anlayışı bulabilirsiniz. Hemen size bu konu ile ilgli hem Kuran dan hem de hadislerden delil getireceklerdir. Bu getirdikleri delili kaynağından incelerseniz anlaşılır ki delil diye ortaya sürdükleri meseleler başka şeyler için söylenmiş sözlerdir. Yani zorlama yorum ve teviller olduğu anlaşılır. Bu tür tuzaklara düşmemek için onların delil saydıkları metinlerin gerekçelerini bilmeniz gerekir. Aynı kaynaklarda yüzlerce yerde böyle bir inancın olmadığı doğrudan ve dolaylı söylenmiştir. Onlara hiç bakılmaz, yada bakmazlar. Niçin baksınlar ki onların derdi oradan bir şey öğrenmek değil kendi iddialarına sizden kılıf aramaktır. Meseleye bakarken iyi bir bakış acısı sergilemek gerekiyor mesela Hz Peygamberimiz kimin halife olması gerektiğini veda hutbesindeki yüz binin üzerindeki topluluğa açıkladığını söylemekteler. Eğer öyleyse halife seçildiği gün onca insan bu hakikati neden sakladı neden sustu? Hz Peygamberin vefatından hemen sonra idareciyi seçmek üzere toplanan cemaatten her hangi birisi çıkıp da, halifeyi seçmek bizim belirleyeceğimiz bir husus değil, bu şu ayette belirlemiştir, onunda da Hz Ali olduğu Hz Peygamberimiz tarafından söylenmiştir diye neden müdahalede bulunmadı? Yoksa HZ peygamber yanlış insanlarla mı arkadaşlık dostluk, akrabalık etti. Basireti bağlımıydı? Gerçekleri görüyordu da korkusundan mı saklıyordu? Yoksa arkadaşları Hz peygamber zamanında öyle değil di de hemen vefat edince mi bozuldular? En zor şartlarda canları pahasına imanlarından zerre kadar taviz vermeyen insanlar nefislerine uymazken, daha kolay şartlarda içinde ölüm kalım olmayan bir davaya mı imanlarını sattılar? Ne oldu bunlara? Bunlar birden bire küfür batağına mı girdi!? Hâşâ bütün bu insanlar ilk günden itibaren mi zındıklaştı? Bu iddiaları doğrulamak adına uydurulan yalanlar toplum vicdanını kanatan kelbela faciasının istismarı ve acıtasyonun içine öylesine gizlenmiş ki, meselenin bütünündün haberi olmayan masumlar tarih boyunca yanıltılmış zehirlene gelmiştir.
Böyle bir yalana inanmak peygambere saygısızlığın ötesinde bir şey değil mi? Atılan iftirayı doğrulamak adına bugün ellerinden geleni yapanlar, mevcut kurgulara yeni ilave çalışmaları ile mezhebi muzafferiyetini sağlamak gayreti içinde olanların hali nice olacaktır!..?. Bunlar Allah resulünün huzurunda nasıl duracaklar Allah basiretlerini açsın demekten başka çıkış yolu da yok galiba.

Bu süreci başlatan ve yürüten Yahudi asıllı bir takım insanlar masum bir ehlibeyt sevgisi içinde olan şiilerin arasına girip, Ehl-i beyt için kavga veriyor görünüp bu yolla birçok yalan, hurafe ve sapıklığı Şiiliğe soktuklarını gizlemeye çalışmak birilerinin işine gelse bile bütün tarihçilerin hem fikir olduğu bir gerçek olduğu unutulmamalı.
Şianın imamet inancını ve bu inancın getirilerini irdelendiğinde;
imam imparatorluğunun hiç sarsılmadan sürdürülmesi ilk karşınıza çıkan bir olgu olacaktır. Büyük kayboluş olana kadar imametten çıkar sağlayanlar getirisinden, büyük kayboluş sonrası yerine oluşturulan taklidi imamlıktan menfaat sağlayanların getirilerinin daha büyük olduğu bu çıkarın bir sektör oluşturulduğu gözden kaçmaz,
Şii inancında toplanan verginin beşte birinin imamlara verilmesi hususu ile toplanan zekâtın fakirlere doğrudan değil de imamlar vasıtasıyla verilmesi meselesi merkezini oluşturmaktadır.
Bunun neticesinde bu toplumlarda her dönemde fikri ve sosyal gerilimler hiç eksilmeden sürdüğü, bunun sebebi de mezhep liderlerinin peşine düşüp hiç sorgulama yapmadan sosyal ve manevi hayatlarını düzenlemeyi onlara vermelerinden kaynaklandığı da bu hakikatlerden birisidir. Söz konu manevi liderlerin hepsinin aynı olduğunu söylemek de hiçbir vicdana uygun düşmese de bu liderlerin çoğunluğu “Büyük Kayboluş” tarihinden günümüze kadar, Şiiler’in akıllarındaki fikri bidatı kontrollerinde tutmaktadırlar. Şurası hakikattir ki, bu liderlerin fikirlerinin sınırlı kapalı olmasının nedeni, Şiilerin mallarından elde edilen Humus adı altındaki mali imtiyazların varlığı!.. Bu imtiyaz onlara toplumu yönetme ve yönlendirmede mutlak gücü sağlarken, gözlerindeki perdenin kalıcılığını pekiştirmişdir. Şiilerin mezhep liderlerindeki dünya malına karşı iştahının güçlülüğü Tarih boyunca cemaatin hakikate karşın uyanmasını engellemiş, adeta onlarla alay edercesine oynamışlardır.

Bu hususu daha önce Şii olan bir mazlumun Şiilikten neden kaçtığının ifadesi bizi aydınlatacaktır. Hikayeyi nakleden Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Süleyman Ateş bir makalesinden alınan alıntı aynen nakledilmiştir.
“Bağdad'da önce şii iken sünni olan bir gencin anlattıklarına ve benim de bizzat Bağdad ve Necef teki müşahedelerime göre şia arasında dini inanç ve tatbikat şöyledir:
1- Dua: Şiaya mensup her fert oturur, kalkar "Ya Ali" ve "Ya eba'l- Hasan al-avnu mink: Ey Hasan'ın babası, yardım sendendir", "Ya eba'li ğays ğisni Ye ya Ali edrikni: Ey yardımcı hana yardım et, ey Ali bana yetiş", "ya hadıra'ş-şeddih ya Eba'I-Hasan Ali: Ey dar zamanlarda yetişen, ey Hasan'ın babası Ali" gibi hitaplarla Hz. Ali'den istimdat ederler. Hz. Ali gibi öteki imamlardan da yardım isterler ve her birine ayrı özellikler verirler. Örneğin: Hz. Hasan'ı ziyaret etmenin vacib ve Beytullah'ı haccetmeğe bedel olduğunu söyler, onun adiyle yapılan duanın kabul edileceğine inanırlar. Ahbas ibn Ali (r.a.) nin delileri ve bunakları iyi ettiğine inanırlar, şifa bulmak için çeşitli yerlerden kabrini ziyarete gelirler', adaklar adarlar. Adağını yerine getirmeyenin başına bela geleceğine, fakir düşeceğine inanırlar. Ziyaret esnasında şöyle yalvarırlar: Ya Eba ra'sal-harr, ya Ebiı'l-Fadl al-Abbas, ya Kamera beni Haşim: Ey sıcak haşın babası, ey Fadl'ın babası Ahbas, ey Haşim oğullarının ayı". İki hasım, gerçeği ispat için Hz. Abbas'ın huzurunda yemin eder. Türbenin önüne oturur, Hak adına Ye onun adına and içerler. Huzurunda yalan yere yemin edenin deli ve bunaklık gibi bir kötülüğe yakalanacağına inanırlar.
İmam Musa Kazım'ı, "İhtiyaçların görüldüğü kapı" diye nitelerler. Onu ziyaret edenin dileği olur, derler. Türbesi, dileklerinin olması için her taraftan gelen ziyaretçilerle dolup taşar. Bu tür inançları orada bulunan görevliler de kuvvetlendirmeğe çalışırlar. Halkın dikkatini çekmek için türbelere özel sıfatlar verirler, onları ziyarete teşvik edici sözler söylerler. Tabii ne kadar ziyaretçi gelse hizmetlinin o kadar yararı vardır. Dileği yerine gelen kimse türbedara ya bir koç, ya da para verir. Adağını ona bırakır .. Orada bulunan hizmetliler, ziyaretçilerden bir şeyler koparabilmek için riyakar, yalaka bir yüzle ziyaretçilerin etrafında dört dönerler. Hatta bazen teberrük için ziyareti makbul olsun
diye ziyaretçiyi türbenin demir parmaklığına bağlarlar. Türbeleri ziyaret etmenin de kendine özgü adabı vardır: Ziyaretçi, de kapıdan eğilerek ve essela mü aleyke ya seyyidi ve ya mcvlaye ya hadıra'ş-şedaid ya Eha'I-IIasan Ali" diyerek girer. Kabre
yaran iç kapıya gelince kapıyı öper, eşiğin sol tarafına geçip eşiği öper, dua eder, dilek diler, kendisini Allah'a yaklaştırmasını, kıyamet gününde kendisine şefaatçi olmasını imamdan ister. Kabe etrafında döner gibi türbenin etrafında döner. Türbenin parmaklıklarına ellerini sürer, öper. Tiirhede namaz kılar. Fakat namazda kabri, arkasına veya yanına değil, önüne alarak kılar. İmamın kendisine imamlık yaptığına inanır. türbenin önünde namaz kılmak caiz değildir. Tabii namaz kılarken öteki ziyaretçiler önünden gelip geçerler. Bir sıkıntı zamanında Hz. Ali'den istimdat ederler. Hz. Ali, sıkıntı ve belaları açan, belaları savan, dar zamanlarda yetişendir. Hasta şifabulmak için, hamile kadın kolay doğrıırmak için Hz. Ali'den yardım ister.
2) Namaz: Şiaya göre secde yalnız temiz toprak üzerine yapılır . En temiz toprak, Kerbela toprağıdır. Onun için secde yerine kerbela çamurundan yapılmış, türbe dedikleri ufak bir şey koyar, onun üzerine secde ederler. Bu türbenin, Hz. Hüseyin 'in kanıyla sulanmış toprak olduğuna inanırlar. Bu aynı zamanda Ca'feriliğin bir sembolüdür. Bunu ceplerinde taşırlar. Şayet Iıu yoksa bir yaprak veya toprak üzerine secde ederler. Bu toprak onlarca mukaddestir, ayakla çiğnenmez. Hatta
bu toprağın hastalıklara şifa olduğuna, acıları dindirdiğine inanırlar. Cemaatle namaz kılarken akıl almaz bir bid'atleri daha vardır: Önde, imamın karşısında büluğa ermemiş hir çocuk oturur, "Allahü ekher" dcr, cemaat namaza başlar. Çocuk "Allahü ekber" der, cemaat rükü ve secdeyc gider. Cemaat, Lu çocuğun verdiği komutlarla namazı
kılar. Yalnız Necef'tc dikkat ettim, cemaat namaz kılarken bu çocuk elleriyle oynuyor, bir şeyler yapıyordu. Ayrıca yazın şiddetli sıcaklarda imamın önünde bir adam durur, yelpaze ile imamı serinletmeğe çalışır. İmamiyye ye göre de namaz beş vakitti •.. Fakat bazı hadislere dayanarak öğle ile ikindiyi; akşamla yatsıyı birlikte kılarlar. "Beş vakit kılmak eftaldir. Fakat iş güç sahiplerine kolaylık olsun diye beş namazı üç vakitte kılmayı tercih ediyoruz" diyorlar.
3) Zekat: Zekat nasıl toplatılır ve dağıtılır? Şiilere göre zekatı bizzat mal sahipleri fakirlere verilmesi caiz değildir. Mal sahibi, zekatını alimlerden birine verecek, o da bunu fakirlere dağıtacaktır. Çünkü alim, fakirleri daha iyi bilir. Irak, Kuveyt, İran, Pakistan, Arap Körfezi emirlikleri ve diğer İslam ülkelerindeki Şiilerden toplanan zekatlar, dağıtılmak üzere Necef'teki şii âlimlerine getirilir. Gelen zekat miktarı, adaletle dağıtılsa, bütün yoksulların önemli ihtiyaçlarını karşılayacak derecede çoktur. Acaba bu paralar fakirlere kayikiyle dağıtılır mı? Hayır. Biraz zekat alıp ihtiyaçlarını karşılamak için gelen fakirler, bu alimler tarafından asık suratla karşılanır ve eli boş döndürülür. Bu paraların çoğu, muhterem şeyhlerin kendi ailelerine ve yakınlarına sarf edilir. Bu alimlerden hangisi. nin evine gitseniz büyük konfor içinde yaşadıklarını görürsünüz. Her evin bir yüzme havuzu vardır. Yazın, kadın erkek, çoluk çocuk burada
yüzerle özel otomobili ,"ardır. Zira muhteremleri yaya camie gidemez, yaya yürümek,
hazretin şerefine yakışmaz. Peki bu köşkleri, arabaları, bu lüks hayatı nereden buldular? Kendi alın teriyle mi kazanıp satın aldılar bunları? Kendilerinin din ticaretinden başka bir sanatları var mı? Hayır. Onlar, gelen zekatleri bu lüks hayatı sürdürürken, zekatın asıl müstahikleri fakirlikten inlemektedirler. İmamlardan sonra Müslümanların halifesi olduklarını iddia eden bu adamlar, neden beytülmalin lambasını, kendi özel işlerinde yakmayan, Müslümanların bir iğnesi dahi kendi zimmetine geçmesin diye titreyen Hz. All gibi hareket etmezler? Zekatı zimmetine geçiren, nasıl imamın halifesi olduğunu iddia edebilir?
Not: Bu sözler, bizzat Bağdat'lı, önce Şii iken sonra sünnı olan gencin
sözleridir? Özetle tercüme edilmiştir.r. Yemeleri, içmeleri gayet lükstür. Her birinin en güzel markadan(Süleyman Ateş İmamiye şiasının tefsir anlayışı 171-

Sonuç olarak imamet mevzuunun Şiilikteki görüntüsü bu! Makul bir anlayışla konuyu masaya yatırırsak

Zaman zaman din çatışması haline bile dönüştüğü görülen bu konu tarihten günümüze sürdürüle gelen Sünni şii itilafı, İslam dünyasının içinde bulunduğu şartlar bakımından da çok hayati bir sorunu teşkil etmektedir. Bunun sebeplerinden biri de tarihte olan bitenleri bugün de aynen devam ettirme çabasından kaynaklandığı görülüyor. Oysa tarihte olanlar tarihe maal oldu gitti. Ayrıca bu ayrışma yani mezhep olgusu sadece teolojik ya da kelamı bir olgu değil aynı zamanda siyasi boyutu olan da bir husustur. Meseleye bakarken bir bütün olarak ele alınması gerekir. Yoksa bu siyasi gelişmelerin tartışmaların içine kendimizi bırakırsak eski hastalıkları tekrar hortlatılmasından daha derinden ayrışmanın bölünmenin parçalanmanın etkisinden kurtulamayız.
Burada asıl olan mezhepleri din olarak görülmeyip, Kur’an ve sünnetin ışığında hareket edilmelidir. Tarih bilinmeli ancak referans alınmamalıdır. İslam Dünyası Tarihi meselelerle dini meseleleri ayırt etmek durumundadır. Ayrışmaya sebep olan ortada sadece birtakım rivayetler vardır. Bunların Peygamberimize aidiyeti kesinleşmedikçe bunların din olduğundan söz edemeyiz. Kaldı ki bazı şeylerin tek başına Peygamberimize aidiyeti bile yetmiyor, acaba Peygamberimiz bize bunu din olarak mı sundu yoksa o günün ihtiyaçlarına siyasi bir yaklaşım olarak mı sundu? Bütün bunların hangi amaçlı sunulduğunun bilinmesi lazımdır. Yani bizim Usul-i Fıkıh’ta Hz. Peygamber’in tasarruflarını, sözlerini vs. farklı kategorilerde değerlendirdiğimiz gibi bir imamet konusunu peygamber vazetti mi, peygamber genel geçer bir kaide gibi mi söyledi, söyledi mi söylemedi mi? şeklinde değerlendirmeliyiz. Burada ciddi bir metodoloji devreye giriyor. Mütevatir mi, ahad mı, ahad haber kesin bilgi mi ifade eder? Tarih boyunca Şii gelenekte de Sünnilikte de Mutezililerde de muazzam tartışmalar olmuştur. Bir rivayet sana göre sahih, bana göre değil ise artık burada dinden söz edemeyiz. Burada yorumdan söz ederiz. Din konusunda zanni duyumlar bilgi değildir. Kesin bilgi gereklidir. Yakıni bilgi lazımdır; o da Kur’an’dır. Ve Peygamberimizin herkesin üzerinde ittifak ettiği bir hayatı vardır ortada.
Bilginin doruğa ulaştığı şu günde en somut bir olayı bile, yüzlerce bilim adamları yazar çizerlerin farklı şekilde yansıttığı gözden kaçmamaktadır. Peki, bunların hangisine kimin yorumuna inanacaksın. Tarihteki olaylarda böyle. Kaldı ki o zamanın şartları bugüne göre son derece yetersiz doğru bilgiyi anlama ya da aktarma zorluğu bulunmaktaydı. Pekiyi o zaman bu işin neresinden başlamalı?
Bugün Şiiler çok haklı olarak şu soruyu sorabilirler mesela “Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt ulemasından hadis almamıştır?”. Bu çok makul ve mantıklı bir soru bu mevzuu hadis bölümünde ele alınmıştı. Bunun yanında Şiilerin hadis külliyatına baktığınızda Sahabeden de yani ehlisünnet den de hadis almadığını görürsünüz. Yani bu tek taraflı bir şey değil. Hatta Şiilerin kullandığı birçok hadisi ve kuran-i yorumu ehlisünnet kaynaklarında bulmak mümkündür. Ama tersini bulmak mümkün değil. Sünni kaynakların Şiilerde tercümesi bile yapılmamaktadır. Yani bura da sen ben olmamalıdır. Birde Şiiler; Sünni olan herkesi Beni Ümeyye, veya Yezid savunuculuğu yapmak durumundaymış gibi bunlarla özdeşleştirerek Yezidi, yanlısı olarak lanse ediyorlar. Bu ön yargıdan çıkmalılar. Bunun asla böyle olmadığını bilmelidirler.
Bu çerçevede şunu söylemek lazımdır ki ister Şia hadis kaynaklarında isterse Sünni hadis kaynaklarında yer alsın bütün rivayetler Kuran ve Hz Peygamberin hayatı çerçevesinde incelenip karar verilmesi gerekir. Tabii bunun sonuca da iki kere iki dört eder neticesinin çıkmayacağı bilinmelidir. Bu bir süreçtir bugünden yarına orta yolu bulmak mümkün değil. Ancak düşmanlığı körükleyecek olan Sünnileri Şiileştirme, Şiileri Sünnileştirme çabası içine girmeden kelamı anlayışı mantığı ile tekfir etmeden, objektif aydın ilim adamlarının caba ve samimi gayretleriyle bir yol alınmalıdır.

Peygamberimiz(s.a.v) devlet başkanı olmasına rağmen hizmetleri sürekli istişareyle götürmüştür. Hatta çok haklı olduğundan emin olduğu durumlarda bile, Uhud Savaşı’nda olduğu gibi, alınan kararın yanlışlığından emin olduğu halde sırf istişare sonucuna uymuş olmak için gençlere ‘tamam dışarıda savaşalım’ demiştir. Hz. Peygamber 17–18 konuda istişare yapmıştır. Tamamında istişare sonucuna uygun hareket etmiştir. ‘Hayır, benim dediğim olacak’ diye bir dayatma içinde olmamıştır. İstişare yapılır ama imam bildiğini okur mantığında ya da yaklaşımında hiç olmamıştır. Görülüyor ki istişare sonucu bağlayıcıdır. Peygamberimiz bile bu bağlayıcılığa muhalefet etmemiştir. Tamam, peygamber soyundan birisi devletin başına gelsin diyelim. Hani nerde gelecek olan imam? Yüzyıllardan beri ortada yok! Bir şey ortaya koyacaksan ortaya Kuran i delillerini de koymalısın. Sahih hadisle bu teori desteklenmeli. Sonra da felsefesine gidilmeli. Ama mevcut yaklaşımın mantıksızlığını kendileri de biliyor ki; mesela şii olan Ahmet el-Kâtip kitabında şunları anlatıyor: “ Şia’da 12. imam gelmeden devlet kuramıyorsun. Yasak. Zekât toplayamıyor, cihad yapamıyorsun. Humeyni “12. imam gelmedi diye İslam’ın bu kadar emirleri muallâkta, boşta mı kalacak?” diyor. Onun üzerine Humeyni Irak sürgünü esnasında ve velayet-i fakih nazariyesini geliştiriyor, yani biz 12. imama vekâleten devleti kuralım diyor.
Humeyni buradaki tersliği görüyor. Yani 10 asır geçmiş hala 12. imam gelecek; gelmeden devlet kuramıyoruz, hâlbuki dünyada zulüm zulüm üstüne… Yani 12. imam gelene kadar Müslümanlık yaşanmayacak mı yaklaşımı ile yanlış olan sadece Müslümanları uyutmak için Yahudilerce inanca ilave niteliğinde olan tarihi geleneğe ardını dönüyor.
Ahmed el Kâtip bu konudaki yaklaşımını daha da derinleştirerek “Aslında Humeyni’nin teşebbüsüne de gerek yok çünkü 12. imam diye biri yaşamamıştır. Böyle biri tarihte hiçbir zaman olmamıştır. Tam aksine 1,2,3 ve 4. yy.larda Ehl-i Beyt çevrelerinde şura prensibinin egemen olduğunu vurgulayarak ona dönelim” demek zorunda kalıyor. Yani mesele şudur: Müslümanlar kendilerini kim yönetecekse kendileri karar versinler. Şimdi saltanatı seven bir tane Müslüman var mı? Bir karar alınacaksa ümmete danışılsın… Şura ile ilgili ayetlerin anlamında ‘hepimizi ilgilendiren bir konuda alınacak kararda, hepimizin ortak almasını emrediyor. Sözüm şu ki bir kişi bildiğini okumasın. Kuranı tevil etmeden inandığımız esasları doğrulamak adına kuran okumayalım. Kuran hakikaten ne diyorsa ona uyalım. İşte o zaman Şii-Sünni oturup ön yargısız bir ortamda Müslümanların sorunlarına çözümü ortak tartışalım.

__________________
Kahpeliğin bahanesi, İhanetin telafisi olmaz.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
arasinda, arasında, nasil, nasıl, olacak, vahdet, ümmet


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Cin ile havasçı arasında nasıl bir konuşma geçer Swat İslamiyet 0 03 Aralık 2014 22:55
Ümmet Ne Demektir - Ümmet-i İcabet ve Ümmet-i Davet Nedir Liaaa İslamiyet 0 08 Şubat 2012 15:27
yol, zaman ve sürat arasında nasıl bir ilişki vardır. Alhwin Ödev ve Tezler 0 30 Kasım 2011 22:52
Müslümanlar arasında barış nasıl sağlanabilir? Bunun için neler yapılabilir? Kalemzede İslamiyet 0 09 Ağustos 2011 12:30