IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 26 Ekim 2012, 10:33   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Din Adamı Kimdir?




Din adamı kavramı esas itibariyle ilk işitildiğinde kulağa hoş gelmeyen bir kavram olarak durmaktadır. Sanat adamı, bilim adamı, düşünce adamı, gönül adamı kavramlarında aynı hoşnutsuzluk kulağı tırmalamamasına rağmen din adamı denildiğinde kavramın insanı rahatsız etmesinin sebebi, belki de dini belli insanlara bırakıp, kendimizi bunun dışında düşünmemize yol açan bir kavram şeklinde gözüküyor olmasıdır.

Kavramı oluşturan kelimeleri tek tek ele alırsak, yani “din” ve “adam” kelimelerini sanırım biraz daha kolay tanımlayabiliriz. Din kelimesi Arapça “d-y-n” kökünden türemiş bir mastar yada isim olup sözlüklerde “adet, durum, ceza, mükafat, itaat, hesap” gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin yirmiden fazla anlama geldiğini söyleyenler de vardır. İslâm Ansiklopedisine “din” maddesini yazan Günay Tümer, Mütercim Asım’ın kelime için otuzdan fazla anlam vermekte olduğunu söylemektedir(Günay Tümer, “Din” mad, DİA, 9.312).

Kelime Kur’an-ı Kerim’de 92 ayette geçmekte olup, 3 ayette de türevinin kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Kelimenin Kur’an’da kullanıldığı yerlerde:

1) İslâm

“Allah nezdinde hak din İslâm’dır”. (Al-i İmran, 3:19)

“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır”. (Al-i İmran, 3:85)

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim” (Maide, 5:3)

2) itaat, boyun eğme ve ibadet,

“Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın” (Araf, 7:29)

“Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur, din de yalnız O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl, 16:52)

“Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et”. (Zümer, 39:2)

“De ki: Bana, dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu” (Zümer, 39:11)

“kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah’a, Allah için dindar ve ihlâslı olarak dua edin!” (Mü’min, 40:14)

“O daima diridir; O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin”. (Mü’min, 40:65).

“onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur” (Beyyine, 98:5)

3) kıyamet ve ceza günü,

“O (Allah) din / ceza gününün malikidir” (Fatiha, 1:4)

“Ta din / ceza gününe kadar lanet edecektir” (Hicr, 15:35)

“Nur, 24:25; Şuarâ, 26:82; Saffât, 37:20; Sâd, 38:53, 78; Zariyât, 51:6,12; Vakıa, 56:56, 86; Meâric, 70:26; Müddesir, 74:46; İnfitâr, 82:9,15,17,18; Mutaffifîn, 83:11; Tîn, 95:7.

4) tevhid, adet, ceza, millet, kanun, hüküm, şeriat (Bakara, 2:217; Al-i İmrân, 3:73; Yusuf, 12:76; Hacc, 22:78; Nûr, 24:2; Mü’min, 40:26; Şûrâ, 42:13, 21; Hucurât, 49:16; Beyyine, 98:5; Maûn, 107:1; Kafirûn, 109:6) anlamlarına gelmektedir.

G. Tümer, din’in Kur’an’daki kullanımları açısından hem uluhiyeti (Tanrılığı) hem de ubudiyeti (kulluğu) ifade ettiğini, Allah’a nisbetle “hakim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza ve mükafat verme” anlamında olduğunu, kul açısından ise “boyun eğme, itaat etme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etme” anlamına geldiğini söylemekte ve din kelimesinin bu iki taraf arasındaki ilişkileri düzenleyen kanun, nizam, yol olarak anlaşılabileceğini ifade etmektedir.

Din kelimesi hadislerde de, çoğu zaman aynı kökten türeyen çeşitli kelimelerle, Kur’an’da kullanıldığı anlamlarda kullanılmıştır.

Sonuç olarak din yaratıcı varlığa (Allah) karşı kulun ubudiyyetini (kulluğunu) ifade etme biçimlerini düzenleyen ilahi bir sistem olarak tanımlanabilir.

Adam kelimesi ise sözlük anlamı itibariyle erkek kişi, toplumda varlık gösteren birey gibi anlamlara gelir. Bilim adamı, sanat adamı gibi belli kelimelerle birlikte kullanıldığında da o işin erbabı, ehli manasını ifade eder.

Buna göre din adamını: Yaratıcıya karşı, kulların nasıl ibadet edecekleri, nasıl kulluk edecekleri gibi konularda, bu tür konuların erbabı, ehli olarak, din ile doğrudan ilgili olmayan insanlara rehberlik eden, önderlik eden kişi olarak tanımlayabiliriz.

Bu tanımlamaya göre din adamı biraz da Allah ile kul arasında bir yere yerleşmektedir. Bu din adamını İslâm dini için söz konusu ettiğimizde, işi Allah ile kul arasında aracılık yapmak olan bir aracı sınıfın olamayacağını derhal görürüz. Çünkü İslâm dinine göre her bir fert birebir Allah’a karşı sorumludur, dolayısıyla Allah’a kullukta dininin gereklerini bilmek ve bizzat uygulamakla yükümlüdür.

İslâm’a göre Allah ile kul arasına hiçbir kimse giremez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de insanların Allah’ın kulu olduğu:

“Allah kullarına zulmetmez” (Al-i İmran, 3:182),

“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân’a gelecektir” (Meryem, 19:93),

“Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir ibret vardır” (Sebe, 34:9),

“O, kullarının haberini alandır, onları görendir” (Şura, 42:27),

“Ey kullarım! Bugün size korku yoktur” (Zuhruf, 43:68)

ve Allah’a ibadet etmekle mükellef olduğunu

“Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin” (Bakara, 2:128),

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın” (Nisa, 4:36),

“(De ki: Bu Kitap) “Allah’tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi)” (Hud, 11:2),

“…size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir” (Yusuf, 12:40),

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 15:99),

“…eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin” (Nahl, 16:114) bildirilmektedir.

Bütün insanlar Allah’ın kulu ve Allah’a ibadetle mükellef olunca, peygamber de dahil hiçbir fert istisna olmaksızın herkesin Allah’a kulluğu bizzat yapması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Değişik bir şekilde söylersek her bir insan yaratanına karşı kulluk görevini bizzat yapmak zorundadır. Hal böyle olunca her bir Müslüman’ın Allah’a kullukla ilgili temel görevleri bilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

İslâm Hukukunda Allah’a kulluk görevinin asgari şartlarına ilmihal denilir. Yani ilmihal Müslüman ferdin Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirebilmesi için kesin olarak bilmesi gerekli şeylerin tamamıdır.

İlmihalde ne vardır? 1) imanla ilgili temel esaslar. Yani amentü’de özetlenen Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kaza ve kadere iman. 2) Müslüman bireyin günlük, yıllık ve ömürlük yapması gereken ibadetlere ilişkin temel bilgiler.

Bütün Müslümanlar bu bilgileri bizzat bilmek ve ibadetlerini bunlara göre yapmak zorundadır. Dolayısıyla hiçbir kimse, bir başka kimseye ibadetlerini yapma yada yaptırma sorumluluğunu yükleyemez.

Özet olarak diyebiliriz ki asgari olarak her bir Müslüman camiye gittiğinde camiye namaz kılmak için gelen diğer Müslümanlara namaz kıldıracak kadar ibadetleri bilmelidir ve İslâm literatüründe namaz kıldırma memuru gibi bir kavram, bir memuriyet yoktur.

Fakat İslâm’da dini hayat sadece ibadetlerden mi oluşmaktadır diye sorulacak olursa. Elbette bunun cevabı dini hayatın sadece ibadetlerden ibaret olmadığı, çeşitli sosyal, kültürel, hukuki, ekonomik boyutlarının da bulunduğu şeklindedir. Dini hayatın bütün bu farklı cephelerinde her Müslüman bireyin aynı derecede bilgi sahibi olabilmesi mümkün müdür? Değildir. O halde Müslümanların içerisinden bazı kimselerin, dini hayatın bu farklı boyutları hakkında diğerlerinin adına da bilgilenmesi zarureti doğmaktadır. Üstelik ibadetler konusunda da herkesin derinlemesine bilgi sahibi olma imkanı yoktur. Yani yine bazıları bütün toplum adına ibadetlerin derinliğine öğrenilmesi görevini üstlenmek zorundadır. İşte bu zorunluluk din konusunda toplum adına bilgi sahibi olan ve insanlara ihtiyaçları oldukları konularda yardımcı olabilecek kimselerin bulunması mecburiyetini ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu zorunluluğa işaretle

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun” (Al-i İmran, 3:104).

“İşte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir”. (A’raf, 7:157)

“Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır” (Tevbe, 9:122) buyurmaktadır.

Bu ayetlere dikkat edilecek olursa “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” (emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker) gibi bir kavramın ortaya çıktığı görülür. İyiliği emr etmek ve kötülükten sakındırmak Kur’ân-ı Kerîm’de ibadetlerden sonra en fazla tekrarlanan bir hükümdür.

Maruf ve Münker

Maruf, dinin emrettiği; münker, yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur’an ve sünnete uygun düşen şeye maruf; Allah’ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker denilir (Râğıb el-İsfahânı, el-Müfredât, s.505; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 2357-2358; V, 3118).

Yani marufu emretmek iman ve itaata çağırmak; münkerden nehyetmek de küfür ve Allah’a başkaldırmaya karşı durmaktır (Kadı Beydâvî, Envârü’t-Tenzil, 2/232).

Kur’an-ı Kerîm’de, ”Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Alu İmrân, 3/104) buyurulmaktadır. Bu ayetle marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün Müslümanlara farz kılınmıştır. İslâm alimleri bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün Müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir (Yazır, a.g.e., II, 1155).

Başka bir ayet-i kerimede yüce Allah Şöyle buyurmaktadır: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah’a inanıyorsunuz…” (Alu İmrân, 3/110).

Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmiş bir toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak emredilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20).

Marufu emretmek, münkerden alıkoymak görevini İslâm toplumu içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu iş câhillere bırakılmaz. Çünkü câhiller her şeyi altüst ederler, kavram ve değer kargaşasına yolaçarlar. Görevin yerine getirilmesinde ana ilke her Müslümanın ahirette hesap vereceğini bilmesi bilincidir.

Şu halde İslâm dini için de, din konusunda uzmanlığa ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bu uzmanlık Hıristiyanlık gibi dinlerde olduğu gibi, Allah ile kul arasında girerek, insanları Allah’a ulaştırıcılık gibi bir fonksiyon göremez. Çünkü İslâm’a göre her bir fert kendisinden mesuldür ve bir başka kimse başkasının işlemiş olduğu hatalardan sorumlu tutulamayacağı gibi, başkasının yapmış olduğu iyilikleri de üstlenemez. Sadece din konusunda bilgi sahibi kişiler danışman niteliğindedirler.

Din konusunda bilgi sahibi kişilerin bu danışmanlık fonksiyonuna işaretle Diyanet İşleri Başkanımız Prof Dr. Ali Bardakoğlu şunları söylemektedir:

“Diyanet İşleri Başkanlığının değişmeyen yerel ve evrensel görevi, dini anlama ve onun aydınlık mesajını hayatın değişik bölümlerine yansıtma konusunda sahip olduğumuz köklü mirası bütün zenginliğiyle tanıtmak, dinin hayatına ışık tutmasını, din ile çağdaş hayat arasında bağ kurmayı ve bu bağı güçlendirmeyi isteyen günümüz insanlarına rehberlik etmektir”

Sayın başkanında ifade ettiği gibi din bilginlerinin temel görevi yaşanan hayatta insanların din ile ilgili konulardaki ihtiyaçlarına çağa uygun cevap vermek, onlara yol göstermektir.

Fakat ne yazık ki İslâm tarihinde kimi zaman yanlış din adamı portrelerinin ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Kendilerini dinin, dolayısıyla Allah’ın temsilcisi sıfatıyla görevli kabul eden bazı kişilerin ortaya çıkmış olduğunu görüyoruz. Maalesef bugün de bu tür insanlara rastlamak mümkündür. Halbuki İslâm’da peygamber de dahil olmak üzere hiç kimse yeryüzünde Allah’ın temsilcisi sıfatını taşımamıştır, taşıyamaz.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
adamı, din, kimdir


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
CHP'nin 2. Adamı Kim Olacak? Rhytia Haber Arşivi 0 18 Temmuz 2012 16:03
Beş Dil Bilen Bir Osmanlı Bakiyesi Müzik Adamı: Mesut KURTİŞ! Kimdir? Sevda Müzisyenler 1 24 Ağustos 2011 23:05
Dâvâ Adamı Kalemzede İslamiyet 0 11 Temmuz 2011 02:00
İş adamı. ~ JuDGe Fıkra 0 27 Ağustos 2010 19:52