IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Liaaa

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 24 Mart 2012, 12:02   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hadisler İtikadımızı Belirler Mi?






Ondokuzuncu asırda pozitivist düşüncenin dünyayı ve bu arada İslâm alemindeki aydın kesimi etkisi altına alması ve İslâm âleminin Batılılar tarafından istila edilmesinden sonra yoğunluk kazanan oryantalist araştırmaların yöneldiği önemli sahalardan biri de Sünnet olmuştur. Bu araştırmalar sonucu oryantalistlerin Sünnet/Hadis’e yönelttikleri eleştiriler, İslâm âleminde de etkisini göstermiştir. Sünnet' in Müslümanlar tarafından yeniden bir değerlendirmeye tâbi tutulması, elbetteki sadece oryantalistlerin bu etkileri nedeniyle değildir. Çağımızda gelişen sosyal ilimler alanındaki tahlilci bakış açısı ve Müslümanların devraldıkları kendi kültürlerini yeniden gözden geçirmeye ihtiyaç duymaları da bunda etkili olmuştur.


Bunun bir sonucu olarak Sünnet konuşunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu arada Sünnet' in Kur' an gibi korunmadığını, nitekim Kur' an gibi Hz. Muhammed (sav) döneminde yazılmadığını, haddizatında dinî anlamak için Kur' an' ın yeterli olduğunu ileri sürenlerin yanısıra Peygamber (sav)' in Sünneti' nin kendi içtihadı sonucu olduğunu; vahye dayanmadığını ve bu nedenle de sonradan gelen Müslüman nesilleri bağlamadığını ileri sürenler olmuştur.


Bugün artık okulda, camide, çarşıda, pazarda özellikle de internet aleminde bu türden insanları bulmak mümkündür. Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 15 asırdan beri Sünnet; ümmet arasında hüsnü kabul görmüşken, akıllarını kutsallaştıran ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı araştırmacı yazarlar; Sünnet konusunda yeni şüpheler gündeme getirerek alimlerimizin sahih kabul ettiği hadisleri bile sorgulama veya reddetme noktasına gelmişlerdir.[1]


Sünneti hafife alan veya inkar eden bu kimselere, zamanımızın tartış(tır)ılan Recm , Hz. İsa’nın nüzulu, Kabir azabı, Şefaat vb. konularda Ehl-i Sünnet’in görüşleri ifade edildiğinde bu kişilerin en başta gelen itirazları “ Bu meseleler Kur' an' da geçmiyor, bazı hadislerde yer alıyor. Ama hadisler Kur' an' a aykırı olamaz. Dolayısıyla bu konulardaki hadisler uydurmadır." veya "Evet, bu konuda bazı hadisler var, ama bu hadisler itikadî sahada bir şey ifade etmez.Hadisler itikad belirleyemez"[2] şeklindedir.


Günümüzün Tevhidi düşünen gençliğini de etkileyen ve bocalatan bu söylem ne kadar doğrudur? Hadisler itikadımızı belirleyebilir mi? Sorularına cevap vermek amacımızdır.


Konumuza önce akide ve itikad nedir? suallerine cevap ile başlayalım: Akide; bir şeyi bağlamak, düğümlemek demektir. Bir şeye inanmak(inanç), imanlı olmak, itikat sahibi olmak, kesin inanç, itikat edilen inanılan şey prensip anlamlarına gelir. Yine aynı kökten gelen ‘itikat’ iman kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır İnanmak, bağlanılması gereken şeylere bağlanmak demektir Görüldüğü gibi akide ve itikat lafızları kelime itibarı ile lügat manasında aynı kökten, yani (A-G-D) harflerinin oluşturduğu kökten gelip lügat ve ıstılah olarak aynı noktada birleştiklerini görürüz. Özetleyecek olursak akide; üzerinde kalbin düğümlendiği şey demektir.


‘Akide’ gönülden bağlanılan şey manasında kişinin isteyerek, benimseyerek, inanç esaslarını kabul edip inanması demektir ‘Akide’nin çoğulu ‘akaid’tir ‘Akaid’, İslâmın inanılması gerekli olan temel esasları ve hükümleri demektir Akide, bir dinin inanç esaslarıdır Bir kişi o inanç esaslarını kabul ettiği zaman, o dini benimsemiş olur, o dinden sayılır Akide aynı zamanda, o dinde bulunan emir, tavsiye, prensip, yasak gibi amel ilkelere de yön verir Çünkü, akidenin gereği ahlâk ve davranış, yani amel olarak hayata yansır Yalnızca inanç olarak kafalardan kalan ‘akide’ler zamanla yerine başka inançlara terkederler
Bu açıdan bakıldığı zaman denilebilir ki, akide kişinin dünya ve ahiret görüşünün bütünleşmiş şeklidir Kişi ona bağlanır, onun doğru olduğunu kabul eder ve amele ilişkin ilkeleri yaşamaya çalışır Bir şeyin doğruluğuna inanmak, onun gerektiği yerde uygulanmasıyla gösterilir, isbat edilir
İslâmın ‘akide’ sistemi, Din’in temelidir Akide, insanla ilgili yaratılış gerçekliğine ulaşmak, insan ile Yaratan arasındaki bağı bulmaktır Bu kuvvetli bağ, insanı Allah karşısında sorumlu hale getirir ve hayatını hangi amaç doğrultusunda yaşayacağını gösterir İslâm’da inanç sistemi (akide) kuru kuruya bir inançlar sıralaması, içleri boş hayali şeyi değildir Akide, Din’i kabul etmenin ve ona uygun olarak yaşamanın, daha doğrusu yalnızca Allah’a kulluk yapmak üzere karar almanın, buna söz vermenin kendisidir [3]
Dinin esasları ilmi, ilimlerin en şereflisidir. Çünkü herbir ilim dalının şerefi, konusunun şerefinden gelir. Bu ise fer’î hükümlerin bilgisi demek olan fıkha nisbetle en büyük fıkıh (fıkh-ı ekber)dir. Bundan dolayıdır ki İmam Ebu Hanife (rh.a) dinin esasları ile ilgili görüşlerini "el-Fıkhu’l-Ekber" [4]diye adlandırmıştır. "el-Fıkhu’l-Ekber” kitabını şerh eden AIiyyul-Kârî şerhinin girişinde şöyle der:” Bilmiş ol ki; dini kuvvetlendirme binasının temeli olan Tevhid ilmi(Akaid), uyulması icabeden bilgiler yönünden ilimlerin en şereflisidir. Ancak Kitap, Sünnet ve İcmâ-i Ümmet mefhumlarından dışarıya çıkmamak, bid' at ehlinde olduğu gibi, mücerred aklî delillere ait bilgilere girmemek şartıyla. Zira mücerred akılcı bidatçılar, vakıaya uygun olarak doğru yolun habercisi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem' in haber verdiği gibi, Ehl Sünnet vel-Cemaat' inin üzerinde yürüdükleri caddeyi terk ettiler.”[5]

İmam Ebû Hanîfe (rh.a), itikadî meseleler hakkında yeterli bilgisi olmayan kimselerin takınması gereken tavır hakkında "el-Fıkhu’l-Ekber" ‘de şöyle der: Tevhit (itikad) ilminin ince meselelerinden herhangi bir hususu anlamakta müşkilat çeken kimsenin, meseleyi sorup öğreneceği bir alim bulana kadar o konuda Allah Teala katındaki doğru neyse o şekilde inanması gerekir. Bu durumdaki bir kimsenin, meselenin doğrusunu öğrenmeyi ertelemesi caiz değildir. Bu durumdaki kimsenin, tevakkuf etmesi, meselenin aslını öğrenmekten geri durması mazur görülemez. Eğer bu durumdaki kimse, meselenin aslını öğrenmekten geri durursa (ve hayatını öylece şüphe içinde geçirmeye devam ederse) dinden çıkar."[6]
İtikadi esasların tespit ve tayini, dinin temel ilkelerinin bilinip inanılması açısından son derece önemlidir. İslam’ın inanç esaslarının çeşitli vesilelerle Kur’an-ı Kerim’de sayıldığı[7] ve bu inanç üzere olmamanın küfrü gerektirdiği beyan edilmiştir. Tarih içinde sayısı çeşitli tartışmalara vesile olsa da, Ehl-i Sünnet tarafından imana konu olan hususların temel olarak “altı” olduğu kabul edilmiştir. Tabii ki bu sınırlandırma, iman esaslarının tamamının bunlardan ibaret olduğu anlamına değil, müminlerin inanacakları esasların kolayca formüle edilmesi anlamına gelmektedir.[8]


Dinimiz İslam’ın temel kaynağı Kur’an’dır ve bu kitabı en güzel şekilde açıklayan Peygamber(sav)’in sünnetidir. İslam’ın bu iki kaynağı, onun insanlığa getirdiği bütün ilkelerin koyucusu ve devamının garantisidir. Fakat bu iki kaynaktan iman, hukuk ve ahlak ilkelerinin tespiti uzmanlık gerektirir ve tarih içinde gelişen İslami bilimlerin kendilerine has geliştirdikleri metotlar kelam, fıkıh, hadis vb. adlarda ayrı bilim dallarının doğmasına sebep olmuştur.


İtikadi ilke istinbatının bir takım ilkeleri vardır ki, bu prensipler İslam


alimlerinin zaman içinde tespit ettikleri bazı hususlardır, önce bunların üzerinde


durmak gerekir:


A-Kur’an’dan İtikadi İlke Çıkarımı: Dinin temel kaynağı olan Kur’an, bütün dini hükümlerin çıkarıldığı asıldır. Kur’an’ın tamamına inanmak her müminin görevidir. İtikadi sistemin oluşturulmasında ilk önce başvurulan kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Bütün temel prensipler ondan çıkarılır. Kur’an, tarih içinde yaptığı yolculukta tahrif, tebdil ve tağyirden muhafaza edilmiştir. Bundan sonra da kıyamete kadar korunacaktır. Onun muhafazası Allah Teala’ya aittir. Nitekim “Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”[9] mealindeki ayetten onun korunacağının garanti edildiği anlaşılmaktadır.


Kur’an’daki bir hususun itikadi değer kabul edilebilmesi için temel şart; Âyetin “subutu kat’i, manaya delaleti kat’i” olmasıdır. Yani hem ortaya çıkışı hem de neye işaret ettiği konusunda hiçbir şüphe bulunmamalıdır. Allah’ın varlığı ve birliğine iman, peygamberlere, ahiret gününün mutlaka gerçekleşeceğine, meleklerin varlığına, vahiy olarak ilahi kitapların ve Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğine iman gibi itikadi ilkeler yanında namaz, oruç, hac ve zekat gibi İslam’ın temel ibadetlerinin ve ahlak kurallarının farz oluşunun birer inanç esası olarak kabul edilmesinin kaynağı bu prensiptir. Kur’an’ın vahyedildiği günden bu yana İslam alimleri bunların üzerinde tartışmamış ve bu inanç esaslarının anlaşılmasında bir güçlük görüp izahına girişmemiş ve müminler de bu gibi hususlarda itirazda bulunmamışlardır. Bu kadar geniş bir ittifakın olduğu hususlar itikadın en önemli ilkeleri kabul edilir ve itikat listesinin ilklerini oluşturur.[10]





“ Subutu kat’i fakat manaya delaleti zanni” yani ortaya çıkışında hiçbir ihtilaf olmamakla birlikte delalet ettiği şey hakkında ihtilaf edilen ayetlere gelince zuhuru, yani ortaya çıkışı itibariyle hiçbir zan içermez ve fakat kastedilen anlamın ne olduğu konusunda İslam’ın ilk devirlerinden bu yana üzerinde ihtilaf olabilir. Sübutu kat’i manaya delaleti zanni olan Kur’an ayetlerinin önemli bir kısmını “müteşabih” diye isimlendirilen ayetler oluşturur ki bunların lafzına ve sübutuna inanmak vaciptir; inkarı küfrü gerektirir. Fakat ne manaya geldiğinin yorumunda, delaletinde ihtilaf bulunduğu için kimin veya hangi mezhebin yorumu benimsenmişse o kişiyi o yorum bağlar.[11]


Sübutu kat’i, manaya delaleti zanni olan ayetlere hem itikadi hem de ameli


sahadan bir çok örnek vermek mümkündür. İtikadi fırkalar arasındaki tartışmalı konuların başlıcaları olan sıfatullah, kader, irade, kudret, fiil, istitaat, kebire ( kebair), iman, ru’yetullah, kabir azabı ve halku-l Kur’an vb bu madde ile ilgilidir. Kelam kitaplarında tartışılan hususların tamamı bunlardan ibaret olduğunu söylemek elbette doğru değildir. Bu sayılan itikadi hususlarla birlikte daha birçok konu tartışma gündemine gelmiştir. İhtilaf edilen konuların her birinin te’vile müsait olması nedeniyle her mezhep kendi görüşünü destekleyen ayeti bulma konusunda sıkıntı çekmemiştir. Nitekim bu son cümleyi tavzih eden bir rivayeti aktarmak istiyoruz: Hz Ali (r.a.), Hariciler tâifesiyle münazara etmesi için Abdullah ibni Abbas (r.a.)’ı göndermiş ve ona şöyle demişti: - Git onlarla mücadele et! Onları kitaba ve sünnete çağır! Fakat onlara Kur’an’dan delil getirme. Çünkü âyetlerin pek çok manalara ihtimali vardır. Ancak onlarla sünnetten delil getirerek tartış, dedi. Bunun üzerine İbni Abbas (r.a.): - Ey Mü’minlerin Emiri! Ben, Allah’ın Kitabı’nı onlardan çok daha iyi bilirim, çünkü Kur’an bizim evlerimizde indi, deyince Hz. Ali (r.a.) buyurdu ki:” Doğru söylüyorsun ama Kur’an bir çok manalar taşıyan ve bir çok yönleri bulunan bir kitaptır. O bir şey der, onlar da bir şey der. (yani Allah’ın âyetlerini kendi kafalarına göre tevil ederler de ağızları kapanmaz.) Lakin sen onlara sünnetten delil getirirsen, o zaman kaçacak yer bulamazlar, (hadisler âyetlerin tefsiri mahiyetinde olduğundan, onlar vasıtasıyla Kur’an’ın maksadı anlaşılır, böylece sana karşı konuşacak halleri kalmaz)” Nitekim İbni Abbas (Radıyallâhü anhümâ) onların karşısına çıktı ve Haricîlerle tartıştı. Sünnetten deliller getirerek münazara etti. Ve sonunda onların elinde hiçbir delil kalmadı.[12]





İtikadi esasların tespitinde Kur’an’ın sübutu kati ve manaya delaleti kati olan ayetleri itikadın ekseriyetini kapsamaktadır. İhtilaf edilen kısım ise kalan çok az bir bölümü oluşturmaktadır. Dolayısıyla itikat esaslarının tamamı ihtilaflıdır gibi bir hususun anlaşılmaması gerekir. Kur’an içinde az sayıdaki ayet itikaden ihtilafa konu olmuştur. Kur’an üzerinde konuşma isteğinden hareketle İhlas suresinin ilk ayetinden başka bütün ayetlerin müteşabih olduğu ve dolayısıyla manaya delalet yönünden zan ifade ettiği şeklinde görüşler varsa da bu tür görüşlerin fazla taraftar bulmadığı bir gerçektir. Esas itibariyle, Kur’an lafzının ihtilaftan uzak olduğu hemen hemen bütün itikadi fırkalar tarafından kabul edilmiştir. Asıl ihtilaf -asıl konumuz olan- Sünnet/Hadis’ten itikâdî ilke çıkarımı konusunda olmuştur.


B-Hadislerden İtikadi İlke Cıkarımı: İslâm dininin Kur’an’dan sonra ikinci kaynağı sayılan Hadîs veya Sünnet’in, İslâm’ın temel Kitabı’nın en geniş tefsiri ve şeriat yönünden onun tamamlayıcısı olduğunda kuşku yoktur. İslâm’ı doğru anlamanın ise, Kur’an’ın “en güzel misal”[13] olarak tavsif ettiği İslâm Peygamberi’nin iyi anlaşılıp doğru takdim edilmesiyle, eş deyişle hadîs-sünneti doğru anlamakla mümkün olacağı tarihten günümüze Müslümanların geneli tarafından kabul gören bir husustur.


Sünnet’in Kur’an-ı Kerimden sonra İslam Hukukunun ikinci kaynağı olduğu hususunda İslam âlimleri görüş birliği içindedirler.[14]


Hz. Peygamber’den bize ulaşan söz, fiil ve takrirlerin tamamına hadis denmektedir.[15] Hicri üçüncü asra, yani hadislerin kitaplarda toplanmaya başladığı döneme kadar hadis alimlerinin yapmış olduğu tasnifler diğer ilim erbabınca da kabul görmüştür. Buna göre; hadisler (haber-i resul) rivayet yönünden üç ana başlık altında toplanmıştır: Mütevatir, meşhur (müstefiz) ve ahad.[16]





1) Mütevatir Hadislerin İtikadi Değeri: Sahabe döneminden itibaren yalan üzerinde birleşmeleri imkansız olan büyük topluluklar tarafından nesilden nesile nakledilen hadisler mütevâtir olup sübût yönüyle kat' îlik ifade ederler.[17]


Kesin ilim veya kat’îyyet ifade ettikleri bütün âlimler tarafından kabul edildiğinden, mütevâtir haberlere mutlak delil olma yönüyle hiçbir fırka veya hiçbir âlim itiraz etmemiştir. Ne var ki, nesilden nesle kitlesel rivayet yoluyla nakledilen yaşayan sünnetler hariç, özellikle itikadî konularda mütevatir derecesinde hadislerin yok denecek kadar az olduğu genel kabul görmüş bir husustur.[18] Mütevatir haberlere dair genel olarak verilen örnekler, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Mesela Kur’an-ı Kerim’in metni, ana hatlarıyla Hz.Peygamber’in hayatı, ezan tatbikatı, beş vakit namaz, bayram namazları, haccın yapılışı vb.gibi, Müslümanların günlük hayatlarında devamlı uygulaya geldikleri ve şea’ir de denilen hususlar, burada örnek olarak verilebilir.


Mutevatir haber, yakin ifade eder. Yalan söylemesi mümkün olmayan bir topluluk nakletmiş olmakla böyle bir ünvanı almaya hak kazanmıştır. Onun inkarı, ittifakla küfrü gerektirir. O dinin en temel kaynağını oluşturur, iman ile küfür arasında sınırdır. Mütevatir haberin gereğince ibadet edilmesi farzdır. Bu tür haberler üzerinde tartışma olmadığı için gereksiz tartışma ve ihtilaf mevzuu yapılmamalıdır. İtikat oluşturmakta bu hadislerden daha üst değerde bir hadis türü yoktur.[19]


2) Meşhur Hadislerin İtikadi Değeri: ilk asırlarda mütevâtir derecesine ulaşamamış, başlangıçta bir veya birkaç ravi tarafından rivayet edilmesine rağmen daha sonraları şöhret kazanmış hadislere meşhur hadis denmektedir.[20] Fıkıh alimlerinin meşhur hadis için kullandıkları tabir , müstefizdir. Bu tabirin daha ziyade Hanefilere ait olduğu da belirtilir.


Hanefilere göre;Mest üzerine mesh verme hadisi ,müt' anın haram kılınışı ile ilgili hadis ,kadının halası ve teyzesi üzerine nikahının haramlığını bildiren hadis , altı şeyin değişiminde fazlalığın haram olduğunu bildiren hadis meşhur hadislerin örneklerindendir.[21]


Meşhur hadisler, sübutu itibariyle bir veya birkaç kişinin rivayetine dayandırıldığı


için kesin bir bilgi ifade etmezler, zaruri ilim oluşturmazlar. Zanni ilim oluşturdukları için meşhur hadisi inkar eden tekfir edilmez, belki Hz.Peygamber’e saygısızlık olarak görülebilir. Bu tür hadisler, hidayet ve dalalet ölçüsü olarak alınabilir, ama iman küfür ölçüsü olarak alınamaz, haber-i vahid ile mütevatir arasında değerlendirilir. Meşhur hadisler, haber-i vahidden üstün ama haber-i mütevatirden alt bir yerde görülür. Onlar İslam’ın ameli hukumlerinin belirleyicisi olarak görüldükleri için gereğince amel edilmesi vaciptir. Bu hadislerin gereğince amel, müminin kalbine güven verir.[22]


İmam Ebu Hanife ve onu takip eden Hanefilerin cumhuru; Kabir azabı, Hz. İsa’nın nuzulü, kıyamet alametleri, Şefaat gibi meşhur haberlerle sabit konuları itikadî statüde değerlendirmişlerdir. Nitekim İmam Ebû Hanîfe, kabir azabı hakkında şunları söyler: "Kabir azabını bilmem" diyen kimse helaka uğrayan Cehmiyye' dendir. Çünkü o kimse, kabir azabının ifade edildiği "Biz onları iki defa azaplandıracağız" (Tevbe, 101) ayetini ve kabirdeki azabı anlatan "Şüphesiz zulmedenlere bundan başka da bir azap var" (Tûr, 47) ayetini inkâr etmiştir. Eğer bu kimse, "Ben ayete inanıyorum; ancak tefsir ve teviline inanmıyorum" derse kâfir olur. Çünkü Kur' an' da, tevili tenzilinin aynı olan (ne ifade ettiği konusunda ayrıca yoruma gerek bırakmayacak ölçüde açık olan) ayetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur."[23]Yine “El-Fıkhu' l-Ekber”’de : “Kabirde Münker ve Nekir' in sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve asi mü' minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır…. Deccal' in, Ye' cüc ve Me' cüc' ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa' nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alâmetlerinin hepsi de haktır.” demektedir.[24] Ebu’l-Mu‘in en-Nesefî de kabir azabı ile ilgili bölümde Kur’ân’dan buna delâlet eden ayetleri ve bunları teyit eder tarzda kabir azabı ile ilgili birkaç hadis zikrettikten sonra “bu konudaki haberler şöhret ve istifâza seviyesine ulaşmıştır. Bu seviyeye ulaşan haberler istidlâli ilim ifade eder”[25] demektedir.

Meşhûr haberin reddinin itikadi sahadaki yansıması noktasında Hanefî usulcüsü İsa b. Ebân’ın üçlü meşhûr haber taksimi şöyledir:


1)İnkarı dalâlete düşüren meşhûr. Recm konusundaki haber böyledir.


2)İnkar edeni dalâlete düşürmeyen fakat günahkar yapmasından korkulan meşhûr. Mestler üzerine meshetme konusundaki haber böyledir.


3)İnkar edeni günahkar yapmasından korkulmayan meşhûr. Ulemânın üzerinde ihtilaf ettiği haberler böyledir.[26]


c) Ahad Hadislerin İtikadi Değeri: Hz.Peygamber’den bir veya birkaç kişi tarafından rivayet edilen ve ilk üç asırda hiçbir şekilde tevatür ve şöhret kazanmayan hadislere ahad rivayetler denmiştir. İmam Şafii (v.204/820) ise; “ Haber-i vahid, ya Hz.Peygamber’e ulaşacak şekilde (merfu’ olarak), ya da Hz. Peygamber’de değil, bir ravide nihayet


bulacak tarzda tek kişinin tek kişiden rivayet ettiği hadistir.”[27] şeklinde tarif etmiştir.


Bu tür hadisler, hadis ilmi açısından gerekli şartları taşıdığı zaman sahih, hasen


makbul gibi isimlerle anılır. Gerekli şartları taşımayanlar zayıf, uydurulmuş olanlar


da mevzu diye isimlendirilir. Haber-i vahidin makbulleri olduğu gibi merdudları da


vardır.[28]


Haber-i vâhidin bilgi (ilim) değeri ve akaid sahasında delil olup olmadığı, İslam tarihi boyunca uzun ve derin tartışmalara neden olmuştur. Ahad haberlerin kesin bilgi ifade etmediği hemen hemen bütün muhaddislerce kabul edilmiş bir husustur. Hadisçiler, güvenilir ve adil bir ravinin rivayet ettiği haber-i vahidi prensipte kabul etmekle beraber haberin Kur’an’ın muhkem nassına, mütevatir sünnete, icmaa, akla, tarihen sabit olmuş hadiselere, tecrübe ve müşahedeye aykırı olmaması gerektiğini belirtmişlerdir.[29] Yine Muhaddislerin


çoğunluğuna göre, makbul olan ahad haberlere itibar ederek amel etmek gerekir,


gereğince amel vaciptir.[30]


“Ahad hadislerin itikat belirleyemeyeceği ve bunları inkâr eden tekfir edilmeyeceği ” konusu genel bir kabuldür. Ancak bu noktada dikkatli olunmalı, zira sahih rivayetlerle gelen hadislerdeki konular âlimler tarafından ittifakla kabul edildiğinde inkâr eden kişinin küfre düşmesinden korkulur. Âhâd hadisleri kuvvetlendiren karineler çok önemlidir. Bunlar[31]:


a) Buhari ve Muslim’in Sahih’lerine aldıkları ve şartlarına uyan, her iki hadis aliminin ittifakla ve aynı lafızla rivayet ettikleri müttefekün aleyh olan hadisler,


b)Sahabeden sonra bu rivayetin çok sayıda kişi tarafından aktarılması,


c)Mâlik-Nâfi-Abdullah b. Ömer silsilesi gibi es-silsiletü' z-zehebiyye (altın silsile) ile bize bu rivayetin ulaşması,


d)Âlimlerin bu konudaki icmaı ya da ittifakı,


e)Hadis metninin sıhhatinde şüphe olmaması gibi işaretlerdir.


Nitekim Eş’ariyye ve Maturidiyye alimlerinin çoğu, ahad derecesinde olsa da, yukarıdaki şartları taşıyan hadisleri, Kur’an-ı Kerim’in ruhuna ve genel telakkilere aykırı düşmemek kaydıyla nakli delil olarak almışlar ve akaidin kaynakları arasında kabul etmişlerdir.


Rasûlullah' ın hadislerinin büyük çoğunluğu bize âhâd yolla gelmiştir. Bu basit bir olay mıdır? Hayır... Zira Hz. Peygamber' in her hadisinin sahabeden itibaren senedleriyle toplanması dünya tarihinde yaşanan ilklerdendir ve benzeri bugüne kadar da görülmemiştir. Âhâd yolla ulaşan bütün hadislerin, bize mütevâtir yolla ulaşmasının ne kadar zor olduğunu tahmin etmek her hâlde fazla zor olmasa gerek O hâlde ne yapacağız, bu kadar büyük emeklerle ve güvenilir âlimlerce toplanan binlerce hadisi mütevâtir olmadığı için red mi edeceğiz, yok mu sayacağız? Elbette hayır! Bu hadisler üzerinde ciddi olarak düşüneceğiz, araştırma yapacağız ve doğru olarak anlamaya çalışacağız.[32]


SONUÇ VE DEĞERLENDİRME


Dinin temel kaynağı olan Kur’an, bütün dini hükümlerin çıkarıldığı asıldır. İtikadımızın temel kaynağıdır. Kur’an’ın itikat belirlemede tartışmasız bir kaynak olduğu ve hicbir mütekellim tarafından en küçük bir tartışmaya konu edilmediği görülmüştür. Sübutu kat’i ve manaya delaleti kat’i Kur’an ayetleri itikadın en temel konularını belirlemektedir. Allah’a, Peygamber’e, meleklere, kitaplara, ahiret gününe inanmanın vacip olduğu bu tür ayetlerden


elde edilen itikadi esaslardır. Kur’an’ın sübutu kat’i ama manaya delaleti zanni olan ayetleri de birinci derecedeki itikadı belirlemekte ama delaletindeki zandan dolayı, üzerinde zaman içerisinde ihtilaf edilmiş olması nedeniyle, yoruma açık bir itikat belirlemektedir. Sübut acısından bunların Kur’an’da var olan bir itikadı ifade ettiği hususunda bir tartışma olmamakla birlikte ne manaya geldikleri ihtilaf konusu olagelmiştir. Arş, arş’a istiva, ru’yetullah, kelam sıfatı, haberi sıfatların tamamı, kabir ve ahvali, ahiretin cismani veya ruhani olacağı, kebair işleyenin durumu vb. konular bu cümleden sayılabilir.


Hadislerin itikat belirleme yönü İslam tarihi boyunca tartışma konusu


olmuştur. Mütevatir sünnetin tıpkı Kur’an gibi itikat oluşturacağı ihtilafsız kabul


edilirken, bu tür hadislerin kesin (yakîn) bilgi içerdiği ve bağlayıcılığı İslam alimlerince kabul görmüş ve üzerinde tartışmanın gereksiz olduğu hükmüne varılmıştır. İnkarcısının ittifakla kafir olduğu belirtilmiş, iman-küfür ölçüsü kabul edilmiştir. İbadetlerin ifa şekli,


namazın beş vakti, rekatlarının sayısı, zekat nisabının belirlenmesi, haccın tavaf ve


Arafat vakfesi vb. gibi konular, bu tür hadislerin belirlediği hususlar arasında sayılabilir.[33]


Meşhur hadislerin itikat oluşturmayacağı konusunda neredeyse bir ittifak vardır. İnkarcısının kafir olmadığı, hidayet ve dalalet ölçüsü kabul edilebileceği, durumunun ihtilaflı olduğu ve esah olanın, inkar edenin tekfir edilmeyeceği ifade edilmiştir. Meşhur hadisler, Kur’an’a arz edildiğinde kendilerini destekleyen veya ayetlerle örtüşen bir konu ortaya çıkarsa bu takdirde ayet hükmü taşıyacaktır.


Asıl ihtilaf alanı; haber-i vahid konusundadır. Bizce, âhâd olsa da, bu tür haberler inanca dair hususları te’kid edici veya destekleyici bağlamda kabul edilmelidir. Ancak bu alanda kabul edilecek hadisler konusunda şu iki hususun göz ardı edilmemesi gerekir:


I- Bu tür haberlerin akla, Kur’an’a ve sahih sünnete aykırı olmamaları lazımdır. Apaçık aklî ilkelere, Kur’an ve tevâtüren bize ulaşan Sünnet’in açık hükümlerine aykırı düşmeyen âhâd haberler(mesela: kabir azabı, şefaat, halku’l-Kur’an, İsa’nın nuzûlü gibi) inanca dair hususlarda kabul edilmelidir. Eğer bu tür haberler Kur’an ve tevâtüren aktarılan sünnetin bütünlüğüne aykırı düşerse te’vil edilmeli; şâyet te’vili mümkün olmazsa


tevakkuf edilmelidir.


II- Unutulmamalıdır ki, senedi sahih bile olsa, haber-i vâhid tek başına şek ve şüphe götürmeyen itikadî bir esası belirleyemez. Bu nedenle ancak karinelerle desteklenen haberler, itikadî hususlarda kullanılmalıdır. Çünkü karinelerle takviye edilen âhâd hadîsler, istidlâl ile hasıl olan ilm-i nazarî ifade ederler. Mütehassıslar senedi sahih olan haber-i vâhidle ihticacı kâfi görmeyip, karinelerle takviye edilen haberlerle hükmederek bu nevi haberlerin ilim ifade ettiğini kabul etmişlerdir.[34]


Konumuzun sonuna geldik. Buraya kadar anlattıklarımız ve ak-(Terbiyeden-Yoksunum)-tardıklarımız, bu önemli konuda, Allah Teâlâ' nın beni muvaffak kıldığı gerçeklerdir. Bu konuda benim acziyet ve kusurum malumdur. Konunun bazı meselelerinde yaptığım açıklamalarda doğruyu ifadeyle, birtakım yanlış anlayışları teşhis ve tedavi ettiğim ümidindeyim. Eğer bu gerçekleşmişse, Allah' ın fazlı, hidâyeti, güzel tevfik ve inâyetiyle olmuştur. Allahım! Bana, bu işe başlamayı ilham ve onu bitirmeye yardım ettiğin gibi onu dünyada faydalı, âhirette de güzel bir azık yap. Ömrümüzü saadetle tamamla. Umduklarımızı fazlasıyla lütfet. Gün ve gecemizi afiyet içinde geçir. Sonumuzu hayır yap ve bizi himayene al. Amellerimizi, fazlınla kabul buyur. Şüphesiz Sen, kullarının yalva-(Terbiyeden-Yoksunum)-rışlarına icabet eder, bol bol ikramda bulunursun.(Amin)

[1] Bu konuda İbrahim Sarmış’ın, Hz. Muhammedi Doğru anlamak (Konya-2005) adlı 2 ciltlik eseri, ayrıca R.İhsan Eliaçık Ferec Hedür ve Mustafa islamoğlu’nun muhtelif kitap ve makaleleri örnek olarak verilebilir.



[2] .........



[3] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, “akide”maddesi, Sh:41 ve devamı, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000.



[4] Mustafa Öz’ün neşrettiği “imam-ı Azam’ın Beş Eseri” içerisinde "el-Fıkhu’l-Ekber"kısmı, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları,İstanbul-2002.



[5] Molla Aliyyul Kârî,Şerhu Fıkhil Ekber (Terc: Hüseyin S.Erdoğan), Sh:11, Hisar Yayınları, İstanbul.



[6] Beyazîzâde, El Usûlü’l Münîfe (İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İtikadî Görüşleri) ,el-Fıkhu' l-Ekber’den naklen Sh:90-91, İFAV Yayınları, İstanbul-2000.



[7] Bkz. Bakara 2/177; Nisa 4/136.



[8] Tevfik Yücedoğru, İtikadi İlkelerin Tespiti, Sh: 49, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bahar 2005 Sayısı.



[9] Hicr,9



[10] Tevfik Yücedoğru ,Agm, Sh:51



[11] el-Cuveyni, Kitabu’l-İrşad ila Kavatı’i’l-Edilleti fi Usuli’l-İ’tikad, Mısır, 1950, s.418.



[12] Suyutî, Dürrül Mensur: 1/40



[13] Ahzab,21



[14] Bu konuda geniş bilgi için bak: Mevlüt Güngör, Sünnetin Dindeki Yeri, Ensar neşriyat, İstanbul 1997. Ayrıca bak: Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları, İstanbul-2004



[15] M. Yaşar Kandemir, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Hadis” Maddesi, c.15, Sh:27,İstanbul-1997.



[16]Bkz. Curcani, K. Et-Ta’rifat, s.96; Huseyin Avni, Ceride-i İlmiye, Sayı 57, s.1817; Yusuf Şevki Yavuz,


DİA., “Haber” Maddesi.



[17] İbn Hacer el-Askalanî,Nuhbetu’l-Fiker Şerhi, Çev. Talat Koçyiğit, Ankara, 1971, s. 23; Subhi es-Sâlih, Hadîs


İlimleri ve Hadîs Istılahları, s. 120.



[18] Ali Osman Koçkuzu,Rivâyet İlimlerinde Haber-i Vâhitlerin İtikât ve Teşri Yönlerinden Değeri, Ankara, 1988,s. 65



[19] Tevfik Yücedoğru, Agm, Sh:58



[20] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usulü,Sh:24-25, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.



[21] Serabsî, Usul, I, 292’den naklen Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife' nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu,Sh:129-131, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-1994.



[22] Tevfik Yücedoğru, Agm, Sh:59.



[23] Mustafa Öz’ün neşrettiği “imam-ı Azam’ın Beş Eseri” içerisinde "el-Fıkhu’l-Ebsat"kısmı, Sh: 48.



[24] Molla Aliyyul Kârî, Şerhu Fıkhil Ekber , Sh:273 ve devamı,



[25] Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II, 364 , Ankara, 2004.



[26] Debûsî, Takvîmu’l-edille, 212, Serahsî, el-Usûl, I, 293-294



[27] Muhammed b. İdris eş-Şafii, er-Risale (İslam Hukukunun Kaynakları), (Cev. Abdulkadir Şener,İbrahim


Calışkan), Turkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Yayın No:216, s.205



[28] Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdillatif ez-Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih


Tercemesi, (cev. Ahmed Naim), Ankara,1976, I/112.



[29]Mustafa Erturk, DİA., “Haber-i Vahid” maddesi, XIV/353.



[30]ez-Zebidi, age., I/113.



[31] Geniş bilgi için bak: İmam Şafiî, er-Risâle 461-599; Hatib el-Bağdâdi, el-Fakîh ve' l-mütefakkîh 1/96; îbn Kudâme, Ravzatü' n-Nâzır 1/260-263; Gazzâlî, El Mustesfâ min ilmi' l-usûl I, 135; İbn Teymiyye, Mecmûu' l- Fetâvâ XIII/351, XVIII/41; İbn Kayyım, Muhtasarı ' s-Savâık el-mürsele ale' l-Cehmiyye ve ' l-Muattıla 11/356-359; İbn Hacer, Şerhu Nuhbetil-fiker 45-46.






[32] Bu konuda okuyucularımıza şu kitapları tavsiye ediyoruz: Yusuf El-Kardavi, Bilgi Ve Medeniyet Kaynağı Sünnet, Yörünge Yayınevi. Ayrıca Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları, İstanbul-2004.






[33] Tevfik Yücedoğru, Agm, Sh:69.



[34] Mehmet Kubat, Kelam İlminin Yeniden İnşasında Hadis’in Rolü, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Kelâm İlminin Yeniden İnşasında Geleneğin Yeri Sempozyumu, Koordinasyon Toplantısı ve Sempozyum Bildirileri, Sh: 258-281, Elazığ, 2004.

alıntı..


 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
belirler, hadisler, mi, İtikadımızı


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İlim Konusunda Hadisler... KarakıZ Hadis-i Şerifler 0 03 Eylül 2011 17:23