IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 26 Eylül 2011, 00:48   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Şehadetin böylesi...




Bütün devirlerde Allah’a iman eden her mü’min, hayatının son durağı hep şehâdet olsun istemiştir. Ölümün kapısından şehâdet şerbeti içerek girmek istemiştir. Ama o mertebeye ancak nasibi olanlar ulaşmışlardır. Tıpkı Allah ve Resûlünün aşkıyla yanan Abdullah bin Cahş (ra) gibi…

Günlerden Cuma. Yarenleriyle birlikte yola koyulan Kâinatın Efendisi Uhud yolunda. Uhud toprakları birazdan, tarihinin en kahraman ordusunu üzerinde taşıyacak. Çünkü Peygamber ordusu Bedir’de kazandığı zaferi Uhud’a da taşımak istiyor. Peygamber ordusu kararlı adımlarla yürüyor Uhud’a. Bu öyle bir ordu ki içlerinden hangi yiğide baksak hep nur akıyor yüzlerinden, gönüllerinden iman akıyor. Ve bir yiğit yürüyor ön saflarda “El Mücâhidü fillâh” (Allah yolunun fedaisi) namıyla anılan. Bu yiğit sahâbe, karanlıkların dağılıp Mekke’nin aydınlığa büründüğü ilk davet günlerinde, kudsî mücadelenin saflarına 25-26 yaşlarında gencecik bir delikanlı olarak girmişti. İslâm’a giren ilk otuz kişiden biriydi. Mü’minlerin annesi ve Peygamberin pak zevcesi olan Zeyneb binti Cahş’ın erkek kardeşiydi. İşte bu yiğit kahraman sahâbe, Peygamberine âşık Abdullah ibni Cahş’dı.

Abdullah bin Cahş, Uhud günü büyük bir cengâverlikle Allah düşmanlarını öldürürken kırk yaşlarındaydı. Savaşırken kılıcını düşmanın üzerine sallıyor, şehit olmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Zaten İslâmiyet’e ilk girdiği yıllardan beri yanıp tutuşmaktaydı şehâdet için. Daima savaşın en ön saflarında yer alırdı. Peygamberimizin “Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlanan” diye övdüğü bu mübarek sahâbenin, cihat esnasında aldığı yaralara ve acılara da dayanma tahammülü büyüktü. Âdeta canını hiçe sayıyordu.

Savaşın en ateşli ve en kritik anlarıydı. Çarpışmalar alabildiğince kızıştığı bir sırada Abdullah, halasının oğlu Sa’ad bin Ebi Vakkas (ra)’ın yanına sokuldu. Elini tutarak bir kayanın dibine çekti ve şöyle dedi:

- Şimdi burada sen duâ et, ben “âmin” diyeyim. Sonra ben duâ edeyim, sen de “âmin” de.

Saad bin Ebi Vakkas “Olur” dedi ve Rabbine şöyle duâ etti:

- Allah’ım senden bana çok kuvvetli bir kâfiri göndermeni istiyorum. Onunla kıyasıya vuruşayım. Sonra onu mağlup edip sevabını alayım ve Resûlullah’ın karşısına gazi olarak geri döneyim.

Abdullah bin Cahş, Sa’ad bin Ebi Vakkas’ın ettiği bu duâya bütün kalbiyle “âmin” dedi. Ancak onun ruh hali sanki daha farklıydı. Sonra kendisi şöyle duâ etti:

- Allah’ım benim karşıma da güçlü bir kâfir çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım ve önce gazilik unvanını alayım. Ardından o, beni şehit etsin. Ağzımı burnumu kulağımı kessin. Senin huzuruna öyle geleyim. Sen bana sor:

“Abdullah, ağzını burnunu kulağını ne yaptın?” ben de sana cevap vereyim:

“Allah’ım ben onlarla dünyada iken çok günah işledim. Huzuruna öyle günahkâr azalarla gelmek istemedim. Onları dünyada bırakıp öyle geldim.”
Sa’ad bin Ebi Vakkas da bu duâya “âmin” dedi. Ama o, bu duâ karşısında biraz şaşırmıştı. Abdullah bin Cahş’ın duâsını kendi duâsından daha hayırlı buldu. Belki de “Neden ben de böyle bir duâ düşünemedim.” diye hayıflanmıştı.


Bu iki kahraman, birbirlerinin duâlarına ‘âmin’ dedikten sonra yıldırım hızıyla düşman saflarına atıldılar. İkisi de son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu. Fakat Abdullah bin Cahş savaşırken de bir başkaydı. Duâsı sürekli zihninden geçiyordu. Düşmanın üzerine yürürken, ölümün üzerine yürüyordu sanki. Savaşın en kızıştığı bir ara Abdullah bin Cahş’ın kılıcı kırıldı. O anda Allah Resûlü ona bir hurma dalı uzatarak devam etmesini buyurdu. Sahâbeler arasında Allah Resûlü'ne olan aşkı ve bağlılığıyla meşhur olan Abdullah bin Cahş, Peygamberinin bu emrini hiç düşünmeden yerine getirdi. Eline aldığı hurma dalıyla kâfirlerin üzerine yürüdü. O anda bir mucize gerçekleşti. Abdullah bin Cahş’ın elindeki dal çok keskin bir kılıç oldu. Abdullah bu kılıçla önüne geleni kesmeye başladı. Birçok düşmanı öldürdü.

Kahramancasına savaşan Abdullah bin Cahş savaş bittiğinde arzusuna kavuşmuştu. Bir müşrik onu önce şehit etmiş sonra da ağzını kulaklarını ve burnunu kesip bir ipe dizerek ağaç dalına asmıştı. İhlâsla kalkan elleri boş çevirmeyen Allah, Abdullah bin Cahş’ın duâsını aynı niyetiyle kabul etmiş, hayatını muhteşem bir şehâdetle noktalamıştı.

Abdullah bin Cahş bir numune. Daha pek çok Allah dostları Allah ve Resûlünün uğrunda kendini feda etmiştir. O güzide ashab, kâinat güneşinin yörüngesinde dönen birer yıldız gibidir. Asr-ı Saadet'e dönüp hayatlarına baktığımızda gözlerimiz kamaşır, onlar ışıl ışıl pırıltılarla dünyamızı aydınlatır.

Bütün devirlerde Allah’a iman eden her mü’min, hayatının son durağı hep şehâdet olsun istemiştir. Ölümün kapısından şehâdet şerbeti içerek girmek istemiştir. Ama o mertebeye ancak nasibi olanlar ulaşmışlardır. Tıpkı Allah ve Resûlünün aşkıyla yanan Abdullah bin Cahş gibi…

Allah onlardan razı olsun. Amin.

__________________

English Preparatory Department
School of Foreign Languages
Assistant English Teacher
Ankara Baskent University
2017-18

“Benim, senden öncem ve senden sonram yok, yalnızca sen varsın...”
C.A - 31.12.2010 - ∞

English Language and Literature
Faculty of Humanities and Letters
Ankara Bilkent University
2010-15
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
şehâdetin


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
"Kelime-i Şehadetin Terazideki Ağırlığı" Sevda Genel İslami Konular 0 05 Ağustos 2011 23:28
Böylesi Görülmedi .(: LeyLa Haber Arşivi 0 29 Haziran 2011 17:22