IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 13 Ekim 2008, 11:13   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ

“İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir)
"Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)

İnsanların yaşamın gerçek amacından uzaklaşmaları, manevi değerlerini de kaybetmeleri demektir. Dünyayı yaşayabilecekleri tek yer olarak gören, hem kendilerinin, hem de diğer insanların ölümle birlikte yok olacaklarını zanneden kişilerin manevi yönlerinin gelişmiş olması da beklenemez. Dünyada, yaptıkları iyilikler ve kötülüklerle denendiklerini, bunların ölüm sonrası hayatta karşılarına getirileceğini düşünmeyen kişilerin insani yönlerinin gelişmesi mümkün değildir. Böyle çarpık bir yaşam felsefesine sahip insanların oluşturdukları toplumların da manevi yönden büyük bir boşluk içinde olması kaçınılmazdır.
Toplumu oluşturan insanlar dünyada kendileri için mümkün olduğunca çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar. Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda ise çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla "saf" kişiler olarak değerlendirirler. Onların yaşam felsefeleri, kuvvetli olanın zayıf olanı ezmesi, güçlü olanın hiç kimsenin hakkını gözetmeden insanlara dilediği şekilde zulmetmesi üzerine kuruludur. Allah Kuran'da, ahirete ve hesap gününe inanmayan böyle insanların günah konusunda da sınır tanımayacaklarına dikkat çekmiştir:
“O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, 'sınır tanımaz, saldırgan', günahkar olandan başkası yalanlamaz.” (Mutaffifin Suresi, 10-12)

Dinden uzak yaşayan bu insanlar yaşamları boyunca hep daha fazla şey elde etme hırsı içinde olurlar. Ve çevrelerindeki insanlara da bu yönde telkinde bulunur, onları da Allah'ın sınırlarını tanımadan yaşamaya teşvik ederler. İşte içinde yaşadığımız dönem, din ahlakını tamamen terk etmiş ve çevrelerini de böyle karanlık bir yola çekmek isteyen insanların çoğunlukta olduğu bir zamandır. Bundan dolayı günahta sınır tanımama, saldırganlık, manevi çöküntü, ahlaki değerlerin yitirilmesi, bir ayette geçen ifadeyle "çirkin hayasızlıkların" yaygınlaşması, fuhuşun, sapkın cinsel ilişkilerin, uyuşturucu bağımlılığının, kumarın kısacası her türlü ahlaksızlığın teşvik edildiği bir dönemdir.

AHLAKSIZLIĞIN TELKİNİ


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Dinsiz veya Allah'a ve ahirete olan inancı zayıf olan bir insan, Allah'ın haram kıldığı fuhuş, kumar, hırsızlık gibi eylemlerde bulunmaktan, insanların haklarına tecavüz etmekten çekinmez. Çünkü dinsizliğin temelinde insanların tesadüfler sonucunda oluştukları ve dolayısıyla kendilerini bir Yaratıcı'ya karşı sorumlu hissetmek zorunda olmadıkları inancı vardır. Ayrıca dinsizliği besleyen evrim teorisine göre ise insan gelişmiş bir hayvandır ve diğer hayvanlar gibi ihtiyaçlarını karşılamak dışında bir kaygısı olmamalıdır. Nefsani ihtiyaçlarını karşılama konusunda ise kendisine herhangi bir kısıtlama getirmek zorunda değildir; aynı hayvanlar gibi davranabilir. Kısacası dini tanımayan bu tür felsefeler ahlak kurallarını da tanımazlar. Nitekim ünlü materyalistler ve Darwinizm'in savunucuları dinsizliğin ahlaka bakış açısını tüm açıklığı ile dile getirmişlerdir. Darwinizm'in önde gelen çağdaş savunucularından ve Cornell Üniversitesi profesörlerinden William Provine materyalizmin ahlaka bakış açısını şöyle ifade eder:
“Modern bilim ortaya koymaktadır ki, dünya tümüyle ve sadece mekanistik prensiplerle işlemektedir. Doğada hiçbir amaç ve amaçsal prensip yoktur. Rasyonel olarak bulunabilecek Tanrılar ve düzenleyici güçler de yoktur… İkincisi, modern bilim ortaya koymaktadır ki, insanoğlu için hiçbir 'daimi ahlaki kanun' ya da 'mutlak yol gösterici prensip' yoktur… Üçüncüsü, şu sonucu varmamız gerekir ki, öldüğümüz zaman ölürüz ve bu bizim mutlak sonumuzdur.”
Bu materyalist bilim adamının da belirttiği gibi dinsizlikte ahiret inancı yoktur ve insanlar ölümden sonra yok olacaklarına inanırlar. Dinsizlerin bu sapkın inanışları Kuran'da da şöyle haber verilmiştir:
“O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.” (Mü'minun Suresi, 37)

Öldükten sonra dirileceğine inanmayan insanlarda, sınır tanımayan, her türlü aşırılıkta ve ahlaksızlıkta bir sakınca görmeyen, nefsinin ve tutkularının her emrettiğini yapan, iradesini kullanmak için bir sebep görmeyen aksine her türlü iradesizliği geçerli sayan bir anlayış gelişir. Bu nedenle, dinsizlik ahlaki bozulmanın en önemli nedenidir. Nitekim Provine'in yukarıdaki sözleri de dinsizliğin bu sınır tanımazlığına, ahlak üzerindeki bozucu etkilerine bir örnek teşkil etmektedir. Bu sözlerde dinsiz bir insanın nasıl çarpık bir düşünce ve ahlak yapısına sahip olduğunu görmek mümkündür.
Şunu da belirtmek gerekir: Elbette ahlaksızlık yapan her insan Darwinizm'i veya materyalizmi düşünerek bunları yapmaz. Ancak burada önemli olan bu fikir akımlarının ve dinsizliğin önderlerinin insanlara bu telkinleri vermeleri ve bunların sonucu olarak insanların büyük bir çoğunluğunun ahiretteki hayatlarını düşünerek yaşamak yerine bu dünya hayatını sınır tanımaz ve azgın bir hırsla yaşamalarıdır.
Örneğin 60'lı yıllarda dünya gençliği arasında ortaya çıkan özgürlük anlayışı tamamen bu sınır tanımazlığın ve aşırılığın sonucuydu. Serbest cinsellik, uyuşturucu kullanmak, başıboşluk, asilik gibi her türlü ahlak dışı tavır bu dönemin en önemli özelliği idi. Bugün tüm dünyada bu dönemin yetiştirdiği insanlar ya ülkeleri yönetmekte, ya da okullarda öğretmenlik yapmaktalar. Ayrıca günümüzün genç neslini yetiştirmiş olan anne babalar da yine aynı dönemin insanlarıdır. Bugün tüm dünyada ahlaki dejenerasyonun tarihte görülmediği kadar ilerlemiş olmasının bir nedeni de dinsiz yetişmiş bir kuşağın, giderek dejenere olarak yetiştirdiği bir neslin mevcut olmasıdır. Allah bir ayetinde babaları dini bilmedikleri için kendileri de "gafil" kalan topluluktan söz eder:
“Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).” (Yasin Suresi, 6)
Bu ayette de dikkat çekildiği gibi dinsiz insanların yetiştirdikleri nesiller de kendileri gibi dinsiz ve "kötülükte sınırı aşan", yani ahlaki değerlerden yoksun insanlar olmaktadır.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Gözcü Gazetesi, 23/11/99

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Gözcü Gazetesi, 23/11/99

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Son Çağrı, 1/2/97

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Gözcü Gazetesi, 9/11/99

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Gözcü Gazetesi, 18/8/99
Allah korkusunu kalbinde hissetmeyen bir insanın yaşamında hiçbir sınır yoktur. Sınırsızlığını sonucunda da toplumun ahlak yapısında büyük bir çöküş olur. Bugün Amerika'dan, Hollanda'ya, Uzakdoğu ülkelerinden Rusya'ya kadar hakim olan ahlaki dejenerasyonun en önemli nedeni dinsizliğin oluşturduğu kendini başıboş ve sorumsuz zanneden insanlardır. Homoseksüelliğin adeta "moda" olmasının, küçük yaştaki çocukların fuhuş için satılmalarının, kumarın, dolandırıcılığın, rüşvetin, şeytani özelliklere sahip olmayı bir meziyet saymanın, insanların birbirlerine hatta "babalarına bile" kesinlikle güvenememelerinin, evlilik öncesi ilişkinin modernlik zannedilmesinin, insanların utanma ve haya duygularını kaybetmelerinin, güzel ahlak gösterenleri yadırgamalarının ve belki 20 yıl önce kesinlikle düşünülemeyen ve büyük bir ahlaksızlık olarak kabul edilen tavırlara insanların özendirilmesinin ardında yatan neden, dinsizliğin belki de tarihte ilk defa bu kadar yaygınlaşmasıdır.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Dinsizliğin ahlaksızlığı getirdiği kesin bir gerçektir. Ancak dinsiz olduğu halde ahlaksız olmadığını, yukarıda sayılan ahlaksızlıkların hiçbirini yapmadığını düşünen insanlar da olabilir. Gerçekten dinsiz bir insan hayatı boyunca kesinlikle rüşvet almamış olabilir ve almamak konusunda kesin kararlı da olabilir. Ancak bu onun güzel ahlak sahibi olduğunu göstermez. Her şeyden önce Allah'tan korkup sakındığı için güzel ahlak gösteren bir insan her konuda bu ahlakını devam ettirir. Buna karşın hayatı boyunca asla rüşvet almadığını söyleyen dinden uzak bir insan çıkarları için kolaylıkla yalan söyleyebilmektedir. Veya oğlunun hastane masrafları için paraya ihtiyacı olduğunda gözünü kırpmadan rüşvet alabilmekte, yani koşullar değiştiğinde "mecbur kaldığını" söyleyerek, hiç yapmayı düşünmediği birşeyi yapabilmektedir. Örneğin bir insanı öldürmeyi asla düşünemeyen dinsiz bir insan, bir gün aşırı sinirlendiğinde kendini tutamayarak cinayet işleyebilmektedir. Oysa güzel ahlak sabır ve irade gerektirir. Koşullar ne olursa olsun güzel ahlaktan taviz vermemek gerekir. Bu iradeyi ve sabrı gösterebilmek içinse insanın önemli bir amacının olması şarttır.
Müminler Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı amaç edindikleri için karşılarına çıkan her türlü koşulda güzel bir ahlak gösterirler. Ama dinsiz ve amaçsız bir insanın böyle bir irade ve sabır göstermesi için bir neden yoktur. Örneğin fuhuş yolu ile para kazananlar bunu aç kalmamak için yaptıklarını söylerler. Oysa Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor olsalar, böyle bir hayasızlığa asla yeltenmezler. Ahirette hesabını veremeyeceklerini bildikleri için büyük bir korku ile sakınırlar. Allah'ın "Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 268) ayetinde bildirdiği gibi insanların büyük bir kısmı fakirlik korkusuyla türlü ahlaksızlığa başvurabilmektedir. Halbuki Allah'ın rahmetini uman kişi bunları aklından dahi geçirmez. Allah bir ayetinde müminlerin içlerindeki Allah korkusundan dolayı güzel ahlaklarında kararlı ve sabırlı olduklarını şöyle bildirir:

“Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.” (Rad Suresi, 21-22)

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 13 Ekim 2008, 11:16   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




İnsanların Ahlaksızlığa Özendirilmeleri

Günümüzde "modernlik", "çağdaş olma", "cesurluk" ve "özgürlük" kılıfları altında insanlar, özellikle de gençler ahlaksızlığa özendirilmektedirler. Birkaç on yıl öncesine kadar insanların ağızlarına dahi almaya çekindikleri şeyler toplumda artık meşru olarak kabul edilmektedir. Televizyonlarda ve magazin dergilerinde her türlü ahlaksızlık sergilenmekte, yolsuzluk yapanlar, homoseksüeller, fuhuşla geçimini sağlayanlar, kızlarını pazarlayanlar, kumarbazlar, iki lafı bir araya getirmekten aciz, cahil kişiler "özenilecek kimseler"miş gibi lanse edilmekte ve yaşadıkları hayat çok cazipmiş gibi anlatılmaktadır. Yaptıkları ahlaksızlıkların günümüz toplumundaki sıfatları ise cesurluk, medeniyet ve modernliktir.
Örneğin son yıllarda dünya genelinde erkeklerin kadınsı davranmaları, kadınsı bir üslupla konuşup, kadınsı giyinmeleri bu telkinin bir sonucudur. Toplumların önemli bir kesiminin kendilerini küçük düşürecek böyle bir tavra özenmeleri de elbetteki onların akılsızlıklarının bir göstergesidir. Veya evlilik dışı ilişkiler ve uyuşturucu kullanmak da dünyaca ünlü, "medyatik" kişiler tarafından özendirilmektedir. Cahil olan insanlar ise bu kişileri kendilerine örnek alıp, onların giyimlerinden mimiklerine, hayat felsefelerinden konuşma üsluplarına kadar her şeylerini taklit etmektedirler. Halbuki özendikleri kişilerin büyük bir bölümü ruhsal çöküntü içinde yaşayan, iki lafı bir araya getiremeyecek kadar cahil, çevresindeki insanlar tarafından sürekli aşağılanan insanlardır. Ancak birçok insan bunları göremeyecek kadar akıl yönünden yoksundur. Allah iman etmeyenlerin akılsızlıklarını birçok ayetinde bildirmiştir:
“Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?” (Kasas Suresi, 60)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Günaydın Gazetesi, 11/3/94
Hürriyet Gazetesi, 6/12/95


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


1979 yılına ait bu dergiden de anlaşıldığı gibi seneler öncesinden eşcinselliğin doğal bir şey olduğu yalanı topluma aşılanmaya başlanmıştır.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Time, Nisan 79
Oysa toplum, Allah'tan korkup sakınan, düşünen, akıl sahibi, vicdanlı, kültürlü, dürüst ve aydın kimselere özendirilse, ahlaksızlıklar yerilerek küçük düşürülseler, hiç kimse ahlaksızlık yarışına giremeyecektir. Genç insanların zihinleri boş konular yerine hem kendilerini geliştirecek, hem de çevrelerine fayda vermelerini sağlayacak konularla meşgul olsa, kuşkusuz bu insanlar çok daha bilinçli bireyler olacaklardır. Bilinç düzeyi yüksek kişilerin de her zaman için çevrelerindeki insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve hatta tüm dünyaya fayda getirecekleri açıktır. Öncelikle bu insanlar her zaman doğru olanı araştıran, fikri saplantılardan uzak, açık fikirli kişiler olacaktır. Çevrelerinde gördükleri olayları dinsizliğin getirdiği bir takım önyargılarla değil, açık bir zihinle değerlendirecek, dünyada bulunuş amaçlarını fark edebileceklerdir. Ve bu insanlar, Allah tarafından yaratıldıklarını ve O'na karşı sorumlu olduklarını bildikleri için, en güzel ahlakı yaşayabileceklerdir. Kuran'a uydukları için de kendilerine yalancı, sahtekar, ahlaksız, bozguncu insanları değil, samimi, güzel ahlaklı, akıllı, bilinçli insanları örnek alacaklardır. Allah bir ayetinde örnek alınması gereken insanları şöyle bildirmiştir:
“Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab Suresi, 21)
Toplumda güzel ahlaklı kimselerin ön plana çıkartılmaları, güzel ahlakın övülerek kötü ahlakın yerilmesi insanların ahlaksızlığa özenmelerini tamamen ortadan kaldıracaktır.

DİNSİZ İRADESİZLİĞİNİN BİR GÖSTERGESİ: UYUŞTURUCU
Uyuşturucu kullanımı özellikle son 10 yıldır büyük bir hızla yayılmaktadır. Yapılan araştırmalar gençlerin önemli bir bölümünün uyuşturucu kullandığını ve yine çok fazla sayıda insanın uyuşturucu bağımlısı olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin 1992 yılında İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre gençlerin %50'sinin uyuşturucu kullandığı, %30'unun ise bağımlı oldukları ortaya çıkmıştır. Amerika'da yapılan bir diğer araştırmaya göre ise 1988 ve 1995 yılları arasında Amerikalılar'ın uyuşturucu için toplam 57.3 milyar dolar harcadıklarını ortaya koymuştur. ([Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...])
Her türlü uyuşturucu madde, insan sağlığına çok büyük zarar verir. Uyuşturucu kullanan bir insanın hayatı da olumsuz yönde etkilenir. Öncelikle çalışarak para kazanması ve ihtiyaçlarını karşılaması imkansız hale gelir. Bir yandan da uyuşturucu alabilmek için para bulması gerekir. Bu nedenle uyuşturucu kullananların bir çoğu, hırsızlık, dolandırıcılık, fuhuş, uyuşturucu kuryeliği gibi kanun dışı yönemlerle para kazanma yoluna giderler. Her geçen gün katlamalı olarak daha fazla batağın içine girerler.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bir insanın kendisine göz göre göre ve kendi eliyle maddi ve manevi yönden böyle büyük bir zarar verebilmesi aslında şaşırtıcıdır. Akıl ve vicdan sahibi bir insan kendisini asla böyle bir duruma düşürmez ancak dinsizliğin neden olduğu iradesizlik bir insanın kendisine çok daha büyük zararlar verebilmesine neden olabilmektedir. Allah "Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." (Yunus Suresi, 44) ayetiyle dinsiz insanların bu yönünü bildirmektedir.
Uyuşturucu konusunda dinsizliğin etkisini gösterdiği bir başka nokta ise gençleri ve insanları uyuşturucuya alıştıranlardır. Vicdan, merhamet, şefkat ve acıma duygularının tamamen kaybeden bu insanlar, büyük bir özenle insanları bağımlı hale getirmeye ve daha fazla uyuşturucu satarak, bu sayede para kazanmaya çalışırlar. Hatta Latin Amerika veya Rusya gibi bazı ülkelerde uyuşturucu ticareti bir gelir olarak görülmekte ve devlet eliyle yürütülmekte, yapan kişilere de göz yumulmaktadır. Halbuki iki taraftan biri dindar olsa, Allah'a ve ahiret gününe iman etse bu sorun tüm dünyadan kalkar. Örneğin Allah korkusu nedeniyle uyuşturucu ticareti yapan kimse kalmasa veya Allah korkusu ile uyuşturucu kullanacak kimse kalmasa bu sorun kesin olarak çözülür.
Bugün uyuşturucu ticaretini ve kullanımını ortadan kaldırmak için kullanılan yöntemler kesinlikle kalıcı çözümler sunmamaktadır. Örneğin hastanede zorla tedavi gören bir uyuşturucu bağımlısı, çıkar çıkmaz yine aynı ortama girerek uyuşturucuya başlamaktadır. Uyuşturucu kaçakçılığından tutuklanan biri ise hapishaneden uyuşturucu trafiğini yönlendirmeye devam edebilmektedir. Uyuşturucu bağımlısını kurtarmanın tek yolu o kişiye irade kazandırılmasıdır. Bir insana sarsılmaz irade veren tek güç ise dindir. En iradeli insanın bile iradesini kırabilecek bir tutkusu mutlaka vardır. Ancak Allah korkusunun ve cehennem azabından sakınmanın getirdiği iradeyi sarsabilecek hiçbir güç yoktur.

ÇİRKİN BİR HAYASIZLIK: FUHUŞ
Fuhuşla kazanç sağlama yolu tüm dünyada çok büyük bir hızla yayılmaktadır. Bunun yanı sıra fuhuş ticareti yapan gençlerin yaş sınırı da büyük bir hızla düşmektedir. Bugün dünyanın bir çok ülkesinde çocuk denecek yaştaki kız ve erkek çocuklar, para karşılığında, hatta kimi zaman bizzat ailelei tarafından pazarlanmaktadırlar. Daha korunması ve bakılması gereken bir yaşta bir meta olarak satılan bu çocukları kurtarmak için tüm dünyanın ayağa kalkması gerekirken, Filipinler gibi çocuk fahişelerin yaygın olduğu ülkeler en gözde turistik mekanlar olarak tanıtılmakta, dünyanın pek çok yerinden turistler yalnızca bu amaçla söz konusu bölgelere akın etmektedirler.
National Certified Health Statistics hesaplarına göre Amerika'da çocukların %32'si evlilik dışı ilişkilerden doğmaktadır. Bu her yıl 1.267.383 çocuk evli olmayan anne ve babalardan meydana geliyor demektir. 20-30 yıl önce düşünülmesi bile imkansız olan bir olay bugün artık normal karşılanmaktadır. ([Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...])
Fuhuşun sonucunda meydana gelen maddi ve manevi zararlar ise toplumun yapısını önemli ölçüde etkilemektedir. Evlilik dışı ilişkilerden doğan çocuklar veya daha çocuk yaşta, üstelik evli olmadığı halde çocuk sahibi olan annelerin oluşturduğu aile yaşantısının ne kadar bozuk ve çürük olacağı açıktır. Böyle bir yapıda yetişen çocukların da akıbeti bellidir. Aile yapısındaki bu dejenerasyon 9 Mart 1998 tarihinde yayınlanan "A Synopsis of Current World Crisis Reports" (Mevcut Dünya Krizi Raporlarının Bir Özeti) da şöyle açıklanmaktadır:
1960'lardan beri aile ve ahlak yapısında büyük bir bozulma başladı. Bugün ülkeleri yöneten insanlar o günün hippileriydiler. En önemli sloganları serbest aşktı. Ancak hiç kimse sürekli birileriyle kavga ettiklerini ve aslında birbirlerini hiç sevmediklerini farkedemedi. Onların yaşadıkları sevgi değil, ahlaksızlık ve dejenerasyondu. ([Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...])
Fuhuş Allah'ın Kuran'da haram olarak açıkladığı ve karşılığında cehennem azabını vaat ettiği bir ahlaksızlıktır.
“Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur.” (İsra Suresi, 32)

“Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.” (Furkan Suresi, 68)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Ancak dini telkin yerine ahlaksızlığın telkini verildiği için insanların büyük bir bölümü cehennemle karşılık bulacakları bir fiili "modern" ve "çekici" görebilmektedirler. Ahlaki dejenerasyonun son haddinde yaşandığı bir başka konu da homoseksüelliktir. Yakın bir geçmişe kadar "ahlaksızlık" olarak nitelendirilen homoseksüellik bugün tüm toplumlarda normal karşılanmakta ve hızla yayılmaktadır. Artık günümüzde bazı ülkelerde eşcinseller evlenebilmekte, kiralık anneler aracılığı ile bebek sahibi olabilmekte, homoseksüel partiler ve kulüpler kurabilmekte, eşcinsel kongreleri düzenleyebilmektedirler. Birçok dergi veya yayında bu tür ilişkilerin revaçta olduğuna dair telkinler yapılmaktadır. "İnsan cinsel kimliğini tespit etmekte serbesttir" gibi sözlerle "entellik" ve "geçerlilik" kazandırılmaya çalışılan homoseksüellik aslında açık bir sapıklıktır. Dikkat edilirse homoseksüellerin ve fahişelerin aynı zamanda diğer ahlaki yönleri de bozuktur. Saldırgan, küfürbaz, laf anlamayan, evleri ve bedenleri pislik içinde olan, bulaşıcı hastalığını gözünü kırpmadan diğer insanlara geçirebilecek kadar insanlara karşı kin ve nefret duyan, hiçbir konuda sınır tanımayan, ar ve şerefini tamamen kaybetmiş insanlardır. Sahip oldukları psikolojik bozukluklar sebebiyle intihara ve cinayete de son derece eğilimli bir yapıları vardır. Bu insanların topluma hiçbir faydaları dokunmaz, aksine sadece huzursuzluk, gerilim, hastalık ve ahlaksızlık getirirler. Bu insanların sürekli gündemde tutulmalarının amacı; insanları iyice dejenere ederek, hatta bunu maksimum seviyeye getirerek, zaman içinde ahlak kurallarının iyice zayıfladığı bir toplum oluşturmaktır. Ahlaki yönden dejenere olmuş bir toplumun en belirgin özelliği ise dinsizliğidir. Homoseksüellik Allah'ın dünyada ve ahirette azap sebebi olarak bildirdiği bir sapıklıktır. Allah Kuran'da, Lut kavmini yerin dibine geçirdiğini ve tarihe geçen bir azapla azaplandırdığını bildirmiştir. Hz. Lut kavmini bu sapkınlığı bırakmaları konusunda uyarmış ancak kavmi ona azgınlıkla karşılık vermiştir. Bunun sonucunda ise Allah bu kavmi helak etmiştir:
"Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım. Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar." Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık. Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç. Sonra geride kalanları yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.” (Şuara Suresi, 165-174)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Asıl düşündürücü olan ise sosyal kurumların veya konuyla ilgili kişi ve kuruluşların bu soruna yaklaşım şekilleridir. Hiçbir kurumda bu sapkınlığın Allah katında beğenilmeyen ve dünyada ve ahirette azapla karşılık göreceği bildirilen bir günah olduğunun üzerinde durulmamaktadır. Halbuki bu sapkınlığı işleyen insanların topluma verdikleri zarar kadar, bu insanların içinde bulundukları durumdan kurtarılmaları da önemlidir. Bugün tüm dünyada milyonlarca insan sapkınlık ve azgınlık içinde yaşamaktadır. Bu kişiler aldıkları telkinler sonucunda çirkinliği, ahlaksızlığı, itaatsizliği ve asiliği güzel görmeye başlamışlardır. Dindar bir toplum ise insanları her zaman en güzele, en estetik olana, en doğruya, en dürüst olanına, en haysiyetli ve şerefli olan hayata, en akıllı olan tavra özendirir. Allah bir ayetinde imanı güzel ve ahlaksızlığı çirkin görenlerin doğru yolu bulduklarını bildirir:
“… Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır.” (Hucurat Suresi, 7)
İnsanları kötülüklerden ve sapkınlıklardan alıkoyacak, güzel ahlakı insanlar arasında hakim edebilecek tek güç dindir. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
“Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut Suresi, 45)

KUMARIN ZARARLARI
Günümüzde kumar, tüm dünyada oldukça yaygın olan, hatta birçok kişi için bir tür eğlence sayılan bir sektör haline gelmiştir. İnsanlar kumara çok büyük miktarlarda paralar harcamaktadırlar. Öyle ki sırf zevk için yapılan bu para tüketimi, birçok muhtaç insanın refaha kavuşmasına yetecek boyutlardadır. Oysa kumarın insanlara ne kadar büyük zararlar verdiğini her gün gazetelerde ve televizyonlarda, görmek mümkündür. Kumar borcu yüzünden intihar eden, her şeyini kaybettiği için ailesi dağılan, senelerce uğraşıp kazandığı mal varlığını birkaç saat içinde tamamen kaybedip bunalıma giren, bundan dolayı gözünü kırpmadan cinayet işleyebilen insanların haberleri her gün karşımıza çıkmaktadır. Yıkılan ailelerin, parçalanmış evliliklerin, haksız yolla kazanılan paraların üzerine bina edilen bu sektör, ahlaki dejenerasyonun çok önemli bir örneğidir.
Toplumsal yapıya ve aile ilişkilerine son derece zararlı olmasına rağmen kumarın, bu şekilde teşvik edilmesi ise şaşırtıcıdır. Bunun ticaretini yaparak para kazanmaya çalışmak, kumarı meşru bir fiil olarak kabul etmek ise kuşkusuz son derece büyük bir vicdansızlıktır.
Tüm bu zararları görmezlikten gelerek böyle çirkin ve haram bir fiilin yayılmasına izin verenler, kendileri de kumardan zarar gördüklerinde ne kadar büyük bir hata yaptıklarını anlarlar. Ama onlar böyle bir olayla karşılaşana kadar pek çok insanı hatta toplumları karanlığa sürüklemiş olurlar. Böyle bir vicdansızlığın köklü olarak ortadan kaldırılması ise Allah'ın emrettiği Kuran ahlakına uymaktır. Allah Kuran'da kumarı "şeytan işi bir pislik" olarak tanıtmış ve insanları bundan uzak durmaya çağırmıştır:
“Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Maide Suresi, 90-91)
İmanlı ve vicdanlı insanlara düşen görev de, kumarın insan ve toplum yaşamına getirdiği zararları gözler önüne sermek, insanları bu "pislik"ten kaçınmaya davet etmektir.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..

Konu Süslü tarafından (13 Ekim 2008 Saat 11:32 ) değiştirilmiştir.
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:17   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Ekonomik Çıkmaz
“Allah faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara Suresi, 276)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Günümüzde en çok konuşulan konuların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, pek çok ülke dış yardım olmadan varlığını devam ettirememektedir. Ülkelerin sadece yardım almaları da yeterli olmamakta, çünkü bu yardımların faizlerini ödeyemedikleri için çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Sağlıktan eğitime kadar her konu çok büyük bir maddi güç gerektirir. Ama bugün en zengininden en fakirine kadar tüm ülkelerde çok büyük bir ekonomik darboğazın yaşandığını, işsizliğin arttığını görmekteyiz. Bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf ve bunun sonucunda da dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken, diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için birbirleriyle kavga etmektedirler. Sürekli bu konularda yazılar yazılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte, toplantılar yapılmakta, ama köklü bir çözüm üretilememektedir; hatta açlık ve sefalet gün geçtikçe daha da artmaktadır.
Zorluk içinde yaşayan insanların aylık gelirleri hiçbir ihtiyaçlarını karşılayamamakta ve bunun yanında dünyanın dört bir yanında çok büyük bir işsizlik hüküm sürmektedir. Bunun en belirgin örneklerinden biri ise birkaç yüz kişinin alınacağı bir memuriyet sınavına çok sayıda kişinin katılmasıdır. Sadece bir iş bulabilmek için insanlar saatlerce sıralarda beklemekte, iş bulma kurumlarında günlerini geçirmektedirler. Tek istekleri de çalışmak ve maddi geçimlerini sağlayabilmektir.
Peki bunların çözümü nedir? Neden bu sorunlar köklü bir şekilde ortadan kaldırılamamaktadır?
Öncelikle bir ülke içindeki istikrarın en önemli belirtisi ekonomide yaşanacak olan gelişme, üretimin artışı, sürekli yeni iş alanlarının ortaya çıkması ve insanların verimli hale getirilmeleridir. Oysa yapılan araştırmalara göre bugün halen dünyada çalışan nüfusun, yaklaşık olarak %30'unu oluşturan 820 milyon işsiz bulunmaktadır. Bu kişilerin bakmakla yükümlü oldukları aileleri de göz önünde bulundurulduğunda bu sayı daha da artmaktadır. Günümüzde özellikle de ekonomik açıdan iyi durumda olmayan ülkelerde ekonomik düzen faiz sistemi üzerine kurulmuştur. Bankaların verdiği çok yüksek faizlerin, ülke ekonomisine pek çok açıdan olumsuz etkileri olmaktadır. Böylece insanlar yatırım ya da üretime değil, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmektedir. Faizle, gecelik repolarla kazanılan para insanlara çalışmaktan daha kolay gelmektedir. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu faiz ve repo ile para kazanan bir toplumda ise üretimin ve ülkenin gelişmesi için gereken yatırımların artırılması ise imkansızdır.
Böyle sistemlerde banka reklamlarında verilen imaj ise şu şekildedir: "Siz işinizi, gücünüzü, üretimi bırakın ve tatile çıkın. Paralarınızı da bankaya, ya faiz ya da repo olarak yatırın..." Günümüzde son derece cazip ve kolay bir yol olarak gösterilen bu mantık aslında hiç de sanıldığı gibi insanlara refah ve zenginlik getirmez. Hiçbir yatırımın yapılmadığı, paranın bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda biriktirilerek yığıldığı bir ekonomi, ardından hayat pahalılığı, enflasyon gibi ekonomik sorunları da getirecektir. Ve parasını faize yatıran ve üretime katkıda bulunmayan insanlar ise uzun vadede bu ekonomik sıkıntıyı bizzat yaşayacak ve faizde artan paraları enflasyonun hızına yetişemeyerek sürekli değer kaybedecektir. Oysa üretim yapılması durumunda, ülke ekonomisinde genel anlamda bir düzelme yaşanacak, piyasa hareketlenecek ve bu da herkes için yarar sağlayacaktır. Nitekim parayı biriktirmek, malı yığmak Allah'ın Kuran'da yasakladığı davranışlardır. Kuran'da insanların ellerindeki parayı sürekli olarak hayır yönünde kullanmaları emredilir. Tevbe Suresi'nde malını yığıp, biriktiren kişiler acı bir azapla müjdelenmektedir:


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

İnsanların, servetlerinin artması için bir yol olarak gördükleri faiz, ekonomiye olumsuz yönde etkileyerek, kendisine güvenenleri yüzüstü bırakmıştır.
“Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hıristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele.” (Tevbe Suresi, 34)
İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda yaşam şartları hep insanların lehlerine olacak şekilde düzenlenir. Bu nedenle faiz de yasaklanmış, kişilerin ağır borç yükü altında ezilmeleri engellenmiştir:
“Faiz (riba) yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu onların: ‘Alım-satımda ancak faiz gibidir.' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 275)
Allah bir başka ayetinde ise faizin insanlara bereket getirmeyeceğini şöyle haber verir:
“Allah faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara Suresi, 276)
İnsanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Bu konuda tüm Müslümanlar'a çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Kimse bir başkasının çözüm üretmesini, bir şeyler yapmasını beklememeli, elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananları sorumlu kılmıştır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek ise öncelikle dini ve dinin insan hayatına sunduğu güzellikleri anlatmakla mümkün olabilir.
Örneğin, infak edilen ve hayır yolda kullanılan malın bereketli olacağına ve faizin ise bereketsizlik getireceğine iman eden bir topluluk, malının ihtiyacından arta kalanını hayır yönünde kullanacaktır. Böyle bir sistemde ise tüm ülkenin nasıl bir refaha ulaşacağı açıktır. İnsanların böyle bir anlayışı uzak ve erişilmez görmemelerini sağlamanın tek yolu ise onlara Kuran ahlakını öğretmektir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran ahlakının rehberliğinde yaşanan bir hayatta Allah korkusu ile hareket edildiği için insanlar yalnız kendi çıkarları için değil, tüm insanların rahatı ve çıkarı için uğraşırlar. Çünkü İslam ahlakında birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma çok önemlidir.
Allah'ın yasakladığı birer eylem olduğu için hakka tecavüz etme gibi bir konu olmaz. Başkasının hakkını kimse üstüne geçirmez. Kimse kimsenin payına göz dikmez. Ölçüde hiçbir yanlışlık yapılmaz. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, dinsizliğin oluşturduğu adaletsiz, çıkara dayalı, güçlünün zayıfı ezdiği, insanların haksız yollarla başka insanların paylarını kendi paylarına kattığı bir sistem asla yaşanmaz. Dinin yaşandığı bir toplumda israf olmaz, israfa kaçan tüketim de olmaz. Yardımlaşma ve adalet sayesinde insanların ekonomik güç seviyesi yükselir. Zengin bir toplum oluşur. Kuran ahlakının yaşandığı, zenginlik ve refahı ile tarihe geçen Asr-ı Saadet dönemi bu gerçeğin en açık delilidir.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:19   #4
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Siyasi Yaşamdaki Olumsuzluklar

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


İnsanların hayatlarının her anında adaletin, güzel ahlakın ve dürüstlüğün hakim olması gerekir. Bunun en çok önem kazandığı alanlardan biri ise siyasettir. Çünkü siyasetçi çok kalabalık bir insan topluluğunun sorumluluğunu üzerine alan, kendisinden çözüm ve hizmet beklenen kişidir. Bu kişi adaletle hüküm vermeli, insanlar arasında ayrım gözetmemeli, ihtiyaç içinde olan insanları fark edip, hemen bu ihtiyaçları karşılama yoluna gitmelidir. Hizmet üretirken her zaman uzman kadrolarla birlikte çalışmalı, işi ehline vermelidir. Aksaklıkları, yürümeyen ve tıkanan noktaları hemen fark etmeli, bu konularda çok fazla çözüm üretmeli, hızlı manevralar yapabilmelidir. Acil olanı fark edebilmeli ve hizmeti geciktirmeden yerine ulaştırabilmelidir. Fakat günümüzde siyaset, bazı insanlar için bir hizmet alanı olmaktan çıkmış, çıkara dayalı bir iş koluna dönüşmüştür. Amaç, sadece makam elde etmek ve bu makamı her şart ve durumda korumak, mümkünse daha üst makamlara çıkmak haline gelmiştir. Böyle olunca da hedefe ulaşmak için yapılan her türlü sahtekarlık, ahlaksızlık makul karşılanır olmuştur.
Dünya üzerindeki her ülkede bu tip olaylarla karşılaşmak mümkündür. Yolsuzluklar yüzünden istifa eden görevlilerin, suistimallerin, piyasayı yönlendirerek kişisel çıkar sağlayanların yüzlerce örneği vardır. Örneğin diktayla yönetilen pek çok ülkede halk çok büyük bir sefalet içinde yaşayıp, açlık, susuzluk ve salgın hastalıklarla mücadele ederken, baştaki yöneticiler çok büyük bir zenginlik ve sefahat hayatı sürmektedirler. Geçtiğimiz senelerde iktidardan devrilen Zaire'deki Mobutu yönetimi bu konuda çok açık bir örnektir. Mobutu, kendisi için özel uçağıyla her ay Fransa'dan kuaförünü getirtirken, halkı tek bir ekmek için çatışmalara girmekteydi. Mobutu, ülkesinin tüm yeraltı ve elmas kaynaklarını kendi üzerine geçirmiş, batılı ülkelerin kullanımına açmış, fakat kabile çatışmaları içinde mücadele veren halkını görmezlikten gelmişti.
İşte bu tip yönetimlere, Kuran ahlakının yaşanmadığı ortamlarda rastlamak mümkündür. Çünkü dinin olmadığı bir ortamda insanlar için adaletin, yardımlaşmanın, merhametin, sevginin, saygının, dürüstlüğün bir anlamı olmamakta, herkes kendi çıkarı için çaba sarf etmekte ve bu konuda çok hırslı davranmaktadır. Allah bir ayetinde bu tarz insanların oluşturdukları tehlikeye dikkat çekmiştir:
“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (Bakara Suresi, 205)
Görüldüğü gibi Allah'ın kitabına uyulmadığı müddetçe, yukarıdaki ayette söz edilen insanlar var olacaktır. Oysa vicdanlı ve Allah'tan korkan insanların yönettiği bir ülkede kimsenin bir başkasına haksızlık yapmasına izin verilmez, her türlü ihtiyaç giderilir, sürekli yeni çözümler ve hizmetler üretilir. İslam ahlakını yaşayan insanlar her türlü hizmeti karşılıksız yaparlar. Allah rızası için yapılan hizmetin, emeğin, yardımın karşılığı ise dünyada değil, ahirette beklenir. İnsanlar Allah'ın dinini tebliğ etmek için gönderilen elçilere tarih boyunca bir takım suçlamalarda bulunmuşlardır. Elçilerin, insanları Allah'a ibadet etmeye, dini yaşamaya davet etmelerinin arkasında hep başka bir sebep aramışlardır. Ayette elçilerin kavimlerine şunu hatırlattıkları bildirilir:
“(Ey Peygamber) De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim."” (Sad Suresi, 86)

“Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait
değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?” (Hud Suresi, 51)



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Latin Amerikadaki diktatörler inanılmaz bir lüks içinde yaşaraken. Fakir halklarını sindirmek için şiddet kullanmaktan kaçınmamışlardır.El Salvador'daki faşist ölüm mangaları; "rejim muhalifi" olma suçundan dolayı bir çok sivili"infaz" etmişlerdir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Kolombiya'da, canlı insanlar üzerinde uygulamalı işkence ve cinayet eğitimi yapan özel "üniversite"ler var. Bu üniversitelerdei 'öğretim üyeleri', kokain kartellerinin tetikçilerini eğitiliyorlar. Resimde, söz konusu üniversitelerden birinde, eğitim için kullanılan bir köylünün cesedi görülüyor.

Allah'a iman eden insanlar da kendilerine Kuran'da övülen bu davranışları örnek alırlar. Ve yaptıkları hiçbir hizmette, hiçbir yardımda dünyaya yönelik bir karşılık beklemezler. Dinin yaşanmadığı bir ortamda ise her türlü iç ve dış politika kişisel menfaatlere ya da parti çıkarlarına göre düzenlenir. Böyle olunca sadece yükselebilmek için ülke zararına olan bir politika dahi savunulabilir, bu yönde kararlar alınabilir. Belirli çevrelerin desteğini alabilmek için onların istediği yönde yatırımlar yapılır, krediler açılır ya da yapılan yolsuzluklar ve usulsüzlükler görmezlikten gelinir.
Bu konuda en önemli örneklerden biri Amerikan siyasetinde etkin olan lobilerdir. Kendi istedikleri politikaları yürütebilmek ve hükümet desteğini sağlayabilmek için çok büyük paralarla desteklenen adaylar senatoya sokulur. "Kiralık politikacılar" başlığı altında bu konuyu işleyen The Economist dergisi özellikle son Amerikan seçimlerinde başkanların, temizliği şüpheli kaynaklardan para alarak seçim kampanyalarında kullanmalarına değinmiş ve sadece 1992 yılında 3 milyar doların seçim kampanyaları için kullanıldığını ifade etmiştir. Kirli paralar sayesinde istedikleri kişileri seçtirebilen lobiler, bu şekilde hükümetler üzerinde yaptırım da uygulayabilirler. Bu "kirli para" sahiplerinin siyasiler üzerindeki baskısı o derece ileri boyuttadır ki kongre üyeleri bu lobilerle hiçbir şekilde ters düşmek istemezler. Bu korku içindeki siyasiler çıkar gruplarının menfaatleri doğrultusunda politikalar üretirler, yapay krizler oluştururlar, siyasi partiler bölünür, ülkedeki istikrarın engellenmesi için türlü entrikalar çevrilir. (Daha detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Vural Yayıncılık)
İktidardaki yönetimlerle çıkar grupları arasındaki ilişkilerin ülkeleri çok büyük kaosa sürükleyebileceğinin en açık örneklerini Güney Amerika'daki diktatörlük rejimlerinde görürüz. Bu ülkeler son 50-60 yıldır faşist rejimler tarafından yönetilmektedirler. Bu rejimlerin başındaki diktatörler inanılmaz bir lüks içinde yaşamakta, buna karşın ülke nüfusunun yarısı açlık sınırında hayatını sürdürmektedir. Bu ülkelerde iktidar bugün de hala askeri cuntalar arasında el değiştirir. Bu cuntaların genel mantığı da, halkı ne kadar ezerlerse, o kadar güç elde edecekleri şeklindedir. Çok büyük bir uyuşturucu trafiğinin merkezi konumundaki bu ülkelerde, yönetimlerle uyuşturucu kartelleri arasındaki çıkar ilişkisi istikrarın sağlanmasını engellemektedir. Çünkü sadece kaos ortamlarında hayat bulan bu tip çevreler, ancak baskı ve terör aracılığıyla varlıklarını devam ettirebilmektedirler. Bu nedenle çatışmaların, iç savaşların, cinayetlerin ardı arkası kesilmemektedir. Örneğin kokain ticaretinin merkezi olarak bilinen Kolombiya'da sadece 1992 yılında 28 bin cinayet işlenmiştir. Bu sayı o bölgelerde yaşanan vahşet dolu ortamı anlamak için yeterlidir. Görüldüğü gibi, Kuran ahlakının yaşanmaması dünya şartlarında olabilecek her türlü sapkın harekete göz yuman yönetimlerin varlığının da sebebidir.
Siyaset anlayışında dikkati çeken başka bir konu ise başta bulunan kişilerin elde ettikleri makamı hak edecek özelliklere sahip olmamalarıdır. Çünkü Kuran ahlakının yaşanmadığı bir yönetimde insanların bir makamı elde etmeleri için, bunu hak edecek vasıflara sahip olup olmadıklarına bakılmaz. Bir başkasının daha ehil olduğu bilinmesine rağmen, insanların çıkarları doğrultusunda karar alınır. Oysa Kuran ahlakında her iş o konuda en iyi vasıflara sahip, en yetenekli kişiye verilir. Allah ayetinde bu özelliği şöyle tarif eder:
“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.” (Nisa Suresi, 58)
İslam ahlakının yaşanmadığı, makam ve görevlerin, vasıf ve yeteneklere göre belirlenmediği bir ortamda, önemli bir makama ulaşan kişinin yapacağı ilk şey de hemen yakınlarını, tanıdıklarını etkin görevlere getirmek, onları korumak ve kalkındırmak olur. Bu nedenle de pek çok parti ve siyasetçi için "kadrolaşma" çalışmaları çok büyük önem taşır. Yine milletin menfaati düşünülmez, hizmet birinci planda yer almaz, kişisel ve siyasal tercihler ön plana çıkar. Bu anlayışın bir sonucu olarak da hizmet ihtiyaç içinde olan şehirlerde, köylerde değil, seçim bölgelerinde yoğunlaşır. Fakir bir köyün elektriği suyu veya başka bir acil ihtiyacı yokken, onun bu ihtiyacını karşılamak yerine, destek sağlayacak çevrelerin ihtiyacı, çıkarları gözetilir.
İşte bütün bu çarpık anlayışın, ahlaksızlıkların asıl nedeni dinin yaşanmamasıdır. İnsanlar Allah'tan korkmadıkları için adaletli, merhametli ve vicdanlı davranmazlar. Ahirette hesap vereceklerini anlamazlıktan geldikleri için, her türlü zulmü ve ahlaksızlığı yapabilirler. Bu yüzden böyle bir zulüm ortamını dağıtmak, insanları aydınlık bir geleceğe ulaştırmak isteyen her insanın yapması gereken, Kuran ahlakını yaşamak ve yaşatmaktır. Allah'ın güzel ahlak konusundaki emirlerinin insanlara duyurulması, bunların yaşanmasının teşvik edilmesi, aksi davranışlardan ise tüm insanların men edilmesi her müslümanın üzerine düşen en büyük görevlerden biridir. Bunu görmezlikten gelen veya yapması gereken şeyleri erteleyen, başkalarının üzerine bırakan kişiler ahirette bu duyarsızlıklarının hesabını verememekten çekinmelidirler

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:20   #5
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Evrensel Tahribat: Savaşlar

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
“Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara Suresi, 208)
Yirminci yüzyıl insanlık tarihine savaşların, soykırımların, çatışmaların yüzyılı olarak geçti. Dünya tarihi boyunca en fazla kanın akıtıldığı bu yüzyılda, milyonlarca insan sebepsiz yere hayatını yitirdi, milyonlarcası evinden yurdundan oldu, sakat kaldı, yakınlarını kaybetti. Dünya tarihinde çok önemli etkileri olan, yeni ülkelerin kurulması ve pek çoğunun da yıkılmasıyla sonuçlanan iki büyük dünya savaşı bu yüzyılda yaşandı. Daha önceki dönemlerde yaşanan savaşlar sadece birkaç ülke arasında, cephelerde gerçekleşirken, bu savaşlar dünyanın dört bir tarafındaki ülkeleri içine aldı. Sadece Birinci Dünya Savaşı'nda 9 milyon kişi öldü, 20 milyona yakın kişi yaralandı.
Bu yüzyıldaki savaşların bir başka özeliği de sivillerin doğrudan bombalanması, çocukların, kadınların, yaşlıların katledilmesi oldu. Soykırım kavramı da gerçek anlamıyla 20. yüzyılda insan hayatına girdi. Vietnam'da, Filistin'de, Keşmir'de, Ruanda'da, Bosna ve Kosova'da, Çeçenistan'da yüz binlerce silahsız insan hayatını kaybetti, kadınlar tecavüze uğradı, işkenceler yapıldı, insanlar hayatlarını kamplarda devam ettirmeye çalıştılar.
Kuran'da bunlara benzer bir örnek Firavun dönemi ile ilgili olarak verilmiştir. Firavun örneğinde gördüğümüz, bu vahşi katliamlarda her zaman savunmasız, zayıf bırakılmış kişilerin hedef alınmasıdır. Kasas Suresi'nde Firavun'un halkını fırkalara ayırdığı, zayıf bıraktığı ve savunmasız insanları katlettiği şu şekilde ifade edilir.
“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (Kasas Suresi, 4)
“Hani Musa kavmine şöyle demişti: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır." "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 6-7)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda insanların sırf çıkarları uğruna masum insanların kanını dökmesine, gencecik insanları katletmesine asla izin verilmez. Her zaman güzellik ve barışla yaklaşıldığından sonuç da bu şekilde olur.
Günümüzde ise basında tüm ayrıntılarıyla yer alan bu tür katliamlar, bunları gerçekleştirenlerin insanlıktan ne kadar uzaklaştıklarını açıkça gözler önüne sermektedir. Her türlü ahlaki duyarlılıktan, insani duygulardan, merhametten, şefkatten, sevgiden, acıma duygusundan uzak olan bu insanların belki kendilerinin bile ne uğurda savaştıklarından haberleri yoktur. Bu durum günümüzde süregelen savaşlar için de geçerlidir. Savaşları planlayanların, ateşleyenlerin ve bunlardan çıkar bekleyenlerin belli bir amaç doğrultusunda yaptıkları bu çatışmaların sebepleri, savaşın bizzat içinde olan pek çok kişi tarafından bilinmemektedir. Bu vahşi katliamları gözlerini bile kırpmadan gerçekleştirebilecek kadar insanlıktan çıkan kişilerin içinde bulundukları durumun nedeni ise, önderlerinden aldıkları eğitimdir. İnsanın bir hayvan gibi görüldüğü, işkencenin, vahşetin makul hale getirildiği bu sistemde her türlü ahlaki değer önemini kaybetmiştir. Bu açıdan bakıldığında günümüzde vahşetlere öncülük eden liderlerle Kuran'da anlatılan Firavun ve askerlerinin çok büyük benzerlikler taşıdığı görülür. Allah onların cehennemde şiddetli bir azapla karşılaşacakları bildirmiştir:
“Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır.” (Kasas Suresi, 41-42)
VAHŞETİN KÖKENİ
Evrim teorisi ilk ortaya atıldığı dönemden beri materyalist dünya görüşünü desteklerken, bir yandan da özellikle insanlar arasında yaşanan katliamlara zemin hazırlamıştır. Darwin, "yaşam mücadelesi" kavramıyla her zaman zayıf bireylerin eleneceğini ve güçlü olanların ayakta kalacağını iddia etmiştir. Bu ırkçı görüş zamanla "Sosyal Darwinizm" adını almış ve 19. yüzyıldaki ırkçı düşüncelere ve vahşi kapitalizme dayanak teşkil etmiştir. Bu düzen içinde zayıf insanlar, düşkünler, sakatlar ortadan kaldırılması gereken, evrimini tamamlayamamış yaratıklar olarak ifade edilir. (Bkz. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], Harun Yahya)
Bu maddeci yaklaşım içinde insan hayatı hiçbir önem taşımaz. Özellikle de zayıf insanların katledilmesinde, yok edilmesinde herhangi bir engel yoktur. Sadece bir toprak parçası, kişisel hırslar ya da doğal kaynaklar uğruna insanların öldürülmelerinin altında yatan sebep, işte insan hayatının bu derece değersiz görülmesidir. Maddeyi mutlak sayan, Allah'ın varlığını inkar eden insanlar, bu telkin altında her türlü suçu işleyebilmekte ve insanları da bu zalimliğe yönlendirmektedirler.
Kuran ahlakında ise insan hayatı çok önemlidir. Kuran'da tek bir insanın hayatına kast etmek bütün insanları öldürmekle bir tutulur:
“Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.” (Maide Suresi, 32)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah'ın kitabına uyan bir toplumda insanlar haksız yere öldürülmez, evlerinden sürülmez, işkence görmez, haksızlığa uğratılmazlar. Daha önceki konularda da belirttiğimiz gibi, Kuran, insanlar arasında adaletle ve güzellikle davranılmasını emretmektedir. Bunun aksi davranışlardan, zulümden, çıkarcılıktan, başkalarının hakkına tecavüz etmekten insanları sakındırmaktadır. Yeryüzündeki zulme ve adaletsizliğe razı olmadığını söyleyen kişilerin yapması gereken de, Allah'ın varlığını, hesap gününü ve Kuran ahlakını insanlara tebliğ etmektir. Doğru olanın bu olduğunu bildiği halde tebliğden kaçınan, gördüğü zulümlere göz yuman bir insan ise Allah'ın azabından korkmalıdır. Çünkü Allah insanları yeryüzüne yerleştirmiş ve onların nasıl davranışlarda bulunacağını deneyeceğini haber vermiştir:
“Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.” (Yunus Suresi, 13-14)
SAVAŞLARIN NEDENLERİ
Dünya üzerinde gerçekleşen savaşların nedenlerini incelemek, bu vahşetlerin ne kadar anlamsız sebeplerle başlatıldığını anlamak için yeterlidir. Hiçbirinin binlerce insanın hayatını kaybetmesine, sakat kalmasına değecek bir nedeni yoktur. Yıllarca süren, binlerce kişinin ölmesine ve yaralanmasına, binlercesinin evlerini terk etmelerine, ülke ekonomilerinin çok büyük bir yıkım yaşamasına neden olan bu savaşların en önemli sebebi, savaşları örgütleyenlerin bozguncu karakterleri ve birbirlerinin hakkına tecavüz etmeleridir. Bencil ve acımasız olan, merhamet, şefkat yardımlaşma gibi her türlü insani duygudan uzak, kişisel hırslarını ve liderlik arzusunu tatmin peşinde koşan insanları içine alan bu bozguncu karakter Kuran'da şu şekilde tarif edilmektedir:
“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.” (Bakara Suresi, 205-206)
Bir ülke diğerine ait olan topraklarda geçmişe yönelik hak iddia eder, o ülkeye saldırır ve savaşların bir bölümü bu şekilde başlar. Bir parça toprak uğruna başlatılan bu savaş iki ülkeyi de geriye götüren çalkantılı bir dönem halini alır. Savaş bir türlü bitmek bilmez, iki taraf da silahlanmak için tüm maddi varlığını harcar. Ülkelerin bütçeleri sağlık ya da eğitim yerine silahlanmaya ayrılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu çatışmalardan çıkar elde eden gruplar, silah lobileri, büyük şirketler vardır. Zarar gören kesim ise çoğunluğu oluşturan halktır. Sonuç genellikle her iki taraf için de çok büyük bir yıkım olur. Çünkü yeryüzünde zorbalık yapan her kavim çeşitli sıkıntılarla karşılaşır, dünya üzerinde rahatlık içinde yaşayamaz. Allah haksızlıkta bulunanları acıklı bir azapla müjdeler:
“Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır.” (Şura Suresi, 42)
Savaşların bir başka nedeni de yeraltı kaynakları, doğal zenginlikler, madenler ya da sudur. Bazı ülkeler kendinde olmayıp, komşularında mevcut olan bu kaynaklara göz diker ve bir şekilde elde etmek için çatışmalar çıkarmaya çalışır. İyi bir planlama, yüksek bir teknoloji ile bu sorunların üstesinden gelmek mümkünken savaş çıkarıp, hepsinin kendi kontrolünde olmasını ister. Böyle bir durumda masum insanların, kadınların, çocukların ölmesini umursamaz. O ülkede karışıklık çıkarır, su kanallarını bombalar, her türlü zulmü makul karşılar. Bütün bunların nedeni hiç kuşkusuz ki Kuran ahlakının yaşanmamasıdır.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:21   #6
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Evrensel Tahribat: Savaşlar

KURAN AHLAKININ YAŞANAMAMASININ SONUÇLARI

Allah, Nisa Suresi'nde de belirtildiği gibi ihtiyaç içinde olan insanlara yardım konusunda inanan her kişiye bir sorumluluk yüklemiştir:

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Kuşkusuz burada öncelikle yapılması gereken, insanlara Allah korkusunun ve ahirette hesap vereceklerinin hatırlatılmasıdır. Bunun dışında yapılan girişimlerin ise kesin bir sonuç vermesi zordur. Çünkü ancak Allah korkusu olan bir insan zulümden, haksızlıktan, insanları katletmekten çekinebilir. Aksi takdirde onu engelleyecek bir güç olmaz; her fırsat bulduğunda tekrar eski tutumuna geri döner. Ancak Kuran ahlakının üstünlüğünün, güzelliğinin farkına varacak olan insanlar sürdürmekte oldukları zulüm dolu hayattan vazgeçebilirler ve diğer insanları da vazgeçirmek için çalışabilirler. Bu nedenle de tüm müslümanlara bu insanlara dini tebliğ etme sorumluluğu düşmektedir. Dinin güzellikleri, insanlara kazandıracağı, vereceği zevk ve güven insanlara anlatılmalıdır. Böylece bu savaşların devam etmesi için bir neden kalmayacak, her türlü aksaklık barış içinde çözümlenecektir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bu barış, Kuran'ın çağırdığı ahlaka yalnızca belirli kişilerin icabet etmesiyle olmaz. Dünya genelinde kesintisiz bir huzurun sağlanması yine dünya genelinde bu ahlakın benimsenmesiyle mümkün hale gelir. Aksi takdirde yalnızca belirli bölgeler Kuran'ın sunduğu güzelliklerden faydalanabilirler. Diğer insanlar yine kargaşa, zulüm, savaş, yoksulluk, ezilmişlik dolu bir hayat yaşarlar.

YARDIM BEKLEYEN ÜLKELERDEN YÜKSELEN SES



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Allah'a iman eden ve Kuran ahlakını hayatının her anında yaşayan insanlar için çevrelerinde gerçekleşen her olayda çok büyük hikmetler ve işaretler bulunmaktadır. Çünkü Allah her olayı bir sebep üzerine yaratmakta, insanları da bunlar karşısındaki tavır ve tutumlarıyla denemektedir. İnanan her insanın üzerine düşen sorumluluklar vardır. Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmak, insanları kötülükten men etmek, iyiliği emretmek ve Allah'ı inkar eden her türlü akıma karşı fikri bir mücadele yürütmek. Böylece dinin gerektiği gibi anlatılmasıyla güçlü vicdana sahip, Allah'tan korkan topluluklar oluşacak, dinin yaşanmamasından kaynaklanan tüm problemlerin çözümü kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Allah, "(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." (Bakara Suresi, 193) ayetiyle inananların üzerine düşen bu sorumluluğu hatırlatmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi günümüzde yapılması gereken öncelikli mücadele, dini inkar eden maddeci felsefeyle yapılan fikri mücadele olmalıdır. Elbette ki bu mücadele Kuran'da tarif edilen barışçı ve uzlaşmacı yaklaşım içinde gerçekleştirilir. Bunun sonucunda, ideolojik zeminleri ve dayanak aldıkları felsefeleri çökertilen tüm düşünce sistemleri birer birer ortadan kalkacaklardır. Allah, "Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18)ayetiyle bizlere hakkın karşısında batılın kesnlikle ortadan kalkacağını bildirir.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bu nedenle de dinin Kuran ahlakından uzak olan tüm insanlara anlatılması, insanların dinsizliğin getirdiği karanlık dünyadan çıkmaya teşvik edilmeleri gerekmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de dünya üzerinde çatışmaların yaşandığı ülkelerden bahsedilmesinin sebebi, bu konuda bilgi aktarmak değildir. Çünkü bu ülkelerle ilgili olarak yazılmış binlerce kitap, onbinlerce tez bulmak mümkündür. Burada bu konu üzerinde durulmasının amacı, çözüm bekleyen zayıf bırakılmış insanlara yardım elinin uzatılmasıdır. İnananlara bu şerefli görevi bir kez daha hatırlatmak, dünya üzerinde yaşanan tüm çatışmaları, zulüm gören insanları, kadınları, çocukları, "zayıf bırakılmış" halkların durumunu düşündürmek, açısından bu konu çok büyük önem taşımaktadır. Kimse "bu savaş benim bulunduğum yerden çok uzak, benim yapabileceğim birşey yok" diye düşünmemelidir. Yoksa bir savaş bitecek bir diğeri başlayacak ve hiçbir zaman bir çözüm bulunamayacaktır.
Çözüm üretmek adına trilyonlar harcayarak kuruluşlar oluşturup, buralarda yüzlerce kişiyi gereksiz yere istihdam etmenin çözüm olmadığını herkes çok iyi bilmektedir. Çünkü bu tip kuruluşların şu ana kadar ne kadar çözüm ürettikleri, ne kadar insanın hayatını kurtardıkları ortadadır. Bugün herkes çok iyi bilmelidir ki Kosova'da, Bosna'da, Keşmir'de, Filistin'de zulüm gören ve "bir yardımcı" bekleyen bu kişiler için tek çözüm Kuran ahlakının yaşanmasıdır.

ÇEÇENİSTAN'DA YAŞANANLAR

2000'li yıllara girmek üzere olduğumuz şu günlerde dünya kamuoyunda yer alan konulardan biri, yıllardır süregelen Çeçenistan-Rusya savaşıdır. Özellikle de Rusya'nın sivillere yaptığı bombardımanlar, kadınlara, çocuklara ve silahsız halka yaptığı saldırılar konuyu daha da önemli bir hale getirmektedir. Pazar yerlerine, hastanelere, doğumevlerine yönelen bombalar, kadınları, çocukları, yaşlıları en savunmasız hallerinde yakalamakta ve herşey tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmektedir. Sadece bir doğumevindeki bombalamada on beş bebek hayatını yitirmiştir. Savaştan kaçıp, sınırı geçmeye çalışan masum halka karşı askerlerine "vur" yetkisi veren, hatta mülteci konvoylarını bombalayan Rus yönetiminin vurdumduymaz tavrı ise bu vahşeti daha açık bir şekilde ifade etmektedir.
Masum halka uygulanan katliamın bir örneğine Kuran'da tarif edilen Firavun döneminde de rastlarız:

Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)Kuran'da da dikkat çekildiği gibi savunmasız halk, her dönemde Firavun karakterindeki bu kişiler tarafından birinci hedef olarak seçilmektedir. Savunmasız halkı çok büyük tehlike altında olan bu ülkenin tarihine kısaca göz atmak, yaşanan vahşeti anlamak açısından faydalı olacaktır.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Çeçenistan'ı da içine alan Kafkasya 1918 yılından itibaren Sovyet Rusya'nın hakimiyeti altındaydı. Bu dönemde komünist Moskova çok geniş bir bölgede hakimiyet kurarken, etnik grupların yoğun olarak yaşadığı toprakları da suni sınırlarla birbirinden ayırmıştı. Hatta bazı halkların yerleri değiştirilerek, etnik ayrım daha da arttırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda komünist yönetim Kafkas halkları bir gecede trenlere bindirerek Sibirya'ya ve Orta Asya'ya sürdü. Yüzbinlerce insan yollarda hayatını kaybederken, geride kalan topraklara başka halklar yerleştirildi. Daha sonra yurtlarına dönen bu topluluklar, evlerinde başka insanların yaşadıklarını gördüler. Bugün o bölge içinde yaşanan anlaşmazlıklar, Moskova'nın o dönemdeki "böl ve yönet" politikasına dayanmaktadır.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Rusya içindeki etnik gruplardan bazıları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kimileri ise Rusya içinde kalarak, ekonomik ilişkilerinde bağımsızlaşma yoluna gitti. Yıllar süren komünist Rus yönetimi altında çok büyük baskılar gören 1 milyon nüfusa sahip Çeçenler, Johar Dudayev önderliğinde bağımsızlık savaşına başladılar. Yaşanan on sekiz aylık şiddetli savaştan sonra Çeçenler 1996 yılında Rus ordularının çekilmesiyle bağımsızlığını ilan etti. Fakat Çeçenistan'ın nihai statüsü 2001 yılında Moskova'yla Grozni arasında yeniden görüşülmek üzere rafa kaldırıldı. Çatışmalar daha küçük çaplı olsa da devam etti.
Çeçenistan'ın bağımsızlık mücadelesi diğer cumhuriyetleri de hareketlendirdi. Kuzey Kafkasya halkları 1998 yılında Çeçenistan'ın başkenti Grozni'de Kuzey Kafkasya Halkları Şurası'nı topladı. Buluşmada Kuzey Kafkasya halkları arasında çatışma çıkmaması konusunda fikir birliğine varıldı. 1999 yılında yaşanan çatışmaların kökeni işte bu toplantıda alınan kararlarla ilgiliydi. Ruslar Dağıstan'da bazı köyleri kuşatarak bombardımana tutmaya başladı. Toplam 1500 kişilik nüfusu olan bu köyler Çeçenistan'dan yardım istediler. Çeçen gazisi Şamil Basayev 1999'un yaz aylarında Rus zulmünden kurtulmak için kendilerinden yardım isteyen Dağıstan halkına yardıma başladı. Bombardıman altında kalan köylerden sadece iki kişi kurtuldu ve Rusya ile Çeçenistan arasındaki yeni savaş bu şekilde başladı.
Dağıstan, nüfusunun yüzde 80'i Müslüman olan, Çeçenistan'a komşu bir Kafkas ülkesidir. Dağıstan'ın Çeçenistan'dan yardım istemesinin sebebi ise Çeçenlerin 1996 yılında Ruslara karşı elde ettikleri büyük başarıydı.
Rusya'nın Çeçenistan konusunda bu kadar saldırgan bir yaklaşım sergilemesinin altında çok farklı çıkarlar yatmaktadır.
Fakat savaşlarda neden her ne olursa olsun en büyük zulmü gören, en çok kayıp veren her zaman için kadınlar, çocuklar ve zayıf bırakılan kişiler olur. Yoklukla, açlıkla, hastalıklarla, susuzlukla boğuşan ve tüm bu yoklukların içinde yaşamını devam ettirmeye çalışan hep onlardır. Rusların başından beri istediği Çeçenlerin göç etmesini sağlamak, halkları asimile etmek ve Çeçenistan'a farklı kökenlerden insanların iskan edilmesini sağlamaktır. Bu amaçla binlerce masum insanın katledilmesi ise makul karşılanmakta, üstelik dünya ülkelerinin gözü önünde gerçekleştirilen bu katliama açıkça göz yumulmaktadır.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:22   #7
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Dinsizliğin Vahşi Yüzü: "Irkçılık"
Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.” (Fetih Suresi, 26)

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Dünya üzerinde gerçekleşen pek çok bölgesel savaşın, iç savaşların ya da çatışmaların altında farklı ırklar arasında süregelen düşmanca duygular yatmaktadır. Birçok ülkede halen devam etmekte olan beyaz ırkın siyah ırka karşı saldırgan tutumunda, yakın tarih içinde milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan Nazi kökenli Ari ırk fikrinde ya da Afrika'daki ülkelerde görülen kabile çatışmalarında karşımıza çıkan, işte bu "soy koruyuculuğu"dur. Bu anlayış içinde bir ırkın diğerinden fiziksel ya da zeka açısından üstün olduğu, üstün olanın diğerine saygı, sevgi, merhamet duymasının gereksiz olduğu, hatta ikisinin bir arada bulunmasının bile yanlış olacağı düşünülür. Oysa bu, son derece çarpık ve vahşice bir yaklaşımdır. Çünkü bu anlayışa göre farklı halkların var olmalarına gerek yoktur ve tüm "farklı olanlar" ortadan kaldırılmalıdırlar.
Kuran ahlakında ise farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının nedeni insanların birbirleriyle tanışmaları olarak bildirilir. Bu çeşitlilik Allah'ın yaratışındaki bir güzelliktir. Bir insanın daha uzun boylu, birinin kısa boylu olması, bir kişinin teninin beyaz diğerinin sarı renk olmasının hiçbir önemi yoktur. Bunlar Allah'ın takdir etmesiyle olmuştur ve her bir yaratılışta çok büyük güzellikler, hikmetler ve incelikler saklıdır. İnanan bir insan tek üstünlüğün takva ile yani Allah korkusu, Allah'a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilmektedir. Allah Hucurat Suresi'nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)
Bir vahşet olarak karşımıza çıkan ırkçı anlayışın bilimsel dayanağı üzerinde durmakta da yarar vardır. Çünkü bu dayanak, Dünya üzerinde hüküm süren pek çok çarpık ideolojininkiyle aynıdır. Materyalizm, komünizm ve vahşi kapitalizm de aynı sözde bilimsel dayanaktan temel bulmakta ve onunla güç kazanmaktadır. İşte bu sözde bilimsel dayanak, Darwin'in evrim teorisidir. Evrim teorisinin adını ilk kez duyanlar bunun sadece biyolojinin ilgi alanına girdiğini ve kendi yaşamları açısından bir önem taşımadığını düşünebilirler. Oysa evrim teorisi biyolojik bir kavram olmanın ötesinde, yaygın kitleleri etkisi altına almış çarpık birçok felsefenin altyapısını oluşturur.

Irkçılığın "Sözde" Bilimsel Dayanağı
Darwin, teorisini ilk ortaya attığı zaman dönemin bilim adamları arasında yaygın bir kabul görmemişti. Özellikle fosil bilimciler, onun bu iddiasının hayal ürününden başka bir şey olmadığının farkındaydılar. Ancak buna rağmen Darwin'in teorisi giderek daha fazla destek buldu. Çünkü Darwin, bu teoriyle birlikte, 19. yüzyılın hakim güçlerine bulunmaz bir temel sağlamış oluyordu.
Evrim fikri, Darwin'in “Türlerin Kökeni” isimli kitabıyla yaygınlık kazanırken, Avrupalılar da diğer kıta ve medeniyetlere yayılmayı sürdürüyorlardı. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, Avrupalı devletler Güney Asya'nın önemli bir bölümünü, Afrika'nın neredeyse tümünü ve Latin Amerika'nın bir kısmını kolonileştirmekle uğraşıyorlardı. Kuzey Amerika'da ise kızılderili katliamı sürüyordu. Kısacası 19. yüzyılın ikinci yarısında, batılı nedeniyetler diğer medeniyetleri yağmalıyorlardı. Hiçbir hak sahibi olmadıkları bir ülkeyi zorla ele geçiriyorlar, sonra bu ülkedeki insanları baskı altına alıyorlar ve ülkenin kaynaklarına el koyuyorlardı. Ancak Batı, yaptıklarına meşruiyet sağlayacak bir açıklama bulmak zorunda hissediyordu kendini. İşte Darwinizm bu noktada emperyalistlere büyük bir fırsat sundu. Bu teoriyle birlikte sömürülen halkların "bir tür hayvan" oldukları düşüncesine "sözde" bilimsel bir dayanak göstermek mümkün hale gelmişti.
Darwin, 1871 yılında yayınlanan “İnsanın Türeyişi” adlı kitabında insanın maymunlarla ortak bir atadan geldiklerini öne sürüyordu. Ancak Darwin'in ilginç bir düşüncesi daha vardı. Ona göre bazı ırklar, diğer insanlara göre daha çok evrimleşmiş ve ilerlemişlerdi. Bazı ırklar ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Amerika'da yıllardır faaliyet süren Ku Klux Klan, bugüne kadar kadın çocuk demeden binlerce insanı katletmiştir. Yalnızca farklı ırtan oldukları için insanlara zulmetmiş, Kuran ahlakının yaşanmadığı bir ortamda ne kadar büyük bir kargaşa ve zulüm ortamı oluşacağına da açık bir örnek teşkil etmiştir. 2000'li yıllara girdiğimiz bugünlerde, böyle bir caniliği sürdürebilmek son derece düşündürücüdür.
Darwin'in teorisinin ikinci bir önemli yönü daha vardı. Darwin, canlıların ve insanların gelişimini "yaşam mücadelesi" kavramına dayandırıyordu. Ona göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve gelişme de bu sayede mümkün oluyordu.
Darwin, bu yaşam mücadelesi kavramının insan ırkları arasında da geçerli olduğunu öne sürdü. Türlerin Kökeni kitabına koyduğu alt başlık bile, onun insanlığa ırkçı bir açıdan baktığını gösteriyordu: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla".
Darwin'e göre kayırılmış ırklar, Avrupalılardı. Kızılderililer, Afrikalılar ve diğer her türlü yerli halk ise evrim sürecinde geri kalmış ırkları oluşturuyorlardı. Bu çarpık anlayışa göre, insanların maymunları ya da diğer hayvanları ehlileştirmeleri ve kullanmaları nasıl meşruysa, bu geri ırkları ehlileştirmeleri, onları köle olarak kullanmaları, topraklarına el koymaları, hatta öldürmeleri de o kadar meşruydu. Darwin kitabında bu ırklarla ilgili şöyle söylüyordu:
“Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları yeryüzünden tamamen silecek ve onların yerine geçecek. Öte yandan insansı maymunlar da kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek.”
Bu ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, Darwin tam bir ırkçıydı. Avrupalılar'ın, dünyanın diğer ırklarından üstün olduğunu ve onları zaman içinde köleleştirip yok edeceklerini düşünüyordu.
Darwin'in ileri sürdüğü evrim kuramının toplumlara uygulanması ile gelişen bu teori, Sosyal Darwinizm olarak adlandırıldı ve hem emperyalizmin en büyük meşruiyet gerekçesi, hem de ırkçılığın en büyük dayanağı haline geldi. Sosyal Darwinizm'in en büyük popülarite kazandığı ülkelerden biri ise Almanya oldu.

Naziler ve Darwinizm

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Hitler'in, döneminde bir gazetede yayınlanan "Herkes bilmeli ki kim bize karşı ayaklanırsa kendisini ölü kabul etmelidir." sözleri, onun halka uyguladığı dikta rejimini açıkça gözler önüne sermiştir.

Neo-Naziler'in Darwin'in evrim teorisinden ilham almaları bir rastlantı değildir. Çünkü Darwinizm, en başından beri Nazi ideolojisinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Nazizm, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya'da doğdu. Nazi Partisi'nin lideri, hırslı ve saldırgan bir kişiliğe sahip olan Adolf Hitler'di. Hitler'in dünya görüşünün temelini ise ırkçılık oluşturuyordu. Hitler Alman milletinin asli unsurunu oluşturan Ari ırkın, diğer tüm ırklardan üstün olduğuna ve onları yönetmesi gerektiğine inanmıştı. Ari ırkın yakında bin yıllık bir dünya imparatorluğu kuracağını hayal ediyordu. Hitler'in bu ırkçı teorilerine bulduğu bilimsel dayanak ise, Darwin'in evrim teorisiydi. Hitler'in fikirlerine değer verdiği kişilerden biri, ırkçı Alman tarihçi Heinrich von Treitcshke idi. Treitcshke, Darwin'in evrim teorisinden şiddetle etkilenmiş ve ırkçı görüşlerini de Darwinizm'e dayandırmıştı. "Uluslar ancak Darwin'in yaşam kavgasına benzer şiddetli bir rekabetle gelişebilirler" diyordu. Treitcshke'nin diğer bir ifadesi ise onun diğer ırklara bakışını ifade ediyordu:
“Sarı uluslar sanat yeteneklerinden ve siyasal özgürlük anlayışından yoksundurlar. Siyah ırkların görevleri ise beyazlara hizmet etmek ve sonsuza dek beyazların tiksintilerine hedef olmaktır… (çünkü) yamaklar olmaksızın hiçbir kültür var olamaz…”
Darwinizm'in ve Nazizm'in gelişmesinde büyük bir rolü olan, bu Sosyal Darwinizm'in faşist yorumu, Friedrich Nietzsche'nin Darwin'i benimsemesiyle ilk önemli adımlarından birini atmıştı. Nietzsche, insanların çoğunu "köle ahlakı"na sahip sefiller olarak görüyor, ancak aralarındaki az sayıda bir grubun "üstün-insan" olduğunu düşünüyordu. Aynı ayrım ırklar arasında da vardı; ırkların çoğu sefildi, ancak bir tanesi "üstün ırk"tı. Bu vasıfların oluşabilmesi için de sürekli bir savaş ve mücadelenin gerekliliğine inanıyordu. Savaşın zaruri olarak gerçekleşen bir kötülük olarak değil de, ırkların ya da milletlerin gelişmesini sağlayan bir iyilik olarak algılanması, Nietzsche'den sonra, her türlü ırkçılığın ve nasyonalizmin de temel inançlarından biri haline gelecekti. Nietzsche'nin aşağıdaki sözü de bu yaklaşımı çok açık ifade eder:
“Vicdandan, merhametten, bağışlamadan, insanların bu dahili zalimlerinden kurtulunuz; güçsüzleri baskı altına alınız, cesetleri üzerinden yukarıya tırmanınız…”
Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki, dinsiz bir yapının oluşturduğu mantık bozuklukları sınır tanımamaktadır. Bu ifadelerde, Allah korkusu olmayan insanların zalimlikte, insaniyetsizlikte, bencillikte kısacası her türlü şeytani vasıfta ne kadar ileri gidebilecekleri görülmektedir.
Hitler de teorilerini geliştirirken Darwin'in yaşam mücadelesi fikrinden ilham aldı. Ünlü kitabı Kavgam'ın adını, bu yaşam mücadelesi fikrinden esinlenerek belirlemişti. Hitler de, aynı Darwin gibi, Avrupalı olmayan ırkları maymunlarla aynı statüye koyuyor ve şöyle diyordu:
“Kuzey Avrupa Almanlarını insanlık tarihinden çıkarın, geriye maymun dansından başka bir şey kalmaz.”
Naziler'in evrimci görüşlerinin temelinde, "öjeni" kavramı yatıyordu. Öjeni, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu. Bu teoriyi ortaya atan kişiler de tahmin edilebileceği gibi Darwinistler'di: Charles Darwin'in oğlu Leornard Darwin ve kuzeni Francis Galton.
Öjeniyi Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kişi ise, ünlü evrimci biyolog Ernst Haeckel oldu. Haeckel, Darwin'in yakın bir dostuydu ve ona sürekli fikirler veriyordu. Bunlardan biri de sakat bebeklerin zaman geçirilmeden öldürülmesi, böylece evriminin hızlandırılmasıydı. Haeckel'in bir başka fikri cüzzamlıların, kanserlilerin ve akıl hastalarının acısız bir biçimde öldürülmeleri gerektiğiydi. Eğer bu insanlar öldürülmezlerse topluma yük olmaları kaçınılmazdı.
Hitler iktidara geldikten sonra Haeckel'in fikirlerini kendi resmi politikası haline getirdi. Akıl hastaları, sakatlar, doğuştan körler ve kalıtsal hastalıklara sahip olanlar, özel merkezlerde toplandılar. Bu çarpık anlayışa göre, Alman ırkının saflığını ve "sözde" evrimsel ilerleyişini bozan bu kişilere parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra toplumdan soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimatla öldürülmeye başlandı.
II. Dünya Savaşı'nı kaybeden Nazi imparatorluğu, ardında milyonlarca masum insanın kanını bırakarak tarihe karıştı. Ama Nazi ideolojisine zemin hazırlayan toplumsal Darwinizm düşüncesi, yaşamaya devam etti.
Burada anlatılanlar birçok insanın bildiği konulardır. Ancak tarihte yaşanan ve günümüze kadar etkisi devam eden bu olaylardan ibret alan insanların sayısı çok azdır. İnsanların sadece farklı bir ırka mensup oldukları veya fiziksel olarak bir eksikliğe sahip oldukları için vahşi ve acımasız yöntemlerle katledilmeleri, bunu yapan insanların sahip oldukları hasta ve sapkın ruhun en açık delilidir. İnsanların hasta ve sapkın bir ruha sahip olmalarının nedeni ise dinsizliktir. Dinsizlik olduğu sürece insanlardan her türlü anormallik, acımasızlık, sapkınlık beklenmelidir. Böyle insanların peşinden sürüklenen ve kayıtsız şartsız bu "hasta" zihniyetli insanlara itaat eden milyonlarca insan olması da dinsizliğin bir başka göstergesidir.
Allah'tan korkup sakınan bir insan asla böyle zalimliklere ve sapkınlıklara boyun eğmez. Diğer insanları da bu tür insanların boyunduruğundan kurtarmak, onlara doğru olanı göstererek onları uyandırmak için cesaretli ve etkili bir çaba gösterir. Örneğin Hz. Musa, Hitler ve Mussolini ile aynı ırkçı ve zalim diktatör zihniyetine sahip olan Firavun'a karşı tek başına karşı koymuş ve İsrailoğulları'nı onun zulmünden kurtarmıştır. Hz. Musa'ya bu gücü veren onun Allah'a olan güçlü imanı ve bu imanın ona kazandırdığı üstün anlakı ve vicdanıdır. Hz. Musa'nın Firavun'un karşısına çıktığında söyledikleri onun Allah'a olan imanını ve teslimiyetini açıkça göstermektedir:
“Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim. Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder." (Araf Suresi, 103-105)

Irkçılığın Afrika Kıtasına Getirdiği Şiddet Dolu Yıllar
Yıllardan bu yana Afrika kıtasının adı hep çatışmalar, savaşlar, açlık ve sefaletle bir tutulmuştur. Hak dinin yaşanmamasından, batıl fikirlerin peşinden gidilmesinden kaynaklanan çıkar çatışmaları sebebiyle bölgede kargaşa son bulmamaktadır. Bu kıtanın insanları, 1950'li yıllara kadar sömürgeci ülkelerin her türlü zulmü ve ırkçı yaklaşımlarıyla yüzyüze kalmışlardı. 1950'lerde Afrika'nın tümünde sadece 4 resmi bağımsız ülke vardı. 1962'de ise bu sayı otuza çıkmıştı. 1977'de ise birkaç ülke dışında tüm kıta bağımsızdı. Ancak bu bağımsızlık sadece görünüşteydi, özellikle de halk açısından. Çünkü eski sömürgeci yönetimler gitmişti ama ülkenin yönetimi yine de halkın elinde değildi. Çoğu Afrika ülkesi son derece otoriter, baskıcı ve zalim diktatörlerin yönetimi altına girmişti. Bu diktatörlerin hepsi de eski sömürgeci güçlere, yani Batılı büyük devletlere bağlıydılar. Dolayısıyla bağımsızlaşmak ülkelere özgürlük getirmemiş, tam tersine askeri baskıcı yönetimlerle yüzyüze bırakmıştı. Bunun üzerine bu diktacı yönetimlere karşı birleşen halklarla yönetimler arasında savaşlar başladı. Ancak bu yönetimler de bu arada boş durmuyor, halkın içindeki etnik ayrılıkları körükleyerek onların arasında bir savaş çıkarmayı hedefliyorlardı.
Zaire'de iki kabile arasında yaşanan savaş, 20. yüzyılda ırklar arasında yaşanan çatışmalara çok önemli bir örnektir. 1997 yılının ilkbaharında 5 büyük ülkeyi, Zaire, Ruanda, Uganda, Burundi ve Tanzanya'yı içine alan bir bölgeyi etkileyen bu savaş, iki büyük kabile arasında yaşandı: Hutu ve Tutsi kabileleri.
Çok büyük bir sefaletin yaşandığı bölgede 1960'lı yıllarda bağımsızlık ilan edilmiş, fakat ülke sömürgeci batılı devletlerin boyunduruğundan bir türlü çıkamamıştı. 1964 yılında Amerika desteğiyle iktidara gelen Albay Joseph Mobutu ise ülkesinin elindeki tüm maden kaynaklarını batılı ülkelere özellikle de ABD'ye açtı. Ülkenin sosyal düzeni için hiçbir şey yapmayan Mobutu yıllarca kendi servetini artırdı ve dikta sistemiyle halkın tüm taleplerini ve yükselen seslerini bastırdı. Ülkedeki enflasyonun yüzde 6000'lere tırmandığı dönemde ise bölgeyi oluşturan iki kabile arasında çok büyük bir çatışma başladı. Bu kabile savaşları çok büyük bir soykırıma da sahne oldu. Yarım milyona yakın insan öldü. Göç eden onbinlerce kişi ormanlarda açlıkla, sefaletle, salgın hastalıklarla mücadele etti ve çok büyük bir bölümü öldü. Vahşice katliamlar gerçekleşti. Öyle ki küçük çocuklar, bebekler bile başka bir kabileden oldukları için öldürüldüler.
Etnik ırklar arasında yaşanan savaşlar, yani "soy koruyuculuğu", pek çok ülke içinde vahşi sahnelerin yaşanmasıyla sonuçlandı. Allah Kuran'da dinden uzak cahiliye insanlarının bu nefret dolu soy koruyuculuklarına şöyle dikkat çekmiştir:
“Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.” (Fetih Suresi, 26)
Gerek burada örneklerini gördüğümüz Afrika ülkelerinde, gerekse dünyanın dört bir yanında yaşanan ırkçı akımlar, işte dinsizliğin bu karanlık yüzünü açığa çıkarmaktadır. Bu karanlık yüzün yok edilmesi ise ancak hak dinin dünya üzerinde yaşanması ve yaşatılması ile mümkün olabilir.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:23   #8
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Dinsizliğin Neden Olduğu Cinayetler


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


İslam ahlakından uzak olmanın getirdiği zararlardan biri de, insanlar arasında acımasızlığın, kindarlığın, öfkenin, zulmün hakim olmasıdır. Bu yapıdaki insanlar, kendi çıkarları söz konusu olduğunda veya bir kimseye duydukları öfke sebebiyle rahatlıkla cinayet işleyebilmektedirler. Haksız yere bir insanın canına kıyan, soğukkanlılıkla seri cinayetler işleyen, ani bir öfke ya da kıskançlık sonucu en yakınını veya hiç tanımadığı birisini öldüren, hatta bu işi parayla yapan insanların sayısı, günümüz toplumlarında oldukça fazladır. Gazetelerden ve televizyonlardan bir gün bile eksik olmayan cinayet haberleri toplumdaki, dinsizlikten kaynaklanan dejenerasyonun çok açık bir göstergesidir.
Dünyada her gün binlerce insan öldürülmektedir. Birkaç milyon lira için gece, taksisine bindiği şoförü haksız yere öldüren insanlar vardır. Veya geçimlerini hiç tanımadıkları insanları öldürerek sağlayan, bunu artık sıradan bir olay olarak değerlendiren insanların sayısı da azımsanmayacak boyutlardadır. Bu insanlara sorulduğunda ise, kendilerine göre bir açıklama yaparak "o parayı almasaydım ben açlıktan ölecektim" gibi ahlaksızca ifadeler kullanırlar. İşte tüm bunlar, Allah'ın dinine uymadan yaşanan bir hayatın sebep olduğu zalimliklerdir.
Üstelik bunların yanısıra sadece zevkten adam öldüren insanlar, seri cinayetler işleyen katiller de dünya üzerinde insanların korku ve tedirginlik içinde yaşamalarıına neden olmaktadır. Ailelerini paralarını alabilmek için öldürenler ya da öldürtenler, kıskançlıktan dolayı cinayet işleyenler, kindarlıktan dolayı yıllarca bekleyip sonra en yakınını öldürenler, bakışını beğenmediği için sokak ortasında hiç tanımadığı halde suçsuz bir adamı öldürenler, kan davası uğruna çoluk çocuk demeden tüm bir aileyi katledenler, ani bir öfke sebebiyle bir anaokulunu basıp çok sayıda çocuğu hedef alanlar... Bu örnekler o kadar çoktur ki, haberleri gazetelerden birgün bile eksik olmaz. Tüm bunların yaşanmasının en önemli sebeplerinden biri ise Allah'ın aşağıdaki ayetinin gözardı edilmesidir:
“Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.” (Furkan Suresi, 68)
Ayette de görüldüğü gibi, haksız yere bir insanı öldüren kişiler büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek bir kişiyi öldürmenin, tüm insanları öldürmek kadar ağır bir suç olduğunu haber vermiştir. Ancak günümüzde bu ayetlerin gözardı edilmesive toplumlarda Allah korkusunun yerleşmemiş olması sebebiyle rahatlıkla seri cinayetler işlenmektedir. Zalim insanlar ahirete iman etmedikleri, bu yaptıklarının hesabını vereceklerini anlamazlıktan geldikleri için böyle pervasız bir tutum sergileyebilmektedirler. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın bir öfke krizine kapılarak kontrolünü kaybetme ve bir insana zarar verme ihtimali kesinlikle yoktur. Fakat dini yaşamayan toplumlarda Allah korkusu olmadığından ve dünyadayken yaptıkları her şeyin hesabını mutlaka vereceklerine dair inançları bulunmadığından tüm bu ahlaksızlıklar rahatlıkla yapılmaktadır. Oysa dünyada belki adaletten kaçarak, cezadan kurtulduğunu sananlar, öldükten sonra ahirette Allah'ın huzurunda verecekleri hesaptan asla kaçamayacaklardır. Allah bu konuya bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:
“Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.” (Al-i İmran Suresi, 21)
Dinden Uzak İnsanlar Zalim İnsanlar Yetiştirirler


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bu konunun tüm dünya toplumlarını ilgilendiren çok önemli bir yönü daha vardır. Bahsettiğimiz türde cinayetler o kadar yaygınlaşmıştır ki, küçük çocukların okullarda katliam yaptıklarına dahi şahit olmak mümkündür. Bunlarla ilgili haberler zaman zaman basında yer almaktadır. Elbette bunların bir sebebi bu çocukların izledikleri filmlerde, televizyon programlarında, okudukları kitaplarda sık sık işlenen zalimlik telkinidir. Özellikle bazı filmlerdeki öldürme sahnelerinin küçük yaştaki çocukları bu korkunç eylemlere özendirici bir etkisi vardır. Bu da dinsizliğin karanlık yüzünü göstermesi açısından çok önemli bir örnektir.
İnsanları çok küçük yaşlarından itibaren böylesine karanlık bir ortama iten, zalimliğe yönlendiren ise yine dinden uzak yaşayan insanların varlığıdır. Bu insanlar kendileri Allah'tan korkmadıkları gibi, yine Allah korkusu olmayan zalim nesiller yetiştirirler. Çocuklarına İslam ahlakının emrettiği güzel ahlakı; merhametli, şefkatli, adaletli, hoşgörülü, itidalli, akılcı yapıyı değil, dinsizliğin getirdiği kötü ahlakı öğretirler. Bu konuyla ilgili olarak Hz. Nuh'un Kuran'da bildirilen duası, tarih boyunca tüm inkarcıların aynı zalim yapıyı sergilediklerini bize göstermektedir:
Nuh "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar." "Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma." (Nuh Suresi, 26-28)

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:24   #9
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Zulüm ve Kargaşa
“Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.”(Nahl Suresi, 61)
Dünyanın dört bir yanında, Kosova'da, Keşmir'de, Filistin'de, Çeçenistan'da ve daha pek çok ülkede Müslümanlar kesintisiz ve amansız zulümlere, büyük sıkıntılara maruz kalmaktadır. Yapılan bu uygulamaların birbirinden bağımsız geliştiğini düşünmek çok yanlış bir yaklaşımdır. Bu çatışmaların ülkelerin siyasi ve coğrafi konumlarından kaynaklandığını düşünmek ise çok sınırlı bir bakış açısı olacaktır. Çünkü Dünya tarihi boyunca gerçekleşen tüm savaşlar bize göstermiştir ki, her nerede olursa olsun yapılan bu zulümlerin arkasında duranlar ve bu kargaşalardan çıkar sağlayanlar vardır. Tüm bunların Müslümanlar tarafından görülmesi, bilinmesi tespit edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde gelişen olaylar basit ve sıradan nedenlere bağlanır ve kimse bunlara bir çözüm bulmak için herhangi bir girişimde bulunmaz.
Özellikle 20. yüzyıl bu zalimliklerin en üst seviyeye çıktığı asır olmuştur. Savaşların, zulümlerin arkasında duran akımlar içinde başta gelen ise materyalist felsefeyi savunan, dini, ahlakı, aile kurumunu kökünden reddeden komünizmdir. Komünizmin uygulandığı ülkelerde din olmayınca neler yaşanacağını tarih, belgeleriyle tüm insanlığa kanıtlamıştır. Bu zorba sistemi daha iyi anlayabilmek için sadece komünist bir sistemi ülkesinde senelerce zorla uygulayan Rusya'nın tarihine ve şu anki durumuna biraz göz atmak yeterlidir.

TÜM UYGULAMALARINI DİNSİZLİK ÜZERİNE KURAN KOMÜNİZMİN TARİHTE BIRAKTIĞI İZLER

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Friedrich Engels ve Karl Marx

Diyalektik materyalizmin kurucuları ve komünizmin fikir babaları olan Marx ve Engels koyu birer ateisttiler. Evrendeki tüm gelişmelerin çatışmalar sayesinde elde edildiğini iddia etmişlerdi. Bu düşünceden yola çıkarak amaçlarına ancak komünist bir devrim yaparak ulaşabilecekleri sonucuna varmışlardı. Dine karşı çok büyük düşmanlık besleyen bu iki ideolog, fikirlerini hayata geçirebilmek için öncelikli olarak dinin ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuşlardı. Marx ve Engels'in bu planlarına göre komünist eylemler öncelikle Allah inancı ve din engeli aşılarak başlayabilecekti. Marx belki bu fikirlerini hayata geçirememişti ancak onun ölümünden sonra bu devrim projesini uygulamaya geçiren kişi Lenin olmuştu.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Lenin

Komünist militanlarıyla birlikte gerçekleştirdiği kanlı bir iç savaştan sonra iktidarı ele geçiren Lenin, kendinden sonra da nasıl kanlı bir politika izleneceğinin de işaretlerini vermişti. Kendisine ve komünist sisteme karşı gelen herkesi kurşuna dizdirmiş, ülke içinde yaşanan iç savaşlar tam üç yıl sürmüş, Rusya tam bir harabeye dönüşmüştü. Lenin bu kanlı savaş sonunda dünyanın ilk totaliter tek parti diktatörlüğünü kurmuştu.
Bu dönemde Rusya ekonomik açıdan tam bir felce uğramıştı, fakir halktan zorla vergi alınıp açlık ve sefaletin dozu giderek artırılıyordu. Üretim alanları, fabrikalar, işletmeler devletleştirilmiş ve bu girişimlere de kimse karşı koyamamıştı. Karşı koyanların sonu herkes tarafından çok iyi biliniyordu. Uyguladığı politikalarla yakın çevresinin dahi nefretini kazanan Lenin'in 1924'teki ölümü sonrası Komünist Parti'nin başına dünyanın en kanlı diktatörü sayılan Stalin geçti.
Stalin 30 yıl süren iktidarı boyunca, adeta komünizmin ne denli acımasız bir sistem olduğunu ispatlarcasına görevini sürdürdü. Katliamların, cinayetlerin, işkencelerin ardı arkası kesilmiyordu. Ülkeyi "komünizm projesini" gerçekleştirme adı altında açlık ve sefalete sürükleme, baskıcı yönetim, köylü halkın zorla çalıştırılması, dini yaşama haklarının tamamen elden alınması hepsi bu kanlı diktatör döneminde hızlandırılmıştı. Stalin'in ilk önemli icraatı, Rusya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak oldu. Özel mülkiyeti yok etmeye yönelik bu politika gereği, Rus köylülerinin bütün mahsulü silahlı görevliler tarafından toplandı. Bunun sonucunda, çok şiddetli bir açlık baş gösterdi. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı açlıktan yaşamını yitirdi. Kazakistan nüfusunun yüzde 20'si açlıktan öldü. Kafkasya'daki ölü sayısı bir milyonu aştı.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Stalin

Stalin, bu politikasına direnmeye çalışan yüz binlerce insanı ise, Sibirya'daki çalışma kamplarına yolladı. Tutsakların çok ağır şartlarda ölesiye çalıştırıldıkları bu kamplar, bu insanların çoğuna mezar olacaktı. Öte yandan on binlerce insan, Stalin'in gizli polisi tarafından idam edildi. Aralarında Kırım ya da Türkistan Türkleri'nin de bulunduğu milyonlar, Rusya'nın uzak köşelerine zorla göç ettirildi.
Stalin, tüm bu kanlı politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insanı katletti. Tarihçilerin bildirdiğine göre, bu vahşetten özel bir zevk duyuyordu. Kremlin'deki çalışma masasına oturup, toplama kamplarında öldürülen ya da idam edilen insanların sayılarını içeren listeleri incelemekten büyük keyif alıyordu. Stalin döneminde anarşi ve terör sadece sistemi eleştirenlere ve aydınlara zarar vermekle kalmamış, komünist militanların saldırıları öylesine şiddetlenmişti ki, herkes kendini tehdit altında hissediyordu. Halk kitleler halinde "Gulag" adı verilen toplama kamplarına dolduruluyordu ve katlediliyordu. Stalin terör sayesinde ülkenin tümü üstünde mutlak iktidarını kurdu. 25 yıl iktidarda kalan Stalin öldükten sonra geride kalan, fakir ve zavallı bir halktı.
Rusya örneğinde gördüğümüz gibi, dinsizliğin hakim olduğu toplumlarda insanların huzur ve mutluluk bulması, güzel bir hayat yaşamaları mümkün değildir. Çünkü dinsizlik insanları kendi çıkarları için her türlü suçu işlemeye, hatta yeri geldiğinde zevk için adam öldürmeye, insanlara, çocuklara zulmetmeye yönlendirir. Bugünkü Rus toplumuna baktığımızda da uzun yıllar yaşadıkları din karşıtı sistemin yıkıcı etkileri görülmektedir. Ciddi anlamda dejenere olmuş, ahlaki değerlerden uzaklaşmış insanlar mevcuttur. İşte bu bozulmuş yapının düzeltilebilmesi de ancak İslam ahlakının öğretilmesi ve bu yolla insanlara manevi değerlerin kazandırılmasıyla mümkün olabilecektir.

MAO'NUN ÜLKESİNDE YILLARDIR SÜREGELEN ZULÜM
Stalin, komünist devrim projesini Rusya'da hayata geçirdi ve bu şekilde arkasında 20 milyon ölü bıraktı. Bunun ardından bir başka komünist rejim de Çin'de kuruldu. Mao Che Tung'un önderliğindeki komünistler, uzun bir iç savaş sonucunda, 1949 yılında, iktidara geldiler. Mao, 1949'dan 1976 yılına kadar kendisine büyük destek veren müttefiki Stalin gibi, baskıcı ve kanlı bir rejim kurdu. Maocu dönem olarak bilinen sürede Çin, sayısız politik idama sahne oldu. Orduyu, Komünist Parti tarafından kurulan kadın ve erkekli komünist birlikler oluşturuyordu. İlerleyen yıllarda Mao'nun "Kızıl Muhafızlar" adını verdiği genç militanları, ülkeyi tam bir terör ortamına sürükledi.
"Sosyalist değişme ve eşitlik hakları" adı altında daha önce Rusya'da uygulanan ekonomik rezaletlerin bir kopyası Çin'de de yaşanmaya başlandı. Hikaye yine aynıydı. "Sınıfsal mücadele" adı altında halkın her türlü haklarının ellerinden alınması ve mallarının devlet yararına alıkonması. İşte Çin'de de, kendilerini yoksulların sığınağı ve halkın kurtarıcıları olarak gösteren komünist dikta yönetimi, Rusya örneğinde olduğu gibi halkın tarlalarına, hayvanlarına, ürünlerine ve tüm mülklerine el koydu.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Tüm bunların "sosyalist değişme"nin gereği olduğunu söyleyip, herşeyi devlet mülkiyetine aldılar. "Sosyal adalet"leri iktidardakileri ve yandaşlarını beslemeye ve zenginleştirmeye yararken, "hakları savunulduğu" iddia edilen halk ise açlıktan ölüyordu. Ülkede ekonomik sorunlar gitgide büyüdü ve sorunların çözülmesi için radikal reformlara gidildi. Denenen her reform toplumsal kargaşayı daha da artırdı. Her başarısızlığın karşılığında yüzbinlerce hatta milyonlarca insan öldü. Coğrafi dağılımı son derece geniş olan ülkede Mao kendi halkına ve özellikle de azınlıklara karşı büyük bir soykırım uyguladı.
Her türlü yetkiyi elinde bulunduran komünist parti hiyerarşisi ve diktatör lider Mao, ülkeyi tamamen içe kapatarak, basın-yayın ve haberleşme özgürlüğünü kendi tekeline aldı. En ufak bir eleştiri veya hükümet politikasının sözlü bir protestosunun karşılığı ise idam oldu. Azınlıkların kültürünü, tarihini, dil zenginliğini anlatan ve yazan yazarlar, sanatçılar ve bilim adamları bu kanlı dikta tarafından toplu halde yok edildiler. Halen daha Komünist Çin'de gelişen olayları BM dahil hiç bir kurum ve kuruluş doğru ve eksiksiz olarak öğrenememektedir. Bu konudaki en önemli örnek Doğu Türkistan'da Uygur Türkleri'ne karşı yürütülen soykırımdır.
Dini inançların yok edilmesi her komünist rejimin temel hedefidir. Bunun için sistemli bir baskı ve propaganda yöntemi uygulanır. Dini inançların yerini ilahlaştırılmış liderlerin ürettikleri felsefeler alır. İşte Uzakdoğu'nun en önemli İslam karşıtı güçlerinden biri olan Çin'de de Mao döneminden itibaren insanların elinden din ve vicdan hürriyetleri alındı. Din adamları korkunç işkencelere maruz kaldılar, camiler ve ibadethaneler kapatıldı. Materyalist sistemin önünde en büyük ve yıkılmaz engel olarak duran dinin anlatılması yasaklandı.
Her yerde anlatılan ve konuşulan tek şey totaliter ve baskıcı liderin yanılmazlığı ve üstünlükleri oldu. Okullarda öğrencilere Mao'nun sapkın felsefesini anlatan "Kızıl kitap" okutuldu. Ahlak kavramını insanın gelişmesine en zararlı şey olarak gören materyalist felsefe gençlere ve çocuklara aşılandı. Komünist sistemin menfaati için her türlü ahlaksızlığın yapılabileceği, hatta annesi dahi olsa umumi yarar için cinayet işlenebileceği öğretildi.
Komünist ideoloji “aile” kavramını da ülkenin genel anlamda zararına görmüştür. Bu da Çin'de milyonlarca ailenin parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Sözde devlet ekonomisinin ihtiyaçları ön planda olduğu için aileler bölünmüş, çocuklar kreşlerde büyütülmüş ve aileler senede ancak bir defa bir araya gelmiştir.
Aslında tüm bunlar her insan için önemli ibretler taşımaktadır. Çünkü bugün dünyanın dört bir yanında hala komünizmin yayılması için çabalar yürütülmektedir. Komünizmin geldiği bir ülkenin uğrayacağı son ise Rusya'dan veya Çin'den farklı olmayacaktır. Bir milleti katliamların, zulümlerin, açlığın ve insaniyetsizliğin egemen olduğu bu sistemden korumanın tek yolu ise, özellikle gençlerin din konusunda bilinçlendirilmeleridir. Gerçek dini bilmeyen ve dolayısıyla dinin getirdiği ahlaktan yoksun olan dinsiz insanlar komünizmi kolaylıkla benimseyebilirler. Bu nedenledir ki, materyalistler dini karşılarındaki en önemli ve etkin güç olarak görmektedirler. Hurafelerden arınmış gerçek dinin anlatılmasının yanısıra, komünizmin temel felsefesinin yanılgıları ve nasıl bozuk bir temel üzerine kurulduğunun delilleri ile anlatılması da bir milleti böyle bir felaketten koruyacak önlemler arasındadır.
"Gerçek kurtuluşa götürecek tek yol" aldatmacasıyla hareket eden komünist rejim, "kesintisiz ve durmaksızın komünizme varış" hedefi için insanlık dışı işkenceler yaptı, halka acımasızca zulmetti. Etnik toplumlara, özellikle de Çin sınırı içinde yaşayan Müslüman azınlıklara halen devam etmekte olan işkenceler, Uluslarası Af Örgütü tarafından incelenmekte ve raporlara geçmektedir. Tutuklananlar, kendilerini savunamamakta, askerler tarafından başlarını sürekli olarak eğik tutmaya zorlanmaktadırlar. Müslümanlara toplu cezalandırma geçitleri ve tutuklulara infazdan önce geçitten geçirilme gibi zalimce ve insanlık dışı uygulamalar yapılmaktadır.

DİN KARŞITI KOMÜNİST SİSTEMİN İNSANLARA
VERDİĞİ ZARARLAR
1. Ahlak ve vicdanın üstün geldiği her türlü anlayış kaldırılıp, yerine hak ve hürriyetleri elinden alınmış, baskıcı ve totaliter rejim altında ezilen bir toplum oluşturulmuştur. Ahlak kavramı kökünden reddedilmiş, yararcılık mantığı oluşmuştur. Mevcut dinsiz sistemin çıkarına uymayan hiçbir faaliyete izin verilmemiştir.
2. İktidardaki diktatörün asla yanılmayacağı ve her zaman doğru kararlar alacağı yönünde telkinler yapılmıştır. Tüm dine karşı rejimlerde (faşizm, komünizm) başta olan liderin ilahlaştırılması sapkınlığı komünist sistemde en üstü seviyede mevcuttur.
3. Düşünce ve din özgürlüğü tamamen ortadan kaldırılmıştır. İbadet yerlerine girişler ve dini anlatımlar tamamen yasaklanmıştır. Hatta din ile mücadele etmek için devlet bütçesinden önemli bir fon ayrılmıştır.
4. Ekonomi tamamen devlet kontrolüne geçmiş, yatırımlar durmuş, fabrikalar, üretim alanları, işletmeler, bankalar devletleştirilmiştir.
5. Özel mülkiyete komünist askerler tarafından el koyulmuş, halkın tarlaları, kazançları, ürünleri "ülkenin menfaatleri" adı altında devletleştirilmiştir.
6. Açlık ve kıtlıktan milyonlarca yaşlı, kadın, erkek, çocuk kıvranarak ölmüş, ekmek elde etmek isteyenler karnelere bağlanarak, upuzun kuyruklarda günlerce bekletilmiştir.
7. İnsanlar kamplarda toplanmış, toplu olarak katledilmiş, öldürülmeyenler de çok zor şartlarda çalıştırılmıştır. Hatta çalışma koşullarına uymayan kişiler Sibirya kamplarına sürülmüştür.
8. İç isyanlar kanlı şekilde komünist militanlar tarafından bastırılmış, asiler halkın gözü önünde kurşuna dizilmiştir.
9. Sistemi eleştirenler, aksi yönde fikir beyan edenler ister politikacı, ister ileri gelen, isterse fikir adamı olsun asılarak öldürülmüştür.
10. İktidardakiler zenginleşmiş, çok rahat bir hayat sürmüş, halk ise sefalet içinde yaşamıştır. Örneğin, komünist iktidarı sırasında Sovyetler'de vasat bir işçinin geliri ile yüksek bir memurun geliri arasında ortalama 25.000-30.000 ruble arası fark olduğu bilinmektedir. Komünist Partisi üyeleri 25.000 rubleden 100.000 rubleye kadar maaş almaktaydılar. Halkın büyük bir kısmının maaşı ise yalnızca 150 rubleydi. Ayrıca bunun dışında parti üyeleri köşk, otomobil, sanatoryum gibi her türlü ücretsiz imkana da sahiptiler. Oysa gerçekte emek harcayan, çalışan halka bu imkanların hiçbiri sunulmamıştır.
11. Baskıcı rejimin polisleri ülke içinde çok büyük korku yaratmıştır. Halk her an başına bir bela geleceği korkusu içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır.
12. Ülkede çatışmaların, kavgaların, kargaşaların ardı arkası kesilmemiştir.
13. Okullarda baskıcı ve totaliter eğitim oluşturulmuştur. Eğitimin ‘tarafsız, objektif ve politika dışı olamayacağı' Lenin tarafından her fırsatta vurgulanıyordu. 25 Ağustos 1918'de düzenlenen Sovyet öğreniminin birinci kongresinde söyledikleri bunu açıkça ortaya koymaktadır: "Okul sahasında çalışmalarımızın asıl gayesi burjuvaziyi yok etmektir. Biz açıkça ilan ediyoruz ki siyaset dışı okul yoktur. Aksini iddia etmek yalan ve ikiyüzlülüktür." Amaç komünist sisteme hizmet eden, bu yolda mücadeleden başka bir şey düşünmeyen, kafaları uyuşturulmuş, inançsız ve ahlaksız nesiller elde etmektir.
14. Gençlerin beyinleri dinsizlikle yıkanmış, barışçıl bir nesil yerine savaşçı militanlar yetiştirilmiştir.
15. Aile kavramı tamamen ortadan kaldırılmış, yeni doğan çocuklar ailelerinin yanından alınıp kreşlerde büyütülmüş, komünist düşünceye ve "devlet menfaatlerine" uygun düşmeyen aile kavramı ortadan kaldırılmıştır. Hatta Komünist partinin birçok toplantısında, "aile bağları ve aile kavramları yaşadığı sürece devrim güçsüz kalacaktır" şeklinde ve benzeri çarpık mantıklar açıkça ifade edilmiştir.
16. Sanat ve bilimde hiçbir ilerleme olmamış, paralar silahlanmaya ve insan öldürmeye yatırılmıştır.
17. Hiçbir amaç ve gayesi olmayan genç nesil uyuşturucu ve alkol bağımlısı haline getirilmiş, intihar oranları yükselmiştir.
18. Basın yayın özgürlüğü tamamen ortadan kalkmış, yayınların sistemi ve lideri övücü şekilde olması zorunluluğu getirilmiştir. Aksi şekilde yayın yapanlar mutlaka susturulmuştur.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 13 Ekim 2008, 11:25   #10
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dinsizliğin toplum üzerindeki zararları




Dinsiz Bir Millet Yaşayamaz

İnsanların büyük bir bölümü dinin sadece ibadetlerden oluştuğu gibi bir yanılgıya sahiptir. Oysa gerçek din, ibadetlerin yanısıra, insan yaşamının her anını kapsar ve böylece insanlara Kuran doğrultusunda bir bakış açısı ve güzel ahlak kazandırır. Dinine bağlı, samimi bir Müslüman Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için hayatının her anında Kuran'da tarif edilen bu üstün ahlakı yaşamaya gayret eder. Hiçbir zaman ve hiçbir ortamda dürüstlüğünden, samimiyetinden, itidalli tavırlarından, saygı ve sevgi dolu yapısından, kısacası güzel ahlakından ödün vermez. İşte bu nedenle de Kuran ahlakına sahip insanların oluşturdukları topluluklarda, her insanın özlem duyduğu bu üstün özellikler yaşanır.

Örneğin Kuran ahlakına uygun yaşam süren bir ailede, günümüz ailelerinde yaşanan sorunların hiçbiri yaşanmaz. Günümüzde, anne ve babaya itaatsiz, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramayan, saldırgan çocuklara ve çocuklarına doğru ile yanlışı anlatma gereği duymayan, onları başıboş bırakan, kendi aralarında dahi geçimsiz olan anne babalara çok sık rastlanır. Bu evlerde, sevgi, saygı, merhamet ve şefkat yerine kavga ve hakaret hakimdir. Oysa Kuran ahlakı yaşandığında, anne babaya itaat eden, hatta Allah'ın emri gereği onlara "öf" bile demeyen, doğru ve yanlışı daha küçük yaşlarından itibaren ayırt edebilen, vicdanını kullanarak kötülüklerden uzak duran çocuklar yetişir. Çocuklarını din ahlakı ile yetiştirerek devlete ve millete hayırlı insanlar olmaları için çaba harcayan, kendi aralarında da sevgi ve saygıyı yaşayan, davranışları ve konuşmaları ile çocuklarına örnek olan anne babalar ortaya çıkar. Kısacası sevgi, saygı ve dayanışma içinde birbirine bağlı aileler oluşur.
Aile ise bir devletin en temel birimidir. Aile yapısı güçlü olan bir milletin devlet yapısı da çok güçlü olur. Ancak aile yapısı çökmüş, manevi değerlerini kaybetmiş, bireyleri arasında sevgi, saygı, birlik ve beraberlik, vefa duyguları körelmiş bir devletin güçlü olması mümkün değildir. Özellikle dinsiz bir toplumun hedef alındığı bazı ülkelerde bu manevi çöküş çok büyük bir hız kazanır ve ahlaki dejenerasyon toplumun her kademesinde kendini gösterir. Hayat, sadece karşılıklı maddi çıkarlar üzerine kurulur.
Birbirlerine çok yakın aile bireyleri arasında dahi sevgi, kardeşlik, dayanışma, fedakarlık ve sadakat duyguları gibi manevi duygular köreldiğinde, artık o milletin varlığını devam ettirebilmesi çok zor olur. Çünkü bu dejenerasyon yalnızca aile ortamlarında yaşanmakla kalmaz, toplumun tüm kesimlerine yayılır. Okullarda, arkadaş toplantılarında sevgi ve saygı yerine, haset, ikiyüzlülük, alay, dedikodu gibi kötü tavırlar ortaya çıkar. İşyerlerinde de tüm sistem çıkar ilişkileri üzerine kurulu olur. Kimse kimsenin hakkını korumaz, adalet aranmaz, mazlumlara karşı şefkat ve merhamet duyulmaz. Kısacası böyle bir milletin bireylerinin birarada huzur ve barış içinde yaşamaları imkansız hale gelir.
İşte bu sebeple insanları dinsizliğe sürükleyen, bu yolla manevi değerlerini tahrip eden dinsizliğin dinlerinin, fikri yönde çökertilmesi imanlı insanlara düşen büyük bir görevdir.

__________________
Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir..
 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
dinsizliğin, toplum, üzerindeki, zararları


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Homojen Toplum Desmont Felsefe 0 11 Kasım 2014 14:56
Dinsizliğin İnsan Üzerindeki Tahribatları Sue Ruh Sağlığı 0 18 Mayıs 2012 20:01
Toplum ve Felsefe Rüzgar Felsefe 0 25 Nisan 2012 23:34
Dinsizliğin Sahte Felsefeleri N999 Felsefe 0 26 Şubat 2012 01:00
Uyuşturucunun Zararları ve Insan üzerindeki Fiziki Etkileri Mur4ts Sağlık Köşesi 2 04 Mart 2007 06:46