IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 21 Kasım 2010, 19:35   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ihram ve haramları




İbnu ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu ves­selâm)’ muhrimin giyeceği şeylerden sorulmuştu şu cevabı verdi: “Muhrim ne ka­mîs (gömlek), ne sarık, ne bürnus[1], ne şalvar ne de vers[2] veya zaferân bulaşmış bir giysi taşır. Aya­ğında huff (topukları kapatan ve üzerine meshedilmesi caiz olan çizme, bot, mest vs.) yoktur. Ancak naleyn (ayakkabı) bulamazsa, mestlerin topuktan aşağı kısmını kesmelidir.”
Buharî’de şu ziyade var: “İhramlı kadın yüzünü örtmez, eldiven de giy­mez.” [Buharî, Hacc 21, Cezâu’s-Sayd 13, 15, İlm 53, Sâlât 9; Müslim, Hacc 1, (1177); Muvatta, Hacc 8, (1, 324-328); Tirmizî, Hacc 18, (833); Ebu Dâvud, Menâ­sik 32, (1824, 1825, 1826); Nesâî, Hacc 28, (5, 129)]
Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den rivayete göre demiştir ki: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) kadınları ihrama girdikleri vakit eldiven kul­lanmaktan, yüzlerini örtmekten ve vers ve za’ferân değmiş elbise giymek­ten yasak­ladı ve: “Bunlardan gayrı, hoşuna giden elbise çeşitlerinden safranla boyanmış veya ipekli veya zinet veya şalvar veya kamîs veya mest giysin.” dedi.” [Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1827)]
Nâfi, Hz. Ömer’in azadlısı Eslem’in , İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’e şöyle dediğini işitmiştir: “Ömer (radıyallahu anh), Hz. Talha (radıyallahu anh) ih­ramlı iken üzerinde boyalı bir giysi görmüştü.
“(Ey Talha) bu boyalı giysi de ne?” diye sordu. (Talha cevaben):
“Ey Mü’minlerin emiri, bu kızıl toprakla boyanmıştır!” dedi. Ömer (radıyallahu anh):
“Ey millet, sizler halkın imanlarısınız, halk sizlere uymaktadır. Eğer câhil biri bu elbiseyi görse: “Talha İbnu Ubeydillah, ihramda bo­yalı elbise giymiş.” diyecek. Ey millet, bu boyalı elbiselerden hiçbirini giymeyin!” [Muvatta, Hacc 10, (1, 326)]
Urve anlatıyor: “Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu an­hümâ), ihramlı ol­duğu halde, sarı renkli elbiseler giyerdi. Ancak bunlarda zâ’ferân olmazdı.” [Muvatta, Hacc 11, (1, 326)]
Ya’lâ İbnu Umeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) Ci’irrâne’de iken, sakalını ve saçlarını sarıya boyanmış, sırtında da zâ’fe­rân lekeleri bu­lunan bir cübbeyelumre için ihrama girmiş bir adam geldi.
“Ey Allah’ın Resûlü dedi, şu gördüğün gibi umre için ih­rama gir­dim!”
Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm):
“Şu cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka!” diye emretti.” [Buharî, Umre 10, Ce­zâu’s-Sayd 16, 17, Megâzî 56, Fedâilu’l-Kur’an 2; Müslim, Hacc 6, (1180); Mu­vatta, Hacc 18, (1, 328-329); Tirmizî, Hacc 20, (835, 836); Ebu Dâvud, Menâsik 31, (1819-1822); Nesâî, Hacc 43, (5, 142-143)]
Bu metin, Sahiheyn’deki metindir. Ebu Dâvud’un rivayetinde şu ziyade mev­cuttur: “Umre’de iken, hacc’da yaptığını yap.”
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’in: “İhramlının mıntaka (kemer) takma­sını mekruh addettiği” rivayet edilmiştir.” [Muvatta, Hacc 12, (1, 326)]
Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: “Bana, el-Ferâfisa İbnu Umayr el-Hanefi haber verdi ki, O, Hz. Osman (radıyallahu anh)’ı, ihramlı iken yüzünü örter görmüş.” [Muvatta, Hacc 13, (1, 327)]
Nafî anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: “İhramlı kimse, başın çeneden yukarısını örtmez.” [Muvatta, Hacc 13, (1. 327)]
Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Biz (kadınlar) ihramlı ola­rak Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’la beraber iken, binekliler bize uğrardı. Onlar tam hizamıza gelince, herbirimiz cilba­bını başından yüzünün üzerine sarkıtıverirdi. Bizi geçtiler mi tekrar kaldırırdık.” [Ebu Dâvud, Menâsik 34, (1833)]
Fâtıma Bintü’l-Münzir anlatıyor: “Biz, bir kısım kadınlar, ihramlı iken, yanımızda Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) olduğu halde, yüz­lerimizi ör­tüyorduk.” [Muvatta, Hacc 16, (1, 328)]
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu ves­selâm) hem ihrama girdiği zaman, hem de ihramdan çıktığı zaman Kâ’be’yi tavaftan önce hıll’i için, içinde misk bulunan kokuyu şu iki elimle sürdüm.” [Buharî, Hacc 18, 143, Libâs 73, 89, 91; Müslim, Hacc 31, 33, (1189); Muvatta, Hacc 17, (1, 328); Tirmizî, Hacc 77, (917); Ebu Dâvud, Menâ­sik 11, (1746); Nesâî, Hacc 41, (5. 136-141)]
Bir rivayette şu ibare de var: “…Veda haccında zerîre denilen koku ile …”[3]
Bir başka rivayette: “… ihrama girmezden önce, sonra ihrama gi­rerdi …”
Bir diğer rivayette: “… bulabildiğim kokunun en iyisi ile başında ve saka­lında koku maddesinin parıltısını görünceye kadar (sürerdim).”
Bir diğer rivayette: “… Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) ih­ramlı iken (sürülen) koku maddesinin saç ayrımlarındaki parlaklı­ğına (şu anda) bakıyor gibi­yim.”
Bir rivayette şu ziyade var: “İbnü Ömer (radıyallahu anhümâ) zeytinyağıyla yağ­lanırdı. Bunu İbrahim (Nehâî)’ye zikretmiştim, bana: “Pekala, şu rivayeti ne yapa­caksın: “Esved, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’den onun şöyle söylediğini ri­vayet etti: “… (Sürülen koku maddesinin saç ayrımlarındaki parlaklığına bakı­yor gibiyim.”
Bir rivayette de şu ziyade var: “… Bu, ihramının kokusu idi.”
Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: “İbn Ömer’e koku sürünüp ihrama giren kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: “Ben koku neşreden ihramlı olmayı sevmem. Katrana bu­lanmam bunu yapmaktan daha iyidir. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye, İbnu Ömer’in, bu sözü haber verilince: “Ben, Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’a ihrama (gireceği) sırada koku sür­düm. Bu halde hanımlarına uğradı. Sonra da ihrama girdi, koku neşredi­yordu.” dedi. [Buharî, Gusl 14; Müslim, Hacc 47, (1192); Nesâî, Hacc 42, (5, 139), Gusl 13, (1, 203)]
Nesâî’nin kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denir: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), ihrama girmeyi arzu ettiği za­man bulabildiği en güzel yağla yağlanırdı. Öyle ki, yağın parlaklığını başında ve sakalında görürdüm.” (Râvi Hz. Aişe’dir) [Nesâî, Hacc 42, (5, 139-140)]
Nesâî’nin Hz. Aişe’den bir başka rivayeti şöyledir: “Ben O’na ihrama gire­ceği zaman ihramı için, Akabe’yi taşlamasından sonra ve Beytullah’ı tavafından önce hıll’i (ihramsız hâli) için koku sürdüm.” [Nesâî, Hacc 41, (5, 137)]
Bir diğer rivayet şöyledir: “Sizin kokunuza benzemeyen bir kokutur.” Yani kokusu uzun müddet kalmaz.” demektir.” [Nesâî, Hacc 41, (5, 137)]
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Biz Resûlullah (aleyhisselâtu vesse­lâm) ile Mekke­’ye doğru yola çıkardık. İhram sıra­sında alınlarımıza sükk kokusun­dan sürer­dik. Birimiz terlese yüzüne akardı. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) onu görür, bize yasakla­mazdı.” [Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1830)]
Salt b. Zübeyd, ailesinin birçok ferdin­den şunu nakletmiştir: “Hz. Ömer (radıyallahu anh) Şe­cerede iken, güzel bir koku hissetti. “Bu kimden?” diye sordu. Kesîr İbnu’s-Salt:
“Bendendir, saçımı dondurdum ve traş ol­mamaya karar verdim.” dedi.
Hz. Ömer, “Su birikintilerinden birine git, koku gidinceye kadar başını ovuştur!” dedi. O da öyle yaptı.” [Muvatta, Hacc 20, (1, 329)]
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den anlatıldığına göre: “İhramlı iken Cuhfe’de ölen oğlu Vâkid’i kefenledi, başını ve yüzünü örttü ve şöyle dedi: “İhramlı olmasaydık, ona güzel koku sü­rerdik.” [Muvatta, Hacc 14, (1, 327)]
Bu hadiste, İmam-ı Azam, İmam Malik ve Evzâî Sahiheyn’de kaydedilen bir İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) rivayetine cevap bulurlar: “İhramlı bir kimseyi, devesi sırtından atarak ölümüne se­bep olmuştu. Durum Resûlullah’a intikal ettiri­lince:
“Onu yıkayın, kefenleyin, sakın başını örtmeyin ve koku da yak­laştırma­yın. Zira o, (kıyamet günü) telbiye getirerek dirilecektir.” bu­yurdu.”
Nâfi anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) ihram giyerek Mekke’ye doğru yola çıkınca, güzel bir kokusu olmayan yağla yağlanırdı. Sonra Zülhuleyfe mescidine gelir, na­maz kılar, sonra binerdi. Devesi onu kaldırınca ihrama girer, şöyle derdi: “Ben Resûlullah’ın böyle yaptığını gördüm.” [Buharî, Hacc 28; Mu­vatta, Hacc 32, (1, 333).]
Tirmizî’nin bir rivayetinde şöyle denir: “O koku katılma­mış bir yağla yağ­lanırdı.” [Tirmizî, Hacc 114, (962); İbnu Mâce, Menâsik 88, (3083)]
Abdullah İbnu Huneyn anlatıyor: “İbnu Abbâs ile Misver İbnu Mah­reme (radıyallahu anhümâ) Ebvâ’da ihtilaf ettiler. İbnu Abbas: “Muhrim başını yıkar.” dedi, Misver ise: “Hayır, yıkayamaz!” dedi. İbnu Abbas, beni Ebu Eyyûb el-Ensâri (radıyallahu anh)’a gön­derdi. Onu iki direk arasına gerilmiş bir perde gerisinde yı­kanı­yor buldum. Selam verdim, “Kim o?” dedi.
“Abdullah İbnu Huneyn, dedim. Beni sana İbnu Abbas gönderdi. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’ın ih­ramlı iken başını nasıl yıkadığını soru­yor.”
Ebû Eyyûb (radıyallahu anh) elini perdenin üzerine koyup aşağı doğru bastı ve başı gö­ründü. Üzerine su döken kişiye: “Dök!” dedi. O da başına döktü. Başını iki eliyle oynattı, onları öne ve geriye getirdi ve şöyle dedi: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’ı böyle yapar gördüm.” [Buharî, Cezâu’s-Sayd 14; Müslim, Hacc 91, (1205); Muvatta, Hacc 4, (1, 323); Ebu Dâvud, Menâsik 38, (1840); Nesâî, Hacc 27, (5, 128-129); İbnu Mâce, Menâsik 22, (2934)]
Muvatta dışındaki rivayetlerde şu ziyade mevcuttur: “Misver, İbnu Abba­s’a şunu söyledi: “Seninle bir daha münakaşa etmiyeceğim (ne dersen kabu­lüm).”
Hârice İbnu Zeyd, babası Zeyd (radıyallahu anh)’den nakle­diyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) ihrama girmek için so­yundu ve yıkandı.” [Tirmizî, Hacc 16, (830)]
Nâfi anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) ihrama girmezden önce ihram için, Mekke’ye girmek için, Arafat’ta vakfe için yıkanırdı.” [Muvatta, Hacc 3, (1, 322); Buharî, Hacc 38]
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) yıkama ile saçlarını nizama soktu.” [Ebu Dâvud, Menâsik 12, (1747, 1748); Nesâî, Hacc 40, (5, 136); Buharî, Hacc 19; Müslim, 21, (1184); İbnu Mâce, Menâsik 72, (3047)]
İbn Abas radiyellahu anh Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ihramlı iken hacamat olduğunu rivayet etmitir.
Buhârî şu ilavede bulundu: Oruçlu iken hacamat oldu.
Buharînin bir diğer rivayetinde “ İhramlı iken başındaki bir sancıdan dolayı ha­camat oldu.” ifadesi vardır.
Bir diğer rivayette de “ Yarım baş ağrısından dolayı Mekke yolunda Lahyu cemel denen bir su başında başının ortasından hacamat oldu. [ Buhari, Cezaus’s-Sayd 11, T1b 12,15; Müslim, Hacc 88, (1203); Ebû Davud, Menasik 36,1835-1836); Tirmizî Hac 22,(839); Nesâî, Hacc 92, (5, 193); İbnu Mâce, Menπasik 87, (3081).] Metin Sahiheynindir.
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu ves­selâm) ihramlı iken ayağının sırtından çektiği bir ağrı sebebiyle hacamat oldu.” [Ebu Dâvud, Menâsik 36, (1837); Nesâî, Hacc 94, (5, 194)]
Nesâî’nin rivayetinde “… maruz kaldığı incinme sebebiyle (ayağının sırtın­dan hacamat oldu)” denmiştir.
Nübeyh İbnu Vehb anlatıyor: “Ömer İbnu Ubeydillah İbni Ma’mer, ihramlı iken gözünden hastalandı. Bunun üzerine gözlerine sürme çekmek istedi. Ancak Ebân İbnu Osman onu bundan men etti ve gözle­rine sabır basmasını tavsiye etti. İlave­ten: Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın Re­sûlullah’ın böyle yaptığını ri­vayet etti­ğini söyledi.” [Müslim, Hacc 98, (1204); Ebu Dâvud, Menâsik 37, (1838); Tirmizî, Hacc 106, (952); Nesâî, Hacc 45, (5, 143)]
Ebu Dâvud’un rivayetinde şu ziyade var: “Ebân hacc emiri idi.”
Sabır güzel koku olarak kullanılmayan bir ilaçtır.
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) ihramlı iken Meymûne ile evlendi.” [Buharî, Cezâu’s-Sayd 12, Megâzi 43, Nikâh 30; Müslim, Nikah 46, (1410); Ebu Dâvud, Menâsik 39, (1844, 1845); Tirmizî, Hacc 24, (842); Nesâî, Hacc 90, (1, 91, 192)]
Buharî’nin bir rivayetinde şu ziyade var: “Umretü’l-Kazâ sıra­sındayadı. Gerdeğe ihramsız girmişti. Meymûne Serif’te vefat etti.”
Ebu Dâvud der ki: İbnu Müseyyeb demiştir ki: “İhramlı iken Re­sûlullah’ın Meymûne ile evlenmesi meselesinde İbnu Abbas vehme düşmüştür.”
Nesâî’ye ait bir başka rivayette: “İhramlı iken Resûlullah (aleyhisselâtu vesse­lâm) evlendi.” denir. Meymûne ile evlendiği zik­redilmez.
Meymûne (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Her ikimiz de Se­rif’te ih­ramsız iken, Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) benimle ev­lendi.” [Müslim, Nikah 48, (1411); Ebu Dâvud, Menâsik 39, (1843); Tirmizî, Hacc 24, (845)] Bu me­tin Ebu Dâvud’dakidir.
Müslim’de şöyle denmiştir: “Kendisi ihramsız olduğu halde O’­nunla (Meymûne) evlendi, Râvi -ki Yezîd İbnu’l-Esamm’dır- der ki: “Meymûne hem be­nim teyzemdi, hem de İbnu Abbas’ın teyzesi idi.”
Tirmizî’de şu ziyade vardır: “Meymûne (radıyallahu anhâ) ile gerdek yaptı­ğında ihramsız idi. Meymûne Serif’te öldü. Onu, Resû­lullah’ın kendisyle ger­dek yaptığı çadırda defnettik.”
Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesse­lâm) buyurdular ki: “İhramlı ne evlenir, ne ev­lendirir, ne de evlenme teklifinde bu­lunur.” [Müslim, Nikah 41, (1409); Muvatta, Hacc 70, (1, 348, 349); Ebu Dâvud, Menâsik 37, (1841); Tirmizî, Hacc 23, (840); Nesâî, Hacc 91, (5, 192)]
Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hudeybiye sulhu yapıldığı sene, bir gün Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’ın asha­bından bir grupla bir­likte, Mekke yolu üzerinde bir yerde oturuyor­dum. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), bizden ileride (konaklamış) idi. Ben hariç herkes ihramlıydı. Halk vahşi bir eşek gördü, ben o sırada meşguldüm, ayakkabımı tamir ediyordum. Gör­düklerinden beni haberdar etmediler, onu kendiliğimden görmüş olmamı istiyorlardı. Bir ara aralarında bir gü­lüşme oldu. Birden etra­fıma bakındım (ve bu esnada) hayvanı gördüm. Hemen (Cerâde adındaki) atıma gidip eğerledim ve bindim. (Acelemden) kamçıyı ve mız­rağı unutmuştum. “Kamçı ve mızra­ğımı bana verin!” diye ses­lendim.
“Hayır, dediler, vallahi bu işte sana yardımcı olmak istemeyiz.” Öfkelen­dim. İnip onları aldım. Tekrar binip, eşeğe doğru hızla git­tim, (yetişip) avla­dım. Beraberimde getirdim, ölmüştü. Arkadaşlarım etinden yediler. Ancak sonradan ih­ramlı iken yeyip yememe husu­sunda şekke düşüp (yediklerine pişman oldular). Yürüdük, ben bir parça ayırdım. Resûlullah’a kavuşunca, bu meseleyi sorduk.
“Beraberinizde bir şeyler kaldı mı?” dedi. Ben: “Evet!” diyerek parçayı uzat­tım. İhramlı olduğu halde, ondan yedi. Ve şöyle dedi.:
“Bu bir taamdır. Onu Allah size ikram etmiştir!” [Buharî, Cezâu’s-Sayd 2, 3, 4, 5, Hibe 3, Cihad 46, 88, Megâzi 35, Et’ime 19, Zebâih 10, 11; Müslim, Hacc 56, (1196); Muvatta, Hacc 76, (1, 350); Tirmizî, Hacc 25, (847); Ebu Dâvud, Menâsik 41, (1852); Nesâî, Hacc 78, (5, 182); İbnu Mâce, Menâsik 93, (3093)]
Bir rivayette şu ilave vardır: “O helaldir, yiyin.”
Bir diğer rivayette: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) onlara “Sizden biri ona saldırmasını emretmedi, veya gösterdi mi?” dedi. Onlar: “Hayır!” deyince, “Öyleyse yiyin!” buyurdu.”
Bir başkasında“ Gösterdiniz veya yardım etti­niz ya da yolunu çevirdiniz mi” (diye sordu).”
Sa’b İbnu Cessâme (radıyallahu anh)’nin anlattığına göre, kendisi, Re­sûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’a, Ebvâ veya Veddân’da (canlı) yaban eşeği hediye etmişti ama o geri vermişti. Yüzünün döküldüğünü görünce: “Sadece ihramlı lodu­ğumuz için geri verdik” demişti. [Buharî, Ce­zâu’s-Sayd 6, Hibe 5, 17; Müslim, Hacc 50, (1193); Muvatta, Hacc 83, (1, 353); Tirmizî, Hacc 26, (849); Nesâî, Hacc 79, (5, 183-185); İbnu Mâce, Menâsik 92, (3090)]
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu ves­selâm) buyurdu ki: “Siz ihramlı iken, bizzat av­lamamış iseniz veya sizin için avlanmamış ise kara avı size helaldir.” [Ebu Dâvud, Menâsik 41, (1851); Tirmizî, Hacc 25, (846); Nesâî, Hacc 81, (5, 187)]
Abdullah İbnu Âmir İbni Rebi’a anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh)’a Arc’ta iken bir av eti getirildi. Arkadaşlarına:
“Yiyiniz!” dedi. Onlar:
“Sen yemiyor musun?” diye sordular.
“Ben, dedi sizin durumunuzda değilim, bu hayvan benim için avlandı.” [Muvatta, Hacc 84, (1, 354)]
Urve merhum anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye:
“Bir av hayvanı benim için avlanmamışsa bu bana helal mi, ha­ram mı?” diye sormuştum, şu cevabı verdi:
“Ey kızkardeşimin oğlu, o (ihram müddeti) on gündür. İçinde bir seğrime his­sedersen bırakıver (yeme).” [Muvatta, Hacc 85, (1, 354)]
el-Behzî (radıyallahu anh) -ki ismi Zeyd İbnu Ka’b’dır- anla­tıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) Mekke’ye gitmek düşün­cesiyle ihramlı olarak (Medine’den) çıktı. Rahvâ nam mevkiye va­rınca orada kesilmiş bir vahşi eşekle kar­şılaştılar. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’a bundan bahse­dildi:
“Bırakın onu, dedi, sahibi hemen gelebilir!”
Derken hayvanın sahibi Behzî geldi ve Resûlullah (aleyhisselâtu vesse­lâm)’ı bu­larak:
“Ey Allah’ın Resûlü, bu eşeği (size bıraktım) dilediğiniz gibi ta­sarruf edin!” dedi. Resûlullah derhal Hz. Ebu Bekr’e emrederek, “Yol arkadaşları arasında taksim etme­sini” söyledi.
Sonra yola devam edip İsâye nâm yere geldi. Burası Ruveyse ile Arc ara­sında bir yer idi. Sıcak bir gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan vardı. -Ravi der ki- Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) bir şahsa, herkes geçinceye kadar orada bekleyip kimseye hayvanı rahat­sız ettirmemesini emretti.” [Muvatta, Hacc 79, (1, 351); Nesâî, Hacc 78, (5, 182, 183), Sayd 32, (7, 205)]
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz, hacc veya umre için Hz. Peygamber (aleyhisselâtu vesselâm)’le birlikte yola çıkmıştık. Yol esnasında bir çe­kirge sürüsüne rastladık. Kamçı ve yaylarımızla vurmaya başladık. Resû­lullah (aleyhisselâtu vesselâm): “Bunu yeyin, zira o deniz avından (sayılır)” dedi.” [Ebu Dâvud, Me­nâsik 42, (1854); Tirmizî, Hacc 27, (850)]
Esmâ Bintu Ümeys (radıyallahu anhâ) Muhammed’i Bey­dâ­’da doğur­du­ğunu söylemiş, önceki hadisteki durumu aynen zik­ret­miştir.” [Muvatta, Hacc 1, (1, 322); Nesâî, Hacc 26, (5, 127)]
Muvatta’nın bir başka rivayetinde şöyle denir: “(Esmâ…) Zülhu­leyfe’de (Muhammed’i doğurdu). Ebu Bekr (radıyallahu anh) ona yı­kanmasını, sonra da ih­râma girmesini emretti.”
Nesâî, bir başka rivayette şu ziyadeyi ilave eder: “… sonra hacc için ihrama gir­mesini, Kâ’be’yi tavaf hariç, herkesin yaptıklarını ay­nen yapmasını (emretti).”
Yine Nesâî’nin bir başka rivayetinde (Esmâ) şöyle demiştir: “Resûlullah’a (birisini) göndererek: “Ne yapayım?” diye sordurdum. Bana: “Yıkan, (kan gelen kısma) sargı bağla, sonra da ihrama gir.” ha­berini gönderdi.”
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den yapılan bir rivayete göre, hacc veya umre için ihrama giren hayızlı kadın hakkında, “Kadın dilerse umre veya haccı için ihrama girer, ancak Beytullah’ı tavaf edemez, Safa ile Merve arasın­daki sa’yi de ya­pamaz. Bunlar dı­şındaki bütün menâsike insanlarla birlikte ka­tılır. Temizleninceye kadar mescide yaklaşmaz.” [Muvatta, Hacc 45]
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nifaslı ve hayızlı kadınlar mîkât’a ge­lince guslederek ih­rama girerler ve Beytullah’a olan tavaf hariç bütün menâ­siki ifa ederler.” [Ebu Dâvud, Menâsîk 10, (1744); Tirmizî, Hacc 100, (945)]
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) buyurdular ki: “Beş hayvan vardır, bunları öldürmesi ihramlıya günah değildir: Karga, çaylak, akrep, fare, kelb-i akûr,” [Buharî, Ce­zau’s-Sayd 7; Müslim, Hacc 72, (1199); Muvatta, Hacc 88, (1, 356); Ebu Dâvud, Menâsîk 40, (1846); Nesâî, Hacc 82-84, 86-88, (5, 187-190)]
Bir rivayette şöyle denilmiştir: “Bunları, Harem’de ve ihramda iken öldü­rene günah yoktur.”
Ebu Dâvud ve Tirmizî’nin, Ebu Saîdi’l-Hudrî’den kaydettikleri bir riva­yette: “Saldırgan yırtıcılar”da denmiştir. Bundan maksad insana saldırıp yaralayan­dır.
Alkame İbnu Ebî Alkame, annesinden rivayet etmiştir ki: “O, Aişe (radıyallahu anhâ)’ye ihramlının bedenini kaşıması sorulduğunu duydu. Hz. Aişe şöyle dedi: “Evet, kaşısın, iyice kaşısın.” Sonra dedi ki: “Elerimi bağlasalar, ayakla­rımdan başkası olmasa gene kaşırım.” [Muvatta, Hacc 93, (1, 358)]
Telbiye Hakkında
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şunu söyledi: “Sizin Resûlullah’a iftira ettiğiniz Bey­danız şurasıdır. Ama, Resûlul­lah (aleyhisselâtu vesselâm) sadece mes­cidin -yani Zülhuleyfe mes­cidinin- yanında ihrama girip telbiye getirdi.” [Buharî, Hacc 20; Müs­lim, Hacc 23, (1186); Muvatta, Hacc 30, (1, 332); Tirmizî, Hacc 8, (818); Ebu Dâvud, Hacc 21, (1771); Nesâî, Hacc 56, (5, 162-164); İbnu Mâce, Menâsik 14, (2916)]
Bir rivayette şöyle denir: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) Şecere nam mev­kide devesine bindiği zaman telbiye getirdi.”
Nesâî’nin diğer bir rivayetinde denir ki: “İbnu Ömer’e: “Seni de­ven kaldır­dığı zaman telbiye çeker gördüm.” diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “Çünkü Resûlullah böyle yapmıştı.”
Ebu Cübeyr anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)’a dedim ki: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’ın, ihrama girince getirdiği telbiye hususunda Ashab’ın ihtilafına şaşıyorum!” Bana şu cevabı verdi:
“Bu meseleyi ben herkesten iyi biliyorum. Aslında Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)tek bir hacc yaptı. Bütün ihtilaflar bundandır. Resû­lullah (aleyhisselâtu vesselâm) hacc maksadıyla yola çıktı. Zül­huleyfe mescidinde iki rekat namaz orada haccı boynuna borç kıldı peşinden de hac için telbiye gedirdi. bunu iki rekatı tamam­layınca yaptı. Bunu kimileri duydu , Ben de hafızama yerleştirdim. Sonra bindi. Devesi onu kaldırınca tekrar telbiye ge­tirdi. Kimileri de bunu kavradı. İnsanlar bö­lük bölük geliyordu. Onlar devesi onu kaldırdığı zamanki telbiye­siyi işittiler. İşte bunlar diyorlar ki: O sadece devesi kalkınca telbiyeye başladı.”
Sonra yoluna devam etti. Beyda te­pesine çı­kınca da telbiye getirdi. Bir grup da bunu aklında tuttu. Bunlar da, Beyda’ya çıkınca telbiye getirdi” diyorlar. Allah’a ye­min ederim ki namazgahında haccı başlattı. Devesi kaldır­dığı zaman da telbiye ge­tirdi, Beyda te­pesine çıkınca orada da telbiye getirdi.”
Said İbnu Cübeyr sözüne devamla dedi ki: “İbnu Abbas’ın sö­zünü esas alanlar (Zülhuleyfe’deki) namazgahta iki rekatlık ihram namazını kılar kılmaz telbiye ge­tirdi.” [Ebu Dâvud, Menasik 21, (1770)]
Nâfi diyor ki: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Harem bölgesinin en ya­kın yerine geldi mi telbiyeyi bırakırdı. Sonra Zu-Tuva’da geceyi geçirir, orada sabah namazını kılar, sonra yıkanırdı. Ve derdi ki: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) böyle yapardı.” [Buharî, Hacc 38, 39; Müslim, Hacc 226, (1259); Mu­vatta, Hacc 32, (1, 333)]
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mukim olanlar veya umre yapanlar, Hacer-i Esved’i isti­lâm edinceye kadar telbiyeyi bırakmaz­lar.” [Ebu Dâvud, Me­nâsik 29, (1817), Tirmizî, Hacc 79, (919)]
Hadis, Tirmizî’de şöyledir: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), umrede iken, Hacer-i Esved’e istilâm yapınca telbiyeyi bırakırdı.”
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’ı telbiye çekerken -bir rivayette mülebbiyen değil, mü­lebbiden demiştir- işittim şöyle diyordu: “Lebbeyk alla­hümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk. Lâ şerîke leke.” Bu kelimelere başka ila­vede bulunmuyordu.” [Buharî, Hacc 26, Libas 89; Müslim, Hacc 19, (1184); Muvatta, Hacc 28, (1, 331-332); Tirmizî, Hacc 13, (825); Ebu Davud, Menâsik 27, (1812); Nesâî, Hacc 54, (5, 159-160)]
Bir rivayette şu ziyade var: “Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu an­hümâ) derdi ki: “(Babam) Ömer İbnu’l-Hattab (radıyallahu anh) bu kelimeler­den ibaret olan Resûlullah’ın telbiyesi ile telbiye getirir ve şunu söylerdi: “Lebbeyk allahümme leb­beyk. Lebbeyk ve sa’deyk ve’l-hayru fi yedeyk. Lebbeyk, ve’r-Rağbâu ileyk ve’l-amel.” [Nesâî, Hacc 54, (5, 161)]
Ebu Dâvud’un diğer bir rivayetinde Hz. Câbir (radıyallahu anh)’den şu zi­yade vardır: “Resûlullah şöyle telbiye getirirdi…” de­dikten sonra tıpkı İbnu Ömer’in hadi­sindeki gibi bir metin zikretti. Sonra Hz. Câbir’in şunu ilave etti­ğini kaydetti: “İnsanlar telbiyeye “… Zü’l-Me’âric” ve benzeri kelimeler ilave et­tiler. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) bunları işitti ancak hiç bir müdahe­lede bu­lunmadı.”
Zü’l-Me’âric, Allah’ın isimlerinden biri olup “yükselme yerleri­nin sahibi”, “yüksek dereceler sahibi” manasına gelir.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh): “Resûlullah (aleyhisselâtu vesse­lâm)’ın telbiyesinde “Lebbeyk ilâhe’l-Hakk” da vardır” demiştir. [Nesâî, Hacc 54, (5, 161-162)]
Sâib İbnu Hallâd[4] el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) şunu söylediler: “Cibril (aleyhisselam) bana gelip, as­habıma ve beraberimde olanlara telbiye çekerken seslerini yükseltmelerini emretmemi is­tedi.” [Muvatta, Hacc 34, (1, 334); Ebu Dâvud, Menâsik 27, (1814); Tirmizî, Hacc 15, (829); Nesâî, Hacc 55, (5, 162); İbnu Mâce, Me­nâsik 16, (2922-2923)]
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Müşrikler haccederken şu şe­kilde telbiyede bulunurlardı): “Lebbeyk lâ-şerike-leke.” Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) da: “Yazık size, yeter, ye­ter” buyururdu. Müşrikler (telbiyelerinin deva­mında): “Yalnız bir şe­rik müstesna, o senin şerikindir, sen ona da, onun mâlik ol­duğu şey­lere de mâliksin) derlerdi. Onlar, bunu, Kâ’be’yi­tavaf ederken söyler­lerdi.” [Müslim, Hacc 22, (1185)]

__________________
Eğer "dokuz" CanLı oLsaydın biLe En fazLa "sekiz" kez kaçabiLirdin öLümden..
BiLki "
yedi" düveLe suLtan oLsan dahi Yerin "aLtı" mekan oLacak sana
En fazLa "beş" metre kumaş götürebileceksin Kapatacaksın "dört" açsanda gözünü..
Bu dünya "
üç" günLük dünya , AzraiLin yanında "iki" kat oLup yaLvarsanda nafiLe
ELbet "
bir" gün öLeceksin İşte o gün herşey "sıfır"dan başLayacak..!
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
haramlari, ihram, ve


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık