IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29 Ocak 2012, 16:20   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Kaht-i rical sorunumuz




Hayli zamandır kanımızı kurutan adam kayırma, rüşvet, yolsuzluk ve liyakatsizliğe göz yumuyor olmasaydık, şimdi dünyada yerimiz başka olacaktı. Çünkü bu hastalıklar toplumun özü olan ‘adam’ı yiyip bitiriyor, geriye iskeleti bırakıyor. Böyle olunca da, gündüz gözü fenerle adam ara istersen. Buluruz belki bir gün!

Eskiler adam kıtlığını, özellikle de ülke yönetimine ehil adamların kıtlığını “kaht-ı rical” diye adlandırmışlar. Kaht-ı rical, Osmanlı’nın son döneminde dilimize yerleşmiş bir deyim. Kaht; kıtlık, kuraklık ve kuraklıktan ötürü ürünlerin yetişememesi, rical ise belli mevki sahibi anlamına geliyor. (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat/Ferit Develioğlu). Bu iki kelime bir arada “muteber adam kıtlığı” anlamını taşıyor.

Günümüzde de ilim adamı, yönetici, bürokrat, iş adamı, kısaca toplumu yönetmek ve yönlendirmek için gerekli ehil adam kıtlığı manasına bir kaht-ı ricalden söz etmek, zannederim yanlış değildir ve mübalağa da sayılmaz.

Fenerle adam arayan filozof

Filozof Diyojen’in “gerçek adam”ı aramak için gündüz fener yaktığını herkes bilir. Fenerle ne aradığını soranlara, onların dikkatini çekmiş olmanın hazzıyla: “Adam arıyorum, adam!” dermiş. Yani demek ister ki, suretâ adam/şeklen insan çok, fakat siretâ adam/ahlâkî ve manevi açıdan gerçek insan yok...

II. Abdulhamid’in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının; “Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir.” dediğini nakleder. Ki o koca Sultan, sadrazam tayin etmek istemiş, fakat devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamamanın sıkıntısı ile “Ah kaht-ı rical!” diye inlemiş.

Tarihten alamadığımız dersler

Kaht-ı rical sorunu II. Abdülhamid’den evvel başlamıştı. Osmanlı son iki asrında hep bu sorunla karşı karşıya kaldı. O kadar ki, tarih sahnesinden silinmelerinin başta gelen sebeplerinden biri budur, dense yanlış olmaz.

Her şeyin parayla ölçüldüğü; makam ve rütbelerin insanî değerlerin önüne geçtiği; liyakatın değil isimlerin, dostlukların ve adam kayırmanın; gurur, kibir, ihtiras, benlik, çekemezlik, bencillik duygularının öne çıktığı bir toplumun çökmesinde nasıl bir gariplik aranabilir ki?

Bugün baktığımızda bunlar ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Ufkumuzun sınırlarını genişletebilmek için tarihin sayfalarına göz atmak belki fayda verir. Bu millet uzun zamandır hep bir kurtarıcı arayışında. Ve Osmanlıyı bitiren olumsuzluklar hâlâ yaşanıyor.

El oğlu bakmaz göz yaşına

Abdüllatif Suphi Paşa’nın büyük oğlu Ayetullah Bey (Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ağabeyi), 1870 Prusya-Fransa harbi sırasında başyazarı olduğu “Basiret” gazetesindeki bir yazısında, Osmanlı’nın ordu ve mekteplerinde Alman terbiye sisteminin uygulamasını önermişti. Bunun üzerine Fransız sefiri de kendisini şikayet etmişti. Ayetullah Bey aynı zamanda Devlet Şûrası üyelerindendi. Şûranın başkanı Yusuf Kâmil Paşa idi. Ayetullah Bey’i çağırtarak şöyle dedi:

- Ben de biliyorum, haklısın ama devletin hali malum. Mağlup olan Fransızlar Almanlarla başa çıkamayınca biz zayıflardan öç almaya kalkışırlar. Yarın ara bulucu bir şeyler yazıver.

Ayetullah Bey üzgün ve düşünceli bir halde ayrılırken, Yusuf Kâmil Paşa kendisini durdurup şunları da söyledi:

- Fransız sefirinin şikayetini dinledim. Ama yazından asıl şikayetçi olan bir Osmanlı olarak benim. Bize, Fransız sistemi yerine Alman sistemi daha iyidir, demişsin. İyi de bizim bizi kurtaracak bir sistemimiz yok mu? Muhakkak bir el oğlunun ardından mı gideceğiz? Sen hakiki Osmanlı münevveri isen ona bir çare bul. Yani bizi kurtaracak kendi sistemimizi icat et. Ne zaman ki bunu başarabilirsin, o zaman elin öpülür.

Yusuf Kâmil Paşa 1870’de bunları söylüyordu. Aradan neredeyse 130 seneden fazla zaman geçmiş, biz hâlâ öpülecek o eli arıyoruz. Ve hep hastalığımızdır, başarılı olamadığımızda suçu başkalarına atmışızdır; dış güçler, karanlık güçler vs. tekerlemeleri ağzımızda sakızdır. Çiğner dururuz.

Kalp devletinin çöküşü

Yusuf Paşa, Sultan Aziz’in sevgisini kazanmış, kısa zamanda yükselerek Maliye Nazırı (Maliye Bakanı) olmuştu. Tecrübe ve ihtisas isteyen bu makamı dolduramamış ve aksaklıklar başlamıştı.

O devirde vekiller, yazları genellikle Boğaziçi’ndeki yalılarında geçirirler, işlerine bir vapurla gelirler ve aynı vapurla dönerlerdi. Yusuf Paşa başarısızlıklarını yabancı devletlerin müdahalelerine bağlar, bu gidiş-gelişlerinde daima:

- Aman efendim, bu Frenkler insanı öldürüyorlar. Bugün de ellerinden çekmediğim kalmadı, diye söze başlar, vapur oturduğu Beylerbeyi’ne gelinceye kadar şikayet eder ve:

- Herifler beni yarın kederimden öldürmeseler, temennisiyle vapurdan ayrılırdı.

Bu şikayetlerin, doldurulmamış makamların ve hak edilmemiş mevkilerin acı tortusu olduğunu çok iyi bilen tecrübeli, bilgili bir nazır olan Ali Rıza Paşa, bir gün Yusuf Paşa’nın arkasından bakarak gülümsedi:

- Şuna bakın, insanlar lâyık olmadıkları mevkilerde ayak sürterken hicaplarından ölmezlerse, onları Frenk elçiler mi öldürürmüş? Masal bunlar! Sizleri öldüren Frenk elçileri değil, idrakinizi öldüren makam hırsıdır!

Evet hırstır bizi öldüren, makam hırsı... Keşke hırsımız makama, şana, şöhrete değil de ülkemizin, milletimizin menfaatine yönelik çalışma ve gayretlere olsaydı... Ama ne mümkün, o dönem bu dönem hırslar hep bir makam kapma uğruna harcanıp gidiyor.

Beyzadeye prim verince

Yusuf Kâmil Paşa, devlet memuriyetlerinde şımarıklık eden, nüfuz baskısı yapan, memuriyet yeri beğenmeyen kimseleri sevmez ve tercih etmezdi. O devirde “Çingene Hüsam” olarak anılan ve aslı Kıptî olan Hüsamettin Bey’in oğlu Selahattin Bey, babasının vükelâ meclislerinin sevilen şahsiyeti olması dolayısıyla gönderilen memuriyetlerde fazla kalmaz, daima İstanbul’da iş isterdi.

Yusuf Kâmil Paşa’nın sadrazamlığı zamanında, Beyrut’ta olan vazifesinden yine ayrılmış, İstanbul’a gelmişti. Orasının sıhhatini bozduğundan dertleniyordu. Bunun üzerine Yusuf Kâmil Paşa, devletin üç kıtaya dağılmış yüzlerce ilinden boş memuriyet olanların listesini önüne uzattı:

- Bir yer tercih ediniz ve hemen vazifenizin başına gidiniz, dedi.

Selahattin Bey birçok sebep ileri sürerek İstanbul’da kalmak isteyince Paşa sinirlendi, şair Surûrî’nin şu meşhur beytini okudu:

“Baban kelp oynatırken bunca yıllar bulmayıp maymun,
Sen çingene oğlan, ayda bir ayı mı beğenmezsin?

Ve sonra gürledi:

- Bu devletin ekmeği her yerde ekmektir! Onu taşrada yemeye hak kazan, saçın-sakalın ağarınca da gel, İstanbul’da hazmet. Şimdi yıkıl karşımdan!

Cahilin gürültüsü ehili susturur

Bağdat, Diyarbakır ve Erzurum valiliklerinde bulunan ve bir dönem başkumandanlık yapan Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa, az konuşan, herkesi dinleyen ve düşüncesi sorulduğu takdirde fikrini söyleyen bir zat idi.

Sultan Aziz devrinin ilk senelerinde, Padişah doğu sınırlarında Ruslara karşı istihkâmlar yaptırılmasını emretmiş, devrin tanınmış kumandanlarından bir komisyon toplanmıştı. Adet olduğu üzere bol bol konuşuldu. Abdülkerim Paşa ise konuşmalara daha çok dinleyerek katılıyordu.

Bir zaman tartışıldıktan sonra bir karara varıldı, haritalar hazırlandı, yapılacak istihkâmların yerleri tespit edildi. Yine devrin gereklerine göre taslak “Padişah’a arz edilecek rapor” haline getirilmek üzere oylamaya geçildi. İşte o sıra oyu sorulan Abdülkerim Nadir Paşa hazırlanan projenin öylesine bir tenkitini yaptı ki, projeyi hararetle destekleyen ve evet diyenler hemen fikirlerini değiştirdiler. İçlerinden biri dayanamayarak:

- Peki, Paşa Hazretleri; burada günlerdir bu esaslar üzerinde görüşülür ve kararlar alınırken neden düşüncenizi söylemediniz?

Başkumandan gülümseyerek şöyle dedi:

- Bir kere, esaslar üzerine konuşulmadığı şu değişen fikirlerden anlaşılıyor, bu bir! Görüşülmüş karar alınmamış, iki. Bilenler ancak fikirleri sorulduğu zaman cevap verirler, üç. Dördüncü de, bu gibi komisyonların terkibinde asıl susması icap edenlerin konuşması şifasız bir hastalıktır.

Güldürmeyen fıkra

Bunlar tarihimizde yaşanmış olaylar. Alacağımız çok ders var. Nasıl yaşadık, neler yaşadık, neden geriledik, ne şekilde çöktük?.. Tarihimizin hep muhteşem sayfalarını okumaya alışmışız. Neden böyleyiz, neden böyle olduk sorularına cevap dahi aramıyoruz. Geçmişle bağlar giderek kopuyor. Halbuki geçmişimizi ancak her yönüyle bilmek geleceğimize ışık tutabilecektir.

Son olarak fıkra gibi gerçeği de yazalım:

Zihni Paşa Maliye Nazırı iken, mühürdar Hafız Said Efendi’yi karşısına alır, kağıtları beraber çıkarırlarmış. Bir gün saraydan, acele on beş bin altın gönderilmesi için Padişah’ın iradesi gelir. Merkez hazinesinde bu kadar para yoktur. Zihni Paşa alışkanlığı üzere sağa sola sallanarak söylenmeye başlar:

- Ah Said Efendi, gör bak Said Efendi... Nereden bulacağız Said Efendi?

Said Efendi, karşısında sallanarak konuşan Zihni Paşa’ya dervişâne bir cevap verir:

- Hele telaş etmeyin Paşa Hazretleri. Cenab-ı Hak gaip hazinesinden gönderir!

Zihni Paşa bu teselliyi duymazdan gelerek sallanmaya devam edip:

- Ah ne yapacağız Said Efendi? Vah Said Efendi, diye sızlanmaya devam ederken, Aydın defterdarlığından bir telgraf, görevli tarafından masanın üzerine bırakılır. Telgrafta vilayet tahsilatından yirmi bin altın gönderildiği yazılıdır.

Zihni Paşa şaşkın şaşkın bir telgrafa, bir Said Efendi’ye bakarak:

- Said Efendi, bu derdin böylece halledileceğini nereden bildin?

Said Efendi Maliye Nazırına acı bir tebessümle şöyle cevap verir:

- Bunu bilmeyecek ne var Paşa Hazretleri? Kaç asırdır bu memleketin bütün dertleri sadece Allah’ın lütfu ile halledilir. Bir ülkede liyakatli insanlar kalmadı mı, Allah’ın merhameti başlar. Bu da bir ilâhi cezadır, ama bizler anlamayız.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
kahti, rical, sorunumuz


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz Kalemzede Felsefe 0 09 Ekim 2011 21:42