IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Sevda

Yeni Konu aç Konu Kapatılmıştır
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 04 Ocak 2013, 18:17   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İslâm'ı Başka Dinlerden Ayıran Özellikler




İslâm'ı Başka Dinlerden Ayıran Özellikler



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

1. Allah'ın Birliği

Tabii, şu ana sözü, temel sözü söylememiz lâzım: Biz Müslümanız. Müslümanı Hristiyan’dan, Yahudi’den, Budist’ten, brahmanistten, daha başka dinî yollardan ayıran en büyük özelliğimiz ne, Müslümanız dediğimiz zaman? Biz Allah'ın birliğine inanıyoruz. Bu çok önemli! Allah bir, şeriki nazîri yok... Kâinatın, âlemlerin sahibi, rabbi Allah... Biz ona ibadet ediyoruz, ona inanıyoruz. Elhamdü lillâhi rabbil-alemîn... Âlemlerin rabbi, yerleri, gökleri, yıldızları, ayları, güneşleri, kehkeşanları, samanyollarını, nebülozları yaratan, bütün bu âlemin sahib-i hakîkîsi, yöneticisi Allah'a inanıyoruz. Bunu çok candan, çok severek, çok içten bir inançla benimsemişiz. Allah bizi yarattı. Allah için canımızı veririz, malımızı veririz, her şeyimizi veririz. Allah'ın birliğine inanıyoruz, bu en önemli...

--Başkaları da inanıyor... Hayır, iyice işi ayıralım birbirinden, belli olsun: God ile Allah aynı değil... Neden aynı değil? Çek bir Hristiyan’ı karşına, God dediği zaman o neyi kastediyor, sor! Maksudu ne, kastettiği ne? O God dediği zaman Hazret-i İsa’yı kastediyor, benim düşündüğüm âlemlerin Rabbini düşünmüyor. Jesus'u düşünüyor, tanrı diye ona tapınıyor. Demek ki, o benim inancımda değil, ben onun inancında değilim. Ben Hazret-i İsa’yı tanıyorum ve seviyorum ama onun gibi değil... O Hazret-i İsa’nın tanrı olduğunu sanıyor, ben Allah’ın kulu olduğunu biliyorum.

Meryem Validemizin oğlu, Allah'ın kulu... Meryem validemiz de Allah'ın kulu... Çok büyük fark var... O müşrik, o Allah'a tam inanamıyor, Allah'ın kullarından bir tanesini tanrı sanıyor; onun anasını da, tanrı doğuran ana diye yarı tanrı tanıyor. Allah'ın bir meleğini de, Cebrail’i de tanrı sanıyor, trinite diyor, Arapçası teslis... Biz öyle şeyleri kabul etmiyoruz.

Yahudiler de bir Yahova tutturmuşlar; sanki Yahova, Yahudilerin kabile tanrısı gibi... Âlemlerin tanrısı olduğunu kabul edip de, şöyle bütün insanları kardeş olarak kabul etmiyorlar. İkincisi ahirete inanmıyorlar, her şey bu dünyada filân diye abuk sabuk inançları var; o da bize yaramaz.

Budistler; koca göbekli, şişman, bağdaş kurmuş, ablak suratlı Buda'ya tapıyorlar. O da olmaz. Heykelini kendileri yapıyorlar, karşısına geçip kendileri tapıyorlar. Gözümle gördüm, Halının üstünde, karşısına geçti yere secde etti, o yapılmış koca göbekli, çıplak, ablak suratlı heykele eğildi, secde etti. Midem bulandı, ürperdim. O da bize yaramaz.

Brahmanizm de yaramaz. Burda Stocholm'de gördük. Ellerine zilleri almışlar, kafalarını tıraş etmişler, tepesinde bir tutam saç bırakmışlar. Zilleri çala çala çarşıda tabur halinde birileri gittiler, geldiler. "--Bu taife ne taifesi?" dedim. "--Bunlar Krişna dinine mensup dediler." Hay Allah müstahakkınızı versin! Bunlar da bize yaramaz.

Ben şu kâinatı yaratan, beni yaratan, şu kâinatın sahibi, bu kâinatı yöneten Allah'a inanıyorum. Bu çok kuvvetli bir inanç, çok sağlam inanç, en doğru inanç ve tam doğru inanç... Başkaları ile münakaşa bile edilmez.

Bütün dünya üzerindeki insanlara bunu güzelce anlatabilirsek, hepsi Müslüman olur. Şimdi Müslümanlığa bir kısmı düşman... Müslüman deyince, köpeğin karşısında kedi sırtını kamburlaştırır, tüylerini dikleştirir veya kirpinin yanına bir düşman geldiği zaman tüyleri diken diken olur. Onların da İslâm deyince tüyleri diken diken oluyor. Aman, niye kızıyorsun, niye korkuyorsun? İslâm, Allah'ın razı olduğu din... (İnned-dîne indallàhil-islâm)[Allah katında din, şüphesiz İslâm dinidir.] Allah'ın sevdiği din!

--Sen Allah'ın sevdiği dine niye kızıyorsun, ne kusur gördün? İslâm'ı biliyor musun? --Yok, bilmiyorum. Yalnız, Müslümanlar elinde pala, önüne geleni kesen, yerlere kan döken insanlar diye öğretildi bana... Onun için ben İslâm'a kızıyorum ve Müslümanlıktan da korkuyorum.

Çünkü Avrupa'yı ve Amerika'yı idare eden din teşkilatları, bizim gibi doğrudan doğruya açık mantıkla meseleyi ortaya koymuyorlar. Açık mantıkla yenileceklerini bildikleri için, minderden kaçıyorlar, kapının arkasından uğraşıyorlar İslâm'la... Doğrudan doğruya karşısına çıkamıyorlar, Müslümanı kötü gösterme dalavereleri yapıp, televizyonlarda, radyolarda, okullarda, "Kendi kültürümüzü öğretiyoruz. Hazret-i İsa şu çam ağacına bu gece inecek, yarın sabah çıkacak..." filân gibi şeylerle örftür, kültürdür, yaldızdır, boyadır, balondur, çamdır, pastadır, bilmem nedir diye oyun oynuyorlar. Dincilik oynuyorlar ve İslâm'ı da kötü gösteriyorlar.

Doğrudan doğruya mantıkla çıkamıyorlar. Mantıkla İslâm onların karşısına çıktı mı, yok oluyorlar, kaçıyorlar. Tarihte bunun misalleri çok... Ne zaman Müslümanlarla Hristiyanlar karşılıklı gelmiş, bu meseleyi konuşmuşlarsa, Müslümanlar yenmiş.

Meselâ Hindistan'da İngilizlerin düzenlemesiyle, papazlarla Müslüman âlimler arasında dinî konuları münakaşa ve münazara etmek için, büyük bir toplantı tertiplemişler. Demişler ki: "Bir tarafa biz geleceğiz, bir tarafa siz adamlarınızı çıkartın, şu meseleleri konuşalım:

1) Tanrı; mâbud, ibadet edilen varlık hakkında siz ne diyorsunuz, biz ne diyoruz; ortaya koyalım!
2) Peygamber; Allah'ın gönderdiği vazifeli kimseler hakkında siz ne diyorsunuz, biz ne diyoruz; bunu müzakere edelim!
3) Kitap; Allah'ın indirmiş olduğu, vahyetmiş olduğu kitap konusunda siz ne diyorsunuz, biz ne diyoruz?
4, 5, 6, 7... Böyle çeşitli konularda tartışalım!" demişler.

Sonunda yenilmişler ve münazaradan kaçmışlar. Ve kilise papazlara genelge göndermiş: "Bundan sonra sakın ha, Müslümanlarla halka açık konuşma yapmayın!" diye. Neden? "Yenilirsiniz, dayanamazsınız; Müslümanların sağlam inancı karşısında, pırıl pırıl bilimsel mantığı karşısında tutunamazsınız." demişler.

Amerika'da oturan Yaşar Bey diye bir mühendis kardeşimiz vardı. Su gibi İngilizcesi var, anadili gibi güzel konuşuyor. Oradaki İslâmî çalışmaları esnasında, bir hahamı, bir piskoposu ve bir hocayı halkın huzurunda konuşmaya davet etmişler. Gün tespit etmişler. Salon hınca hınç, tıklım tıklım dolmuş. Haham konuşmuş, piskopos konuşmuş, hoca konuşmuş... Mısırlı bir hocaymış. Sonuç: İslâm'ın zaferi... Ötekilerde bir şey yok, zaten kalmamış, zaten değiştirilmiş. İslâm'ın kesin zaferiyle program bitmiş.

Haham konuşmaya başlamış, ahireti inkâr etmiş. Ahiret inancı olmadığını söyleyince, piskopos ayağa kalkmış: "--Aziz kardeşim sen bunu nasıl inkâr edersin? Ahd-i Atik'te, Kitab-ı Mukaddes'in birinci bölümünde, Tevrat kısmında şu ayet var, bu kelime var... Sen ahireti nasıl inkâr edersin?.." demiş, kapışmışlar.

Ahirete inanmıyor adam... Haham ahirete inanmıyor. Hâlbuki olur mu, bu dünya ne ki; işte yetmiş seksen yıl yaşıyor, herkes ölüyor. Olur mu öyle saçma şey? Demek ki Yahudilik din olmaktan çıkmış. Tabii, Hristiyanlık da yanlış inançlara saplanmış, kesin... İslâm'ın güzelliği gün gibi ortaya çıkmış.

Biz Allah'ın varlığında ve birliğinde, elhamdülillâh bilimsel olarak cümle cihanı ikna ederiz. Hatta bizim bir profesör vardı, Arifiye Öğretmen Okulu'nda hocalık yapmış bir zamanlar. Sonra bize geldi, dinler tarihi profesörü oldu. Mehmed Ali Hoca filân tanır; Hikmet Tanyu... Allah rahmet etsin mu'tekid bir insandı. "Allah'ın varlığını matematik denklemleriyle tahtada ispat ederdim, orda çocuklara anlatırdım." diye söylerdi rahmetli...

Allah fizikle de ispat edilir, matematikle de ispat edilir, kimya ile de ispat edilir, astronomi ile de ispat edilir... Bütün ilimler insanı Allah'a götürür. Tıpla da ispat edilir. İnsanın vücuduna bak, vücudunun teşkilatını gör, yaratılışını gör; küçücük bir hücreden koca bir insan haline gelişini düşün, oradan bile anlarsın. Tıp da Allah'ın varlığını gösterir, tarih de gösterir, her ilim insanı Allah'ın varlığına götürür.

Âlim olan, ilimle ilgisi olan, ilimden nasibi olan, bir de insafı olan bütün âlimlerin dönüp geleceği yer İslâm'dır. Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar, Hintliler, tarih boyunca papazlar, hahamlar, eğer insaflıysa, eğer hakkı kabul eden insansa Müslüman oluyor. Misâl: Roce Garudi, Moris Bükey, Muhammed Ali Clay... Amerikan senatosunda senatör bilmem kim... --Niye bu adamlar başka yerlerde yetiştikleri halde Müslüman oluyor? İlimden nasibi var, kalbinde de insafı var. İnsaflı olunca, bu haklı diyor. –Peki, niye öteki insanlar Müslüman olmuyor? Biz iyi anlatamıyoruz, yanlış anlatıyorlar; o da iyi incelemiyor, öyle gidiyor işte... İncelese, anlatılsa, sen haklısın diyecek.

Biz Avustralya'da cemaatle namaz kılıyorduk çayırda, deniz kenarında... Almanın birisi geldi, bizi böyle seyretti. Cemaatle namazı kıldık, bitirdik. "Siz doğru yoldasınız, papazlar iyi değil... Ben bütün diyarları dolaştım, Sudan'da bulundum; siz doğru yoldasınız." dedi. Alman söylüyor, ihtiyar bir adam... Biliyorlar.

Allah'ın varlığı bizde çok önemli... Allah için bir Müslüman çok temiz inanca sahiptir, her türlü fedakârlığı yapar; bu bir...

2. Peygamber Efendimize Bağlılık

İkincisi, Rasûlüllah Muhammed-i Mustafa (s.a.v)'e bağlıyız biz... Neden? Allah onu göndermiş insanlara, doğru yolu göstermek ve hak dini öğretmek için... --Daha önce başkalarını da göndermiş. Göndermiş ama eski zamanlarda gönderdiği için, o zaman onları öğrenen insanlar iyi kaydetmediklerinden, unutulmuş. Allah her kavme peygamber göndermiş.

Biz öyle bir Peygambere sahibiz ki, "Bütün peygamberler benim kardeşimdir." diyor. Hepsine saygı gösteriyor; Âdem AS'a, İbrahim AS'a, İsmail AS'a, Yakup AS'a, Yusuf AS'a, İsa AS'a... Hepsine sevgimiz, saygımız var... Nerden belli? Çocuklarımıza isimlerini koyarız biz bunların. Yusuf... Kaç tane Yusuf isminde tanıdığımız vardır. Mûsâ, İsa, İbrahim, İsmail... Kaç tane İsmail vardır şimdi şurda bile... Meryem... Kaç tane Müslüman Meryem vardır. Neden? İslâm öyle güzel bir dindir ki, tarihi birleştiriyor, bütün dinleri birleştiriyor. Bütün dinlerin doğru olan taraflarını gösteriyor.

Muhammed-i Mustafa bizim peygamberimiz... Onun için de canımızı veririz. (Fidâke ebî ve ümmî yâ rasûlallah!) "Canım da feda olsun sana ey Allah'ın Rasûlü, canımdan çok sevdiğim anam babam da sana feda olsun!.." Her şeyi feda ederiz.

Bu Peygamber sevgisi de çok önemlidir. Zaten bir insan Peygamber'i sevmese, Peygamber'e bağlanmasa, Peygamber'i dinlemese, İslâm'ı öğrenemez. Kimden öğrenecek, nerden öğrenecek, Allah kendisine özel kitap mı indirecek? Hayır! Genel olarak insanlara peygamber göndermiş. Onun için, o Peygamber'e de sevgimiz, saygımız sonsuz...

3. Kur'an-ı Kerim'e Bağlılık

Allah'ın kitabına bağlılığımız çok ileri seviyede... Yere kondurmayız, öpüp başımıza koyarız. Kur'an deyince, onun için de canımızı veririz. Bu üç şey yetiyor zaten. Rasûlüllah'a bağlandın mı, sünnetini kabul etmiş oluyorsun. Kur'an'a bağlandın mı, Kur'an'ın içindeki bütün hükümleri, şeriatı kabul etmiş oluyorsun; Bitiyor iş. Onun için bizim ana, temel, esas olan inancımız bu: Allah'a inanıyoruz. Rasûlü Muhammed-i Mustafa’ya inanıyoruz, ona bağlıyız. Rasûlüne indirdiği, bir harfi bile değişmemiş Kur'an-ı Kerim'e bağlıyız, Kur'an yolundayız. Bunu niçin söylüyorum. Biz Kur'an yolundayız, Rasûlüllah'ın sünneti yolundayız. Bu iki şey belirleyici... Yâni Allah'ın yolundayız dediğimiz zaman nerden belli olacak? Allah'ın yolunda olduğumuz, Kur'an Allah'ın kitabı, kelâmı olduğundan, Kur'an'a bağlılığımızdan belli olacak...

--Ben Allah'ı seviyorum, ben Allah'a bağlıyım... Bağlısın ama Allah neyi, nerde, nasıl söylemiş; Kur'an'da söylemiş. O halde Kur'an'a bağlılık Allah'a bağlılığı elle tutulur, gözle görülür, ispat edilir hale getiriyor.

Bir adam "Ben Allah'ı seviyorum, Allah yolundayım!" diyor da, Kur'an'a aykırı işler yapıyorsa; güleriz ona, inanmayız ona... "Ne biçim Allah'a inanan insansın sen? Sen Kur'an'ı dinlemiyorsun, içki içiyorsun, kumar oynuyorsun, şu günahı işliyorsun, bu günahı işliyorsun. Bunlar Kur'an'da yok, sen bu olmayan şeyleri yapıyorsun... Namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun, hacca gitmiyorsun. Allah Allah! Allah Kur'an'da bunları emrediyor, niye tutmuyorsun?" deriz.

Hatta Kur'an-ı Kerimde ayet var bu konuda... Peygamber Efendimiz zamanındaki Yahudi ve Hristiyan insanlar, Peygamber Efendimize tâbî olmak istememişler. Demişler ki: "--Bizim yolumuz iyi, bizim peygamberimiz var. Biz Mûsâ'ya tabiyiz, İsa’ya tâbîyiz." Peygamber Efendimiz diyor ki: "--Mûsâ AS şu anda aranızda olsaydı, sağ olsaydı, bana tabi olurdu. İsa AS şu anda dünyada olsaydı, bana tabi olurdu. Bu devir benim devrim, beni peygamber gönderdi Allah... Eğer Mûsâ AS'ı seviyorsanız, bana tâbi olacaksınız; İsa AS'ı seviyorsanız, bana tabi olacaksınız. Şimdi Allah beni gönderdi. Her peygamberin devri, daha sonra bir başka peygamber gelince tazeleniyor, bitiyor. 'Artık buna uyun!' demek oluyor, onun için bana uyacaksınız!" diyor.

Onun için, Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı kerimde buyuruyor ki: (Kul inküntüm tuhibbûnallàh, fettebi�nî yühbibkümüllàh ve yağfirleküm zünûbeküm) "Ey Rasûlüm! O senin karşına dikilip de, 'Bizim dinimiz iyi, biz kendi peygamberimize bağlıyız. Biz sana uymayız, biz Allah'ı seviyoruz. Allah bizi seviyor.' diye boşuna iddia eden insanlara de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, ben Allah'ın rasûlüyüm, Allah beni gönderdi. Mucizeler var, ispat edebilirim, ben Allah'ın peygamberiyim, bana tâbî olun! O zaman Allah da sizi sever, günahlarınızı bağışlar."

"Ama bana tâbî olmazsanız, ben İsa’nın yolundayım, ben Mûsâ'nın yolundayım demek sizi kurtarmaz! Çünkü o yolları bozmuşsunuz. Sizin dedeleriniz bozmuş, raydan çıkartmış, yoldan çıkartmış. Put çıkartmışsınız ortaya, haç çıkartmışsınız; yoktu... Şarap çıkartmışsınız; yoktu... İsa AS'ın demediği şeyleri ortaya çıkartmışsınız; yoktu onun zamanında... Onun için sizin bu Allah bizi seviyor demeniz doğru olmaz; bana tâbî olacaksınız!" demiştir.

Peki, kendisine tabi olanlar niye tabi oldular Peygamber Efendimize? Yakından gördüler, tanıdılar, bildiler, mucizelerini gördüler; kesin olarak onun Allah'ın peygamberi olduğunu anladılar. Onun yanında toplandılar, onun için canlarını verecek hale geldiler.

Biz de hadislerini okudukça, İslâm tarihini okudukça anlıyoruz. Rasûlüllah'a bağlanan insanların ne sebeple, ne duygularla bağlandığını seziyoruz. Biz de onun zamanında yaşasaydık, biz de onu tercih ederdik. Ölsek, işkence görsek, müşrikler bizi götürseler, "Dön dininden, dönmezsen seni öldürürüz!" deseler; onlar dönmediler, herhalde biz de dönmezdik. Kesin bunlar...

Şimdi aziz ve muhterem kardeşlerim, biz Kur'an'a tabiyiz, Rasûlüllah'ın sünnetine tabiyiz. Dedelerimiz ölçmüşler, biçmişler bu işi, yolu tutturmuşlar. Ecdadımızı da çok seviyorum ben, çok dualar ediyorum. Esası çok kesin olarak ortaya koymuşlardır: Kur'an bir şeyi söylüyorsa, tutacağız; Rasûlüllah bir şeyi tavsiye etmişse, tutacağız... Çok güzel!

Kur'an ne dediyse yapmışlar, Rasûlüllah Efendimiz ne dediyse yapmışlar, neyi yapmayın dediyse bırakmışlar.

"--Şu günah!" "--Peki bıraktım." "--Şu haram!" "--Pekiyi, yapmayacağım." demişler. Elhamdülillâh Allah'ın ayetlerini ihtiva eden, emirlerini ihtiva eden Kur'an var elimizde... Kelâm-ı Kadîm var, Allah'ın kelâmı var... Ne güzel! Kaybolmamış, bozulmamış. Peygamber Efendimize iner inmez, taze taze, etrafındaki vahiy kâtipleri tarafından anında yazılmış. Hemen yazılmış.

Onun için biz --sizler ve bizler-- Kur'an'ın ehliyiz. Allah'a inanmışız, Allah'ın kelâmı Kur'an'a bağlıyız. Rasûlüllah'a bağlanmışız, Rasûlüllah'ın sünnetine tâbîyiz, Rasûlüllah'ın sünnetine uyuyoruz. --Hocam, şimdi bu asırda herkes sakalını, bıyığını buldozerle dümdüz kesiyor, sen niye bu sakalı bıraktın? --Sünnet diye bıraktım. --Başına bu bezi niye sardın? --Sünnet diye sardım. Her şeyimiz böyle... Bizi şu görüntümüzle yapan, bize şeklimizi veren Peygamber Efendimiz, Kur'an-ı Kerim... Kur'an-ı Kerim'in emirleri, Peygamber Efendimiz ‘in tavsiyeleri... Şimdi biz esas itibariyle buyuz işte...

Kur'an'ı yaşamak, Peygamber Efendimiz ‘in tavsiyelerini tutmak yeter. Onu yapıyoruz. Kur'an yolundayız, Peygamber Efendimiz ‘in sünnetini uygulama yolundayız. --Efendim, herkes öyle söylüyor... --Herkes öyle söylüyor ama söylediğini yapmıyor.

Peygamber (s.a.v) Efendimizin zamanında kravat var mıydı? Yoktu. Diyanet İşleri Başkanı kravat takıyor. Hem de kravat başka milletlerin bir işareti olduğu halde... Peygamber Efendimiz sakallı; bunlar sakal bırakmıyor... Peygamber Efendimiz, “Günde yüz defa estağfirullah çekin, ben de çekiyorum!” demiş; bunlar çekmiyor... Biz Peygamber Efendimiz ‘in tavsiyelerini tutuyoruz; bunlar tutmuyor.

Razıyız, Kur'an ne dediyse, uyalım; tamam... Rasûlüllah ne söylediyse, yapalım... Yapmayan onlar, yapan biziz. İmâm-ı Gazalî, --kendisi mütefekkir ya-- zamanındaki bütün inanç sistemlerini ve fırkaları, inanç gruplarını, zümreleri incelemiş; "Kur'an-ı Kerim'e ve Rasûlülah'ın sünnetine en uygun yaşayan insanlar olarak dervişleri, sûfîleri gördüm." diyor. Ötekiler kaytarıyor, kıvırttırıyorlar, sapıttırıyorlar, ihmal ediyorlar, gevşek duruyorlar, tam yapmıyorlar... Tam yapan kim? Takva ehli, ahiret ehli, ihlâs ehli mübarek insanlar... İmam-ı Gazalî'nin tespiti bu.

Siz de inceleyin, dinî zümreleri inceleyin! Aynı şeyleri göreceksiniz. Tarihte bu böyle olduğu gibi şimdi de böyle... Şimdi biz bu tarz ile yürürken, bazıları bizim bu halimize kızıyorlar. "Bu kadar Müslüman olma!" diyorlar. Şimdi meselâ, Tansu Çiller diyor ki: "Türk askeri dindardır, Türk komutanları dinsiz değildir." İyi dindar da, niye imam-hatip okullarına kızıyor, kapatmağa, azaltmağa çalışıyor? Niye Kur'an kurslarına taktı kafayı da bin beş yüz tanesinin kapatılmasına sebep oldu?

Bize hiç batmıyordu Kur'an kursları... Var mı içinizde Kur'an hiç kurslarından şikâyetçi olan bir kimse? Kur'an kursları batan bir insan var mı içinizde? Yok... Bize batmıyor da onlara niye battı? Gözlerine battı, vicdanlarını rahatsız etti, Kur'an kurslarını kapatmağa karar verdiler. Bizi niye rahatsız etmiyor da, onları rahatsız ediyor? Çünkü biz Kur'an-ı Kerim'in yolunda yürüdüğümüz için, Kur'an-ı Kerim'i kim öğretirse öğretsin --ruhsatlı ruhsatsız vız gelir-- memnun oluyoruz.

Bu meyhaneler ruhsatlı da biz onlardan razı mıyız? Bütün meyhaneler ruhsatlı... İdareden, belediyeden, valilikten ruhsatı almışlar. Ruhsatlı diye biz o meyhanelere razı mıyız, kumarhanelere razı mıyız? Razı değiliz. Ruhsatsız diye bu Kur'an kurslarına düşman mıyız?.. Değiliz. Neden? Biz Kur'an yolunda yürüyoruz da ondan... Onlar yürümüyor.

Tasavvufun Aslı

Şimdi bunlar kalkmışlar diyorlar ki: "--İslâm'da tasavvuf yoktur, İslâm'da tarikat yoktur." Yalan söylüyorlar, yalan söylediler. Mübarek Ramazan ayında, bütün Ramazan boyu yalan söylediler. Kimler yalan söyledi? Tarikatla, tasavvufla, dinle, imanla ilgisi olmayan insanlar... Bir tanesi çıktı, "Dört aydır bu iş için hazırlanıyoruz." dedi. Meğer kimmiş bu adam? ----- yayınlar yayınlamakla tanımış, bir herif-i nâşerifmiş. ----- yayın ne demek, müstehcen demek, çirkin, günah demek... Bak kimler karşımıza çıkıyor, ne yalanlar söylüyorlar! "Dinime dahleyelen, bari müselman olsa!" demiş şair... Dinime çatan Müslüman olsa da, iyi Müslümanlık yapmıyorsunuz dese...

Birisi ----- yayıncı... Öteki ortaya çıkarttıkları insanların da ajan olduğu çıktı ortaya... Kuklaları, ajanları çıkarttılar, kendi boyadıkları kuklalarla, İslâm'ı, tasavvufu, tarikatı kötülemeğe çalıştılar.

Kalktı Diyanet İşleri Başkanı da dedi ki: "--İslâm'da tarikat yoktur. Peygamber Efendimiz ‘in zamanında tarikat yoktu." dedi. Bende o zaman dedim ki: "--Peygamber Efendimiz zamanında Diyanet teşkilatı da yoktu." Var mıydı? Diyanet teşkilatı var mıydı, Diyanet İşleri Başkanı var mıydı? O da yoktu. İhtiyaçtan çıkıyor veyahut dinin emrettiği şeyleri yapacağız derken oluyor.

Aynı lafı mezhepler için de söylüyorlar. Ben Kâbe'de namaz kılıyorum, adam geliyor, "Böyle yapma!" diyor. Neden yapmayacakmışım? Ben Hanefî mezhebindenim, elbette Hanefî mezhebine uygun olarak bu böyle yapılır, ondan yapıyorum.

--Peygamber Efendimiz zamanında Hanefîlik yoktu. Yoktu ama mecburiyetten oluştu Peygamber Efendimiz ‘in hadis-i şeriflerini, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini yorumlamaktan, "Bunun manası budur." diye bir anlayış olarak, Hanefî mezhebi ve diğer mezhepler ortaya çıktı. Şafiî, Malikî, Hanbelî hepsi hak diyoruz. Misal vereyim: Biz Kâbe'nin karşısında, Kâbe'ye yakın bir yerde namaz kıldık. İmam "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!"derken, biz de selâm verdik. Benim dört beş adım ötemden bir gürültü koptu. İhtiyar, sakallı bir adam fena halde azarlıyor bizim arkadaşları, bangır bangır bağırıyor. "Niye böyle imamla beraber selâm verdiniz?" diyor.

Ne yapacakmışız... Duracakmışız. İmam iki tarafına selâm verecekmiş, ondan sonra biz selâm verecekmişiz. Bundan dolayı kavga ediyor bizim arkadaşlarla... Ya biz deminden beri imam ne diyorsa, hep onun yaptığını yapıyoruz. Onunla beraber rükû ediyoruz, secde ediyoruz. Her şeye uyuyoruz, selâm verince de veriyoruz. Nesine kızıyorsun, bangır bangır bağırıyorsun?

Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: (İzâ sellemel-imâmü fesellimû) "İmam selâm verdi mi, siz de selâm verin!" diyor. Biz de onun için imamla beraber selâm veriyoruz. Başından beri uyduğumuz gibi, imama orda da uyuyoruz. Vicdanımız rahat...

Onlar, belki imam sehiv secdesine varır vs. diye başka mezheplerinin kanaatinden dolayı, "Bekle bakalım ne yapacak, ondan sonra uy!" diyorlar. Benim uygulamam Peygamber Efendimiz ‘in tavsiyesine uygun...

Buna benzer şeylerden farklar olmuş ama işte hadisi anlayıştan fark olmuş. Beni yolum doğru elhamdülillâh, bir şikâyetim yok... Ben böyle dedim, bu sefer bana bağırdı: --Peygamber Efendimiz ‘in zamanında Hanefîlik, Şâfiîlik yoktu! --E peki Hanefîlik, Şâfiîlik yoksa bana ne karışıyorsun? Benimki yoksa seninki de yoktu, sen neyin kavgasını yapıyorsun o zaman? Mantıksız... Bana itiraz ediyorsa, ben de ona itiraz ederim; o zaman o da şaşırır, kalır. Hâsılı, Peygamber Efendimiz zamanında tasavvuf var mıydı, yok muydu? Diyanet İşleri Başkanı olmadığını söyledi, bizim şimdi burada cevap vermemiz lâzım! Tabii, ispat etmemiz lâzım! O bir şey söylüyor, o olmadığını ispat etsin; ben bir şey söylüyorum, ben de olduğunu ispat edeyim... Çünkü ihtilâf oldu; Diyanet İşleri Başkanı başka bir şey söyledi, biz de öyle söylemiyoruz. Şimdi ben sıralamaya başlayayım:

--Tasavvuf yolu ne yoludur? --Takva yoludur, Allah'tan korkmak yoludur. Allah Kur'an-ı Kerim'de nice nice ayetlerde, "Ey iman edenler takva ehli olun, Allah'tan korkun!" demiyor mu? Demek ki ben Kur'an'ı uyguluyorum. --Tasavvuf yolu ne yoludur? --Tasavvuf denince ilk aklıma gelen tesbih oluyor, zikir oluyor.

Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de: (Vezkürisme rabbike bükreten ve esîlâ) "Allah'ın adını sabah akşam zikret!" (Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikren kesîrâ) "Ey iman edenler Allah'ı çok zikredin!" demiyor mu? Tamam, ben Allah'ın emrini tutuyorum. Gel bakalım reis bey, sen Allah'ı zikrediyor musun, tesbihin var mı?.. Biz oturup "Allah... Allah..." diye Allah'ı zikrediyoruz; sen yapıyor musun? Nerden çıkarttın sen Peygamber Efendimiz ‘in zamanında tasavvufun olmadığını? Bak zikir varmış, takva da varmış.

--Sonra, tasavvuf denince başka ne akla geliyor? --Nefsin, nefs-i emmârenin terbiye edilmesi... Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri: (Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hàbe men dessâhâ.) "Kim nefsini terbiye ederse, zabt ü rabt altına alırsa felâh bulur; nefsini terbiye etmezse helâk olur, mahvolur." demiyor mu? Diyor. Nefsin terbiyesine işaret etmiyor mu? Ediyor.

Tasavvuf nefsi terbiye etmek için, dervişi nefis terbiyesine yetiştiriyor. Tasavvuftan başka nerde gördünüz siz nefsin terbiye edildiğini? Yok... Diyanet İşleri Başkanlığı'nda nefsi terbiye diye bir yer var mı? Bir nefsi terbiye okulu açmışlar mı?

Nefis nasıl terbiye olacak? Şu insanın nefs-i emmâresi, azgın nefsi, kendini beğenmiş, tembel, kötülüklere meyilli; (İnnen nefse lemmâretün bis-sûi illâ mâ rahime rabbî) buyrulan bu nefsi terbiye edecek hangi müesseseyi kurmuş Diyanet? Kurmamış.

Tasavvuf onu yapıyor, Müslümanları nefis terbiyesinden geçiriyor, tornadan geçiriyor, eğitiyor. Nefsini terbiye ettiriyor. Duymadınız mı Yunus Emre'nin tekkesine, şeyhine nasıl hizmet etiğini? Duymadınız mı, Aziz Mahmud-u Hüdâî Hazretleri'nin, şeyhi Üftâde Hazretleri'nin yanında nasıl terbiye olduğunu?

Demek ki, nefis terbiyesi de Kur'an-ı Kerim'de varmış. --Tasavvuf deyince başka ne hatıra geliyor? --İşte bir kenara çekiliyor dervişler, "Allah... Allah..." diyor, zikrediyor. Sen bunu mu ayıplıyorsun? Peygamber SAS Efendimiz Hıra mağarasına çıkıp da, günlerce orada kalmadı mı? Hazret-i Hatice validemiz yanına kadar çıkıp yiyecekleri bırakırdı. Orda günlerce ibadet ederdi Peygamber SAS Efendimiz... Sen tek başına kalıp da Allah'ı zikretmenin, halvet çıkarıp da Allah demenin Peygamber Efendimiz’in zamanında olduğunu görüyorsun da, niye tasavvuf Peygamber Efendimiz’in zamanında yoktu diyorsun? Nasıl diyebilirsin?

Bak Peygamber Efendimiz toplumu terk etmiş, Hıra mağarasına çekilmiş. Öyle bir mağara ki çıkmak için bir buçuk saat uğraşmak lâzım! Herkes çıkamaz. Birisi gelip de, "Selâmün aleyküm yâ Muhammed! Nasılsın, iyimisin? Seni özledim de geldim." diyebileceği bir yer değil... Çok zor çıkılacak bir yer... Orada, hiç kimsenin kendisini rahatsız edemeyeceği bir yerde, günlerce ibadet ederdi Peygamber Efendimiz... Hatta o zamanın halkı, Peygamber Efendimiz'in bu alışılmamış haline ne derlerdi:

(Aşıka muhammedin rabbehû) "Muhammed Rabbine âşık oldu." derlerdi. Âşık oldu da, mecnun gibi dağın tepesine çıkıyor derlerdi. İşte tasavvuf bu... Demek ki, Peygamber Efendimiz'in Hıra mağarasına çekildiği gibi, onun o halini takiben, derviş de tarikatta uzlete çekilip, halvete çekilip çalışıyor; Allah Kur'an'da zikri emrettiğinden, eline tesbihi alıp zikrediyor; Allah nefsi terbiye etmek gerekir buyurduğundan, Allah'ın rızasını kazanmak için nefsin terbiyesine çalışıyor.

İnsanın ahlâkının güzel olmasını, kötü huyları bırakmasını Kur'an-ı Kerim birçok ayetlerde emrediyor. Meselâ: (Velâ ya'teb ba'duküm ba'dà) "Biriniz ötekisini gıybet etmesin!" diyor. Ahlâkî emirleri var; sabret diyor, merhametli olmayı tavsiye ediyor. Ahlâk dediğimiz şeyleri, güzel huylar dediğimiz şeyleri, Müslümanlar yapsın diye Kur'an-ı Kerim tavsiye ediyor. Tasavvufta da güzel ahlâk öğretiliyor, kötü huylar bıraktırılıyor. Demek ki, tasavvuf deyince akla gelen ne varsa Peygamber Efendimiz'in zamanında var, Kur'an-ı Kerim'de var; Peygamber Efendimiz de, ashab-ı kiram da bunu uygulamışlardır.

O zamanın insanları bu hale ne derlerdi?.. Buna ihsan derlerdi. İhsan ne demek? Peygamber Efendimiz söylüyor: (El-ihsânü en ta'büdallàhe keenneke terâhü fein lem tekün terâhü feinnehû yerâke) "İhsân Allah'ı görüyormuş gibi, ona candan ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor." "Madem Rabbim beni görüyor, madem Rabbim her yerde hazır ve nâzır; ben onu görüyormuşum gibi, onun huzurundaymışım gibi ibadet etmeliyim!" diye düşünerek kulluk yapmasını hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

O halde tasavvuf denilen şey ne ise, nelerden meydana geliyorsa, onların hepsi Kur'an-ı Kerim'de varsa, Peygamber Efendimizde varsa; tasavvuf Peygamber Efendimiz'in zamanında var demektir, sahabe-i kiramın üzerinde vardır. Ama adı tasavvuf değil de ihsan yoludur, zühttür.

Züht; dünyayı gözünde büyütmemek, dünyaya meyletmemek, ahireti düşünmek, ahiret için çalışmak, tok gözlü olmak, açgözlü olmamak, hırslı olmamak... Demek ki, bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz mutasavvıfların önderi idi, serveri idi, şâhı idi. Mutasavvıflar Peygamber Efendimiz'in hayatını tatbik eden insanlar oldukları için, tam onun gibi yapmak istedikleri için, öteki Müslümanlardan farklı görünüyorlar. Herkes de onlara hayret ediyor. İşte Peygamber Efendimiz'in yaşayışı o, onun için onlar mutasavvıf diye ayrılmış.

Ötekisi yaşamıyor ki... Ötekisi sarayda çalgıları çaldırtmakta, çengileri oynatmakta... İlk devirde başlamış, saraylarda keyifler, zevkler, sefalar... Emevîlerde başlamamış mı? Emevîlerde başlamamış mı, böyle Rasûlüllah'ın asr-ı sadetinde yapmadığı şeylerin yapılması?.. O zaman başlamış. Saraylar var mı, israf var mı, böyle keyif, zevk sefa var mı? Yok. O zaman başlamış. Var mı böyle orduya dayanıp halka şöyle yapmak, böyle yapmak? O zaman başlamış. Demek ki, onlar ayrılmışlar. Rasûlüllah'ın yolundan ayrılan o yöneticiler, o devrin zenginleri, o devrin dünya ehli insanları...

Rasûlüllah'ın yolunda yürüyenler, mutasavvıf diye adlandırılmış. Zühd yolundan, ihsan yolundan, takva yolundan yürüyen insanlar mutasavvıf diye adlandırılmış. --Peki hocam, hepsini anlar gibi olduk da, bir tane şeyh çıkıyor ortaya; müritler de bunun önünde eğiliyorlar, kalkıyorlar, elini öpüyorlar, eteğini öpüyorlar... Bu nerden çıktı, bu da mı vardı?

Evet, bu da vardı. Peygamber SAS Efendimiz ashabı ile bu durumdaydı. Peygamber Efendimiz ashabını böyle terbiye ediyordu. Peygamber Efendimiz sarayda oturup, kürsüde oturup, İslâm'ı konferans tarzında anlatıp, çekilip gitmiyordu. Halkla beraber idi, halkın içindeydi, halkın insanıydı. Hatta fukarayı seviyordu, fakirlerle beraber olmayı seviyordu. Onlarla otururken, kalkarken tavsiye ediyordu: "Bak böyle yapmayın, yanlış olur, günah olur. Şöyle yapın, böyle yaparsanız iyi olur." diye eğitiyordu onları, terbiye ediyordu. Aile gibiydi Müslümanlar.

Meselâ bir çocuk terbiyeli ise diyoruz ki: "Ailesinden, annesinden güzel terbiye almış. Ev terbiyesi, ana terbiyesi kuvvetli..." diyoruz. Neden? Yatarken, kalkarken anne-baba çocuğu evin içinde her halini, her kusurunu görüyor, yetiştiriyor. İyi yetiştirirse, annesinden, babasından iyi terbiye almış diyoruz.

Bu mekteptekine benzemiyor. Mektepte çünkü hocası sınıfa giriyor, sıraya oturmuş çocuklarına yanına geliyor. "Susun bakayım çocuklar! Cetveli avucunuza vururum ha! Şu derse çalışın, akşam şu ödevi yapın! Kalk bakalım, söyle bakalım, bildin, bilemedin... Şu notu aldın, bu notu aldın..." Bu terbiyede yetmiyor. Terbiye için beraberlik lâzım! Aile terbiyesi gibi...

Peygamber Efendimiz de Müslümanları nasıl yetiştirdi? Aile terbiyesi gibi... Ashabını etrafına topladı, asr-ı saadette muhabbetli bir zümre olarak yaşadılar. Beraber yaşadılar; oturdular, kalktılar, namazı beraber kıldılar, hayatı beraber sürdüler... Her andaki duruma göre Peygamber Efendimiz onları yetiştirdi. Nasıl yetiştirdi? Öyle güzel yetiştirdi ki, öyle terbiyeli yetiştirdi ki, ashabı yıldız gibi, hangisini tutsa insan, hangisine baksa, doğru yolu bulur.

(Ashàbî ken-nücûm, bieyyihim ıktedeytüm, ihtedeytüm) "Benim ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uysanız, hangisinin eteğinden yapışsanız, hangisinin izinden gitseniz, hidayet bulursunuz." Neden? Güzel yetiştirdi.

Hazret-i Ömer halife olduğu zaman, Medine-i Münevvere'den Mekke-i Mükerreme'ye gitmeğe karar vermiş. Yanına bir iki arkadaş almış, beraber gidiyorlar. Ne üzerinde şatafatlı emîrül-mü'minîn üniformaları var, ne de önünde arkasında şatafatlı askerler var... Gariban, perişan kılıklı üç kişi gidiyorlar.

Hazret-i Ömer’in elbisesinde kaç tane yaması vardı, meşhurdu; tarih kitapları yazıyor. Yâni öyle şatafatlı insanlar değillerdi. Bu şatafatı çıkartan insanlar bozdu İslâm'ı... İslâm'da şatafat var mıydı ey Diyanet İşleri Başkanı? Üniforma var mıydı, lüks var mıydı? Niye onlara yoktu demiyorsun? Ama tasavvuf üzerine hücum olduğu zaman, "İslâm'da tarikat yoktu." diye çıkıp onlara destek oluyorsun!

İslâm'da şatafat var mıydı? Mercedes araba var mıydı, Mercedeslere kurulup sefa sürmek var mıydı? Devlet adamlarının milletten kopması var mıydı? Peygamber Efendimiz mütevazı yaşadı. Emirül-Mü'minîn Hazret-i Ömer yaya gitti Kudüs'e... Kölesini deveye bindirdi de, Kudüs'e öyle girdiler, paçaları sıvalı olarak girdiler. Şatafat yoktu.

Mekke-i Mükerreme'ye giderken, yolda bir ağacın gölgesinde gölgeleniyorlar. Unvan yok, asker yok, şatafat yok... Bak burada iki şey var: Eskiden bir yerden bir yere iki üç kişi gidemezdi. Neden? Yolunu keserlerdi, soyarlardı. İslâm gelmiş, o bedevî insanları adam etmiş; yol kesmek yok artık, haydutluk yok, haramilik yok... Sonra oturdular orda, dinleniyorlar. Çoban gördüler, sürü gördüler. Çobana dediler ki: --Şuradan bize bir kuzu sat! Kesecekler, yiyecekler. Yolcu, ne yapsınlar. Çoban dedi ki: --Satamam, ben çobanım, sahibi değilim. Sahibim bana öyle selâhiyet vermedi, koyunları satamam!" dedi. Hazret-i Ömer'in aklına imtihan etmek geldi. Dedi ki: --Canım ne olacak, bir koyun ver de keselim biz; sayısını fark ederse sahibin, kurt yedi dersin, bilmiyorum dersin. O dağ başındaki çoban ne dedi Hazret-i Ömer’e? Karşısındakinin halife olduğunu bilmiyor. "--Peki, patronu kandırdık ama Allah'ı nasıl kandıracağız? Allah kanar mı, Allah her şeyi biliyor." dedi. Bak, dağdaki çobanı İslâm nasıl yetiştirdi? Şehirdeki âlim değil, şehirdeki talebe değil, dağdaki çoban Allah'tan korkmaya başladı. Yalan söylememeğe başladı, haksız iş yapmamağa başladı.

Hazret-i Ömer Medine-i Münevvere'de devriye gezerdi geceleri... Devlet başkanı devriye gezer mi? O gezerdi. Devlet başkanlarının sırtüstü yatıp, keyif çatıp vakit geçirmesi Peygamber Efendimiz zamanında yoktu. Sayın Nuri Yılmaz, git, cumhurbaşkanına söyle bakalım! Herkes İslâm'a, tarikata, tasavvufa çatarken, "Peygamber Efendimiz'in zamanında tasavvuf, tarikat yoktu." diyorsun; cumhurbaşkanına git de, "Peygamber Efendimiz'in zamanında böyle şatafat yoktu; sen de yamalı elbise giy, sen de mütevazı bir eve geç!" de bakalım!

Hazret-i Ömer devriye gezerdi kendisi... Emîrül-mü'minin idi, birisini gezdirtebilirdi. Hazret-i Ömer kendi yazısını yazacağı zaman, devletin mumunu söndürürdü, kendi mumunu yakardı. "Ne olacakmış canım, işte devlet veriyor." demezdi.

Hazret-i Ömer sokaklarda dolaşırken, bir evin önünden geçiyordu, ses duydu. Annesi kızına bağırıyordu: --Kızım, sağdığın sütlerin içine biraz su kat! --Ama anne, emîrül-mü'minîn, halife 'Sütlere su katmayın, ne sağdıysanız onu satın!' demedi mi? --Canım kızım, şimdi bırak, gecenin yarısında, evin içinde Halife Ömer nerden bilecek? Ama Allah halife Ömer'i dışarıya getirtti, duyuyor bu lafları... --Anne, Halife Ömer bilmiyor ama Allah görmüyor mu? Dikkat edin, bakın, kız annesinin sözünü dinlemiyor: "Emîrül-mü'minîn, halife-i Rasûlüllah Ömerül-Fâruk RA, 'Süte su katmayın!' dedi anne... Allah'ı kandıramayız. Hazret-i Ömer görmese bile, ona hıyanet etmek yakışık almaz." diyor, annesinin sözünü dinlemiyor. Bak kız nasıl yetişmiş, İslâm nasıl terbiye etmiş! Nasıl oldu bu? Peygamber Efendimiz halkın arasındaydı, onlarla konuşuyordu, imanı öyle öğretiyordu.

Hazret-i Ömer o evi işaretledi, kafasına koydu: Şu sokağın ucundaki şu ev... Ne yaptı ertesi gün? O evin kapısını çaldı. "Allah'ın emriyle, Peygamberin kavliyle, bu evin kızını oğluma istiyorum!" dedi. Kızı görmedi, kızın boyunun ölçüsünü bilmiyor, enini boyunu bilmiyor, saçının gözünün rengini bilmiyor. İbret alın, dikkat edin!

Şimdi, fabrikadan mal sipariş eder gibi bir sürü şart sayıyorlar: Adı Hatice olsun, Gözü gökçe olsun, malı çokça olsun, aklı kıtça olsun... Bak, hiç kızı görmedi. Hiç görmedi ama akşam "Allah görmüyor mu, Allah bilmiyor mu?" dediğini duydu. "Bu evin kızını oğluma istiyorum!" dedi. --Ya sakat idiyse kız, ya çok çirkin idiyse, ya kambur idiyse, ya topal idiyse, ya çolak idiyse, ya hasta idiyse? --Olsun, takvası var ya, Allah'tan korkuyor ya... Allah Kur'an'da, "Allah'tan korkun!" diye emrediyor, o da Allah'ın emrini tutuyor.

İşte bana öyle gelin lâzım diye hiç bakmadan, hiç sormadan o kızı oğluna istedi. Aldı da... Aldı kızı, sonra o kızdan torunları oldu. Sonra o kızın bir torunu, Ömer ibn-i Abdül'aziz oldu. Emevî saltanatında Ömer ibn-i Abdül'azîz var ya, o doğdu. Ömer diye adlandırılması, dededen dolayı... O takva ehli kadından Ömer ibn-i Abdül'aziz doğdu, o da tarihe nam saldı. Mütevazı yaşadı, hazinenin parasını almadı, fakirane yaşadı, çok güzel hizmet etti. Allah şefaatlerine erdirsin...

İslâm böyle değiştiriyor. Bak, Peygamber Efendimiz zamanında bunlar vardı. İşte mutasavvıflar bu yolda yürüyorlar. Peygamber Efendimiz'in zamanında saltanat yoktu, giyim yoktu, şatafat yoktu, yalan yoktu, dolan yoktu; onların hepsi var şimdi... İlgililer, Diyanet İşleri Başkanı, müftüler gitsinler bunları yapanlara:

"--Peygamber Efendimiz'in zamanında bunlar yoktu, böyle olun, böyle olun!" desinler. Böyle olun, böyle olun diye uzun uzun saymak akıllarına sığmazsa, kısaca: "--Mutasavvıf olun, tasavvuf yoluna girin, takva yoluna girin!" desinler.

Allah cenneti kimler için hazırlamıştır? Muttaki kullar için, takva ehli kullar için hazırlamıştır. Öyle dünyaya dalıp da, günahları işleyip de, şatafatla ömür sürüp de, Allah'ın huzuruna asi, mücrim kullar olarak çıkanlara değil, mattakî kullarına hazırlamıştır cenneti... (Üiddet lil-müttakîn) "Cennet muttakiler için hazırlanmıştır." (Vel-àkıbetü lil-müttakîn) Hüsn-ü âkıbet muttakiler içindir. Yol, takva yoludur. Bir takva yolu vardır, bir fetva yolu vardır, bir de şeytanın yolu vardır. Şeytanın yolu cehenneme götürür. Fetva yolu te'vile götürür, ihmâle götürür, az yapmağa götürür. Takva yolu sağlam yoldan cennete götürür insanı... Tasavvuf takva yoludur.

Onun için, herkes eğri oturuyorsa da doğru düşünsün, doğru söylesin! Rasûlüllah'ı iyi tanısın, İslâm'ın özünü, ruhunu iyi anlamaya çalışsın! Biz kesin olarak söylüyoruz: İslâm'da olmayan hiç bir şeyin iddiacısı değiliz, peşinde değiliz. Ama Kur'an'da ne varsa, gelin onu yapalım! Diyanet İşleri Başkanı da yapsın, müftü de yapsın...

Müftü sigarayı eline almış, lenger şapkayı kafasına geçirmiş, öyle dolaşıyor. Peygamber Efendimiz zamanında sigara var mıydı? Peygamber Efendimiz "Gayrimüslimlere benzemeyin!" demedi mi? Kravatı takmış; çünkü Diyanet İşleri Başkanı sıkıştırıyor: "--Ben teftişe geldiğim zaman kravatlı olacaksın, ütülü pantolonlu olacaksın!" diyor. Kravat takmayan imama ceza yazıyorlar. Bizim arkadaşlar cemaat olarak sakal bırakmışlar Eskişehir'in bilmem hangi ilçesinde... Müftü: "--Bırakın şu bid'at işleri!" demiş. Vay şaşkın vay! Sakal bırakmaya bid'at diyor. Öyle şey mi olur? Dini bilmek lâzım, dini anlayıp özünü uygulamak lâzım! Dini anlayıp, özünü uyguladığın zaman, çıkan manzara tasavvuftur.


Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan
09. 05. 1997 - Stocholm / İSVEÇ


Kaynak: Alıntılar

 

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Konu Kapatılmıştır

Etiketler
başka, İslamı, Özellikler


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
VBulletin'i diğer sistemlerden ayıran farklar. RocKets vB 3.x Genel 2 20 Mayıs 2009 19:24
Protestanları Katoliklerden Ayıran On Sebep Dilara Hristiyanlık 9 10 Mart 2009 19:23