IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 16 Şubat 2016, 19:21   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Üstadın Birinci Talebesi : Hulusi Yahyagil-1




Üstadın Birinci Talebesi : Hulusi Yahyagil-1



Kerametlerle Örülü "Garip" Bir Hayat


Hiç takibe uğramaz ve hapse girmez

Nurlarla en küçük alakası bulunanların dahi takip edilip hapse konulduğu o karanlık günlerde, Hulusi Bey gibi faal ve birinci talebenin hiçbir takibe uğramaması ve hiç hapse gir*memesi, şayan-ı hayrettir. Çünkü Üstad, onun hapse girme*den daima bulunduğu makamda hizmet etmesini arzular. Hulusi Bey, Afyon Hapsi'ne girmemesinin sebebini açıklar*ken de Üstad'ın bu manevî tasarruf ve himayesine dikkat çe*ker: "Afyon Hapsi'nde ağabeyler arasında bir takım huzursuz*luklar olunca Üstad önce, 'Hulusi de gelsin!' demiş. O sırada etrafımda bana karşı dikkatlerin ve takiplerin yoğunlaştığını hissettim. Sonra Üstad, 'Hulusi kalsın, gelmesin!' deyince du*rumun normale döndüğünü, dikkatlerin üzerimden kalktığını fark ettim. Ben, Üstad'ın himmetiyle bu hizmet uğrunda hiç*bir zaman hapse girmedim ve takibata uğramadım."
Hulusi Bey, Eğirdir'de iki yıl sekiz ay görev yaptığı süre zarfında Üstad'la altı defa görüşür. Daha sonra iki defa daha olmak üzere, toplam görüşmesi sekiz kezdir. Buna rağmen birbirinden hiç ayrılmamış gibi aralarında kopmaz bir bağ vardır. Evet, Hulusi Bey nerede olursa olsun, arada hangi mesafe bulunursa bulunsun, akşamları Üstad, Hulusi Bey'in dersin*de; sabah namazlarından sonra da Hulusi Bey, Üstad'ın der*sinde hazır bulunur. Bu yakın alaka, mesafeleri kaldıran bir sır olur. Adeta iki ayrı bedende bir ruh gibi, yüzlerce kilomet*re ötede Hulusi Bey'in başına bir sıkıntı gelse, Üstad bunu hisseder ve ona himmet eder.
“Birinciliği daima muhafaza ediyor”
Yirmi yıl sonra Emirdağ'da görüştüklerinde, ayrılırken kendilerini yirmi gün önce görmüş gibi hissetmeleri, bu sırrı açıklaması bakımından manidardır: "Benim tarafımdan da ona (Hulusi) yazınız ki, şakirtlerin erkânında birinciliği daima muhafaza ediyor. O benden hiç ayrılmamış gibi bir vaziyettedir."Başka bir mektubunda ise şöyle der:
"Hiç merak etme! Seninle muhabere manen devam eder. Bütün mektuplarımda, 'Aziz, sıddık kardeşlerim' dediğim zaman, muhlis Hulusi saff-ı evvel muhatapların içindedir."Hulusi Bey, Kars, Sarıkamış, Elazığ, Urfa, Diyarbakır, Ma*latya, Tunceli, İstanbul-Pendik gibi çeşitli yerlere tayin edile*rek, yaptığı Nur dersleriyle, Kuzey'den gelen dinsizlik cereyanına karşı manevî bir set teşkil eder ve mü'minlerin imanı*na kuvvet veren gizli bir kutup vazifesi görür.
Evlad-ı Resul
Hulusi Bey, nesliyle ilgili olarak Selahaddin Eryavuz'a, Üstad'ın kendisine, "Kardeşim, sen de ben de sadattanız" dedi*ğini söyler. Selahaddin Eryavuz, ayrıca Hulusi Ağabey'e sor*duğunu ve bir müddet sustuktan sonra, "Evet, biz Peygam*ber'in neslindeniz!" dediğini nakleder.
Çanakkale’de
Conk Bayırı'nda topların bir kısmı çamura saplanır ve ne kadar uğraşılsa da çıkarılmaz..Derken Hulusi Bey devreye girer. Birliğinde bulunan "Destan" isimli atı getirip diğerlerinin yanına bağlar. Ve bir insanla konuşur gibi atın boynuna sarılır, "Destan, haydi yav*rum, bu din işi, iman işi, vatan işi, göreyim seni!" der. Atlar son bir kez dehlenir, kırbaçlanır. Büyük bir hamleyle top sap*landığı yerden kurtulur. Ama Destan, yaptığı hamle sonunda cansız yere serilir. Zira takatinin üstünde gösterdiği gücün sonunda hayvancağız çatlayarak ölmüştür!
Öldü diye bırakılır
Hulusi Bey Çanakkale Savaşı sırasında yaralanır. Bu sahne de çok ibretlidir. Conk Bayırı'nda siperdeyken yaralanışım şöyle anlatır: "Birçok çıkarmalar yapıldı. O zaman harbe giderken pilav yemeye gider gibi hevesle gitmiştik. 30 Mart 1915'te Seddülbahir'e gelmiştik. Çanakkale'nin, Anafartalar'ın, Conk Bayı- rı'nın dinç fırkasıydık. Süngülü tüfekle 'Allah Allah!' diye gi*diyorduk. Anafartalar Muharebesi'nde Cenab-ı Hakk'm lütfuyla gazi olduk.
Son taarruzda bütün subaylar ve erler abdestli olacaktı. Şayet su bulunmazsa teyemmüm edilecekti. 8 Ağustos 1915'te yüzümden, kolumdan, göğsümden yaralandım. Yaralandı*ğım gece Kadir Gecesi'ydi. Karadan, denizden top mermileri patlıyordu. Bir top mermisi önümde patladı. İki el ateş ettim. Yanımdaki asteğmen, 'Silahla bir kaçını te*mizleyeyim' dedi. Siperdeyken, düşman cephesinden gelen kurşun sol yanağıma isabet etti. Yüzüme elimi attım, baktım kanıyor. Bir kurşun da köprücük kemiğimi ikiye bölerek kal*bime doğru bir buçuk santimetre kadar ilerlemiş. Sol koluma da kurşun isabet etmişti. Artık şuurum tam işlemiyordu, Üs*tümde yepyeni bir paltom vardı. Kandan, üzerinde elle tutu*lacak bir yer kalmamıştı." Hulusi Bey, cephede bir ara aşırı kan kaybından şuurunu kaybeder. Doktorlar, genelde ağır yaralılarla meşgul olup zaman kaybetmek yerine, kısa tedaviyle cepheye sürebilecekler*le uğraşmayı tercih eder. Bu da ölüm-kalım savaşının bir gereği olsa gerek. Bu yüzden Hulusi Bey, "Bununla uğraşmaya değmez, hayata döndürülmesi zor!" diye ölüler ve ağır yaralılar arasına atılır.
Bir sesle uyanır
Hulusi Bey prensip olarak şahsiyetliyle alakalı harikulade halleri anlatmak istemez. Ancak bunlar, çeşitli zamanlarda parça parça dilinden dökülür. Onlar birleştirildiğinde o halleri bir parça öğrenme imkânına sahip oluyoruz. Bir gün, kendisine hizmet eden Haluk Tangülü'ne Çanakkale'de ölüler arasından nasıl kurtulduğunu şöyle anlatır: "Çanakkale'de bizi ölülerin arasına bıraktılar. Baygın hal*de yatıyordum. Birden kulağıma gaipten bir ses geldi. Bu gaybî ses, 'İmâmuhâ, kitâbuhâ, yazâruhâ!' diye çınlıyordu. Beni bu ses uyandırdı. Üzerimden pardösümü çıkardılar, her yerimden kan süzülüyordu!"
Hulusi Bey, kendine gelir gelmez, karşısında duran Fran*sız doktora Fransızca olarak, "Allah'ın izniyle ben ölmeyece*ğim!" diye bağırır. Bunun üzerine ölüler arasından alınıp ön*ce Biga'da, daha sonra İstanbul'da tedavi altına alınmak üzere gönderilir.
Gökte bir nur
Savaşın sonlarına doğru, askerler arasında gökte bir nur görüldüğü haberi yayılır. Şahsına ait harikulade halleri anlatmayan Hulusi Bey'e de bu husus sorulur.
"Evet, ben o nuru gece rüyamda gördüm. Ertesi gün gör*düğümü arkadaşlara anlattığımda 'Biz de gördük' dediler. O nurda, ‘İnnâfetahnâ lekefethan mübînâ'yazılıydı" der.
22 gün sonra zafer!
Hulusi Bey, hafız olmamakla birlikte küçük yaştan beri hemen hemen her gün Kur'an'dan bir cüz okuyarak sürekli hatim yapar, Kur'an'la haşir neşir olur. Bunun neticesinde Cenab-ı Hak kendisine Kur'an'ın bazı sırlarını açar. Sakarya Savaşı esnasındaki hatırası buna işaret eder.
Kendisinden dinleyelim:
"Sakarya Muharebesi'nin en hararetli devrinde -ben hafız değilim- âlem-i manada, rüyada, 'Cünûden lem terevhâ' ayeti bana gösterildi. Uyanınca ayetten istihraç ettim. 'Bu muhare*be 22 gün sürecek' diye zabit arkadaşlarıma müjde verdim.
Hakikaten 22 gün sonra bütün silahlar sustu.
Komutan namaza başlar
Hulusi Bey'in ihlası çevresindekileri etkiler:
"Bir gün tümen komutam, 4-5 kişiyle birlikte bulunurken namaz vakti geçmek üzereydi. Namaz geçecek diye endişe ediyordum. Derken ayrıldım ve emir subayına, 'Kumandan sorarsa namaza gittiğimi söylersin!' dedim. Benden sonra ku*mandan, 'Hulusi nerede?' diye sormuş. Emir subayı, 'Namaza gitti' demiş.
O zamana kadar kumandan namaz kılmıyormuş. Ben na*mazdan gelince herkes ne diyecek diye beklerken, 'Namaz kıldığına çok memnun oldum' dedi ve ondan sonra kendisi de namaza başladı. Kendisi kılınca tabii bütün tümen namaza başladı."
Siması üstada gösterilir
...Bediüzzaman, Barla'ya kara yolu müsait olmadığı için, Eğirdir Gölü üzerinden motorla götürülür. Aslında kaderde iki şey tayin ve tespit edilmiştir. Beşer zulmetse de kader adalet eder. Zorlu Barla sürgününde kendisini mahrumiyetler yanında, İlahî inayetler de beklemektedir. Nitekim Eğirdir gölü üzerinde motorla yol alırken, Barla'da kendisine hizmet edeceklerin manevî siması gösterilir. Bunlar arasından özellikle silahlı kuvvetlerden gelen güçlü bir isim vardır ki, Üstad'ın garip gönlünü şad edecektir. Evet, bu zat, küçük yaştan beri Kur'an'a, imana büyük alaka duyan ve Türk ordusunda bütün cephelerde savaşmış, asil ve cesur bir komutan olan Yüzbaşı Hulusi Bey'den başkası değildir. Ziyaretlerinden birinde Üstad bunu bizzat Hulusi Bey'e anla*tır:
"Ben İsparta'dan mecburi ikamet için Barla'ya sevk edilir*le en daha motordayken, seni gördüm ve bana gösterildiniz!"
“Üstad nesi var, nesi yoksa bana aktardı”
Yine bir gün Sungur ve Bayram Ağabeylerin hazır bulun*duğu bir sırada Hulusi Ağabey'in onlara hitaben söylediği şu ifade de manidardır: "Bu kardeşlerimiz çok bah*tiyardır. Çünkü Üstad'ımızla çok beraber bulundular. Biz, vazifemiz itibariyle pek az bulunabildik. Fakat az zamanda Üstad nesi var, nesi yoksa bana aktardı."
Yağmur kerameti
Barla'ya bir gelişlerinde görüşme bitip de ayrılacakları zaman, Hulusi Bey, İlama'ya uğrayıp orada Üstad'ın aleyhin*de olan Hakkı Tığlı'nın oğlu öğretmen Tevfik Tığlı'ya bazı hakikatleri anlatmak istediğini söyler. Üstad da, camiye odun yapmak için bazı dostlarıyla dağa gideceğini söyleyip beraber çıkarlar. Bir müddet sonra yolları ayrılır vedalaşırlar. Fakat Hulusi Bey'in zihninde hep Üstad vardır. Yol boyunca hep onu düşünür. Üstad gibi büyük bir âlimin camiye odun top*lamak için yollara düşmesi rikkatine dokunur. Böylece bir müddet yol aldıktan sonra içinden, "Şimdi aniden Üstad karşıma çıkar mı?" diye geçirir. Gerçekten bir de bakar ki Üstad karşısında at üzerinde, odun kafilesi de ar*kasında onu takip etmektedir. Hürmetsizlik olmasın, Üstad kendisini görüp atından inmesin diye hemen atından iner, atını bağlar, kendisi de Üstad iyice yaklaşana kadar bir süre gerisinde bekler. Üstad yaklaşınca birden çıkıp ellerine kapanır. Üstad'la buluşmanın mutluluğunu bir kere daha yaşar. Üstad'ın elinde yediği kuru bir ekmek parçası vardır. Bunu hemen Hulusi Bey'e uzatır. Bir müddet görüştükten sonra sıra ayrılmaya ge*lir.
Havada yağmur yoktur ama bulutlar belirmeye başlamış*tır. Ayrılacakları zaman Üstad:
"Senin şemsiyen yok mu kardaşım?" der. Hulusi Bey:
"Üstad'ım asker olduğumuzdan şemsiye taşımıyoruz, fa*kat yağmurluğum var" der. Üstad:
"Peki kardeşim, yolun açık olsun, haydi Allah'a ısmarla*dık" deyip yoluna devam eder.
Hulusi Bey, tarifsiz bir sevinç ve şevkle atına atlar ve Eğir*dir'e doğru yollanır. Bir müddet yol aldıktan sonra hava ha*fiften kararmaya ve yağmur atıştırmaya başlar. Az sonra yağ*mur sağanağa dönüşür. Hulusi Bey, o kadar kendinden geçmiştir ki, yağmura hiç aldırmaz. Fakat neden sonra yağmurun kendisini ıslatmadığı*nı fark eder. Sanki üzerine gelen damlaları rüzgâr ondan uzaklaştırmaktadır. Bir ara, "Acaba benim gittiğim tarafa mı yağmur düşmü*yor?" diye tereddüt geçirir, atını sağa sola doğru sürer. Ama yine damlaların kendisine değmediğini görür. Bunun Üstad'ın bir keramet ve himmeti olduğunu anlar. Yağmur altında dört saat yol aldığı halde üzerine tek damla düşmeden Eğirdir'e varır.

Hulusi Bey bu hatırayı sır olarak saklar ve kimseye söyle*mek istemez. Fakat Ustad'ın vefatından sonra, "Bir kere Sungur'a anlatmıştım, o da bunu yaydı" diyerek sırrının faş ol*duğunu ifade eder.
İki İmamdan Biri
Üstad'ın Hulusi Ağabey için, "inşaallah Cenab-ı Hak seni, âli bir mertebe olan imamlık mertebesine mazhar eder" ifadesi dikkat çekicidir. Zira buradaki imamlık, bildiği*miz imamlık olmasa gerektir. Barla'da Üstad'ın kendisine ilk İntisap ettiği zaman, "Ben İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi imamım" dediğindeki gibi çok daha yüksek bir makam olması lazım. Evet, Üstad bu ifadesiyle, ileride Hulusi Ağabey'in, 'her asırda bulunan iki imamdan biri" olacağına işaret ettiği*ni anlıyoruz.
“Günde iki defa beni göreceksin”
Bu esnada Hulusi Bey bir rüya görür. Rüyada bir alaya ta*yin edilir. Tayin emrini almak için alay kumandanının ma*kamına çıkar. Bakar ki, alay kumandanının koltuğunda Üstad oturmaktadır. Sol tarafında da alay kumandanı... Alay kumandanı yerinde Üstad'ı görmesi Hulusi Bey'i çok sevindirir ve teselli eder. Üstad o zaman kendisine, "Günde iki defa beni göreceksin!' der. Böylece rüyadan uyanır.
Hulusi Bey, bu rüyayı Üstad'a yazar. Üstad cevaben, "Her sabah sen benim yanımda bulunacaksın, her akşam da ben senin dersinde bulunacağım!" diye cevap verir.
Hulusi Bey, bir dostuna yazdığı cevabî mektubunda bu konuya şöyle temas eder:
"Bir rüya-yı sadıkada manevî makamına girdiğim zaman, 'Günde iki defa beni göreceksin!' tarzındaki emirlerini kendi*sine arz ederek, tabirini ricama karşı, 'Her sabah, seni yanım*da hazır edeceğim, akşamları da ben senin dersinde buluna*cağım' diye tabir buyurmuşlardı.
İşte lillahilhamd vefatlarına kadar bu hal devam etti. Kim Üstad'ın ziyaretine gitse, 'Hulusi sabahleyin buradaydı' bu*yurmuştur.
Derslerimizde de manen hazır olduğuna hiç şüphemiz kalmamıştır. Vefatlarından sonra da derslerde manevî bir inayet hissetmekteyim. Derslerin bazen çok feyizli oluşu bundandır."
Bir gün Muhammed Orakçıoğlu'nun, "Ağabey, bu kadar (Üstad'a bağlıyken, Üstad'dan ayrılığa nasıl tahammül ettiniz ?" sorusuna Hulusi Bey'in cevabı, "Kardeşim, biz hiç ayrılmadık ki!" olur.


__________________
SusKun ve Sessiz Mürekkep...


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
hulusi yahyagil-1, üstadın birinci talebesi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Üstadın vasiyeti yerine getirildi Desmont Haber Arşivi 0 23 Kasım 2014 11:31
İmam-ı Azam'ın talebesi Yusuf'a yaptığı nasihatler Seyra İslam Alimleri 0 02 Haziran 2014 13:18
Osmanoflar - Kenan Hulusi Koray AftieL Kitap Tanıtımları 0 30 Mayıs 2014 16:43