IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 16 Şubat 2016, 19:22   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Mustafa sungur'un "husrev" adli kitaba takdim yazisi




MUSTAFA SUNGUR'UN "HUSREV" ADLI KİTABA TAKDİM YAZISI

Üstad Bediüzzaman Said Nursi; bu gün dünyanın dört-bir bucağında asar-ı Nuriyesi ve Talebeleri ve cihan değer hatıra*larıyla, canlı ve hayatdar bir zemin-i revnekdar içinde yaşamaktadır. Ve her gün biraz daha gelişen dost ve talebe cemaatleri arasında Hizmet-i Kur’âniye’sine devam etmektedir. Hakikaten bu hâl; normal seyr-i zaman içinde, izahı mümkün olmayan bir vasat-ı harika olarak değerlendirilebilir. İşte bu hizmetin ve bu parlak hayatdar zemin-i nev-baharın saff-ı evvel kahramanlarını hakkıyla nasıl yad edebilelim ki?!...

Gül ve Nur Fabrikaları sahipleri, bin kalemli Medrese-i Nuriye Şakirdleri, Mübarekler Hey’eti gibi Sahabe mesleğinin bu asırda bir cilvesini gösteren bu nuranî hey’etler; istikbal semâsına doğru, kendilerine hız kazandıran tatlı hatıraları bırakmak ve salih amelleriyle istikbali kucaklamak emelin*dedirler.

İşte, bunlardan biri de “Nur’un Bir Kahramanı Husrev” olarak bu eserde ismi geçen “Husrev Altınbaşak”tır.

Aylar geçti... Muhterem Ahmed Hoca’nın isteğini yerine getiremedim. Malum; Husrev Ağabey hakkında hazırladığı münderecata lâyıkıyla bir önsöz yazamadım. Ahmed Özer hoca; Muhterem Husrev Ağabey hakkında bütün söylenen ve yazılanları bir araya toplamış ve geriye bizim de birkaç söz söylememize imkân bırakmamış gibidir. Bununla beraber bazı hususları Üstadımız ve Husrev Ağabey hakkında bizzat şahit olduğumuz bazı hatıraları yad etmek isterim. Bu hatıralar, hepsi birer vakıa olarak yaşanmış hâdiselerdir. Son zaman*larda, gazetelerde de yazıldığı gibi Risale-i Nur Dairesi’nde ve hizmetlerinde “Yazıcılar, Okuyucular” gibi ifadelerin ne oldu*ğunu da ortaya koymak itibariyle ve Risale-i Nur’un ders ve hizmetlerinin cami’ mahiyetini ifade etmek bakımından bazı maruzatta bulunmak isterim.

Evvelâ; Husrev Ağabey, Lâhikalar’da da görüldüğü üzere daha Barla Hayatı’ndan itibaren Hz. Üstad’a daima muhatap olmuştur. Eskişehir, Denizli ve Afyon hapishanelerinde bulun*muş, mübarek kalemiyle âzamî gayretiyle çalışmış ve Mah*kemelerde kemal-i metanetle Hizmet-i Nuriye’nin Nur Mec*muaları’nın neşir ve intişarı babında netice ona dayandığı; yani, O’nun gönderdiği tebeyyün edince, sorulduğunda; “Hadsiz Şükür”le mukabele etmiştir. Kastamonu Lâhikası’nda ve Emirdağ Birinci Mektupları’nda bu husus açıkça görül*mektedir. Nitekim bu kitapta da Ahmed Hoca bu mektubları derc etmiştir.

Husrev Ağabey’in bütün bu zamanlarda âzamî gayret ve şevk içinde çalıştığını görüyoruz....Üstadımız’ın, Barla hayatı, Kastamonu ve Emirdağ Hayat*ları ve bu arada neşredilen bütün Mektublar, Lâhikalar ve Hz. Üstad’ın Afyon hapsinden sonra Emirdağ’ı ve son Isparta Hayatı ve bütün bunlardaki hizmetleri, emir ve tavsiyeleri ve beyanları birden, bir küll olarak nazara alındığında herkesi, her talebeyi, her taifeyi, her belde ve muhiti tenvir ve tatmin edecek hizmet mülâhazaları mevcuttur. Risale-i Nur hakkında “Kur’ân-ı Hakîm’in bu asrın fehmine bir dersi... Bu asrı ve gelen asrı tenvir eden bir mu’cize-i Kur’âniye” gibi çok evsaf-ı kudsiye ifade edilmiştir. Bu küllî, cami’ mânâ içindir ki: Risale-i Nur’un okunup yazılması ve dinlenmesi gibi Risale-i Nur’la iştigal; bir ibadet-i tefekküriye olduğu ifade edilmiştir. Meselâ, Kastamonu Hayatı’ndan, Lâhikaları’ndan şu beyanları:

“Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli îmân dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi Nurlar var. Bir kısım Şakirdlerin ibadet niyetiyle Risaleler’i ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Barekallah dedim. Hak verdim.”

Kastamonu Lâhikaları’nda, buna mümasil Hz. Üstad’ın beyanları çoktur. 1950’den sonra Isparta’da iken Dershane-i Nuriye’ler açılması münasebeti ile neşrettiği şu mektubu da Nur Dershaneleri açılmasına açık bir iş’ardır.

“Isparta’da İmam-Hatip ve Vaiz Mektebi’nin açılacağını haber aldım. O mektebe kaydolacak talebelerin ekserisi Nurcu olmaları münasebetiyle o mektebin civarında gayr-i resmî bir surette bir Nur Medresesi açılıp, o mektebi bir nevi Medrese-i Nuriye yapmak fikriyle bir hâtıra kalbime geldi. Bir iki gün sonra ‘güya bir ders vereceğim’ diye etrafta şayi’ olmasıyla o dersimi dinlemek için rical ve nisa kafilelerinin etraftan gel*meleriyle anlaşıldı ki, böyle nim-resmî ve umumî bir Medrese-i Nuriye açılsa o derece kalabalık ve tehacüm olacak ki, kabil olmayacak. Afyon’da mahkemeye gittiğimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimalar olmak ihtimali bulunduğundan o hâtıra terk edildi. Kalbe bu ikinci hakikat ihtar edildi. Hakikat da şudur:

‘Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulun*sa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriye’ye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç dört zat bir*leşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, ha*kikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukla*rı gibi, İhlâs Risalesi’nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini te’min hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne ge*çebilir.’ diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum. Hasta Kardeşiniz Said Nursi"

Bir de Hayatı’nın son senelerinde Emirdağ’ı ve Isparta’daki ikametgâhının dış kapısının iç kısmına ta’lik ettirdiği ve her gelen ziyaretçiye mutlak okutturduğu şu beyanları ki; bu ve buna benzer vasiyetleri Emirdağ Lâhikaları’nın son kısım*larında derc edilmiştir.

“Kat’iyyen size haber veriyorum ki, Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız, benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette Benimle görüşmüş olursunuz.”

Bütün bunlarda Risale-i Nur’un okunması ve yazılması ve dinlenilmesinin bir ibadet hükmüne geçtiği açıkça ifade edil*miştir. Şu cümleye bakınız: “Siz hangi kitaba bakarsınız, be*nimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem fayda*lanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz.”
Demek; Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur’la kıyamete kadar gelen ve gelecek nesillere, onların isti’dadına, arzu ve istek*lerine münasip olarak Kur’ân’dan akseden Nurlar’ı nazara vermektedir. Ve kendi yerinde Risale-i Nur’un mânevî Bediüzzaman olduğunu ifade etmektedir. Elbette bu, çok büyük bir velâyet tezahürüdür.

Bunun karşısında, hepimizin boynu büküktür. Ona teslim ve ram olmakla mükellefiz. Ne demek!!.. “Her bir Risale bir Said’dir. Onunla görüşen Benim’le görüşmüş olur.” demek; Üstad Said Nursi Hazretleri, Âsâr-ı Nuriyesi’yle Kur’ân’dan aldığı ilim ve hidâyet nurunu bizatihi erbabına göre neşir ve intişara devam edecektir. Ne yapalım!.. Durum böyledir. Demek; Risale-i Nur Şahs-ı Mânevisi’ndeki şiddet-i velâyet, yani; Üstad-ı Nur’un Âl-i Beyt-i Nebevî’nin silsile-i Nuranîsi’nin son meyve-i münevveri olması ve Velâyet-i Kübrâ’yı hâmil bulunması itibariyle Nur Dairesi içinde başkalara ihtiyaç bırakmamaktadır.

Bu ve bu gibi hususların güzel beyanını, Nur Kahramanı Husrev Ağabey, Denizli iddianamesine konu olan ve çok önceleri Safranbolu ve Emirdağ’ındaki talebelere gönderdiği Hz. Üstadımız’ın fotoğrafının arkasına yazdığı şu fıkra, Denizli mahkemesinde berâet etmiştir:

"Bu günde, Mele-i Âlâ’nın Arz’da medâr-ı sürûru.

Bu günde, sekene-i Arz’ın Mele-i Alâ’da medâr-ı iftiharı.

Bu günde, Habibullah’ın medar-ı nazarı.

Bu günde, Müslümanlığın sertâcı.

Bu günde, hak tariklerin şâhı.

Bu günde, hakikatlerin İmamı.

Hem bu günde, Mahbûb-u Hüda.

Hem bu günde, allâme-i asır.

Hem bu günde, zulmetin nuru.

Hem bütün günlerde Mehdi-i A’zam.

Hem Molla Saidü’n-Nursî.

Hem Bediüzzaman el-Kürdî...

Sevgili Üstadımız’ı sizlere en kudsî, en kıymetdar, en müba*rek, en sevgili bir hediye olarak takdim etmekle müftehiriz. Husrev"

Hz. Üstadımız; 1953 yazında Emirdağ’ından Isparta’ya gel*miş, yanında; Zübeyir, Ceylan ve Bayram’la beraber Isparta’ya yerleşmişlerdi. Tahiri Ağabey’i de yanına çağırmıştı. Bu fakir, o tarihte Samsun Ceza Evi’nde bulunuyordum. 1954 senesi ba*şında Samsun Ceza Evi’nde beraet ve tahliyeden sonra biz de Isparta’da Hz. Üstadımız’ın nezdinde kalmak ni’met-i uzmasına nail olmuştuk. Bir gün Üstadımız yatsı vakti, bizim odaya gele*rek; “İhtar var, size Arapça Mesnevi’den derse başlayacağız. Arapça’yı öğreteceğim.” dedi. Yarın sabahtan itibaren Arabî Mesnevî’den ders vermeye başladılar. Lillâhi’l-hamd hayatımı*zın birer Leyle-i Kadr’i veya birer mânevî bayramı hükmünde telâkki ettiğimiz o saadetli günlerde her sabah Arabî Mesnevî’yi Üstadımız’dan dinliyorduk. İki saatten aşağı olmamak şartıyla üç hattâ bazen nadiren beş saate yakın ders alıyorduk. İki sene kadar bu müddet devam etti. İşaratü’l-İ’caz’ı da ders aldık. Bit*tabi, bu arada Barla ve Çamdağı’na Üstadımız’la beraber gitmiştik. Orada da aynı dersimiz devam etti.

Üstadımız, Isparta’da 1954’ten itibaren devam ettiğimiz sa*bah derslerine defaatle Husrev Ağabey’i davet etti. Üstadı*mız’la birlikte kaldığımız evin bir odası boştu. Üstadımız: “Sen orada kalırsın.” dediği hâlde, Husrev Ağabey hastalığı bahane ederek gelmedi.Üstadımız’la gündüzleri, bağ ve bahçelere, Is*parta civarındaki seyrangâhlara giderdik. Üstadımız ilk önce*leri, umumiyetle Husrev Ağabey’i çağırırdı. Bazen gelirdi. Fa*kat nazlanırdı. Çok zaman gelmemeğe başlamıştı. Umumiyetle Zübeyir Ağabey’i gönderirdi. Araba ile Husrev Ağabey’in evine gider, kapısının önünde beklerdi. Zübeyir Ağabey, “Üstadım! Rahatsız, gelemiyor.” der idi. “Ve çok rahatsızdır.” derdi. Son*ra kapısından ayrılırdık. Bu hâl defalarca tekerrür etmiştir. Hat*tâ bir gün Bayram Kardeş’i gönderdi. Bayram döndü: “Üsta*dım! Gelmiyor..” dedi. Üstadımız çok müteessir oldu, hiddet*lendi. Hemen Zübeyir Ağabey atıldı: “Üstadım! Ben bakayım, çok hasta olabilir.” dedi ve gitti. Geldi ve: “Üstadım! Çok has*tadır.” Dedi. Üstad; bir gün de beni gönderdi. “Git, Husrev’i çağır!” dedi. Ben gittim, Husrev Ağabey; büyük bir masa üze*rinde Kur’ân yazıyordu. Dedim: “Ağabey; Üstad kapıya geldi. Arabada seni bekliyor.” Dedi: “Kardeşim! Çok rahatsızım.” Dedim: Ağabey! Hem afakı temaşa edersin..” dedi: “Karde*şim! Afak, uzak mı sanki!?..” Sonra iki elini masaya dayayarak: “Şimdi benim hiç kimseye ihtiyacım kalmamış.” dedi.. ilâ ahir...

Bir gün Husrev Ağabey’e bu hususu sordum. “Neden gel*miyordunuz?” cevaben dedi ki: “Üstad’da iki cihet var. Dellal*lık itibariyle zerre kadar itiraz etsem, yanarım. Bir de şahsiyeti itibariyle ‘Gel, gezelim. Seyran edelim.’ diyor. Ben rahatsız ol*duğum için bu cihete icabet edemiyorum.” diye i’tizarda bu*lunmuştu.

1956 yılında Sözler Mecmuası Ankara’da tab’ olunduğu zaman Üstadımız, yanına Zübeyir, Ceylan’ı alarak: “Husrev’e bu müjdeyi verelim.” diye Husrev Ağabey’in evine gelmişler. Üstadımız; elinde Sözler, demiş: “Bak Husrev!. Cenab-ı Hakk’a şükür.. Ankara’da Diyanet’le Maarif birleşmişler, Sözler’i tab’ etmişler!..” dediğinde, Mübarek Husrev Ağabey: “Üstadım! Ne için yeni harfle neşrine izin verdin!?..” diye i’tirazda bulunmuş. Üstadımız da: “Yok Husrev!. Varsın Nur Dairesi tevessü’ etsin.. Ankara’da Maarif’le Diyanet birleşmişler. Gençlerin, nesillerin kurtulması için tab’ etmişler.. Bu neşriyat; senelerden beri yapılan Hizmet-i Nuriye’nin bir semeresidir. Hattâ senin hiz*metinin bir neticesidir.” Mealinde uzun izahatta bulunmasına rağmen, Ağabey, Üstadımız’ın getirdiği Sözler’i kabul etmemiş.
Husrev Ağabey, bir gün; Hz. Üstad’ın İkinci Said devresini çok takdir ve tahsin ettiğini.. ve son devresine mutabakat edemediğini veya kabul edemediğinin iki eliyle işaret ederek beyanda bulunmuştu.

Üstadımız, son Isparta’ya teşrif edip yerleştikten sonra, -her hâlde 1953 senesinde olacak- bendeniz, henüz Samsun’da Hapiste iken, Husrev Ağabey’in ağabeysi, Üstadımız’a rica et*miş ki: “Husrev ile beni barıştır...” diye... Üstadımız, Husrev Ağabey’e her hâlde çok söylemiş. Belki rica etmiş. Bendeniz 1954 senesinde Isparta’da Üstadımız’ın nezdinde kaldığım za*manda bazen Husrev Ağabey’in yanında kalkıp, gelemezdim. İki defa böyle oldu. Birincisinde Üstadımız, “Husrev, ağabeysi ile barışmadığından büyük hata etti.” buyurdu.

Bir defasında da, Husrev Ağabey’in sohbetinde Zübeyir, Bayram, Ceylan Kardeş’e karşı kalbimde bir soğukluk hasıl olmuştu. Üstadımız’ın yanına döndüğümde akşam vakti idi. Üstadımız, her hâlde Evrad-ı Kudsiye’yi okuyorlardı. Yatağının yanına geldiğimde, hiçbir şey söylemedi; yalnızca mübarek eliyle bir tokat aşk etti. Birden aklım başıma geldi. O hâletten ayıldım, kurtuldum. Üstadımız’ın bu neviden bizlere, hiç unu*tulmayacak.. ve “Cenâb-ı Hak; ebediyyen, zerrat-ı kâinat ade*dince razı olsun.” dedirteceği.. ayağımızın kaymasını önlediği sayısız şefkat dolu... gözleri yaşartan lütuf ve merhamet tecel*lileri vardır.

Biz Husrev Ağabey’e kaç defa ve günlerce yanında kalarak sohbetlerini dinledik. Daima onu büyük bir ağabey; Nur’un en has ve Kahraman bir talebesi olarak bildik. Hakikaten ken*disini, bu kudsî îmân ve Kur’ân yoluna vakfetmiş, müstesna bir zat olarak tanıdık. Afyon hapsinde gece kalkar, teheccüd na*mazını edadan sonra sabaha kadar hafi bir sadâ ile Cevşen-i Kebîr, Evrad-ı Kudsiye, Delaili’n-Nur’u ezbere okur, gündüzleri Risaleler’i yazmakla iştigal eder, faal bir zat olarak bildik. Bu*nunla beraber ona olan Üstadımız’ın teveccühleri doğrudur. Haktır ve hakikattir. Ve bilfiil hizmet ve gayretiyle bunu te’yid ve tasdik etmiştir.
Malum, yukarılarda da arz ve takdim ettiğimiz üzere Üsta*dımız daima bir hey’et-i mütesanide ve bir şahs-ı mânevî ola*rak Has Talebeler’in her birisini böyle âli seciyelere mazhariyeti noktasında takdir ve tebrik etmiştir. Risale-i Nur’un teksirle neşrinde Husrev Ağabey’i tahsinlerle yad ederken Tahiri, Mus*tafa Gül ve Küçük Ali gibi diğer mecmuaları yazan Ağabeyleri de takdirlerle yad etmiştir. Sonra Üstadımız, bizler gibi aciz ve kusurlu talebelerini, ta hayatının sonuna kadar hizmetinde is*tihdam buyurdu. Hattâ bir gün 1954’te Isparta’nın Yukarı Dere Mahallesi’ni geçerken Hz. Üstad yanında bulunan Zübeyr, Ceylan, Bayram gibi bizleri göstererek Husrev Ağabey’e: “İle*ride sen bunları anlayacaksın!”demişti.

Yani hâl böyle iken; Allahu A’lem araya birtakım menfi ve sinsi adamlar girmesiyle maalesef Husrev Ağabey yeni harfle neşriyatın aleyhinde bulundu. Ve bu neşriyatta Üstadımız’ın vazifelendirdikleri ve Hz. Üstad’ın hizmetinde bulunanlar aley*hinde beyanlarda bulundu. Bittabi bu isnatlar, Camia-i Nuri*ye’de ma’kes bulmadı. Herkes, Husrev Ağabey’in hizmetini ve mazhariyetini takdir ve yad ederken diğer naşir talebeleri ve Üstad’ın hizmetinde bulunanları da kemal-i hulûs ile yad ettiler ve kabul ettiler. Lillâhi’l-hamd, zamanla o aleyhtarlık söndü denilebilir.
Bütün bunları yazdıktan sonra nakletmekten maksadım: Bazı hakikatler bilinsin içindir. Bazı Yazıcı kardeşlerimizin; Husrev Ağabey’e hürmet ve sevgi hisleri içinde Üstadımız’ın hizmetinde ve Nur’un neşriyatında bulunan diğer bazı kardeş ve ağabeylere karşı çok acib ve su-i zan dolu isnatları vardır. Bunlar doğru değildir. Bu zan ve isnatlar, Lâtin harfleriyle Nur*lar’ın neşr edilmesi ve neşriyat hizmetinin devam etmesi sebe*biyledir. “Husrev, Üstad-ı Sanî’dir. O ne derse, o olacaktır.” gibi kanaatlerinden dolayı vaktiyle bu isnatlar yapılmıştır. Ma*lum; bu isnatlar temelden ve esastan yanlıştır. Çünkü: Bu hiz*metin Ustabaşı’sı ve büyük Üstadı Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’dir. O dedikten sonra, söz durur. Allahu Azimü’ş-şan ona bahş etmiş bu Nur Dairesi’ni... “Okuyan, yazan dinleyen talebemdir.” demiş. Kastamonu Lâhikası’nda da yazmış. Ta o zamanlar.. 1940’larda... Sonra 1956’da kendi para vererek Ankara’ya Tahiri ve Ceylan’ı göndererek: “Tashihe yardım edin!” diyerek, yeni harfle neşriyatı bizzat kendi te’sis etmiş. Tab’ paralarını göndermiş. Barla’ya vakfettikleri kitapların ba*şına yazmış. “Masumların ve gençlerin istifadeleri için yeni harfle neşrine izin verdim.” demiş. Hattâ, hayatının son sene*sinde Ankara’ya ve İstanbul’a teşriflerinde son vasiyet hük*münde “Bu neşr edilen Risaleler’in her bir sahifesinin Allah in*dinde büyük bir mücahede-i mâneviye olduğu”nu kerratla ifa*de etmiştir. O zaman bu sözlerin muhatapları, Ankara ve İs*tanbul’da Nur Mecmuları’nı yeni harfle neşr edenlerdir. Ve bu neşr eden talebeler, Emirdağ ve Isparta’da ziyaretlerinde, Üs*tadımız onları tebriklerle karşılamış ve hizmetlerinde, neşriyat*larında tahşidatta bulunmuştur. Artık bunu duyan, Üstad’dan bu teşviki alan talebeler durur mu? Var kuvvetleriyle cihanın aktarına bu Nurlar’ı neşre çalıştılar. Ve sonra başta Arapça ve İngilizce olarak bütün Dünya dillerinde tercüme ettirip neşre çalıştılar. Hz. Üstadımız’ın son vasiyeti hükmündeki Ankara dersindeki şu cümleler onlara, naşirlere büyük bir kuvvet menbaı olmuştur.

“Onun için Cenâb-ı Hakk’a şükür Kur’ân-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arap milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i Kur’âniye’nin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve on altı sene evvel altı yüz bin adamın îmânını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek Risale-i Nur; beşeri anarşilikten kurtarmağa bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki kahraman kardeşi kolan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’ân’ın kanun-u esasilerini neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.

__________________
SusKun ve Sessiz Mürekkep...


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
mustafa sungur'un "husrev" adli kitaba takdim yazisi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Gözüm; "Mustafa" Kaşım; "Kemal" ... Sue Atatürk Köşesi 0 03 Temmuz 2012 23:02
Adli Tıp "oğlun" dedi Angel Haber Arşivi 0 27 Eylül 2008 10:51