IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 21 Kasım 2012, 15:36   #1
Zen
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hediyelerimiz Ne Kadar Değerli ?




Kapitalizm öncesinde bir zenaatkâr üretimini küçük ve tanıdık bir müşteri grubu için gerçekleştirirdi. Ürünü için talep ettiği fiyat sosyal konumunu sürdürmesine elverecek kadar kâr içerirdi. Maliyetlerin ne olduğunu aşağı yukarı bilirdi. Kalfa ve çırak istihdam ediyor dahi olsa tantanalı muhasebe sistemlerine ihtiyacı yoktu. Aynı durum çiftçiler için de geçerliydi. Oysa çağdaş kapitalizmde şirket demek bilanço demektir. Bilanço yani bir kalem darbesiyle oynayan kâr zarar rakamları. Somuttan soyuta geçiş. Günümüzde iş adamları şirket yöneticileri ömürlerinde birarada görmedikleri trilyonlarla oynarlarken çalışanlar soyut olduğu kadar da devasa bir makinanın parçalarından öte varlıklar değillerdir. Emekçilerin “birisi” olmaktan çıkıp “bir şey” olmaya “insan” olmaktan çıkıp “rakam” olmaya geçişleri böyle.
Bir ikinci oluşum uzmanlaşma ve iş bölümü. Üretim süreci karmaşıklaştıkça emekçi nihai ürünün sadece bir kısmı cüzi bir kısmı ile ilgili. Bütünü görmüyor. Bütünü gören tek adam yönetici o da ürünün kendisiyle değil üretim rakamlarıyla ilgili. Muhasebeleştirme ve soyutlama olmadan kitle üretimini sürdürmek mümkün değil. Ne ki ekonomik faaliyetin insanoğlunun başlıca eylemi haline geldiği durumlarda muhasebeleştirme ve soyutlama hayatın diğer alanlarına da sıçrıyor. Birey kendi dışındaki şeylerle insanlarla ve hatta kendisiyle ilişkisinde muhasebe ilkelerini kullanır somut olayları soyutlaştırır oluyor.
Bir nesneye bir insan ya da hayvana iki türlü yaklaşmak kabil: somut yaklaşım yaklaşılanın tüm niteliklerini ayırd etmek eşsiz ve biricik olduğunu görmek içselleştirmek demek. Soyut yaklaşım farklılıkları değil benzerlikleri öne çıkaran yaklaşım. Böylece örneğin bir masaya bakarken o masayı oluşturan tahtanın cinsi cilâsının kalitesi işçiliğinin niteliği gözden kayboluyor. Niteliği ne olursa olsun üzerinde yemek yenecek dört ayaklı bir nesne olarak ortaya çıkıyor. Ayağımız yerden kessin yeter diye bindiğimiz otomobil başımızı sokalım diye kiraladığımız kaçak yapı ülkemiz de yakından bildiğimiz bir ruh hali değil mi?
Bu ruh hali giderek başka insanları ve bireyin kendisini algılama biçimini de belirler oluyor. Kişilere özgü somut özellikler somut gerçeklikler gözardı ediliyor. Nasıl ki “altmış milyarlık bir otomobil”den “beşyüz milyarlık bir ev”den bahsederken otomobilin ve evin somut niteliklerinden değil muhasebe defterleri üzerindeki soyutlamalarından bahsediyoruz; “kaç paralık adamsın ki?” diye sorduğumuz zaman da öyle. “Kaç paralık adamsın?” sorusunu hem başkalarına hem de kendimize yöneltiyoruz “Kaç paralık adamım ki?” Zaman içinde insanların bir baba bir dost bir bilge olarak somut nitelikleri soyut yani pazar değerlerinin yanında tali kalıyor. Bir çiçek bir gül bile gül olmaktan çıkıyor şu-şu fiyatlar arasında satın alınabilir hediyelik eşya hüviyetine bürünüyor. Sevdiğinize bahçeden koparttığınız gülleri götüremez oluyorsunuz; dünyanın en güzel çiçeği de olsa değeri pazarda belirlenmemişse kıymeti olmuyor. Geldiğimiz bu noktada sadece şeylerin değil kendimizin de dahil olduğu insanlarla olan ilişkimizi onların pazar-fiyatları belirliyor.
Muhasebeleştirme o noktada ki sel baskını deprem gibi felâketler de soyut rakamlarla ifade ediliyor insanların acılarıyla değil. Gazetelerdeki ölüm ilânları vefat edenleri değil ilişkilendirildikleri şirketleri anlatıyor. Nerede tam sayfa bir ölüm ilân görseniz arkasında büyük bir şirket olduğunu bilirsiniz. Ölen Ahmet ya da Mehmet değil feşmekân şirketin sahibidir.
Artık eşref-i mahlûkat değiliz hayır. En ufak bir sorumluluğumuz yok bu dünya bizden sorulmuyor. Canlı cansız yaratıklara borçlu olduğumuz duygusunu yitirdik. Otuz milyon insanımız yoksulluk sınırının altındaymış milyonlarca gencimiz işsizmiş derdimiz değil. Çünkü onlar soyut rakamlardan ibaret ve işlerin bu hale gelmesinde en ufak bir sorumluluğumuz yok. Somut acılarla teması kaybettik.
Bilim üretim politika… bu faaliyetlerin tümü insani anlam taşıyan temellerinden ve boyutlarından hemen tamamiyle soyutlanmış durumdalar. Rakamlar ve soyutlamalarla yaşıyoruz. Somut hiçbir şey olmadığına göre sahici olan hiçbir şey de yok. Herşey mümkün hiçbir şey mümkün değil. Türk insanı hayatı tepeden gözlemleyebileceği müdahale edebileceği konumundan atılmış durumda. Savruluyor.
Kapitalizmin insan fıtratı üzerindeki etkisi diyorlar: yabancılaşma fenomeni. Kelimenin İngilizcesi “alienation” meczupları tanımlamakta kullanılırdı. Fransızcade aliéné İspanyolcada aliendo psikopat anlamına gelir yani mutlak suretle yabancılaşmış birisi. “Alienist” İngilizce’de bugün bile deli doktoru anlamındadır.
Yabancılaşma kişinin kendisini de “yabancı” olarak gördüğü bir ruh halidir. Benliğinden “kopmuş” hali. Kendi hayatına olsun hakim olamadığı ruh hali. Hareket eder bir takım işler görür ama yaptıklarının kölesidir sahibi değil. Kendisinden en az başkalarına olduğu kadar uzaktır. Sandığa gider oy verir miting meydanlarında tezahürat yapar evet ama bütün bu etkinlikleri kendi dışında kendisiyle doğrudan bağlantılı olmayan etkinlikler olarak yapar. Örneğin yeşil kart peşinde koşarken ya da çifte vatandaş olup Amerikan bayrağının altında yemin ederken bir yandan da Filistin mazlumları için ağlayacaktır. Ya da bir yandan siyasilere söverken öte yandan tescilli parti liderleri ile fotoğraf çektirebilmek için türlü hokkabazlıklar yapacaktır.
Edilgenlik hemen her zaman yabancılaşmanın yeni bir belirtisi olarak karşımıza çıkar. Bir siyasi partiye lidere hatta devlete tapınma ölçüsünde bağlılık gibi görünenin altında yatan aslında kendinden vazgeçmişliktir. Savrulmaya razı olmaktır. Savrulmaya razı olmak yani özgüvenin geri gelmeyecek şekilde kaybı. Avrupa Birliğine gözü kapalı girmek isteklerimizin ekonomimizin dizginlerini IMF’ye bırakmaya bunca teşne olmamızın “Aman ha! Kopenhag kriterleri” diye eli kolu bağlanan polisimizin ülkeyi terketmeye hazırlanan gençlerimizin edilgenliğini gördükçe Allah’ın emanetine layık olmadığımız duygusuna kapıldığımı itiraf etmeliyim. Bu durumda söylenecek son bir cümle kalıyor: “Rüya”nın açlış cümlesi: “Yeryüzünden silinmemiz gerekiyorsa silinelim ama haysiyetimizi koruyarak zarafetle ve yitirmeksizin mizah duygumuzu külliyen.”
Alev ALATLI

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
Yok


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
WordPress Sosyal Ağ Dönüşümü Hiç Olmadığı Kadar Değerli Spartacus Diğer Sosyal Ağlardan Haberler 0 28 Nisan 2012 09:21
Pomza madeni petrol kadar değerli N999 Haber Arşivi 0 11 Nisan 2012 15:24
365 Gün ve 365 Değerli Söz Burce Kişisel Gelişim 3 04 Nisan 2012 23:27
Biraz değiştim, her şey kadar, herkes kadar, sen kadar Luthien Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 1 31 Ekim 2011 22:11