IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası

IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası (https://www.ircforumlari.net/)
-   Kültür ve Sanat (https://www.ircforumlari.net/kultur-ve-sanat/)
-   -   İllerin Tarihcesi (https://www.ircforumlari.net/kultur-ve-sanat/18497-illerin-tarihcesi.html)

Maniack 09 Haziran 2006 11:30

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Karabük - 2

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE KARABÜK VE ÇEVRESİ
Milli Mücadelede Karabük ve çevresindeki olaylar yörenin en önemli kenti olan Safranbolu ekseninde gelişmiş ve bu yönüyle tarihe damgasını vurmuştur. Milli Mücadele yıllarında yöreyi, düşman işgaline uğramamış olmasına karşın iki olay rahatsız eder. Bunlardan biri, Eğr’i Ahmet Olayı, diğeri ise 13 Nisan 1920’de I. Düzce Ayaklanması’nın devamı biçiminde Safranbolu’da yaşanan, eskilerin kullandığı ifadeyle söyleyecek olursak “Dayıoğlu Olayı”dır. Bunlardan Eğr’i Ahmet, o zamanlar Çerkeş kazasına bağlı olan Ovacık bucağı nüfusuna kayıtlı bir kişi olarak, yörede 1916-1925 tarihleri arasında eşkiyalık yapmış, Safranbolu’dan Araç istikametinde Kastamonu’ya giden Posta Arabası soygunu olayına karışmış, 19 kişilik çetesi ve Kırkkanat lakabıyla anılan atıyla yörede nam salmıştır. Özellikle bazı devlet memurlarıyla olan ilişkisi ve yörede yoksul halkı koruması gibi nedenlerle uzun zaman yakalanamadı. Dayıoğlu Olayı’nda isyancıların yanında yer alarak, isyancıların askeri şefi oldu. İsyan başarısızlıkla sonuçlanınca da isyana katılanları cezalandırırcasına onları yolda soydu, paralarını almaktan çekinmedi. Nihayet Kumandan Zeki Bey tarafından yaralanmış ve Iğdir bucağında, yaralı olduğu halde bir köylü tarafından öldürülmüştür. I. Düzce Ayaklanmasına bağlı olarak hareket eden ve kendisine Hilafet Ordusu süsü veren Geredeli Dayıoğlu İbrahim Ağa, 23 Nisan 1920 tarihinde Safranbolu’yu basmış ve kenti isyana teşvik etmiştir. Dayıoğlu İbrahim Ağa, amacının, buradan ve çevreden topladığı kuvvetlerle, Kastamonu’yu basmak, Ankara’dan olan ulaşımı ve silah sevkiyatını kesmek olduğunu açıklamasına karşın, birliklerinin derme çatma kuvvetlerden oluşması gibi nedenlerden dolayı başarısızlığa uğramış, asiler Toprakcuma’da Yoraf’ın Hanı denilen yerde bulunurken, Kastamonu’dan askeri birliklerin hızla Safranbolu istikametine doğru ilerledikleri haberi üzerine, dağılmış ve amacına ulaşamamıştır. Milli Mücadele’de Safranbolu’da Dayıoğlu Olayı’ndan (23-24 Nisan 1920) hemen sonra, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Dr. Ali Yaver (Ataman) ve arkadaşları tarafından kurulmuştur (27-28 Nisan 1920). Kastamonu’da yayımlanan Açıksöz Gazetesi, bu cemiyetin kurulduğunu 3 Mayıs 1336 tarihli nüshasında kamuoyuna duyurmuştur. Kuşkusuz bu cemiyetin kurulmasında, daha önce Safranbolu’da Eczacı Mehmet Hidayet Bey (Derman) tarafından 23 Ocak 1920’de kurulu bulunan ve amacı kimsesiz ve yoksul çocukların okutulması olan, Muin-i Maarif Derneğinin büyük rolü olmuştur. Cumhuriyet’e giden süreç içinde Safranbolu, Milli Mücadele yıllarında 8 Kasım 1920 tarihinde TBMM’ye bağlı olarak kurulan düzenli ordu birliklerinin Yemeni ihtiyacını karşılamıştır. Ayrıca Lozan Konferansı’nda Türk ve Rum nüfusun mücadelesi (değiş-tokuş) söz konusu olduğunda, Safranbolu Rumları, kendilerinin Fener Rum Ortodoks Kilisesi ile ilgilerinin olmadığını Türk Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmak istediklerini gündeme getirmişlerse de Lozan Antlaşması gereği Yunanistan’a gitmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Kendilerinin Hristiyan Türk olduklarını iddia etmişlerdir ki, bu konu gerçekten Türkiye Tarihi’nin çok geniş araştırılmaya tabi tutulması gereken konuları arasında önemini korumaktadır.

CUMHURİYET KENTİ KARABÜK
Candaroğulları zamanında, Kapullu özü (bügünkü Kapullu Köyü) ile varlığına tanık olduğumuz Karabük Köyü, kent olarak varlığını Cumhuriyet’e borçludur. Cumhuriyet’in sanayileşme programı çerçevesinde bir ağır sanayi kenti olarak 3 Nisan 1937 tarihinde Demir Çelik Fabrikasının temelleri ile Karabük’ün de bir kent olarak kuruluşunun temelleri atılmıştır. Karabük, Türkiye’nin ilk ağır sanayi işletmesinin temelinin atıldığı bir kenttir. 1933 yılında kabul edilip, 17 Nisan 1934 tarihinde eyleme konulan ilk beş yıllık kalkınma programının, devletçi ekonomi siyaseti ile birlikte gerçekçi anlamda uygulandığı ilk kent Karabük’tür. Karabük, 1963-1970 yılları arasında ekonomik açıdan en parlak, sosyal ve kültürel açıdan en hareketli günlerini yaşamıştır. 1980’li yıllardan sonra, hükümetlerin özellikle liberal ağırlıklı ekonomik politikalar izlemeleri sonucunda, ekonomisini sadece demir ve çelik üretimine bağlayan kentte, tek bir sektöre bağlılık sorun yaratmaya başlamıştır. 1990’lı yıllarda yaşanan 137 günlük işçi grevinden sonra Demir Çelik Fabrikası sürekli kriz içine sürüklenmiş, nihayet Demir Çelik Fabrikası, 1995 yılında üyelerinin büyük çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu Kardemir A.Ş.’e devredilerek özelleştirilmiştir. Bu özelleştirilme biçimi, ilk defa özelleştirme tarihine, “Karabük biçimi özelleştirme” şeklinde geçmiştir. 1996 tarihinde kent ekonomisi tekstil alanına kaymış, 2000 yılında Organize Sanayi Bölgesi’nin hizmete girmesi ile de kentte yeniden bir ekonomik canlılık yaratma fonksiyonu hızlandırılmaya çalışılmıştır.

Maniack 09 Haziran 2006 11:32

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Karaman

Karaman Tarihçe “GEL GÖR İMARET’İ AMAN
KİMLER GEÇMİŞ ZAMAN ZAMAN
VELHASILI ŞU KARAMAN
YAZILA YAZILA BİTMEZ”
Karamanlı şair Bekir Sıtkı Erdoğanı’n da yukarıdaki dizelerde ifade ettiği gibi, M.Ö. 8.y.y.’dan başlayarak, nice imparatorlukları, krallıkları, beylikleri bağrında misafir etmiş, tarih abidesi bir kenti, dar kapsamlı kitaplara sığdırmak mümkün müdür?... Yaşanan güzellikleri, çekilen çileleri, yaratılan ve yok edilen uygarlıkları, anlatabilmek dile getirebilmek mümkün müdür? Sayısız istilalara, uğrayan bize miras kalabilecek çoğu şeyi yakılıp, yıkıla; ama her şeye rağmen kültürüyle, tarihiyle dim dik ayakta, günümüze kadar gelmeyi başaran, bir kentin portresini çizebilmek mümkün müdür?...
Kolay değildir Karaman’ı anlatmak... kolay değildir onbin yıllık bir tarih sürecinde yaşananları bilmek, yazmak... Bu süreç içinde, hangi kavimler yer almamış ki!... Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Karamanoğulları, Osmanlılar... çağına damgasını vuran neredeyse bütün uygarlıklar bu topraklardaki tarihi platformda boy göstermişlerdir.
Karaman kalesi yüzyıllardır yaşayan tarih... kentin merkezinden, yorgun bir ifadeyle, kenti seyretmekte... sayısız kuşatmaları, Haçlı ve Moğol istilalarını, Osmanlı’yla yapılan iç savaşları sanki anlatmak istemekte. Karamanoğlu Mehmet Bey’in Arapça ve Farsça’nın egemenlğine başkaldırarak:
“Bu günde sonra Divanda, Dergahta, Bargahta, Mecliste ve Meydanda, Türkçe’den başka bir dil kullanılmayacaktır.” diyen fermanı, surlara çarparak, sanki bütün Anadolu’ya yeniden dalga dalga yayılmakta. 20 km. ötede Karadağ: “Tarihin en yaşlı tanığı benim” dercesine, kale ile bakışmakta. Üzerine çöken koyu dumanlar arasında başını uzatıp, adeta bir filozof edasıyla, yaşadıklarını, gördüklerini anlatmak ister gibidir. Koynunda taşıdığı Binbir Kilise’yi, Madenşehri’ni ve henüz kazısı yapılmamış nice tarihi yerleri göstermek istercesine, bize, Bizans ve Hitit uygarlıklarını fısıldamaktadır.
Her ikisi arasında sonsuzluğa giden yol gibi uzanan Karaman ovası... ekinler üzerinde esen rüzgarın ıslıklarına, nal sesleri, kılıç şakırtıları, savaş naraları karışmış gibidir. Türk Ulusunun bağımsızlığı için bütün dünyaya kafa tutan Atatürk’üne katılmak üzere silahını, sopasını yanına alıp giden vatansever Karamanlı’nın ayak sesleri duyulmakta... ve gecenin akıp giden karanlığında, Kuva-yı Milliye’ye erzak ve cephane taşıyan vefakar kadınlarımızın sürdükleri kağnıların tekerlek gıcırtıları, sanki Karaman ovasında yankılanmaktadır.
Böyle bir yaşayan tarihtir Karaman...
Karaman tarihini üç dönemde incelemek, ortak kültür, askeri ve idari yapı bakımından uygun olacaktır. Bu dönemler; beylik öncesi dönem, Karamanoğulları beyliği ve beylik sonrası dönemdir.

Maniack 09 Haziran 2006 11:34

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Kars

Kars Tarihçe Kars adının kaynağı Türk Boyu Karsaklardan gelmektedir. M.Ö. 130-127 yıllarında Kafkas'yadan gelerek Kars çevresine yerleşmiş buraya adlarını vermişlerdir. Bu durumda Türkiyedeki en eski Türkçe il adı ününü kazanmıştır. Araştırmalarda karsın tarih öncesi çağlardan buyana yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Kür(Kura) ve Aras nehir boylarında ve Kağızman ilçesi, Çamuşlu köyü yakınlarındaki mağara ve kaya resimleri üzerinde yapılan arkeolojik çalışmalarda yörenin tarihi cilalı taş devrine kadar inmektedir. (M.Ö. 9000 - 8000) Bölge daha sonraları Hititler, Huriler, Urartular, Kimmerler, İskitler, Partlar, Sasaniler ve Bizanslıların hakimiyetine giren. 1064 yılında selçuklu sultan Alpaslan Şahir ve civarını fethetmiş, böylelikle Türk kavimlerine Anadolu yolunu açmıştır.
Şehir ve çevresine Moğollar, Akkoyunlular ve Karakoyunlular gibi Türk Devletleri Hüküm sürmüş, 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Bölgeyi fethettikten sonra Osmanlılar İdaresinde burası önemli bir Serhat Şehri hline gelmiştir. Şehir ve halkına 1855'de Ruslarla yapılan savaşlarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı Sultan Abdülmecit tarafından Gazi ünvanı verilmiştir. 1877 - 1878 Osmanlı Rus savaşı sonucunda Rusların eline geçen Şehir - 1918 yılına kadar Rus idaresinde kalmıştır. Bu sırada Kars'ta önce Milli Şura, sonra Cenıbi Garbı Kafkas Hükümetleri adı altında Mahalli Hükümetler kurulmuştur. Ermenilere karşı yaşama mücadelesini vermiştir. 1920 yılında şehre giren Kazım Karabekir Kumandasındaki Türk Ordusu; Bu bölgeyi yeniden Türk Topraklarına Katmıştır

Kastamonu

Kastamonu Tarihçe Kastamonu Kalesi
Eski bir yerleşim yeri alanı olduğu bilinen Kastamonu yöresi M.Ö.18.Yüzyılda Gasların yurdu olmuş; zamanla Hititler, Frigler, Kımmerler, Lidyalılar, Persler, Pontus Rumları, Romalılar ve Bizanslılar yönetimine geçmiştir. Romalıların bu yörede kurduğu Paflagonia isimli eyaletin merkezi olan Pompeiopolis Höyüğü bugünkü Taşköprü ilçesindedir. Bizans hanedanı Kommenoslar tarafından yapılan ve Kastamonu şehrinin tarihsel çekirdeğini oluşturan Kastamonu kalesi görkemli görüntüsüyle ziyaretçileri asırlardır selamlamaktadır.

Anadolu'ya Türkler'in gelmeye başlamasından sonra Danişmentlilere, Anadolu Selçuklularına, Çobanoğullarına, Çandaroğullarına ve Osmanlı İmparatorluğuna kapılarını ve gönlünü açan Kastamonu bu dönemlerin yönetim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Kastamonu çevresinde Çandaroğulları ve Osmanlılardan bir çok tarihi eser kalmış olup; Atabey camii, Mahmutbey Camii, İsmail bey Külliyesi, Yılanlı Şifahanesi, Aşirefendi hanı, Karanlık Bedesten, Nasrullah Külliyesi, Yakup Ağa Külliyesi bunlardan bazılarıdır.

Mahmut Bey Camii
Kasaba köyündeki 14. yüzyıldan kalma Mahmut Bey Camii ağaç işlemeciliğinin en güzel örneklerinden biridir.

Şeyh Şaban-i Veli Sandukası
Kastamonu "evliyalar şehri" olarak ünlenmiştir. Başta Şeyh Şaban-i Veli olmak üzere bir çok ermişten kalan eserler ve hatıralar Kastamonu'yu din turizminin ilgi odaklarından biri haline getirmiştir.

İnebolu Evi
Milli Mücadele sırasında lojistik destek açısından en güvenilir bölge olan Kastamonu, İnebolu Limanından Ankara'ya erzak, cephane ve insan akışını sağlayarak büyük yararlılıklar göstermiştir. Bundan dolayı İnebolulu kayıkçılar İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmişlerdir.

Maniack 09 Haziran 2006 11:36

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Kayseri

Kayseri Tarihçe Dört bin yıllık uzun geçmişinde, bölgenin en büyük şehri olan Kayseri, aynı zamanda siyasi merkez rolü oynadı. Hitit ve Frig çağında bölgenin en güçlü şehri olan Kayseri, M.Ö. 4. yüzyılda Kapadokya Krallığı' nın başkentiydi. Roma döneminde Kapadokya Eyaleti' nin merkezi, Selçuklu döneminde Konya ve Sivas ile beraber üç önemli başkentten biriydi.
Osmanlı hakimiyetine geçince Kayseri'ye, Karaman Eyaletine bağlı " sancak merkezi " statüsü verildi. Karaman Eyaleti'nin merkezi Konya Sancağı idi.Ama Kayseri Sancağı , ekonomik olarak Konya'dan daha zengindi. Nüfus bakımından ise 19. yüzyıla kadar Anadolu'da Bursa'dan sonraki en büyük şehir olma özelliğini korudu.
19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı İdare Sistemi' nde sık aralıklarla yapılan değişiklikler, Kayseri'nin mülki statüsünü etkiledi. 1839' da Karaman Eyaleti'nden ayrılarak yine sancak merkezi olarak Bozok Eyaleti' ne bağlandı. 1867' de Bozok Eyaleti' nden ayrıldı ve Ankara Vilayeti' ne bağlı sancak merkezi yapıldı. 1869'da Sultan Azizi'nin fermanıyla belediye teşkilatı kuruldu. 1914' te Bağımsız Liva (sancak) olan Kayseri, 1942' te anayasa hükmüyle vilayet statüsü kazandı.
Şehrin mülki statüsünde yapılan değişiklikler, sınırlarının sürekli olarak değişmesine sebep oldu. 1914'e kadar Kayseri'nin Develi ve İncesu'dan başka ilçesi yoktu. Bu tarihte Bünyan kaza oldu. 1927'de Pınarbaşı (Aziziye) dördüncü ilçe olarak Kayseri'ye katıldı. Pınarbaşı'nın nahiyesi olan Sarız 1946'da, İncesu'nun nahiyesi olan Yeşilhisar 1948'de, Develi'nin nahiyesi olan Tomarza 1953'te, Yahyalı 1954'te ilçe statüsü kazandı. Felahiye 1957'de, Sarıoğlan 1960'ta, Akkışla ve Talas 1987'de Özvatan ve Hacılar 1990'da ilçe yapıldı.

1988'de çıkarılan 3508 Sayılı Kanunla Kayseri Büyükşehir statüsü kazandı. Aynı kararla merkezde Kocasinan ve Melikgazi olmak üzere iki ilçe kuruldu. Böylece Kayseri'nin merkez ilçelerle birlikte toplam 16 ilçesi oldu. Vilayet sınırları içerisinde, 45 belde ve 441 köy bulunmaktadır. Kayseri, yarım milyonu merkezde, yarım milyonu da kasaba ve köylerinde yaşayan, bir milyon nüfuslu ortalama büyüklükte bir sanayi şehridir.
Kayseri Selçukluların Anadolu'daki önemli siyasi başkentlerinden biriydi. Sultanlar Kayseri'ye sık gelirler, devlet işlerini yazlık ve kışlık iki sarayın bulunduğu bu şehirden yürütürlerdi. Selçuklu egemenliğinin sona erdiği ve Moğol istilalarıyla toplumsal istikrarın bozulduğu dönemde, Eratna Devleti kuruldu. Devletin başkenti önce Sivas'tı, daha sonra Kayseri'ye taşındı. Kayseri ve çevresinde 40 yıl hükmeden Eretna sülalesinin egemenliğine Kayseri Kadısı Burhaneddin son verdi. Kadı Burhaneddin'in egemenliği ise 18 yıl sürdü.
Osmanlı'ya gelene kadar çok sık el değiştiren Kayseri'de, uzun süreli siyasi kargaşa ve huzursuzluklar yaşandı. Moğol istilasında yıkılan, yağmalanan şehirde siyasi denge bozuldu. Moğolların görevlendirdiği yeril ve İlhanlı yöneticilerin tümünün görev süresi çok kısa sürdü. Hanedanların iktidar mücadelesinden halk ezildi, şehrin ekonomisi geriledi, eskisi kadar yabancı tüccar ve kervan uğramaz oldu.
Kayseri, Osmanlı yönetimi boyunca sancak merkezi olarak kaldı. Osmanlı'da siyasi birlik çok önemliydi. Bu nedenle hangi nitelikte olursa olsun devletin merkezi otoritesine alternatif bir gücün doğmasına izin verilmedi. Osmanlı sistemi içerisinde bir şehrin siyasi başarı sağlaması, ya Bursa, Edirne ve İstanbul gibi başkent olması ya da Halep, Budapeşte ve Saraybosna gibi eyalet merkezi şansı yakalamasına bağlıydı.
Kayseri, Osmanlı döneminde başkent ya da eyalet merkezi olmadı. Ama devlete üç sadrazam, bir zumeli Beylerbeyi ve bir Reisülküttab yetiştirdi. Sadrazamlar, Halil Paşa, Nişancı Mehmet Paşa ve Hamza Paşa'dır.
Tavlusunlu olan Halil Paşa, 1. Sultan Ahmet zamanında Kaptan-ı Derya oldu. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osman ve IV. Murad zamanında sadrazamlık yaptı.
Erkiletli olan Nişancı Mehmed Paşa, III. Ahmed zamanında sadrazam oldu. Memleketi olan Erkilet'te adıyla anılan cami ve külliyeyi yaptırdı.
Yeşilhisarlı olan Hamza Paşa ise, Mısır ve Halep eyalet valiliklerinden sonra III. Mustafa zamanında sadrazamlığa getirildi. Halil Paşa doğduğu yer olan Yeşilhisar'da cami ve okul yaptırdı.
Lale Mahallesi'nde doğan Küçük Hasan Paşa, değişik vilayetlerde valilik yaptıktan sonra 1683'te Rumeli Beylerbeyi oldu. Çocuğu olmadığı için malları devlet hazinesine kalan Küçük Hasan Paşa'nın Lale Mahallesi'ndeki konağının yerine Kayseri Lisesi yapıldı.
Aslen Isbıdın'lı olan Mehmed Raşid Efendi, III. Selim zamanında Reisülküttab (Dışişleri Bakanı) oldu. Raşid Efendi, Camii Kebir'in bitişiğindeki kendi adını taşıyan kütüphanenin kurucusudur.
Osmanlı döneminde sağlanan siyasi istikrar, imparatorluğun gerileme döneminde, merkezi otoritenin taşrada hakimiyeti elden kaçırmasıyla yeniden bozuldu. Uzun süren savaşlarda güçsüz düşen, maliyesi beslediği memur ve askerin giderini karşılayamaz olan devlet, ayan ve eşrafın taşrada kendi egemenliklerini kurmalarına engel olamadı. Hatta devlet, asayişin korunması, vergilerin toplanması konusunda ayan ve eşraftan yardım istedi. Miri topraklar, ayanlara malikane olarak verildi. Sonradan bu malları mülkiyetine geçiren, ayan ve eşraf güçlendi, halka eziyete başladı. Kayseri'de mîri mallara el koyarak güçlenen, Zennecizadeler, Kalaycıoğulları, Emirağazadeler, Mehteroğulları ve Devecioğulları gibi nüfuzlu aileler, şehrin ekonomik ve sosyal hayatını denetimlerine geçirdiler.
Devletin mültezimleri de vatandaştan yükümlü olduğundan fazla vergi topladı. Topladığı bu vergilerden aldığı yüksek paylarla zenginleyen mültezimler, vergi toplarken fakir halka zulüm yaptılar. II. Mahmud döneminde eşrafın ve âyanların devlete ve kanunlara bağlılığının sağlanması için önde gelen âyanlar İstanbul'a davet edildi. Ama elde ettikleri imtiyazlardan vazgeçmeleri sağlanamadı.
Padişah ile âyanlar arasında imzalanan Sened-i İttifak"ı, padişah otoritesini sınırlayan ve Batı'da olduğu gibi haklar getiren bir siyasi belge olarak değerlendirenler de vardır. Gerçekte ise bu belge, taşrada devlete karşı güçlenen kendi çıkarlarına hizmet eden ve halkı soyan derebeylerini meşrulaştırdı. Âyan ve eşraf kendi şahısları için hak istediler, şehirleri için hak ve özerklik talepleri olmadı. Aslında şehirler, Batı'da olduğu gibi özerkleşemedi. Gerçek anlamda yerel yönetimler kurulamadı. Şehirler merkezi otoritenin uzantısı olarak kaldı.
1876 tarihli I. Meşrutiyet Anayasası iki meclisli bir parlamento öngörüyordu. Âyan Meclisi padişahın seçtiği üyelerden oluşacak, Mebusan Meclisi üyelerini ise halk seçecekti. Bu ilk parlamentoya Kayserili Ahmed Paşa padişah tarafından âyan seçildi. İlk mecliste Kayseri Ankara vilayeti bünyesinde bulunduğu için, Ankara'dan seçilen altı milletvekilinden hangilerinin Kayseri'yi temsil ettiği bilinmemektedir.
1908 seçimlerinde Kayseri iki mebus gönderdi; Hoca Kasım Efendi ve İmamzâde Ömer Mümtaz Bey. Bu tarihten 1918'e kadar değişik zamanlarda yapılan seçimlerde Ali Galip Bey, Rıfat Çalıka Bey, Karabet Tomayan ve Mustafa Şeref Özkan, Osmanlı Meclisi'nde mebus olarak Kayseri'yi temsil ettiler.
İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa. Rusya, İtalya)'nin Türkiye topraklarının paylaşılması konusunda aralarında yaptıkları antlaşmaya göre Kayseri, Fransızlara kalacak bölgede yer alıyordu. Fransızlar bu emellerini gerçekleştirmek için Adana, Antep ve Maraş gibi güney vilayetlerini işgal ederek Kayseri'ye doğru ilerlediler.
Kayseri civarında, özellikle Develi'de yoğun olan Ermeniler, Fransız işgaline yardımcı olmak için silahlandılar ve müslüman halka karşı saldırıya geçtiler. Bu gelişmeler olurken, Amasya Tamimi gereğince her vilayetten çağrılan üç delegenin katılımı ile Sivas Kongresi toplandı.
Kongre öncesinde Kayserililer'in, İstanbul Hükümeti ile Anadolu Hareketi arasında bir karara varması kolay olmadı. Sivas Kongresi'ne katılma konusunda tereddütler oluştu. Tereddütleri gidererek bir karara varabilmek için, Taşcızâde Mehmet Bey'in evinde, şehrin önde gelenlerinden Belediye Başkanı Rıfat Çalıka ve Müftü Remzi Efendi'nin içinde bulunduğu elli kişinin katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda tüm alternatifler tartışıldıktan sonra Sivas Kongresi'ne katılmaya karar verildi. İmamzade Ömer, Katipzâde Nuh Naci ve Halaçzâde Ahmet Hilmi kongre delegesi seçilerek Sivas'a gönderildi.
Kayseri'yi düşman işgal etmedi. Fakat Kayseri, Milli Mücadele'de vatani vazifesini hakkıyla yaptı. Sivas Kongresi'ne katılan delegeler şehre dönünce, alınan kararları halka anlattılar. Kayseri'de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı'na Müftü Ahmet Remzi Efendi getirildi. Saat Kulesi'nin muvakkithanesinde çalışmasına başlayan cemiyetin öncülüğünde, Kayseri Milli Mücadeledeki yerini aldı. Kayseri'de gönüllülerden oluşan bir müfreze Adana'nın kurtuluşuna katıldı. Ayrıca Kayseri'de gönüllülerden oluşan bir "Milli İntikam Tugayı" kuruldu.

Maniack 09 Haziran 2006 11:37

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Kilis

Kilis Tarihçe Yukarı Makedonya da Pella yakınlarında C y r r h ü s denen bir kentle aynı adı taşıdığı ve Osmanlı kaynaklarında, oradakinin
“Bosna Kilisi” veya “Kilis Kalesi”, burasının da;”Halep Kilisi” olarak geçtiği biliniyor. Prof. Filip Hitti de (Sematik Literatür
Profesörü),History Of Sury adlı eser (S.292) bu bilgileri doğruluyor, Sözcüğün Makedon kökenli olduğu buna dayandırılır.
Okunuşu Kiris olup, Kilis sözcüğüne fonetik bakımından büyük benzerlik göstermektedir. VIII. Yüzyılda, bölgemize
Müslümanlığı kabul eden Türkmenler gelmeye başlamıştı. Kilis adının bunlar tarafından konulduğu veya Türk-Yakut ağzında
Kilis sözcüğünün düz, perdahlanmış anlamında kullanılması nedeniyle, günümüze böyle ulaştığı tahmin ediliyor. “Grand Dictioner
“de İsmail Hami Danişment, Cyrrhus sözcüğünü KİRİS olarak söylemlemekte ve anlamını da “Efendi” olarak yazmaktadır.
Büyük olasılıkla, Türkmenler Kiris'i, KİLİS olarak söylemlemiş, bugünkü yer de KİLİS olarak isimlendirmiştir. Şor Türkleri de,
bal dalağına Kili s derlerdi.
Sözcük, Araplar tarafından Killiz biçiminde söylenmiştir. X. yüzyılda (985) Bardas Fokas tarafından Araplardan alındığında,
onlardan esinlenerek Killiz olarak ilk kez kaynaklara geçtiği görülüyor. (Bak! İstanbul Üniversitesi yayınları No. 1528 Ernest
Honigman “Bizans Devletinin Doğu Sınırı” Çeviren Fikret Iştan S.103 ) Bu nedenle sözcük KİLİS olarak yerleşmiştir.
Necip Asım Bey (Yazıksız-Balhasanoğlıı) da 1902de Budapeşte'de “Keleti Szemle” adlı dergiye yazdığı, “Türkçe'de Kilis
Lehçesi” başlıklı Fransızca makalesinde, şunları yazmaktadır:;
“Asım Efendi (Antepli Mütercim Asım Efendi) ve günümüz yazarlarından bir kaçı Kilis sözcüğünün Arapça'dan geldiğini ve “bir
araya toplama” (Bir araya getirme) anlamına geldiğini belirtmektedirler. Ayrıca Azez ve çevresinin Timurlenk tarafından yakılıp
yıkılmasından sonra yöre halkının Kilise göçerek ve burayı kurarak,, yeniden toplanmalarının anısına bu adı verdikleri
doğrultusundaki düşünceyi desteklemektedirler. Bana göre ise, bu bir yanılgı. Zira, bu kent (İslamlarca) fethedilmeden önceleri
de Kilis namıyla anılmaktaydı. Yörede bulunan arkeolojik kalıntılar ve kentle ilgili belgeler, Romalılar dan kaldığını
göstermektedir. Zeytinlikler ve daha başka Roma dönemi izi taşıyan sözcükler, Kilisin Roma uygarlığının zenginliklerini taşıdığı
doğrultusundadır” denmektedir. Böylece sözcüğün Arapça kökenli olmadığı tarihçi bu hemşehrimizce de kabul edilmektedir.
Romalıların da bu ismi Cyrrhuss sözcüğünden alarak kullandıkları anlaşılıyor..

TARİHİ:
Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerinden önce, yörenin tüm tarihsel süreçlerini yaşamış olan Kilisin, Orta Tunç çağından beri
önemli bir yerleşim merkezi olduğu bilinmektedir.
Hicretin daha ilk yıllarında (622 sonrası) İslam egemenliği altına giren kent, Bizans a karşı bir sınır karakolu niteliğini
sürdürmüştür. Bu yıllarda, Halep ili merkez san-cağına bağlı olan Kilis'te 5000'i çeşitli dinlerden olmak üzere 20.000 nüfusun
yaşadığı bilinmektedir.
Cumhuriyet döneminde, Gaziantep İline bağlı serhat bir ilçe olan Kilis, yıllardır hasretini duyduğu il olma isteğine, 6 Haziran
1995 tarihinde kavuşmuştur.
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin batısında yer alan Kilis, 1.520 km2 lik bir yüzölçümüne sahiptir. İlim izde Akdeniz iklimi
yaşanmaktadır. Rakımı 650-1000 m. civarındadır. İl Merkezi, Suriye sınırında bulunan Öncüpınar Sınır Kapısına 6 km.
mesafede olup Suriye ve ile olan sınır uzunluğu 111 km dir. Bazı bölgeleri dağlık bir araziye de sahip olan Kilis, doğusundan,
batısından ve kuzeyinden Gaziantep İli sınırları ile güneyinden ise Suriye ile çevrilidir. İslâhiye'den çıkıp Kilis topraklarından
geçerek Suriye'ye giden Afrin Çayı, Sabunsuyu Deresi ile Balıksuyu Deresi ve Sinnep Çayı (Seve Suyu) önemli su varlıklarıdır.
Bunun yanında Resul Osman Dağı ve Kotal Dağı bölgemizin önemli yükseltileridir.
Kilis İlinin toplam nüfusu 111.115 dir. Nüfusun 67.542 si İl ve İlçe merkezlerinde, 43.573ü ise köylerde ikamet etmektedir.
Kilis İl merkezinin nüfusu 63.080 dir
Kilis in Elbeyli, Musabeyli ve Polateli olmak üzere üç ilçesi, 138 köyü, Yavuzlu adın-da bir beldesi ve 61 de mezrası vardır.
Ekonomisi tarıma dayalı olan Kilis'te üzüm ve zeytincilik en önemli ürünlerdir. Son yıllarda yapımı süren Küçük Sanayi Sitesi ve
alt yapısı tamamlanan Kilis Organize Sanayi Bölgesi ile sanayileşme de başlamıştır.
Bir tarih ve kültür şehri olan Kilis'te, 2 yüksekokul ve Kilis Eğitim Fakültesi eğitimini sürdürmektedir.
Kilisin önemli tarihi yerlerinden olan, M.Ö. 10.000 yılının ortalarında iskana açıldığı ve ilk yerleşim birimi olduğu belirlenen
Oylumhöyüğü ören yerinde kazı çalışmaları devam etmektedir.

İDARİ YAPI
Kilis ilinin yüzölçümü 1521 km2 olup, 19997 sayımına göre nüfusu 107 bin 827, merkez nüfusu 63 bin 363' tür. Merkezle
birlikte 4 ilçe, bir belde, 138 köyü vardır.
Kilis, Gaziantep ilinin bir ilçesi iken, Bakanlar Kurulu' nun 03.06.1995 tarih ve 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamesi ile il
statüsüne kavuşturulmuş ve söz konusu kararnamenin 06.06.1995 tarihli 22305 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanmasıyla
yürürlüğe girmiştir. Böylece Kilis, Türkiye' nin 79. ili olmuştur.
Kilis ilçe iken, bucak olan Musabeyli ve Polateli, ilçe statüsüne kavuşturularak ilimize bağlanmıştır. Gaziantep ilinin bir ilçesi olan
Oğuzeli' ne bağlı Elbeyli bucağı da ilçe statüsüne kavuşturulmuş ve ilimize bağlanmıştır.

*****

Milli Mücadelede Kilis
(Ahmet BARUTÇU)
Kilis kenti düşman işgalinden 77 yıl önce kurtuldu. Bu kurtuluş günü tarihte 7 Aralık 1921 olarak kayıtlıdır.
Birinci Dünya Savaşı'nda oyuna getirilen Osmanlı İmparatorluğunu parselleyen işgal kuvvetleri, bir yandan Türkleri yok
etme çabalarını tezgahlamaya çalışıyorlardı.
Üzerine kara bulutlar çöken yurdumuzun her yanında kan ağlayan ulusumuz, içinde sönmeyen mücadele volkanının
yeniden filizleneceği uygun bir zamanı ve ortamı bekliyordu.
Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u. Mustafa Kemal'in Samsun'a ayak basışı tüm ulusumuz için Kurtuluş Savaşı'nın ilk belirgin işareti
oluyordu.
Türk Ordusu'nun yanı sıra yer yer silaha sarılarak yurdu düşmandan kurtarma çalışmalarına katılan Kuvayi Milliyeciler'in
bir grubu da Kilis ve yöresinde faaliyete geçmişti. Kilis caddelerinde çalımlı turlar atan Fransız askerleri bu yörede de
tutunamayacaklarını kısa sürede anladılar. Bir umutla giriştikleri yıldırma politikaları kısa sürede iflas etti.
Kentin batısındaki zeytinlik ve bağlarda üstlenen Kuvayi Milliyeci'ler gece baskınları ile işgalcileri şaşkına çeviriyorlardı.
Kuvayi Milliyeciler'in mücadelesi giderek artan hücum ve baskınları sonrasında Fransız'lar Kilis'e geldiklerinden çok farklı
biçimde ve arkalarına bakmadan kenti terk ettiler.
Kilis'i düşman işgalinden kurtarmak için tarihe altın sayfalar açanlar, "Ölmek var, dönmek yok" parolasıyla yola çıktılar.
Öldüler, fakat dönmediler. Cepheden Cepheye koştular. Analar oğullarını şehit verdiler. Küçük yavrular babalarını bir
daha geri göremediler. Bir bir çoğaldı güçlü ordu oldular.
O karanlık günlerde güney cephesinden Kilis'e gelen Mustafa Kemal, Anadolu harekatını başlatırken, Kilis Hükümet
Konağı'nın önünde toplananlara şöyle sesleniyordu: "İlk ayak Bastığım Türk toprağındaki bu uyanıklığa cidden hayran
kaldım. Ve bir daha iman ettim ki bu millet asla ölmeyecektir. Var olun aziz Kilisliler."

Maniack 09 Haziran 2006 11:38

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Kocaeli

Kocaeli Tarihçe İzmit Adı Nereden Gelir :
Marmara Denizinde,aynı ismi taşıyan körfezin sonunda, Kocaeli ( Koca - ili ) ilinin merkezi olan bir şehirdir. Eski adı Nikomedia ( nikomedia ), Hurdaz-beh ve İdris-i de Nikumidiya şeklinde geçer. Daha sonra, Eiç Nıxunde-ıav şeklinde, İznukumid ve ve nihayet Türkçe eserlerde İznikmid yazılan bu isim halk tarafından kısaltılarak İzmi-d'e çevrilmiş ve bugünkü imlası ile İzmit şeklini almıştır.

Daha sonra 11 Şubat 1922 de Hendek Umumi Meclis Azasından Akyazılı İbrahim Bey tarafındanİzmit Sancağı adının Kocaeli'ye çevrilmesi hakkındaki teklifi kabul edilerek İçişleri Bakanlığına yazılmasına karar verilmiş, Bakanlık bu kararı onaylıyarak, İzmit Bağımsız Sancağının adı Kocaeli'ye çevrilmiştir.


Kocaelinin Tarihçesi :
Tarihsel başlangıcı paleolitik çağa kadar uzanan Kocaeli söylencelere göre Sit'lerin, Amazon'ların ve Ast'ların en eski kavimler olarak yaşadıkları çok eski bir yerleşim yeri olmuştur. İlk köklü yerleşmeler M.Ö. 8. yy 'da batıdan göç eden Megaralılarda gerçekleştirilmiş ve bugün Başiskele denilen mevkide "Astakos" şehrini kurmuşlardır.
Başlangıçta Atina 'ya bağlı bir kent devletçiği olan Astakos, M.Ö. 378 'de Bitinia Devleti'nin bağımsız olarak kurulmasıyla merkez durumuna gelmiştir. M.Ö. 281 yılında Bitinia Kralı 1. Nicomedes, bugünkü İzmit kentinin merkezinde Nicomedia şehrini kurarak Bitinia Devlet merkezini buraya almıştır. Zamanla dönemin en önemli kentlerinden biri olan Nicomedia , uzun yıllar Bitinia Krallığı 'nın başkenti olarak kalmış ve M.Ö. 74 yılında da Roma 'nın eyalet merkezi haline gelmiştir. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasıyla, kent Bizans İmparatorluğu'nun egemenliğine geçmiştir.
1078 yılında Anadolu Selçukluları tarafından alınan şehir , 1337 yılında da Osmanlı Devleti 'ne katılmıştır. "Kocaeli" adı, Osman ve Orhan Gazi döneminde ilimiz topraklarının büyük bölümünü savaşla Osmanlı Devleti 'ne kazandıran ünlü kumandan Akçakoca Ney'in adından kaynaklanmakta- dır. İzmit , Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1888 yılından "İzmit Müstakil Mutasarrıflığı" adı altında bağımsız bir sancak olmuştur. 1. Dünya Savaşı sonrası 6 Temmuz 1920 'de İngilizler tarafından işgal edilen kent , 27 Ekim 1920 'de Yunan işgaline uğramıştır. Kurtuluş Savaşı'yla 28 Haziran 1921 'de işgalden kurtarılan İzmit, 11 Şubat 1922 'de "İzmit Sancağı" iken "Kocaeli Sancağı" olmuştur. 16 Ocak 1923 'te Mustafa Kemal Atatürk 'İlk basın toplantısı 'nı İzmit 'te yapmıştır. Aynı yıl 29 Ekim 'de Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve 20 Nisan 1924 'te Kocaeli il , İzmit ise İl Merkezi olmuştur.
İzmit Belediyesi 09.09.1993 tarihinde Bekirpaşa ve Sarayhabçe alt kademe Belediyeleri ile "Büyükşehir Belediyesi" statüsüne kavuşmuştur.

Konya

Konya Tarihçe Konya'da ve çevresinde yerleşik düzen Prehistorik (Tarih Öncesi) çağdan başlar. Bu çağ içinde Neolitik - Kalkolitik - Erken Bronz Çağ kültürlerini görürüz.
Bu çağın iskan yeri olan Höyükler, Konya il sınırları içindedir. Neolitik Devreye (MÖ. 7000-5500) ait buluntular, Çatalhöyük'teki arkeolojik kazılarda meydana çıkmıştır.
Bugün Konya'nın bir semtinin içinde kalan Karahöyük'te Hitit iskanı görülmektedir. Senelerdir sürdürülen arkeolojik kazılar bu çağı anlatan buluntular vermektedir.
Anadolu'da Hitit egemenliğine son veren Freygler Trakya'dan Anadolu'ya göç etmiş kavimlerdir. Alaeddin Tepesi ve Karapınar, Gıcıkışla, Sızma'dan elde edilen buluntular MÖ VII. yüzyıla aittir. Frygyalılardan sonra Konya (Kavania) Lidyalılar ve İskender'in istilasına uğramıştır. Daha sonraları Anadolu'da Roma hakimiyeti sağlanınca Konya İkonium olarak varlığını korumuştur. (MÖ 25)
Antalya'dan Anadolu'ya çıkan Hristiyan azizlerden St. Paul Antiochia (Yalvac'a) sonra İkonium'a (Konya'ya) gelmiştir. Bu devirde Hatunsaray Lystra-Derbe ve Leodica (Ladik Halıcı) ve Sille önemli Bizans yerleşim yeridir. İslamiyetin Anadolu'da yayılması ile Bizans'a (yani İstanbul'a) Arap akınları başlamıştır. Emeviler, Abbasiler, Konya üzerinde akınlar yapmışlardır.
1071 tarihindeki Malazgirt Meydan Savaşı'ndan sonra Anadolu'nun büyük bir kısmı ile beraber Konya'da, Selçuklular tarafından Bizanslıların elinden alınmıştır.


Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah 1076 tarihinde Konya'yı başşehir yapmıştır. 1080 tarihinde başkent İznik'e nakledilmiştir. Kılıç Aslan I. 1097 tarihinde başşehri Konya'ya taşımıştır. Konya 1097 tarihinden 1277 tarihine kadar aralıksız Anadolu Selçuklularının başşehri olmuştur.
Konya 1277 tarihinde Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından zaptedilerek Karamanoğulları devletinin egemenliğine geçmiştir. Osmanlı Padişahlarından Murad II. 1442 tarihinde Konya'yı zaptederek Karamanlı hakimiyetine son vermiştir.
Konya Osmanlı Devleti zamanında şöhret ve itibarını devam ettirmiştir. Osmanlı sultanlarından Yavuz Sultan Selim, Mısır ve İran seferleri sırasında Konya'da konaklamıştır. Kanuni Sultan Süleyman İran, Murad IV ise Bağdat seferi sırasında Konya'da kalmışlardır.
Cumhuriyet döneminde Konya, yüzölçümü bakımından ülkenin en büyük ili oldu. 1989 yılında çıkarılan bir yasayla Ayrancı, Ermenek ve Kâzımkarabekir ilçelerini de içeren Karaman ilinin Konya'dan ayrılmasına rağmen, il bu özelliğini korumuştur.
39.000 km2 Orta Anadolu yaylası üzerinde Ankara, Niğde, Aksaray, İçel, Antalya, Isparta, Afyon, Eskişehir ve Karaman ile komşu olan Konya, 36o 22' ve 39o 08' kuzey paralelleri ile 31o 14' ve 34o 05' doğu meridyenleri arasında yer alır. Trafik numarası 42'dir. 1875'te kurulan Konya Belediyesi, 1984'te çıkarılan 3030 sayılı yasa gereğince "Büyükşehir" statüsüne kavuşmuş olup 1989'dan beri belediye hizmetleri bu statüye göre yürütülmektedir.
2 Bucak ve 29 Köyün bağlı bulunduğu Karatay ilçesinin 1990 sayımına göre toplam nüfusu 169.000, merkez nüfusu 142.678'dir.
3 Bucak ve 35 Köyün bağlı bulunduğu Meram ilçesinin toplam nüfusu 213.664, merkez nüfusu 182.444'tür.

2 Bucak ve 29 Köyü bulunan Selçuklu ilçesinin toplam nüfusu 202.154, merkez nüfusu 188.244'tür.
Konya ilinin toplam nüfusu 1990 sayımına göre 1.750.303 olup İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana'dan sonra 5.sırada yer almaktadır.
Alâeddin Tepesi, altında 4000 yılın kalıntılarını saklayan bir höyüktür. Bir zamanlar yerleşim alanı olarak değil tarih, kültür ve tabiat zenginliklerinin korunduğu, halkın dinlenme ihtiyacının karşılandığı bir mekan olarak dikkati çekmektedir. Tepenin kuzeyinde Alâeddin Camii, yıllar süren onarım çabalarından sonra cemaatine kavuşmanın sevincini yaşamaktadır.
Alâeddin Keykûbad başta olmak üzere 8 Selçuklu Sultanının sandukalarını barındıran türbe, caminin avlusundadır. Tepenin doğusunda Şehitler Abidesinin yanında durursanız, karşınızda uzanan çift yönlü caddenin bitim noktasında yeşil kubbesiyle gözalan Mevlâna Dergâhını göreceksiniz. 1926'dan beri müze olarak kullanılan dergâhın sağında Osmanlı padişahlarından II.Selim tarafından yaptırılmış Sultan Selim Camii'nin minarelerini de görebilirsiniz.
Toplu taşımacılıkta temiz ve ekonomik bir araç olan tramvay, saat 06'dan 24'e kadar günde 300 sefer yapan vagonuyla 65.000 yolcuyu 10,5 km'lik bir güzergahta taşımıştır. Vagon sayısının 41'e, sefer sayısının 450'ye, hat uzunluğunun 18,5 km'ye çıkarılmasıyla yolcu kapasitesi 120.000'e yükselmiştir.
Konya, tarihi eserleri ile bugün açık hava müzesi görünümünde bir şehirdir.

Maniack 09 Haziran 2006 11:40

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Kütahya

Kütahya Tarihçe TÜRKLERDEN ÖNCE KÜTAHYA
Anadolu 'nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya 'nın kuruluş tarihini kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş, daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu 'nun hakimiyetine girmiştir.Antik kaynaklar Kütahya 'dan "EZOP" un doğduğu şehir olarak bahsederler. Çocuklar için hayvanları konu alan masallar yazmış olan Ezop 'un burada doğması, Kütahya 'nın M.Ö. 6 yy 'da mevcut olduğu anlamına gelir.Şehrin adı "Kotis 'in şehri" anlamına gelen "Kotiaion 'dan" gelmektedir. Burada ilk siyasi hakimiyeti Frigler kurmuşlardır. M.Ö. 546 yılında Pers kralı Kyros, Frig hakimiyetine son vererek Kütahya' yı topraklarına katmıştır. Persler "Satraplık" adını verdikleri, bölümlere ayırdıkları Anadolu 'yu ve tabi bu arada Kütahya 'yı uzun süre ellerinde tutmuşlardır.Makedonya 'lı Büyük İskender 'in tarih sahbesine çıkması ve Persleri mağlup ederek Anadolu 'yu hakimiyeti altına almasıyla Kütahya el değiştirmiştir. (M.Ö. 333) Büyük İskender 'in genç yaşta ölmesi üzerine imparatorluk parçalanmış ve Kütahya İskender 'in kumandanlarından Antigonos 'un eline geçmiştir.M.Ö. 278 yılında Bitinya krallığı Kütahya 'yı topraklarına katmış, daha sonra da Bergama Krallığının eline geçmiştir.M.Ö. 62 yılında Sezar'ın damadı Pompeus, Kütahya 'yı Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır. M.S.395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Kütahya, Bizans (Doğu Roma) imparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.Kütahya, Romalılar zamanında Hiristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline geldi. Takibata uğrayan Hiristiyanlar Kütahya 'ya sığındılar. Putperest Roma, şehrin tahsisatını kesti ve şehir ihmale uğrayarak bir süre bakımsız kaldı.Roma'nın Hiristiyanlığı resmen kabul etmesinin ardından Kütahya, Piskoposluk merkezi oldu.
Bizans döneminde ise Kütahya 'nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hakim ve kale inşasına elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmanlılar döneminde yapılan Kütahya kalesinin esasını teşkil etmiştir.Malazgirt 'te Sultan Alparslan'a yenilen Romanos Diogenes, tahtını geri almak için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya 'ya getirilip gözlerine mil çekilerek hapsedilmiştir. (Romanos Diogenes, daha sonra sevkedildiği Kınalı Ada 'da vefat etmiştir.
KÜTAHYA'NIN TÜRKLERİN HAKİMİYETİNE GİRMESİ
Malazgirt Muharebesinden sonra Türkler, hızla Anadolu 'nun fethine giriştiler. 1071 yılından sonraki birkaç yıl içinde Anadolunun hemen tamamı Türkler tarafından fethedildi.Anadolu Selçuklu Devleti 'nin ilk hükümdarı Kutalmışoğlu Süleyman Şah 'ın kardeşi Melik Mansur, 1074 yılında Kütahya 'yı fethetti. Kütahya, Anadolu Selçuklu Devleti 'nin bir uç şehri oldu.Yirmi yıl kadar Türk hakimiyetinde kalan Kütahya, 1096 yılında başlayan birinci Haçlı Seferi sonucunda tekrar Bizans İmparatorluğu Hakimiyetine geçti. (1097)Sultan 2. Kılıçarslan'ın, ülkesini onbir oğlu arasında paylaştırması sırasında Kütahya, Gıyaseddin Keyhüsrev 'in hissesine düştü. Daha sonra kardeşler arası taht kavgaları sırasında durumdan yararlanan Bizans, Kütahya 'yı ele geçirdi ise de Sultan Alaattin Keykubat zamanında Selçuklu kumandanlarından İmadüddin Hezar Dinari tarafından üçüncü defa ele geçirildi. (1230)Uzun yıllar "Kale muhafızı" olarak Kütahya' da kalan Hezar Dinari Kütahya 'nın imarına çalışmış, bir çok eser bırakmıştır.
Kütahya 'nın Melik Mansur tarafından fethedildiği yıllarda şehir Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı bulunuyordu. Melik Mansur 'un Büyük Selçuklu İmparatorluğu hükümdarı Melikşah'a karşı ayaklanması üzerine Melikşah Ümera'dan Emir Porsuk Bey komutasında bir ordu göndermiş, yapılan savaşta Melik Mansur öldürülmüştür. (1090)
Bu olaydan sonra Emir Porsuk Bey kuvvetleri Kütahya 'ya yerleşmiş, Porsuk Bey bir müddet Kütahya 'da önemli akarsularından Porsuk Çayı 'nın adı buradan gelmektedir.

GERMİYANOĞLU BEYLİĞİ DÖNEMİNDE KÜTAHYA
"Germiyanlı" Türk aşiretlerinden birinin adı iken sonradan bir beyliğin ve ailenin adı olmuştur. Aşiretin ilk tarihi şahsiyeti olarak, Baba İshak İsyanı sırasında Malatya 'da faaliyet gösteren Alişir oğlu Muzafferüddin 'in adına rastlanır. Germiyanlı sülalesinden Kerimüddin alişir 'in adı, Selçuklu saltana mücadelesinde Moğollar tarafından Müinüddin Süleyman Pervane 'nin şikayeti üzerine öldürülen Selçuklu Emirleri arasında geçer.Malatya taraflarında bir bölgeye "Germiyan" adı verildiği Selçuklu ve Bizans kayıtlarında belirtilmektedir.Germiyanlı adının Malatya taraflarından batı Anadoluya gelen bu aşirete bu neden verildiği (Kütahya 'lı gibi) tahmin edilmektedir.Germiyanlı Beyliğini kuran Yakup Bey, Moğollar tarafından öldürülen Kerimüddin Alişir Bey 'in oğludur. Kendisi Anadolu Selçuklu Sultanı 3. Gıyaseddin Küyhüsrev zamanında devletin ileri gelen emirlerinden birisiydi. Görev sahası Ankara ve civarı idi.3. Alaattin Keykubad 'a bağlı iken 1300 yılında bağımsızlığını ilan etmiş. Kütahya Merkez olmak üzere beyliğini kurmuştur. Beyliğin ilk müstakil idarecesi olan Yakup Bey devri (1300-1340) Germiyanoğullarının en güçlü dönemini oluşturur. Yakup Bey 'in hakim olduğu topraklar, bazı kaynaklarda Yakub-ili adıyla adlandırılmıştır.Bazı kaynaklarda Bizans'ın Yakup Bey devrinde Germiyanoğullarına yıllık 100 bin dinar vergi ve hediyeler gönderdikleri belirtilir. Yakup Bey 'den sonra yerine oğlu Mehmet Bey (1340). Onunda 1361 yılında ölümü üzerine yerine oğlu Süleyman Şah geçti.Osmanlı Sultanı 1. Murat, oğlu Şehzade Bayezid 'e Süleyman Şah 'ın kızı Devlet Hatunu istemek üzere bir heyet gönderdi. Süleyman Şah 'da cevabi bir mektupla devrin ileri gelen alimlerinden İshak Fakih 'i Osmanlı başkentine gönderdi. İshak Fakih 'in getirdiği hediyeler arasında meşhur Germiyanlı atları Denizli bezlere ile altın ve gümüş eşyalar bulunuyordu.Süleyman Şah, kızının çeyizi olarak Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı 'yı Osmanlılara bıraktı. Kendisi Kula 'ya çekildi. 1381 yılında yapılan düğünden sonra Şehzade Beyezid Kütahya sancağına idareci olarak gönderildi.Ancak Kütahya, Ankara Savaşı 'ndan sonra tekrar Germiyanoğulları 'nın hakimiyetine geçti. (1402) Bu sefer beyliğin başında II. Yakup Bey vardı. Bu durum II. Yakup Bey 'in 1429 yılında ölümüne kadar sürdü. Yakup Bey 'in vasiyeti üzerine germiyan ülkesi Osmanlı hakimiyetine geçti.
Kütahya Germiyanoğulları zamanında tarihin en parlak devirlerinden birini yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan büyük gelişmelere sahne olmuştur.
Beyliğin merkezi olması sebebiyle Kütahya 'da birçok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak eserler kaleme almışlardır.

OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE KÜTAHYA
Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Kütahya bir "Sancak Merkezi" oldu. 1. Murad 'ın oğlu ve Germiyanlı Beyi Süleyman Şah 'ın damadı olan Bayezin' de Kütahya Sancak Beyi olarak görevlendirildi. Osmanlı Devletinin Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa 1451 yılında beylerbeylik merkezini Kütahya 'ya taşıyarak buraya yerleşti. Kütahya uzun süre beyler beylik merkezi olarak kaldı.Timur Ankara savaşından bir hafta sonra Kütahya 'ya gelmiş, çok sevdiği bu şehirde bir ay kalmıştır.Kütahya 'da bulunan Ulu Cami 'nin ilk şekli Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Kayıtlarda Ulu Caminin adı "Yıldırım Han Camii" olarak da geçer. Anadolu tarafına yapılan seferlerde Osmanlı ordusunun toplantı yeri ve aynı zamanda önemli bir uğrak yeri olan Kütahya önemli eserlerle de donatılmıştır. Tarihte bilinen ilk toplu iş sözleşmesi 13 Temmuz 1766 tarihinde Kütahya 'da imzalanmıştır. O dönem Kütahya Valisi Ali Paşa 'nın huzurunda yapılan görüşmeler sonucunda işveren ile işçiler arasında anlaşmaya varılmış, çırak, kalfa ve ustaların ücretleri ayrı ayrı belirlenmiştir. Söz konusu anlaşmada bahsedilen işçiler çinicilerdir.Kütahya adı Mısır Valisi Ali Paşa ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlar sonunda 1833 yılında yapılan anlaşma ile uluslararası alanda duyulmuştur. Zor durumda kalan Osmanlı Devletinin Rusya 'dan yardım istemesi üzerine, Osmanlı Devleti üzerinde Rus nüfusu olmasını istemeyen İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali Paşa 'yı ikna ederek Kütahya Antlaşmasının yapılmasını sağlamışlardır.1848 ihtilalleri neticesinde başlayan Macar milli hareketi, Avusturya ve Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılınca, hareketin liderlerinden Kossuth Lajos, Bathyayi ve Mesreras 1849 'da Osmanlı baskılarına rağmen Osmanlı Devleti mültecileri geri vermedi. Kossuth (Koşut) ve maiyeti Kütahya 'ya yerleştirildiler. 1851 tarihine kadar Kütahya 'da kaldılar. Kaldıkları ev bugün müze haline getirilmiştir ve ziyaretçilere açıktır.

Maniack 09 Haziran 2006 11:41

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Kütahya - 2

MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KÜTAHYA:
İZMİR 'in 15 Mayıs 1919 da yunanlılar tarafından işgali ve düşman kuvvetlerinin anadolu içlerine doğrı ilerlemeğe başlaması üzerine bütün yurtta olduğu gibi Kütahya 'da Kuvayi Milliye teşkilatı kuruldu ve 20 Eylül 1919 'da faaliyetlerine başladı.Kurulan teşkilat halktan maddi ve manevi büyük destek gördü. Teşkilat başkanı askeri şube reisi Nüzhet Bey 'di.Çerkez Ethem Bey 'in maiyetindeki müfreze kumandanlarından Piriştineli İsmail Hakkı Bey, Kütahya 'ya gelerek "Müdafaai Hukuk merkezi" ile müştereken faliyet göstermeğe başladı. Silah, cephane ve para tedarikine ve asker toplanmasına başlandı. 21 Temmuz 1920 de başlıyan çalışmalar sonucunda kısa süre sonunda "Kütahya milli taburları teşkil edildi. 6 Ağustos 1920 de Afyon 'da bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmail Hakkı bey 'in daveti üzerine Kütahyaya geldi ve istasyonda "Kütahya milli alayını" teftiş ederek takdirlerini bildirdi. Kütahyada bir kaç saat kalan T.B.M.M. si başkanı Mustafa Kemal Paşa, ayrılırken, Mutasarruf said beye Kütahya halkına karşı takdirlerini bildiren bir yazı vermiştir.
KÜTAHYA MUTASARRIFI SAİD BEYEFENDİYE
Büyük Millet meclisinin selam ve ihtiramını muhterem halkımıza, Kahraman orduya ve Hamiyetkar memuriyne tebliğ etmek üzere Kütahyayı dahi ziyaret eden heyetimiz, burada gördüğü mefharetbahş ve itmi 'nanaver tezahuratı samimiye ve aliyeden dolayı fevkalade müftehir ve mesrurdur. Vatanperver Kütahya ahalisinin mali fedakarlığı, maddi ve manevi himemat ve mesaisiyle beş on gün zarfında ihzar ve techiz edilen binlerce mevcuda baliğ kıtaat-ı askeriyenin giriştiğimiz dini, milli, vatani mücadelede muzafferiyetimizi temin edecek kahraman bir zümre olarak isbat-ı fedekari edeceğinden eminiz. Gerek zat-ı aileleriyle Müdafaai Hukuk gayyürüyesini, gerek umum Kütahya halkının mucib-i mübahhat olan himematından dolayı hissettiğimiz şükranı, Büyük Millet meclisini namına beyan ile arz-ı veda eder ve işbu ihtisasat-ı mahmedefkaranemizin aynen bütün ahaliye tebliğ buyrulmasını rica ederiz.
6 Ağustos 1336 (1920)
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ REİSİ
Mustafa KEMAL
SONUÇ OLARAK ;
Kütahya-Eskişehir muhabereleri sırasında hazırlıklarını henüz tamamlayamamış olan Türk ordusunun muhabere şartları gereği Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonucunda 17 Temmuz 1921 tarihinde Kütahya Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu karanlık günler çok sürmedi. Yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos da Başlayan büyük taarruz ve 30 Ağustos tarihinde yapılan Baş kumandan Meydan muhaberesi sonucunda Yunan ordusu dağıldı. Aynı gün (30 Ağustos) Türk birlikleri Kütahya 'da girdi. Böylelikle işgal devresi sona erdi ve Kütahya ebediyyen TÜRK HAKİMİYETİ ne girdi.
DÜNYADAKİ İLK TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ
Kütahya 'daki bir tarihi olay da 13 Temmuz 1766 'da imzalanan Dünyanın ilk toplu iş sözleşmesidir. Vali Ali Paşa' nın huzurunda imzalanmış, burada işçi ve işveren arasında bir antlaşma yapılmış, çırak, kalfa ve ustanın ayrı ayrı ücretleri belirlenmiştir.
Kütahya 1867 'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi iken, II. Meşrutiyetten sonra bağımsız bir sancak oldu. Milli Mücadele yıllarında, Ocak 1921 'de Çerkez Ethem düzenli ordu çatışmasına sahne olan Kütahya, 17 Temmuz 1921 'de Yunanlıların işgaline uğradı. Büyük Taarruz 'a kadar işgal altında kalan Kütahya, 30 Ağustos 1922 'de kurtuldu. 8 Ekim 1923 'de Vilayet durumuna getirilmiştir.

Maniack 09 Haziran 2006 11:42

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Malatya

Malatya Tarihçe Coğrafi konum itibariyle tabii yol üzerinde bulunan Malatya ön tarihinin Paleolitik çağa kadar indiği, ansır (Buzluk) ve İnderesi mevkiinde bulunan mağaralardan anlaşılmaktadır.
1979 yılında başlayan Karakaya Baraj Gölü kurtarma kazıları kapsamındaki İzollu mevkii Cafer Höyük’te yapılan kazılarda , o yöre insanının paleolitik mağaralardan çıkıp ilk defa ovada tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları ve yerleşik köy hayatına başladıkları anlaşılmıştır. Cafer Höyük kazılarıyla, Malatya ve çevresinin M.Ö. 7000 yılında iskana başlandığı anlaşılmıştır.
1979 - 1986 yılları arasında kazıları sürdürülen Pirot - Caferhöyük çalışmaları sonucu dünyanın ilk heykel örneği sayılan, beyaz kireç taşından yapılmış küçük figüranlar M.Ö. 7000 yılına tarihlenmektedir. Kazı sonrası gün ışığına çıkarılan bu eserlerin bir kısmı halen Malatya Müzesi’nde sergilenmektedir. Tarih kronolojisini takip ettiğimizde, yörenin ana seramiği tek renk olup, ateşte az pişirilmiş koyu astarlıdır. Bu seramik yanında ithal malı Halaf tipi seramik örneklerinin Hekimhan, Kuyuluk, Hinso ve Arguvan-Karahöyük’te; Hassuna boyalı seramik örneklerine Aslantepe, Değirmentepe, İsahöyük ve Fırıncıhöyük’te rastlanmaktadır. Aslantepe ve Değirmentepe kazıları, bölgedeki yerleşimin M.Ö. 5000-3000 yılları arasında Kalkolitik çağda devam ettiğini göstermektedir.
Değirmentepe ve Aslantepe’de çok sayıda taştan ve pişmiş topraktan damga mühürleri ile pişmemiş toprak mühür baskıları bu yörelerin önemli bir ticaret merkezi olduğunu belgelemektedir. Anadolu ile olduğu gibi, Kuzey Mezepotamya ve Suriye ile de Fırat Nehri yoluyla ticaret bu dönemde yapılmıştır.
M.Ö. 3000 yılında Malatya yöresinde seramik genellikle elle yapılmış, hamuruna ince kum karıştırılmış siyah astarlıdır. Bu seramik örneklerine; Aslantepe, Hasırcı, Fırıncıhöyük, Karahöyük, İsahöyük, Morhamam, Kösehöyük, İmamoğlu, Değirmentepe, Köşgerbaba ve Pirothöyük’te rastlanmıştır.
Eski Tunç II. Döneminde, M.Ö. 2500 yıllarında başlayan seramik örneklerine yörede yer yer rastlanılmıştır.
Eski Tunç III. Evrelerine ait elle yapılan, ateşle pişirilen seramikler Malatya bölgesinde çoğunlukla deve tüyü renkli olup, üzerindeki süsler, geniş bantlar şeklinde desenlerle kaplıdır. Bu örneklere Aslantepe, Değirmentepe, Pirothöyük’te rastlanmıştır. M.Ö. 3200 yıllarına tarihlenen tapınak, Aslantepe kazılarıyla 1992 yılında gün ışığına çıkarılmış, bölgenin en önemli bir dini ve kültür merkezi konumunda, Mezepotamya kültürü ile çağdaş ve hatta Anadolu’nun ilk tapınak örneklerinden olarak tarih ve arkeolojiye ışık tutmaktadır.

HİTİTLER DÖNEMİ
Hititler’in Anadolu’da M.Ö. 2000 yıllarının başında varlıklarını gösterdikleri Aslantepe’den çıkarılan bazı seramik örneklerinden anlaşılmaktadır.
M.Ö. 1750 yıllarında Kuşşara Kralı Anitta, anadoluyu tek bir yönetim altında toplayarak siyasi birliği sağlamıştır.Bu dönemde Malatya’nın siyasi birliğe katıldığı sanılmaktadır.
I. Hattusilis, Kuzey Suriye yolunu emniyet altına almış, yerine geçen oğlu I. Mursilis ise Anadolu birliğini Halep ve Babil seferlerinden sonra sağlamış. Malatya’nın, bu krallar döneminde Kuzey Suriye ile Anadolu arasında önemli yol kavşağında olması sebebiyle Hitit Birliğine girdiği ve bir Hitit Şehri olduğu kabul edilebilir.
I. Mursilis, babası I. Hattuşiliş’in gösterdiği, dış menfaatlerinin güneyde olduğu fikri üzerine hareket edip, Halep ve Bağdat’ı fethederek, “Büyük Kral” ünvanını aldığı Akad metinlerinde görülmektedir.
Hitit krallarından Ammunas ile Huzziyas’tan biri döneminde M.Ö. 15. Yüzyılda yer yer görülen isyanlar sonunda Hitit Birliğinin kuzey Suriye’deki egemenliğini Mittani Krallığının eline geçmiştir. Hitit Kralı Şuppiluliuma, M.Ö. 1450 yıllarında Fırat nehrini geçerek bölgede yer alan Mittani egemenliğine son verilmiştir. Böylece Malatya’yı yeniden Hitit İmparatorluğuna kazandırmıştır. II. Mursilis, Muvatalli ve III. Hattusilis dönemlerinde Malatya, Hitit Merkezine bağlı kalmıştır.
M.Ö. 1116-1096 yılları arasında bir Asur vesikasına göre, Asur Kralı I. Tiglatplaser Malatya üzerine yürüyerek kral Allumu’yu yemiştir. Şehir halkını rehin alarak vergiye bağlamıştır.
M.Ö. 1200-1000 yılları arasında kavimler göçü sebebiyle Anadolu’da karanlık bir devir hüküm sürmüştür. Hitit imparatorluğu, bu dönem sonunda tamamen ortadan kalkmıştır.
Hititlerin torunları M.Ö. 1000 yılından sonra varlıklarını şehir devletleri halinde sürdürmüşlerdir. Malatya, asıl önemini bu devirlerde almıştır. Hitit devleti, bir takım küçük feodal krallıklardan teşekkül ediyordu. Bu derebeyliklerden birisi de Fırat nehrinin Malatya civarında yaptığı dirseğin içinde bulunduğu tahmin edilen Alşe Krallığı idi.
Geç Hitit döneminde; Malatya ve çevresinde özellikle İspekçur, Darende, Gürün, Aslantepe’de Geç Hitit dönemine ait kitabeler ve sitteler bulunmuştur. Heykeller ve Sitteler Geç Hitit devrinin Malatya’da ne kadar geniş çevreye yayıldığını göstermektedir.
M.Ö. 1000 yıllarında Malatya, Kargamış Krallığına bağlı olarak varlığını sürdürmüştür. Gürün yakınlarında bulunan bir kitabeye göre “Sasa” adlı bir kimse Malatya Kralı olarak bilinmektedir. Asur Kralı II. Adad Nirari (M.Ö. 911-891) Kargamış’ı egemenliği altına alarak, Kargamış‘ın Malatya üzerindeki hakimiyeti son bulmuştur. Asur Kralı III. Salmanassar (M.Ö. 858 - 824) Hilakku üzerinden Tabal’a burada 24 Tabal kralının takdim ettikleri haracı kabul etmiş ve dönüşünde Malatya üzerine yürümüş, Malatya Kralı Lalli’yi yenerek ağır vergi bağlamıştır (M.Ö. 835)

Maniack 09 Haziran 2006 11:44

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Malatya - 2

Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Malatya’nın tarihini Hitit Hiyeroglif kitabelerinden, Asur krallıklarının yıllıklarından ve Urartu kitabelerinden öğrenmekteyiz. Asur vesikalarında Malatya adı; Milid, Melid, Milidia, Meliddu şeklinde geçmektedir. Urartu kaynaklarında Melitea, Hitit Hiyeroglif Kitabelerinde ise “Dana başı ve ayağı”, “Şehir ayak dana başı” ideogramları ile temsil edilmiştir.
Urartu krallarından İspuinis (M.Ö. 824-816) ile oğlu Menuas (M.Ö. 816-807) zamanlarına ait Palu kaya kitabelerinde Milid Kralı Sulumeli’yi mağlup ettikleri kaydı vardır. Fakat Malatya Kralı’nın bu yeni hakimiyete kolay kolay itaat etmediği anlaşılıyor. I. Argistis (M.Ö. 789-766) “Tanrı Haldi’nin sayesinde Hatti memleketlerine karşı sefer ettiğini ve Tuwate’nin oğlunun memleketini Melitea (Malatya)’yı zaptettiğini anlatmaktadır.” Malatya kralları az sonra Urartu hakimiyetine karşı yeniden ayaklanmış, III. Sarduri (M.Ö. 765-733) de Melitea Kralı Sahu oğlu Hilaruwata’yı mağlup ederek, şehrini yağma ettiği anlatılmaktadır.
Urartular, M.Ö. 8. Yüzyıl ortalarında Melid ülkesi olan bugünkü Aslantepe ile ilişki kurmak üzere II. Sarduri (M.Ö. 764-735) Fırat Nehri’ni İzollu (Kömür Han) mevkiinden geçerek, bölgeyi yöneten Hilaruda’yı yenerek haraca bağladığı anlaşılmaktadır. Yine aynı bölge adı ile anılan “İzollu” kaya kitabesinden anlamaktayız. Bu kitabe şu sırada Karakaya Baraj Gölü altında olduğundan, mülaji alınarak Malatya müzesine taşınmıştır.
Urartu egemenliği, Asur kralı III. Tiglat Psaser’in tahta çıkışına kadar devam etmiştir. Bu kral döneminde Malatya, M.Ö. 733’de yeniden Asur Krallığına haraç veren beylikler arasına girmiştir. M.Ö. 722 yılında Malatya Kralı Funzianu, Asur Kralı II. Sargon’a esir düşmüştür. Bu tarihte Asur Kralının Malatya’yı egemenliği altına aldığı, bir isyan sonunda M.Ö. 713 yılında Malatya Kralı Tarhunaz’ı esir ettiği anlaşılmaktadır. Kralı halkı ile birlikte Asur’a, Basra’ya sürgün ettiği, Basra halkından bir kısmını Malatya’ya getirerek yerleştirdiği bilinmektedir. Malatya’ya Asurlu bir kral atadığını ve emrine 150 savaş arabası, 1500 atlı, 20.000 yaya, 10.000 kalkan ve mızrak taşıyıcıları verdiğini II. Sargon’un kitabelerinden anlamaktayız. Buraya atanan kralın adı Mutallum’dur. Bu belgeye göre Malatya şehrinin o günkü nüfus ve büyüklüğü ile önemi gözler önüne serilmektedir.
Asur Kralı Sanherib (M.Ö. 705-681) döneminde Asur egemenliğinde olan Malatya, Asar Haddon (M.Ö. 681-669) zamanında Asur egemenliğinden çekilmiştir. Bundan sonra bölgede Med ve Perslerin hakimiyeti görülür.
MALATYA ADININ ASLI
Malatya, kuruluş ve isim itibariyle başlangıçtan zamanımıza kadar büyük bir değişikliğe uğramadan gelen Anadolu şehirlerinden birisidir. Kültepe vesikalarında “Melita” şeklinde görülen Malatya’dan Hitit vesikalarında “Maldia” olarak bahsedilmektedir. Asur İmparatorluk devri vesikalarında ise Meliddu, Melide, Melid, Milid, Milidia olarak geçmektedir. Urartu kaynaklarında ise Melitea denilmektedir. Malatya kelimesinin Hititçe “Bal” anlamına gelen “Melid”den türediği anlaşılmaktadır. Hitit hiyeroglif kitabelerinde Malatya şehri, bir öküz başı ve ayağı ile ifade edilmektedir.
Eski çağ coğrafyacılarından Strabon (M.Ö. 58- M.S. 21) Malatya’yı sürekli “Melitene” adı ile zikretmiştir. Kesin olarak yerini vermediği geniş bir alan içerisinde “Kataonia” ile Fırat Nehri arasında Kommagene sınırında Kapadokya Krallığı’nın (M.Ö. 280-212) on Valiliğinden birisi olarak gösterir. Ona göre Melitene, Sophane (takriben bugünkü Elazığ ile Fırat Nehri arasındaki bölgeyi ifade eder) nin karşısında kurulmuş bir eyalet olduğu kadar kentleri bulunmayan bir bölgenin adıdır. Strabon’a göre bu yöre; zeytin-üzüm ve meyva ağaçlarıyla bezenmiş, Kapadokya’da bir benzeri bulunmayan tek yerdir.
Pline’ye dayanarak Malatya’nın Asur kraliçesi Semiramis tarafından “Meliten” adıyla kurulduğunu kayıt eder. Bu bilgi, daha sonraki çalışmalarda aynen doğrulanmıştır.
Gelişen Maldia-Melitene (Malatya), Kalkolitik çağdan beri iskan görmüş ve bugünkü Aslantepede 27 kültür katı bırakmıştır. Buradan 4 km. kuzeyde yer alan Battalgazi’ye M.S. 79-81 yıllarında Roma kralı Titus zamanında lejyon karargah olarak taşınmıştır. Yine şehre bu dönemde de Melitene adı verilmiştir. Artık bundan böyle bir şehir adı olarak bu isim kullanılmaya başlanacaktır. Roma şehir surları bu dönemde yapılmaya başlamıştır. Burası Roma devrinde, Hudutlarının korunması, coğrafi konumu ve jeopolitik önemi dikkate alınarak mühim bir merkez olarak muhafaza edilmekteydi. Bizans döneminde de bu değerini siyasi iktisadi bakımdan da korumuştur.
Bizans-Arap mücadelesi sonucunda şehir, İslam hakimiyetine geçmiştir. (M.S. 659) Bizans kaynaklarında da Melitene şeklinde kullanılan Malatya şehir adı, Araplar tarafından, kadim şekline yakın bir imla ile “Malatiyye” adıyla anılmaya başlanacaktır. Araplar, “Sugur El-Cezeriye”nin merkezi haline getirdikleri bu şehri aynı zamanda bölgenin en büyük ve mamur bir beldesi yapmışlardır. Abbasilerden Harun Reşit döneminde (M.S. 786-809) “El-Avasım” adıyla oluşturulan müstakil bir idari bölgenin merkezi olma hüviyetini kazanır. Böylece Malatya, İstanbul’a kadar uzanan Rum kazalarının hareket üssü olma özelliğini de taşır. Bu merkezin bir diğer özelliği ise Tarsus, Adana, Maraş şehirleri gibi Horasan’dan nakledilen Türkler’in önemli bir yerleşim yeri durumuna gelmiş olmasıdır. Malatya’ya çok eski zamanlardan beri çeşitli sebeplere bağlı olarak Türk yerleşiminin olduğunu bilmekteyiz. Bu bölgede Türk varlığı, Arap-Bizans mücadeleleri sırasında ortaya çıkmıştır. Türkler, bu güzel ve önemli beldenin adını değiştirmeyerek Araplardan aldıkları Malatya şekliyle günümüze taşımışlardır. 11. Yüzyıl başlarndan itibaren Anadolu bir Türk yurdu haline gelmeye başlamıştır. Bu bölgede Türk-Bizans mücadelelerinin odaklaştığı şehirlerden biri olmuştur. 1056-1101 yılları arasında birkaç defa el değiştirmiştir. 1101 yılında Danişmentli Melik Muhammed Gazi’nin hakimiyetine geçen Malatya, bir daha kayıp edilmemek üzere Türk Beldesi haline getirilmiştir. Selçuklular döneminde “Vilayet-i Malatya” olarak anılan şehir, bir üstünlük ve asalet ifadesi olarak “Daru’r-Rifa” (Saadet, mutluluk yeri) olarak anılmıştır.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 14:04.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8 Beta 3
Copyright ©2000 - 2024, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2024 IRCForumlari.Net