IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 19 Aralık 2012, 13:46   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Beşikten Mezara Kadar Sanat - Yavuz Bahadıroğlu





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Beşikten Mezara Kadar Sanat

Sanat silahtan çok daha önemlidir.. "İmha" yerine "inşa" eder ve son derece kalıcı sonuçlar verir. Buna rağmen acaba neden Osmanlılarda roman ve heykel yoktur?

Biliyoruz ki, Rus, kendi mitini ve muhitini inşa etmiş romanla...


Batı, "hayat mücadeledir" görüşünün esaslarını yansıtmış romanda; "Robenson"lar’ında, "Seksen Günde Devr-i Âlem"lerinde felsefesini aktarmış... Geçirdiği tarihî istihaleleri dökmüş heykele, resme...


Dünkü Amerika serüvenciliğini yansıtmış sinemaya, sanatı kullanarak kendine bir tarih bile inşa etmiş, sığır çobanlarını kahraman olarak yutturmuş dünyaya...


Bunlar doğrular. Yani sanatın, özellikle de romanın ve sinemanın gücü inkâr edilemez.

Sinema, Osmanlı döneminde zaten yoktur. Geriye kala kala romanla heykel kalıyor tartışmaya açık...


Soru da işte buradan doğuyor: "Osmanlılarda neden heykel yok, roman yok?" sorusu...


Osmanlı'da romanın, yahut bildiğimiz anlamda heykelin olmaması kuşkusuz sanatın olmaması değildir. Roman yok, ama onun yerine dört bin yıl öncesinden başlayarak eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan Hint masalları, destanları var. "Siret-i Anter, Bin BirGece," vesaire. Nihayet hepsinin aktığı ibret ummanı: Kıssalar, menkıbeler...


Resmin alternatifi hat, ebru, çeşmi bülbül... Osmanlı'nın hayatı sanat...


Heykelin alternatifi, en basitinden mezar taşları... Fakat roman: O bambaşka bir konu...


Bence, Osmanlı'nın uzun süre romana karşı direnmesinin ve hiçbir ilgi bağı kurmamasının asıl sebebi, romanın yüklendiği misyonda aranmalı.


Romanın misyonu teşhir, teşhirin malzemesi ise aşın merak, yani tecessüstür.


Roman mütecessis, meraklı; her topluluğa, hatta her eve girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek iddiasında...


Oysa İslâm'da hem teşhir yasaktır, hem kusurları ifşa, hem de aşırı ve gereksiz tecessüs...


İslâm'da teşhir yok, ifşa yok; bunun yerine tespit, ispat ve ikaz var. Osmanlı kendini teşhir ve ifşa etmekten kaçındı. Düzelmeyi tespitte, ispatta ve ikazda aradı. Koçi Bey Risalesi ve benzerleri kendi çağı içinde düşünülürse bu konuda oldukça çarpıcı ve yapıcı örnekler...

Burada bir tespit yapmak istiyorum:


Osmanlı'nın namus telâkkisi bütün aileyi, hatta bütün toplumu mukaddes bir sır perdesine sarar ve toplum, sır-rını, sadece nâmahrem olmayan nazarlara açardı.


Bu hem insanî bir yaklaşımdır, hem de İslâmî...


Hatırlayalım ki, Batı'nın ilk romanlarından biri "Topal Şeytan"dır. Roman kahramanı evlerin çatısını açmış dünyaya sesleniyor: "Buyurun siz de bakın!" diyor. Ve oturma salonlarından hızla yatak odalarına geçen tecessüs, ifşa ve teşhir mızrağıyla mahremiyeti kalbinden vuruyor.


Sonuç: Aile mahremiyetinden sonra ailenin de çökü-şü...


Batı toplumlarında bunun etkisi var. Mesela bize göre boşanma oranı çok yüksek. İntihar vakaları ve uyuşturucu bağımlılığı da öyle...


Tabii romanın tahrip kalıbı olmaktan çıkarılıp Müslümanlaştırılması mümkündü. Bu da yeni yeni yapılıyor.


Heykele gelince... Osmanlı'da klâsik manada heykel yoktur. Çünkü Osmanlı, bediî zevklerde bile ebediyet arayan vahiy medeniyetine mensuptur. Dünyayı ahiretin tarlası sayan bir kültürün çocuğudur o... Vahiy medeniyetinin çocuğu fani zevkleri tatmin uğruna Yaratıcıya nispet gibi bir abesiyetle meşgul olmaz.


Osmanlı heykel dikmek yerine ebedî âbideler dikmeyi seçti. Muhitini baştan başa çeşmelerle, kubbelerle, sebillerle, köprülerle, hanlarla, kervansaraylarla, aşhaneler, bimarhanelerle süsleyip, bunların bekası için vakıflar vücuda getirdi.


Onun nazarında ebedileşmenin ölçüsü faydasız bir heykel yontmak değil, bir mabede imza atmak ya da in-sanlığın hayrına hizmet edecek bir medreseye kubbe çak-maktı.


Özenle yontup her birini sanat eserine dönüştürdüğü mezar taşlarında bile ebediyet emelinin yansımaları açıkça görülür.


Öte yandan bugün müzelerde zevkle seyrettiğimiz şaheser beşiklerde insana verdiği değerin ölçüsü saklıdır.


Şu tespiti yapmakta mahzur yok: Osmanlı, "Beşikten mezara ilim" emrine uygun olarak, san'atı beşikten mezara kadar bütün hayata yaymış, ancak faydacılığı esas al-mıştır.


Bu idrak olmasaydı, hâlâ kullanılabilir durumda bunca tarihî eser bize miras kalır mıydı?





 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Küçük Demeyin Terbiye Beşikten Başlar efLatun İslamiyet 0 02 Aralık 2011 19:47
İlim pazara kadar değil mezara kadar. BaRoN İslamiyet 0 06 Ocak 2010 23:53
Bahadıroğlu'ndan Kadınlara 'Erkekçe' Öneriler Kralice Ah Kadınlar 2 01 Temmuz 2008 17:49