IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 14 Mayıs 2017, 13:10   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Eski Toplumlardan Günümüze Rüya ve Mahiyeti






Eski Toplumlardan Günümüze Rüya ve Mahiyeti

İnsanoğlu, tarih boyunca rüyayı ve rüyanın mahiyetini merak etmiş; onu yorumlamaya ve anlamaya çalışmıştır. İnsanların bu merakı, edebî ürünlere de sirayet etmiştir.İnsanlık tarihi boyunca bütün dünyada pek çok bilinmeyenin anahtarı, insanın ve gelece inin habercisi olarak zaman zaman korkulan, zaman zaman hayranlık duyulan rüyalar, edebî eserlerin birçoğuna konu olmuş, bu eserlere farklı akisler meydana getirmiştir.[1]

Rüya; sözlükte düş anlamında olup mecazi anlamdaysa gerçekleşmesi imkansız durum, hayal gibi anlamlarda ve gerçekleşmesi istenen ve çok güzel olan anlamlarında kullanılır.[2] Diğer bir tanımla rüya; nefis, duyuyu bırakıp düşünceye yöneldiği için düşünceye konu olan her şeklin tasarlama gücü sayesinde benlikteki izlenimidir.[3]

Rüya; Arapça “re’y: görme, görü ” mastarından türemi bir kelimedir. Sözlükte “düş”; “uyku sırasında görülen şey” gibi anlamlara gelir. Genel olarak rüya; insanın, uyku sırasında zihninde canlanan hayallerdir. Eskiler rüyayı ikiye ayırırlardı: 1.si rüyâ-yı kâzibe (gerçekleşmeyen yalancı rüya); ikincisi ise rüyâ-yı sâdık (gerçekle en rüya).[1]

Rüya, fizik yasalarının dışında canlı, hareketli ses ve şekillerin karışımıdır. Bu ses ve şekiller, hafızadan irade dışı bir uyarıcı etkisiyle şuura dökülmeye baslar. Dolayısıyla rüya, hafızadaki sekil ve sesleri harekete geçiren bu uyandırıcı organizmanın herhangi bir noktasındaki biyolojik değişikliktir. Rüya tecrübesi, biyolojik özellikler içermesinin yanında şuur ile olan ilgisi nedeniyle ruhsal kaynaklı bir tecrübedir. Rüyanın insanın psikolojik dengesinin devamlılığı açısından gerekli olduğunu deneysel psikolojideki rüya mahrumiyetiyle ilgili yapılan çalışmalarla açıkça anlaşılmaktadır. Rüyalar, uykunun devamını sağlamakta dolayısıyla dinlenmemize yardım etmekte, hem de insanoğlunun bilinçaltında var olan çoğu zaman kendisinin bile fark edemediği düşüncelere ayna tutmaktadır. Bunların dışında rüyaların fiziksel âlemle, metafiziksel âlem arasında bir araç olduğuna da inanılmıştır.[4]

Rüya, uykuda görülen şeylerdir. Uykuysa; insan hayatının ortalama üçte birini kapsar. Uyku, biyolojik bir ihtiyaçtır. Genel olarak uykusuz kalan kişide üçüncü günden sonra davranış bozuklukları görülür. Uykuyla ilgili net bilimsel bulgular tam olarak elde edilememiş, ancak önemli neticelere ulaşılmıştır. Yatınca beden daha sonra da zihin gevşer ve biz uyuruz. Uyuyunca kalp atışları ve nefes yavaşlar kan basıncı ve vücut ısısı düşer. Yüzyıllar boyu uykunun tek amacının fiziksel olarak vücudu dinlendirmek olduğu varsayılmıştır. Simdiyse, yapılan araştırmalara göre; uykunun fiziksel ihtiyaçtan ziyade ruhsal dinlenmeye yönelik olduğu kabul edilmektedir.[5] Araştırmalar rüyanın uykuyu koruduğu ve sağlıklı hale getirdiğini ortaya çıkarmıştır.[6][4]

19. yüzyıldan itibaren rüyaların yorumunda psikolojik bakış açısı benimsendi. Görülen rüyaların açıklanmasıyla ilgili “şuuraltı” kavramı ilk defa bu yüzyılın başında kullanıldı. Rüya hakkında doğuda ve batıda yüzyıllarca süren araştırmaların vardığı sonucu bir cümlede toplamak mümkündür: "Düş, bir sırrın açığa vurulması; fakat eksik terimlerle açığa vurulmasıdır." Sigmund Frueud, rüyalar üstünde yaptığı araştırmalarını bu fikre dayandırır ve rüyayla istekler arasında bağ kurar: "Ya bilinçsiz içe tıkma pek güçlü olur ve gerçeğe bağlı bilinci ezer ya da pek çetin, dayanılmaz bir gerçek önünde tehdit edilen "ben" , bilinçsiz dürtünün kollarında isyanla ileri atılır. Düşün zararsız psikozu, dış dünyadan bilinçle istenmiş anlık bir vazgeçiştir”. Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere, ferdin rüyalarında dış dünyanın büyük payı vardır. Rüya, bir isteğin gerçekleşmesi ya da gerçekleştirilme teşebbüsüdür. [7]

Freud'a göre içsel yaşantılar bilinçlilik bakımından birbirinden farklı 3 düzeyde bulunurlar. Bunlardan tam bilinç düzeyinde kişi, anılar, düşünceler, duygular gibi içsel yaşantılarının farkındadır. Bilinç tam olarak aydınlıktır. ikinci düzey bilinç öncesidir. Burası bilince yakın olan anıların, arzuların bir deposu gibidir. Kişi bunların farkında değildir fakat istediği anda bilinç alanına çıkarabilir. 3. düzey ise bilinçaltıdır. Burada kişinin istediği zaman bilinç alanına çıkaramadığı, varlıklarından bile haberdar olmadığı duyguları, düşünceleri, anılan, dürtüleri bulunur. Bilinçaltında bulunan bu düşünceler yok olmazlar. Kişiyi rahatsız eder, davranışlarım şu ya da bu şekilde etkilerler. Bilinçaltı düşünceleri rüya ve hayallerde ortaya çıkar.[8]

Animizme göre yazı öncesi insan, rüyasında gördüklerini, yaptıklarını, gezdiği yerleri gibi. gerçekten görmüş, yapmış ya da gezmiş olduğuna inanır. Bu inanış, bedenden çıkıp kendince dolaşabilen bir can/ruh düşüncesini doğurmuştur. Sürekli bir mücadele içerisinde bulunan, -bu mücadele insanın tabiatla, insanın insanla olan mücadelesidir- her an yaralanmaya, hatta öldürülmeye maruz kalabilecek insanın canını/ruhunu bedeninin dışında bir yerde varsaymasını doğurmuştur. Çünkü, beden her an tehlikeye uğrayabilir. Oysa can bedenden ayrı, güvenli bir yerde olursa, zarar uğrama tehlikesi de ortadan kalkacak, dolayısıyla beden de güvenlikte olacaktır. Diğer yandan eğer can bir zarara uğrarsa, beden ya hastalanacak ya da ölecektir.[9]

İlkel Toplumlarda Rüya

İlkellere ait anlatılarda rüya, çok önemli ve işlevsel bir görev üstlenir. Kimi zaman olayların başlangıcında, kimi zaman da olayların gelişimi sırasında kendini gösterir ve tamamıyla olayların akışına, gelişimine ve sonucuna tesir eder. Bunda en büyük etken rüyaların geçmişin ya da gelece’in habercisi olarak görülmesi ve kutsallık arz etmesidir.[1]

İlkel Toplumlarda Rüya ve Ruh İlişkisi

İlkellerin ruh hakkındaki düşünceleri bir çeşit somutluk taşımaktadır. Şöyle ki: insan rüyasında uzak yerlere gidip, oralarda dolaşabiliyor; tanımadığı kimselerin konuğu olup, onlarla birlikte ava çıkıyor, savaşa katılıyor, dost ve düşmanlarıyla karşılaşıyor, başından çeşitli serüvenler geçiyor. Oysa, söz konusu edilen kimse, bu sırada yatağında yatmaktadır. Şu halde uyuyan bir kimseyi, dışarıda, kendi başına dolaşabilen bir şey terk etmiş oluyor. Bu kendi başına dolaşan şeyse, uyuyan kimsenin biraz dumanlı, biraz flu benzerinden başka bir şey değildir; yani ruhudur. İlkellerin rüyayı gerçek olarak kabul ettikleri bazı topluluklar da tespit edilmiştir. Örneğin hasta bir Mecusi yerli, rüyasında efendisi tarafından bir kayığa bindirilerek, hızlıca akan bir nehirde, akıntıya karşı kürek çekmeye terk edildiğini görüp, ertesi günü efendisine, hasta bir kimseye böyle bir muamelenin reva görülmesinin doğru olmayacağını yana yakıla anlatmıştır.[10][11]

Bir vahşi için, ister uyanık isterse rüya görüyor olsun, zihninde sahip olduğu tasavvurların aynı değerde olduğu iddia edilir. Bu tür deneyimlerin tekrarlanmasından yavaş yavaş, bizde bir eş, bir başka benin var olduğu ve belli şartlar altında, yaşadığı bedeni terk etme ve uzaklarda dolaşabilme kuvvetine sahip olduğu düşüncesi ortaya çıkar.[12]

Animizmin rüyalardan doğmuş olduğu varsayılır. Rüya gören bir insan uyandığında yattığı yerden ayrılmadığını anlar. Bu sonuçtan da görülmeyen bir şeyin (ruhun) olduğu kanısına varır.[13]

Sümerlerde Rüya

M.Ö.3000’lü yıllarda Mezopotamya’da yasayan Sümerler, rüyalara büyük önem atfetmişlerdir. Sümer Kralı Gudea, ünlü yazılarında, kendisini bir tapınak bina etmeye teşvik eden birçok rüya gördüğünü ifade etmektedir.[14]

Babil ve Asurlularda Rüya

İlk rüya yorumcularının ne zaman ortaya çıktıkları da belli değildir. Fakat Babil'in kahinlerinin büyük ün yaptıkları bilinmektedir.[15] İsa Mesih’dan yedi yüzyıl önce Asur kralı döneminde rüyalar, Tanrı tarafından gönderilen mesajlar olarak benimsenmiştir.[16] Babilliler ve Asurlular, ölü ruhlarının rüyalarda kötü etkilere neden olduklarına inanırlardı. Bu kötü cinlerden kurtulmak ve onları yenmek için Babil Rüya Tanrıçası Mamu’dan yardım isterlerdi.[17][1]

Rüyayla de Tanrı istediğini bildirir. Tanrı’nın yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini anlamak isteyen; tapınağa gider, kurban keser, dua eder ve uykuya yatar. Gördüğü rüyanın olumlu ya da olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar.[18]

Eski Mısırlılara Göre Rüya

Eski Mısırlılarda gaybden haber verme konusunda rüya tabirinin önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz. [19] Mısırlılar diğer pek çok toplumda olduğu gibi rüyaların tanrılar tarafından kendilerine gösterildiklerine ve ilahi mesajlar taşıdıklarına inanmaktadırlar.[17][1] İlk rüya tabirleri kitabı, Eski Mısırlılar tarafından yazıldı.[21] Onlara göre rüyalarda Tanrıların 3 rolü vardır ki; bunlar, günah isleyenlerin tövbe etmelerini istemek, rüya gören kişiyi gelecek tehlikelere karsı uyarmak ve rüya gören kişinin sorularına cevap vermektir.[17][4] Mısır firavunları da rüyaları tanrı ve tanrıçanın yol göstericisi olarak kabul etmişlerdir.[5]

Mısırlılar rüyalarını hiyerogliflere kaydetmişlerdir. Özellikle canlı ve anlamlı rüyalar gören insanların mübârek olduğuna inanılırdı ve onlar özel olarak kabul edilirdi. Rüyaları yorumlama gücü olan insanların ilahi bir yetenekle ödüllendirildikleri düşünülürdü.[20]

Rüyalar aynı zamanda tedavi amaçlı da kullanılabiliyordu. Kötü durumda olan bir kişi, bir tapınakta uyuyarak tanrılardan kendisini iyileştirmelerini diliyordu. Ertesi gün, kişinin gördüğü rüyayı yorumlayan rahipler, nasıl bir mesaj geldiğini anlamaya çalışırlardı.[21]

Bugün tespit edilebilen en eski rüya yorum kitabı, M.Ö.2000-1800’lü yıllarda Mısır’da 12. Sülaleye ait olan Papirüs üzerine yazılmış bir Mısır kitabıdır ve hâlen İngiltere’de British Museum’da bulunmaktadır.[22][4]

Hintlilere Göre Rüya

Hintliler rüyayı, gelecekten haber veren mesajlar olarak kabul etmişler, kötü ve iyi ruhları tasnif ederek mesajları anlamaya çalışmışlardır.[4] Hindistan’da gecenin farklı dönemlerinde görülen rüyalarda işaret edilen olayların ne zaman gerçekleşeceğine dair uyarı olduğu kabul edilirdi.[17][1] Eski Hindistan rüyaların bir başka özelliğine dikkat çekilir ve onların hastalıkların önceden bilinmesine faydalı olabilecekleri düşünülürdü. Çünkü o dönemlerde, kimi sembollerin hastalık belirtilerini önceden gösterebildiğine inanılırdı.[23] Miladın başlarında yaşamış olan bir Hintli düşünür, rüyaları su şekilde açıklamaktadır: Rüya gören 6 değişik insan tipi vardır. Bunlar;
a- Ateşli İnsanlar
b- Kolerik İnsanlar
c- Flegmatik İnsanlar
d- Tanrı’nın Etkisiyle Rüya Gören İnsanlar
e- Kendi Alışkanlıklar Doğrultusunda Rüya Görenler
f- Bir Kehanet Olarak Rüya Gören İnsanlar.

Bunlar arasında da, yalnızca en sonuncusu gerçek bir rüyadır. Diğerlerinin hiçbirisi gerçek değildir.[4]

Çinlilere Göre Rüya

Çinlilere göre rüya, manevi ruhun bedenden çıkıp ölülerin ruhlarıyla ya da canlıyla haberleşip bu izlenimlerle dönmesidir.[4] Çinliler, ruhun rüya âlemine gitmek için bedeni terk ettiğine inanıyordu. Aniden uyandırılırlarsa ruhlarının bedenlerine dönmeyi başaramama ihtimalinin olduğunu düşünürlerdi. Bu yüzden de, bazı Çinliler bugün hala, çalar saatlere temkinli yaklaşıyorlar.[20]

Eski İranlılara Göre Rüya

Eski İran kültürü içinde de gaybin bilinmesinde rüyaların tabir edilmesi önemli bir yer tutar.[6] Zerdüşt’ün, semavi meseleler hakkındaki bilgisini çoğunlukla rüyasında gördüğü feriştahlar (melekler)’den sağladığına inanılmaktaydı.[24] Şeyhname’de geleceğe ışık tutan rüyalarla ilgi birçok örnek verilmektedir. Bunlara bir örnek verecek olursak; İran hükümdarı Şiyavus, müneccim ve tabircileri saraya çağırarak, rüyasında uçsuz bucaksız bir nehir gördüğünü, nehrin 2 tarafının eli kanlı savaşçılar tarafından sarılmış olduğunu, etrafının ateşten yükselen yanardağlarla çevrildiğini gördüğünü söyledi ve bu rüyayı tabir etmelerini istedi. Tabirciler bu rüyayı Gerziyus’un Rum komutanı elinde öldürüleceği seklinde tabir ettiler. Rüya tabirlerine büyük itimadı olan Şiyavus, bunun üzerine birtakım önlemler aldı.[25][4]

Eski Yunanlılara Göre Rüya

Eski Yunanlı ve Romalılara göre rüya, Tanrılardan bir mesajdır.[4] Rüyayla ilgili ilk yazılı ve kayda değer referansları Homeros’ta görüyoruz.

“Odise” ve “İlyada” adlı destansı eserlerinde pek çok bölümün, gördüğü rüyalardan esinlenerek oluştuğunu söyler. Homeros, rüyaların gelecekle ilgili kesin ve güçlü anlamlar taşıdığına inanırdı.[26]
Rüyaların dış dünyadan ya da tanrılardan gelen mesajlar değil, insanın kendi zihninden kaynaklandığı fikri ilk olarak M.Ö. 5. yüzyılda Heraklitos tarafından ortaya atıldı. Ünlü düşünür Aristoteles ise, rüyaların tanrı mesajları olduğu fikrine son noktayı koydu. “Parva naturalia” adlı eserinde Aristoteles rüyaların günlük hayatta meydana gelen olayların birikimi sonucunda oluştuğu fikrini ortaya attı.[21]

Helenistik dönemde, rüyaların iyileştirme yeteneği üzerine odaklanılmıştı. Asclepieions adı verilen tapınaklar, rüyaların iyileştirici gücü etrafında inşâ edilmişti. Bu tapınaklarda uyuyan hastalara rüyaları aracılığıyla iyileştirici kürlerinin gönderileceğine inanılıyordu. Rüya tercümanları tıbbi tanı konusunda tıp adamlarına bile yardımcı oluyordu. Rüyaların rüyayı gören kişinin nesi olduğunu bulmak konusunda şifacılar için çok önemli bir ipucu kaynağı olduğuna inanılırdı.[27]

Eski Roma'da Rüya

Romalıların sahip oldukları, rüya teorileri, Yunanistan’da geliştirilen kuramlara çok benzer. Fakat Platon yada Aristo’da gördüğümüz kadar açık ve derin bir ifadeye ulaşamamıştır. Lukrez, “De Rerum Natura” adlı eserinde gün boyu ilgilendiğimiz olayların ya da bedensel ihtiyaçlarımızın kendilerini rüyalarımızda gösterdiklerini iddia etmektedir. Hangi işi ruhen en fazla takip edersek ya da hangi işin bizi hoşnut kıldığını anlarsak ya da aklımızın daha çok uğraştığı şeyle çoğunlukla karsılaşırız. Daldisli Artemidor’a göre ise, yazdığı “Rüya Kitabı”nda sistematik bir rüya kuramı oluşturmaya çalışmıştır. 2. yüzyılda yaşamış olan bu bilginin ortaçağ düşüncesi üstünde de önemli etkileri olmuştur. Ona göre rüya denilen şey, sembol diliyle anlatılmış bir bilgidir.[23][4]

Roma dönemi, düşünürlerinden Çiçero, rüya yorumu konusunda “Kehanetler Üzerine” adlı şiirinde söyle söyler; eğer rüyalar, Tanrı aracılığıyla gönderilmiyor doğadaki hiçbir şeyle doğrudan ilişki içinde bulunmuyor ve de gözlemlerle deneyler sonucu kesin bir yorumlama kuralına tabi olamıyorlarsa, bundan çıkacak sonuç bellidir. Bu da rüyaların önemsiz ve anlamsız olduklarıdır.[4]

Eski Türklerde Rüya

Rüya, Türk destanlarında geniş yer tutan bir motiftir. Destanların tanrısal güçlere sahip kahramanları genellikle gelecekte oluşacak felaketleri ya da elde edilecek başarıları rüya yoluyla öğrenirler.[28]

İslâm öncesi Türk kültüründe, rüya yorumculuğu konusunda Şamanlar önemli bir işleve sahiptir.[29]

Türk kültüründe rüya yorumculuğunun, İslâm’ı kabulden sonra, İslâmî kaynaklarda yerini bulan rüya yorumlarıyla şekillendiğini söylemek mümkündür. Hatta kimi rüya yorumcuları, yorumlarını desteklemek için âyet ve hadislerden deliller sunarlar. Diğer taraftan, rüyalardaki sembollerin yorumlanmasında, İslâm öncesi Türk kültürünün izleri de görülmektedir. Yine rüya yorumlarında, İslâm öncesi inanış ve uygulamalardan kaynaklanan motifler, İslâmi bir kimlikle yeniden yorumlanarak sürdürülmektedir.[29]

Kutadgu Bilig’te rüyalar çeşitli sınıflara ayrılmaktadır. Bunlar: Yeme-içmeye bağlı rüyalar, mevsimlere bağlı rüyalar, kişinin meşgul olduğu ve yatmadan önce düşündüğü işlerle ilgili rüyalar ve şeytanın gördürdüğü rüyalardır. Hacib, rüyaların yorumunun kişiden kişiye ve rüyayı gören kişinin toplumsal statüsüne göre değiştiğini belirtir.[29]

Kızılderililere Göre Rüya

Kızılderililere göre, insandaki gizli arzular, kendilerini rüyalarda belli ederler. Bu arzuların dili, rüyadır. Eğer bu arzular uyanıkken yerine getirilirse, tatmin olurlar. Yerine getirilmezlerse, ruh kızar, bedene isyan eder, böylece değişik hastalıklar doğar.[4]

Kimi Kızılderili kabileleri ve Meksika uygarlıkları da aynı kavramı yani farklı bir rüya boyutunun olduğu düşüncesini paylaşıyorlar. Onlar atalarının rüyalarında yaşadığına ve bitki gibi insan dışı formlarda olduklarına inanıyorlar. Rüyaları atalarını ziyaret etmenin ve onlarla temasta olmanın bir yolu olarak görüyorlar. Aynı zamanda rüyalar onlara hayattaki görevlerini ya da rollerini göstermek konusunda yardımcı oluyor. [20]

Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta Rüya

Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da rüyalara büyük önem verilmiş, Tanrı'dan iyi ve kötü anlamda gönderilen mesajlar olarak kabul etmişlerdir. Kötü rüyalar, uyarıcı özellik taşıyan rüyalar olarak açıklanmıştır.[17][4]

Ortaçağ boyunca, rüyalar şeytânî olarak görüldü ve rüyadaki görüntülere şeytanın yoldan çıkarması olarak bakıldı. Savunmasız uyku durumunda, şeytanın zehirli düşünceleriyle insanların zihnini doldurduğuna inanılıyordu. Şeytan insanı yanlış yola saptırmak için pis işlerini rüyalar aracılığıyla yaptığı düşünülüyordu.[20]

Kutsal Kitap'te anlatıldığına göre rüya, insanlara Tanrı tarafından iletilen açıklanan bir vizyonu temsil etmektedir.[4] 12-13. yüzyılda yasamış Yahudi bilgini, Maimonides’e göre rüyalar, kehanetler gibi, uyku sırasında ortaya çıkan hayal gücümüzün etkilerine bağlıdır. Kişi, düşünce gücünün gelişmişliği ve rüyada karsısına çıkan bilgiyi tam ya da üzeri örtülü bir biçimde anlamış olması oranında rüyasındaki ruhsal yanı kavrayabilir. Ya da görünen perdenin ardındaki bu ruhsal gerçeği isinin ehli bir rüya yorumcusunun anlatıp, ona bunu açıklaması gerekir.[4]

Yahudilik'te, Talmut kitabının son kısmında rüya yorumu konusu işlenmiştir.[4] Talmud’daki rüya kuramı, yaklaşık Roma dönemi teorileriyla aynı dönemlerde oluşturulmuştur ve onlara biraz daha sanatsal bir biçimde yaklaşır. Talmud’da, yorumlanmış bir rüya okunmamış bir mektuba benzer demekte, genel kural, rüyaların ruhsal nedenlere dayanmış olmasıdır. Bu kuralın tek istisnası, ağır bedensel ve hastalıklı uyarımlar sonucu oluşan rüyalardır. Talmud hahamları, kimi rüyaların da kehanet özelliği taşıyabileceklerini de düşünüyorlardı.[23]

İncil’de de rüya konusu islenmiş hatta Hıristiyanlar açısından başarılı rüya tabircileri de çıkmıştır. Demokrit döneminden, Hıristiyanlığın başlamasına kadar geçen sürede 26 tane rüya tabir kitabı çıkarılmıştır.[4]

İbraniler arasında rüya yorumlama büyük değer kazanmıştır. Fakat monoteizm’ in yayılması ve İbrani- Hıristiyan doktrininin ferde ahlâki sorumluluk yüklemesi, rüya yorumlamalarına karsı kuvvetli bir reaksiyon uyandırmış ve rüyalarda daha çok imanla ilgili işaretler aranmasına yol açmıştır.[6][4] Profesör A.Leo Oppenheim, “Eski Ortadoğu’da Rüyaların Tabiri” adlı eserinde gösterdiği gibi İncil, Tanrı’nın emirlerinin, insanların tahminlerinden ve kehanetlerinden çok üstün olduğunu belirtmiştir.[4]

İncil’de tabir ve kehanetlerin küçümsenmesine rağmen, rüyaların büyük yeri vardır. 2. Asırda Artemidori Daldani, tabir kitaplarının babası sayılan Oneirocritica’yı hazırlar.[30] Bu kitap, Yunancadan Huneyn b. İshak tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Artemidori, “rüyaların insanların günlük ihtiyaçlarıyla doğru orantılı olduğunu” belirtmektedir. Örneğin, çok susuz olan bir insanın rüyasında su içtiğini, aç olan birisinin rüyada yemek yediğini belirtmektedir. Artemidori’ye göre rüyalar, kişisel olarak tabir edilmelidir. Bir şey, herkes için aynı manaya gelmez. İnsanların beklentilerine göre ayrı bir anlam taşıyabileceğini daima düşünmek gerekir.[4]

Müslüman Toplumlarda Rüya

İslam kültüründe rüya geleneği önemli bir yer tutmuştur.[31] Müslüman âlimler, rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağını, [32] rüyayla hadis rivayet edilip edilemeyeceğini vb. konuları tartışmışlardır. Bunun temel nedeni Hz. Muhammed’e vahyin sadık rüyalarla başlamış olması [33] ve Kurân-ı Kerîm’de de pek çok ayette rüya bahsinin geçmiş olmasıdır.[34]

İslâmî gelenekte Hz. Yakup en eski rüya yorumcusu olarak bilinmektedir. Oğlu Yusuf kendisine, rüyasında 11 yıldızla ayın secde ettiğini gördüğünü söyleyince, babası ona bu rüyayı kardeşlerine anlatmamasını, kendisine bir tuzak kurabileceklerini söylemi fakat Yusuf onu dinlememi ve başına gelen birtakım olaylardan sonra Mısır zindanına düşmüştür. Burada hem zindan arkadaşlarının rüyalarını hem de Mısır Azizinin, rüya yorumcularının çok karışık olduğunu iddia ederek yorumlamak istemedikleri rüyasını tabir etmiş ve bunların hepsi gerçek çıkmıştır.[35]

İslâm kaynaklarında da rüya ve rüya yorumculuğu hakkında bilgiler bulunmaktadır. Kurân’da, Enfal, Yusuf, İsrâ, Sâffât ve Fetih sûrelerinde çeşitli rüyalar anlatıl-makta ve bu rüyalarla ilgili yorumlar yer almaktadır. Hz. Muhammed’in hadislerinde, rüyalar, rüya-yı sâdıka ve rüya-yı kâzîbe olmak üzere ikiye ayrılır. Hz. Muhammed’in rüyaları rüya-yı sâdıkadır. Rüyayı gören kişi, gördüğü rüyayı severse anlatmalı ve Allah’a şükretmelidir. Eğer rüya kötüyse şeytandandır ve anlatılmamalıdır. Kötü bir rüya gören kişi, Allah’a sığınmalıdır.[29]

Elmalılı M. Hamdi Yazır, Yusuf Sûresi’nin 44. âyetini izah ederken uykuda görülen her şeyin rüya olmadığını şöyle ifade eder:

“Rüyadan bahsedilirken şu 2 kelimenin hakikatte farklı olduğu unutulmamalıdır: rüya ve hulüm. Rüya tek başına enfüsî bir olay değildir. Onun altında, girilip deşilecek ve özüne vakıf olunabilecek hakiki ve gizli bir mânâ yatmaktadır. Hulüm ise hiç anlamı olmayan boş bir vehim ve hayâlden ibârettir. Demek ki gerçek dilinde rüya sadık olanların adıdır, yalan olanlarına da hulüm denilmelidir. Rüya, yalnızca uyku hâline bağımlı bir olay değildir. Uyanıkken, özellikle karanlık bir yerde ya da gözler yumulmuş olarak bir dalgınlık hâlinde de bir sinema şeridi gibi görünen birtakım örnekler ve manzaralar meydana gelebilir ki bunlar sıradan hatıralar hayâller gibi sönük ve bulanık değildir; net ve açık seçiktir ve görülenler tıpkı bir rüya gibi ya da bazı hâllerde aynen tabir ve tevil edildikleri gibi, daha sonra da tahakkuk ederler. Rüya, gerek uykuda gerek uyanıkken belli bir gerçeğin, soyut olarak bir örnek âleminden ruha görünmesidir” [36]

Tasavvuftaysa rüya ve rüya sembolleri, bireysel mevki yükseltme, karizmatik kişiliğin pekiştirilmesi, yaşayan ya da ölmüş kişilerle iletişim kurma, bir tarikatın ya da cemaatin propaganda araçları olarak kullanılmakta; rüyalar, bu amaçlar doğrultusunda yorumlanmaktadır. Rüyalar, bir tarikata girmede, bir tarikat liderine bağlanmada ya da mevcut bağlılığın pekişme-sinde yol gösterici olmaktadır. Tarikat liderleri üyelerine, yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da rüya yoluyla hükmedebilmektedirler. Diğer taraftan tarikat liderleri, rüya yorumculuğu konusunda, tarikat üyeleri tarafından otorite kabul edilmektedir[29]

Rüyalar, mutasavvıflar tarafından sadık rüyalar ve nefsanî rüyalar olmak üzere 2 grupta değerlendirildiği gibi Allah’tan, melekten, şeytandan olanlar diye üçe de ayrılır. Azizüddin Nefesî’ye göre rüyaların çeşitleri şunlardır: “Semavî melekler insanların gönlüne bir şey ilka ederler. Bu hâl uyanıklık anında olursa adı ilhâmdır, uykuda olursa rüyadır. Semavî melekler gökten yere inip şekle büründükleri ve peygambere göründükleri vakit, Allah’ın sözünü onlara iletirse, adı vahiydir. Kimi peygamberlere vahiy, daima uyku hâlinde gelmiştir. Hz. Muhammed’e vahiy ilk altı ayda daima uykuda gelmiştir. Bundan dolayı sadık rüya peygamberliğin 46 cüzünden biri olarak değerlendirilmiştir.[7]

Kaynaklar

[1] Muhammet Kuzubaş, "İlkellere Ait Anlatılarda Rüya Motifi"
[2] Türk Dil Kurumu, "Türkçe Sözlük" , c. 2, Ankara, 1998, s. 1872.
[3] Kindi, "Felsefi Risaleler" , Çev. Mehmet Kaya, İstanbul 1994, s. 143.



__________________
#MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦

{22~02~`22..∞}
{09~09~`22..ღ}
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
eski toplumlardan günümüze rüya ve mahiyeti


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
False Awakening (Rüya İçinde Rüya, Sahte Uyanış) PySSyCaT Sağlık Köşesi 0 14 Mayıs 2017 11:22
Eski Medeniyetlerde ve Tarihte Rüya Elif Rüya Tabirleri 0 27 Kasım 2015 11:37
Rüya yorumlama ve rüya tabiri Lcia Rüya Tabirleri 0 04 Kasım 2014 15:12
Tasavvufun Mahiyeti Liaaa İslamiyet 0 07 Şubat 2012 15:20